Sayfiyeye taşındıklarının daha ilk haftası idi, O akşam Ahmed sofrada, pek sevdiği, cacığı biraz fazla kaçır- mıştı, Açık pencerelerinden içeriye dık bir rüzgâr süzülen salona geçli, Çıplak ayaklarındaki şıpıtık oterlik- leri yerde sürte sürte ilerledi. Radyo- yu açtıktan sonra kendisini yumu- şak bir divana attı, O böyle, akşam yemeklerinden #onra radyo dinliye- rek divan üzerinde bir, bir buçuk saat dinlenmeğe bayılırdı. İşte tam bu esnada içeriye yeğeni Orhan girdi. Delikanlının üzerinde kısa kollu, yakası açık bir gömlek vardı. Yüzü, göğsü, kolları güneşten yanmış, bakır rengi haline girmişti. Ahmed yeğenine: — Otur bakalım... dedi, biraz dere- den tepeden konuşalım!.. Orhan cevap verdi: — Amcacığım müsaade ederseniz ben biraz arka taraftaki koruluğa çıkacağım. Bu gece fevkalâde güzel mehtap var. Ay ışığında cirafı sey- retmek istiyorum... Ahmed yeğeninin bu sözleri üzeri- ne hayretler içinde kalmıştı. Çünkü Orhanın öyle ay ışığı, güzel, şairane manzara gibi şeyleri hiç sevmediğini bilirdi. Orhanın hâyatta spor ve avdan başka hiçbir şeyle meşgul olduğunu görmemişti. Hatta Ahmed kaç kere yeğenine: — Sana şaşıyorum Orhan, demiş- ti, hayatın şairane tarafile hiç nlâ- kan yok, Var mı, yok mu spor... Baş- ka bir şey düşünmüyorsun.. Biz gençliğimizde daha şair ruhlu in- sanlardık. Bu kadar maddi değildik. Esasen gençlik demek, şiir demek- tir, Bunun için şimdi Ahmed, Orha- nın ay ışığında etrafı seyretmek için koruluğa çıkmak istediğini duyunca pek şaşmıştı. Gülerek Orhana: — Demek artık şairane şeylerden de hoşlanmağa başladın ha.. Mü- kemmel... Mükemmel. Buna çok memnunum... dedi. Orhan salondan çıktı, Ay ışığı pek ziyade hoşuna gitmiş olmalı ki ko- ruluktan köşke döndüğü zaman saat gecenin on ikisini çoktan geçiyor- du. Ertesi akşam hava kararınca Ah- med yeğeni Orhanda yine bir hazır. lık başladığını gördü. Delikanlı saç- larmı taramıştı. Sırtına beyaz ipek- M bir gömlek giyinmişti. Geniş göğ- sü, adaleli kollarile Orhan tam bir gençlik heykeli halinde idi, Ahmed yeğenine sordu: — Ne o Orhan? Sende bir hazir. lık görüyorum. Sokağa mi çıkacak, sın? Delikanlı gülümsedi: Ahmed: — Tuhaf şey.. dedi, sen adami akıllı şair ruhlu bir adam oldun. İki gecedir üstüste ay ışığını seyretme” ğe gidiyorsun, — Ne yapayim amcacığım.. Çok — Haydi bakalım... Ben de ây işi- ğını çok severim amma ârtık bu ya- şa geldikten sonra saatlerce mehta- bı seyretmekten ziyade yatıp mışıl mışıl uyumağı tercih ediyorum. Orhan çıktı, O gece de köşke saat on ikide döndü, * «- Orhan... dedi, senin bü halin gençlikte okuduğum bir romani sura marmara $e Aşık» dı. Pek hoşuma gitmişti. Me- asıl «Kamere âşık; olan senmiş- Artık delikanlı hemen her gece: — Ben ay ışığını seyretmeğe gidi- I.. diyerek evden çıkıyor, gece sonra tekrar dönüyordu. AÂhmedin hayreti günden güne arts Yoru. Nihayet bir gece Orhana: — Bu ne biçim ay ışığı böyle... d- yordu, her gece ay ışığı olur mu? Sen yirmi beş gündenberi her gece mehtap seyretmeğe çıkıyorsun... Hem bu geeş ay yok ki ışığı olsun... Hangi | mehtabı seyredeceksin?., Karanlık ge- cede mehtap seyredilir mi? Orhan buna telâşla itiraz etti: — Aman amcacığım... Öyle söyle- meyiniz... Nasıl ay ışığı yok... Saat on bir buçuktan sonra on ikiye doğru ay çıkıyor Fakat siz o zamanlar uyu muş bulunuyorsunuz. Ahmed: — İlâhi Orhan, dedi, bu senin ay ışığı dediğin şeyi biz de vaktile uzun uzun seyrederdik, Hiç mehtap gör- memiş değiliz ya... Eğer ay da huyunu değiştirdi ise, her gece çikip ortalı. ğı aydınlatıyorsa ona diyeceğim yok., Fakat Ahmed ne dedi ise Orhan dinlemedi. Delikanlı ay ışığını sey- retmek için dışarı fırladı. Dört gün sonra Ahmed sayfiyeden vapurla İstanbula iniyordu. Vapurda komşusu Selime rastladı. İki komşu ayni yaşta idiler. Ellisini geçmişler- di. Birbirlerini delikanlılık zamanla- rından tanırlardı, Vapurda eski gün- lerini, eski çapkınlık hatıralarını aç- tılar, Tatlı tatlı konuşmağa başladı. lar. Bir aralık Ahmed: — Hey gidi hey... dedi, nerede be- nim gençlik senelerinde yaptıkla- rım., O kadar sıkı devirde bile ne aşk maceralarının peşinde koşup durur- dum. Şimdi yeğenim Orhana bakı- yorum şaşıyorum. Bütün zevki gece yarılarına kadar korulukta ay ışiği- nı seyretmek... Ahmedin bu sözü Üzerine komşu- su Selim doğruldu: -s- Aman birader, bizim kızda da ayni illet başladı, Gece yarılarına kadar korulukta ay ışığı seyrediyor. Hatta işin tuhafı, gökte ay filân ok mayan geceler bile o mehtap seyret- meğe gidiyor... İki komşu birbirlerine dik dik bak- tılar. Bu işte bir şey vardı. Ertesi gece Ahmedle Selim koru- luğun bir köşesinde saklandılar. Mehtap âşıkları ağaçların arasında buluştular, İki genç hemen kolkola girdiler. Koruluğun en tenha yerle Tİne doğru, yanyana, aheste aheste ilerlemeğe başladılar, sevişiyorlar ve mutlaka evlenmek İs- tiyorlardı, Nikâh günü bir aralık Ahmed ye- enine: — Buraya bak Orhan, diyordu, artık hayatın tamamile değişti. Bun- dan sonra karından gizli yine ay Işi ğı filân seyretmeğe kalkışırsan ha- lin fena olur ha... Aynur atıldı: — Hele... Hele benden gizli ay iş ğı füân seyretmeğe kalksın, Ben ona Yedek subay ve askeri memurlar kanunu N (Baştarafı 6 ncı sahifede) veya çarkçı şahadetnamesini haiz olmak şarttır. Gümrük muhafaza kılalarında istihdam teğmen olacak- ii il EE i : mek Üzere müracnat edenlerin orduya ka- bulü münhalât ve sair ihtiyaçlar nazarı âlkkate alınarak &ld olduğu Vektiriçe takdir olunur. Seferde yedek subaylar. muvazzaf sü- baylar gibi terfi kanunu ahkümina tâbi olurlar. Seferde yedek memurlar dahi terfi edebilirler. 4 — 7Ti54 sayıl kanununun 1, maddesi Me 3052 kanunun 3. maddesi ve 3268 sayılı kanun de kâmilen Kaldınılmışlar, Türkiye Ankara TAG 19714m. 15155 Ke/5. Ew. Radyosu T.AP,31/70m. 9485 Ke/s. 20Kw. CUMA 1/1/9899 1230 Program, 1235 Türk müziği - Pl, 13 Memleket sna ayarı, ajans ve meie- oroloji haberleri, 13,15 - 14 Müzik (Kari- gık program - PL) 19 Program, 10,05 Müzik (Bach - Kantat N. 78 koro - PL), 19,15 Türk müziği (İnce saz faslı), 20 Memleket saat ayarı, ajans ve meteoroloji haberleri, 2015 Konuşma (Haftalık spor servisi), 20,30 Türk müzi- ma uvertürü, 2- Wagner - Sieg'ried İdin, 3 - Bizet - 2nci Aridsicnne sült, 2230 Müzik (Operet seleksyonları - P1), 23 Son ajans haberleri, ziraat, esham, tahvilât, kambiyo - nukut borsası (fiyat). 23,20 Mü- zik (Cazbad - Pl), 2355 - 24 Yarınki program. Avrupa İstasyonları Snat 20 de Stuttgart 20 opera havaları — Brünn, 20,20 orkesira — Athlone 20 hafif muzi- ka — Bükreş 2030 Vagner'in «Tristan ve İsoldes operası — Florans 20,20 salan mu- gikası — Hilversam 2055 hafif muzika — Londra 20,30 askeri muzika — Sofya 2030- 2330 Verdi'nin «Aldas operası — Toulouse 20,15 hafif muzika, Saat ?lde Berlin ve Bresalu 21 «Nikolalınin «Vind- sor'un gen kadınları» operas — rt 21,15 opera ve öperet havaları — Königs- berg 21,15 dans — Lefpzig 21,15 karışık muzika — Münih 21,15 konser — Viyana 21,15 senfon. konser — Bari 21,15 Yunan- ca neşriyat — Bromünster 21 «Buononel- nis nin «Polifems opera — Lüle 210 konser — Londra 21 Verdi'nin «Macbeth» operası — Paris P .T. T. 2130 - 230 or- kestbra — Renes 21 - 2430 Saint Saens'in «Samson ve Dallas operası — Sottens 2130 Massenet'nin «Mamoms operası — "Toulouse 2145 dans. Sanat 22 de Hamburg 22 orkestra — Kolonya 2220 hafif muzika — Stutigart 22,15 hafif mu- sika — Prag 22,15 orkestra — Brünn. 22.15 askeri muzika — Peşte 2245 orkestra — Florans 2230 hafif muzika — Hiversum 7 23 salon muzikası 22,25 hafif muzika — Lille 2230 - 2830 hafif muzika — Londra 2235 Şopen konseri — Milâno 22 Lombar- donun «La Regina del Fulografo» opere- ti — Roma 22 orkestra. Sant 23 te Berlin 23,30 dans — Breslav, Frankfurt, Hamburg, Kolonya, Könlgeberg, Lâypzig 2330 haf muzika — Münih 2330-1 dans — Stuttgart 2330 hafif muzika — Viyana 2930 - 1 bafif muzika — Belgrad 23,15 piyano. Saat 74 ten sonra Prag 24 orkestra — Peşte 23 çingene çal- gis — Florans M dans Londra 2410 Frankfurt, Königsberg, LApyrig ve konseri, .. asan LL mii ? 2 Şikrü Mehmet Sekban Gureba balanesi cild ve zührevi has- © Tefrika No, 56 Zeten kadın, bu lâfların sade ilk | ramıyor ve dayanamayıp, gelinine, büs kelimelerini anlıyordu; şikâyet dolu bir sesle: — Öylel Bazen sahiden bana da ağabeyinin burnu kalktı gibi geliyor; amma nesine? Karisi kısırın biri! di- yordu. Küçük ne derse, anaya akıllıca söy- lenmiş bir şey gibi geliyor ve dört elle ona sarılıyordu. O eve geldikçe ihtiyar kadına bayram doğuyor ve her yan- larında kaldığı gün, sahiden bir yor- tu, tatil günü sayılsın da kümesten ta- vuk kesilsin, en güzel yemekler piş- sin istiyordu. Amma kabil miydi hiç? Büyük oğlunundu tavuklar; kadın da folluk buldu mu, bir iki yumurta aşi- rıyermekten başka birşey yapamıyo!- du. Onları küçük oğlu için saklıyor, hemen gizlice kaynar suya kırıyor, Üs tüne, gene onun için ayırıp bir kenar- da sakladığı şekerden azıcık serpiyor, karıştırıyor ve gözünün önünde İçir- tiyor, «Oh, afiyet olsun!» diyordu. Kendisine ikram edilen tatlı güzel şeylerin hepsini dalma ona saklıyor- du. İşsiz güçsüz bir kocakarı halinde kapı kapı komşuluğa gittikçe, eşin dostun verdiği çörekleri, kuru yemiş- leri, şeftalileri cebine koyup eve getl- riyor, bir kenarda onun için saklıyor. du, Küflenmesinler, çürümesinler di- ye sık sık onlara bakıyor epey bir za- iman eli varıp bir türlü onları alamı. yor, ve oğlu pek uzar da tek atılma- sınlar diye yemeğe mecbur kalacak olsa bile, o vakit de böyle şeyleri pis- boğaz denecek kadar sevmesine rağ- men bir türlü tadlarını anlıyamıyor, istemiye istemiye, boğüzında düğüm- Jenerek içine sakladığı çekmeyi açıyor; eviri- yor çeviriyor: — Gelmiyor, kimbilir daha da kaç gün gelmiyecek, bir torunum olsaydı, Ona verirdim bunları; oğlum da gel- mezse kimsem yok, kimsem yok artık benim! diyordu. Hergün, saatlerce ' oturuyor, yola gözlerini dikmiş bakıyor, oğlunu bek- liyor, onu uzaktan görüp seçmeğe ça- lışıyordu; ötelerden doğru bir erkek elbisesinin pırıltılı rengini görür gör- mez gücü yettiği kadar koşuyordu. Eğer gelen, oğlu ise, delikanlının yu- muşak sıcak elini, kendi kemikli ih. tiyar parmaklarının arasına alıyor, sıkı sıkı tutarak onu odasına götürü- yor, gelininin daima kendisi için ha- wr tuttuğu çaydan bir çanağa koyu» yor, sonra da sevine sevine sakladığı o «tatlı güzel şeyleri çıkarıyordu. Karşısına geçip oturuyor, öen İyi parçaları seçip yerken, ana da hak âşı- fı gibi, âdeta tapsrcasına, oğluna bö- kıyordu. Bazen delikanlı başını çevire. rek, burnunu tıkayarak; — Aman ana, bu çörek küf koku. yor! diyor, ya da: -- Pirinç unu galetalarını böyle kup- kuru sevmem ben! diye dudağını bü. küyordu. Kadın o vakıt, mahzun mahzun: — Sahiden o kadar kurumuş mu oğlu? Gene de seversin diye ummuş- tum ben, diyor ve ziyan olmasın diye de, oğlu beğenip yiyemedi diye üzüle- rek, bu kuru şeyleri kendi geveliyor- du. Delikanlı beğendiklerini, seçe seçe yedikten sonra, anası onun anlatacak» Yarını dinliyordu. Kadının sorguları- na hiç bir zaman istediği, umduğu gi- bi açık açık cevaplar vermiyordu ve azıcık daha zorlıyacak olsa, hemen bir acele gitmeğe, sıyışmağa kalkıyor- du. Ana bunun farkına varınca, dilini tutup susmağa gayret etti, O da, ka- dıncağız birşey sordu mu, araya lâkır- dı karıştırmağı, oyalamağı öğrendi. Zaten ihtiyarladıkça daha kolaycana unutuyordu; bu bunaklığı sayesinde de, aklını başka şeylere çelivermesi hiç de güç olmuyordu; oğlu hemen, © günlerde gördüğü fevkalâde birşeyi, meselâ gırtlağından aşağı koca bir yı- Yanı kaydırıp yutan, sonra da kuyru- Bundan tutup bunu geri çeken bir hokkabazı, isteyene iki meteliğe, çif. te başlı acayip çocuğunu gösteren bir kadını, şehirde raslanılan bu biçim da- ha türlü türlü şeyleri anlatıveriyordu, İhtiyar ana, oğlu kalkıp giderken ağlıyordu; onun tatlı tatl anlattığı bu hikâyeleri bir türlü aklından çıka» yük oğluna tekrarlıyordu. Bir gün oğlu, tarla dönüşü, içi su dolu toprak bir tasa eğilmiş, elini yü- zünü yıkıyordu ki, ana gene bu hikâ- yelerden birine başladı. Adam islak ve yorgun yüzünü kaldırdı ve büyük bir acılıkla: ı — Ne âlâ... Ne güzel! Seni beslemez, senin için birşey yapmaz, çalışmaz, sade ara sıra dilenciye fırlatır gibi bir. iki kuruş atar önüne. Gelir buraya, yer içer... Elini ne sapana ne çapaya sürer.. Amma masal söyler sana... Bol bol masal! Sen de ona daha çok ehem- miyet verir, gözünde büyüttükçe bü- yütürsün... Sonra bana... Durdu, sustu, eğlendi ve anasının karşılığını dinlemeden, şap şap gürül tülerle yıkandı. Sahi idi bu! Ana, küçük oğlunun ne yapıp ettiğini daha hâlâda pek bilmiyordu. Sade onun çevik biçimli vücudünü, köylünün kırmızı, kara de- risine hiç benzemiyen, bir şehirli gibi açık altın renkli tenini, serçe parmak» larının tırmağını nasıl uzattığım, dişle. rinin ne kadar beyaz, saçlarının ne güzel yağlanmış ve panl parıl oldu. gunu görüyordu. Evet sade bunları bi- liyor, sade bu dış yüzü tanıyordu. Nasıl da uzun uzundu saçları, göz- lerinin üstüne düşen bir tutam par- Jak perçimi arasıra geri atmak için şöyle başını arkaya doğru ne güzel atardı. Bir de şeyini bilirdi onun, gülümse- mesini! Öyle cana yakın gülümser... İnsanın tâ içine işliyen gözlerle öyle dik dik bir bakardı ki... Hele parayı ne kadar hiçe sayardı... Kemerindeki- ni çıkarıp anasına verişi, ya da eli si- kıda ise ondan işteyip alışı ne hoştu. Zaten almaktansa ona Üstesine birkaç kuruş vermek için anası zorlardı bile! Ondan aldığı parayı da gene ona lâ- zam olunca vermek için saklardı. Böy- lece de biriktirdiği küçük kazinesini en hayırlı bir şekilde harcadığıma ina- nırdı. di Ana, küçük oğlunu bekliyordu am- ma, o gözükmez oldu. Kadın, gelece- dinden emindi, çünkü üç gün evvel, gece vaktı, köyden bir gören olmasın diye tarlalardan, kırlardan geçerek giz- lice çıkıp gelivermişti, Kapı hafif ha- fif tıkırtatılmış, kadın da, belki hırsız- dır diye korkudan, kalkip bir türlü açamamıştı. Tam bağırıp ortalığı ayak landıracakken, onun alçak bir sesle, te Yâşlı telâş bir şeyler söylediğini işit- mişti. Bereket versin yatağın yânıba- ında tünemiş olan tavuklar patırdı yapmışlardı da, bu ses büyük oğlu ile karısının kulağına gidememişti. Ana, gücü yettiği kadar bir hızla he- men yerinderi kalktı; el yurdamile el. biselerini çekti aldı, elinde şamdanla, oğlunun bu saatle, böyle gizlice gel mesine bakılırsa herhalde işin içinde bir iş olacak diyerek, yavaşça kapıyı açtı, Oğlunun yanında kendi gibi si- yahlar giyinmiş iki delikanlı daha vars dı. İple sıkita bağlı, kâğıdlara sanlı büyük bir paket tutüyorlardı. Kadın, elinde ışıkla kapıyı açınca, oğlu hemen Püf, dedi ve söndürdü. Yeni ve ince bir ay ortalığı hafifçe aydınlatıyor ve insan biribirini seçe- biliyordu. Ana oğlunu görmek sevinci ile alçak perdeden bir çığlık basarken oda, göyle dedi: — Anam, Yâtâğının altına, kışlık. larının arasına birşey koyacağım, kim- seye kimse bilmiye- cek anladın mi? Zaten yakında gelip Kadını güzleri faltaşı gibi açıldı, bu Jakırdıları duyar duymaz içine ıgil ıgıl bir şeyler iniyor gibi oldu, çarpın tısı tuttu ve o da usulca amma çok ciddi bir sesle: — Oğul inşallah kötü, haram bir iş değildir ya bu? Başkasının malına dünyada el uzatmazsın değil mi sen? dedi. Delikanlı telâşlı telâşlı; — Hayır ana, vallahi değil, çalmak çırpmak değil... Kimsenin birşeyini almadım. Ucuza koyun postu buldum. da kârlı bir iş yaparım diye satın al. dım, amma çekiniyorum, belki ağabe- yim gene birşey der, çatar... Başka da koyup saklıyacak yer bulamadım... , (Arkası var),