PE EŞ A v Bir seyyah geçti Genç adam güneş doğarken yata» fırladı. Dağ başındaki küçük besinin penceresine yaklaştı. Önün- iki yamaçlara, Sıra sıra tepelere, vâ- | dillere baktı. Dışarda güzel, güneşli i bir gün başlıyordu. Pencereyi açtı. Küçük kulübenin içine temiz bir ha- Ya doldu. Sabaha karşı yağmur yağ- diği için etrafı toprak ve taze kekik ko- Su sarmıştı, Celâl tıraş oldu, Pijamalarını çıkar- du. Elbiselerini giydi. Genç mühendis, ÜÇ senedenberi şehirlerden uzak, dağ dolaşıyordu. İlk zamanlar kimse- Siz, dağ başlarında geçirdiği yalnız- hayatı onu çok sıkmışlı. Bazı geçe” lerini, içinde yattığı çadırının tepe- Sinhdeki yırtıklardan yıldızları seyrede- Tek geçirmişti. Büyük şehirlerden ta- Ye gönül yaraları ile dağlara çıkmıştı. Füka senelerce İnsanlardan uzak- AR gezmesi, onun için iyi bir ilâç ğa başlamıştı. Yavaş yavaş her #eyi unutmuştu. , Şimdi hayatından memnundu, Bü- gün çalışıyordu. Gece olunca, bir- ay evvel kendi nezareti altında Yaptırdığı odundan kulübesine dönü- a. Petrol lâmbasının ışığında şehirden Belen gazetelerini, mecmualarını, ki- mı okuyordu. İşte en büyük zevk. en biri de bu idi. Akümülâtörle işliyen bir de radyosu Yardı. Akşamları bunu da açardı, Hu- dldların ötesinde, dünyanın bir ucun- da şarkılar söyliyen bir kadın artistin tesi pek hoşuna giderdi. Radyoda onun Konserleri olduğu geceler, Celâl petrol yakmazdı. Radyosunu açar, tahta kulübenin, derin bir uçuruma balkonuna geniş iskemlesini Mardi Büyük denizlerin arkasmda, kilo- in ötesinde ekseriya kalaba- Mik bir barda şarkı söyliyen kadının tesini, genç mühendis, derin uçurum- ların, insansız vadilerin, dik yamaç- ların karşısında, kendi kendine, pipo- Banu aheste aheste tüttürevek dinler- di, Ekseriya şarkı bittikten sonra, yanın en uzak bir şehrinin, kim bilir ye şik bir barında çılgın gibi eğ- insanların, yüzünü tanımadığı Atlati delicesine alkışladıklarını Tad- Yoda işitirdi. O zaman kendi kendine Muridanırdı: — Ne eğleniyorlar!... Günler, geceler, haflalar, aylar böy- İe biribirlerine benziyerek geçip gidi- Yordu. Yainız bir, bir buçuk ayda bir Belen postadan paket paket gazeteler, Mecmualar, mektuplar o çıkıyordu. İşte şehirle olan alâkası bundan iba Yetti Posta ve radyosu... Genç adam, hayatındaki bu derin İnzivadan çok memnundu. Birkaç ay- danberi yeni bir eser de yazıyordu. Bu er, onun meslek hayatının en büyük Müvaffakıyeti olacaktı, Sonra artık etrafındaki derin scs- i alışmış, hattâ onu adamakıllı | Mvmeğe başlamıştı, Boş vadiler, in- Mansız dağ başları, dik ve kimsesiz lar onun en sevdiği şeylerdi. Lâkin bir gün hiç ummadığı bir hâ- “se oldu. Aşağıdaki vadinin kenarın- uzayıp giden şosada bir otomobil bu, Otomobilden çıkan bir erkek onun Kulübesine doğru bağırıyordu. Genç Mühendis kasketini başına geçirdi. Keçi yollarından koşarak şosaya indi. fakat tozlar içinde bir otomubi- İN önünde orta yaşlı şişman bir adam duruyordu. Mühendis biraz daha yak- kaşanca, otomobilin içinde erkek elbi- | Msi giymiş, güzel, genç bir kadın otur- duğunu gördü. i © Şişman adam, ingilizce: i — Biz otomobille seyahat ediyoruz. Bensinimiz bitti. Sonra benzin depo- Muzda bir ârıza oldu. Bize yardım lebilir misiniz? Celâl hemen cevap verdi: >> Tabii... Yalnız bizde benzin bu- mez Benzin deponuzun taniirini İşçimiz becerebilir. Benzin bulmak çin, civardaki kasabaya atla adam yestırm. Oradan getirirler, Şimdi- , © *İZ benim kulübeme buyurunuz. Bu sırada otomobildeki genç kadın Şıkmıştı. Bol güneşin altında #aç- anın her teli ayrı ayrı parlıyan genç gidin, hakikaten çok güzeldi. İri, ze- Bözlerinin içinde bin bir mânarın Wc uçuşuyordu. Şişman adam gene ingilizce olarak Celâle: — Fakat size kendimizi tanıla- hm!... dedi, ismini söyliyerek, elini Uzattı. Sonra yanındaki genç kadını gösterdi: — Arkadaşımın adını her halde işit- mişsinizdir. Meşhur radyo artisti... dedi, Şişman adam, genç kadının adını söylediği zaman, Celâl hayretler için- de kaldı. İşte geceleri petrol lâmbasi- nı yakmadan radyoda tatlı tatlı se- sini dinlediği meçhul kadınla karşı karşıya idi. Keçi yollarından kulübeye çıkarlarken, genç kadın Çelâlin ya- nında yürüyordu. Onlar yükseldikçe vadiler, tepeler ayaklarının alimda kalıyordu. Genç kadın, bu dağ başın- daki kulübede yaşıyan delikanlıya hayretle bakıyordu: — Fakat sizin ne kadar şairane bir yeriniz var... Âdeta dağ tepesinde bir karlal hayatı yaşıyorsunuz... Bu in- sanlardan uzak hayatımız ne kadar za mandanberi devam ediyor? Celâl gülümsedi: — Üç senedenberi,.. — Üç senedir hiç sehre inmediniz mi? — Hiç inmedim... — Bu zaman içinde hiçbir-ziyaret- çiniz gelmedi mi? ! — Postacıdan başka bu üç gene | içinde ilk ziyaretçim sizsiniz. Genç kadın biraz daha Celâ'e s0- küldu, Artık kulübeye gelmişlerdi. içeriye girdiler. Celâlin güzel misafiri kulübeye hayran oldu. Hele uçurum üzerindeki balkonu pek beğenmişti. Yanındaki erkeğe? — Havard... Burada hiç değilse iki gece geçirelim. Eğer nazik ev sahibi- mizi rahatsız etmezsek... Celâl gülümsedi: — Bilâkis,.. dedi, bu zavallı kulü- beme neşe getirdiniz, Ben burada hiç insan yüzü görmüyorum. Zaten bu ci- varda benzin bulunması da epeyce sürecektir, Seyyahlar geceyi kulübede geçirdi- Jer. Güzel bir mehtap vardı. Şiş adam, yol yorgunu olduğu için, er- kenden yatmıştı. Meri - genç kadının adı - ile Celâl, uçurumun başında bir kayanın üstü- ne oturdular, Celâl, her gece rayoda dinlediği güzel sesi, o gece tâ yanı. başında, gözlerini kapıyarak dini<di, Keçi yollarından aşağıdaki vadiye kadar yanyana indiler. Meri; — Burası ne kadar güzel... diyor- du, şehirlerden ve insanlardan uzak... Gen kadın, sonra kendi hayatından bahsetti, Otomobille Hindistana ka- dar gidecekler, bir rekor yapacak- lardı. Sabahleyin balkonda, güneşe kar- $ı kurulmuş sofralarında neşeli bir kahvaltı ettiler, Öğleyin Meri, civardaki derede yi- kandı. Benzin gelmişti. Fakat Hindis- tan seyyahları kulübede Üç gün kal dılar. Arık Celâlin hayatı baştan başa de- Eişmişti. Güzel Hindistan yolcusu onun için âdeta bir ihtiyaç haline gir- mişti, Üç gün sonra tekrar otomobile bindiler, uzak memleketlerin yolunu tuttular, Aşağı şosadan geçen iki seyyah ar- tık Celâlin hayatındaki bütün rahatır ni kaçırmıştı, Hikmet Feridun Es memleketler: Seneliği 3600, altı aylığı 1900, üç aylığı 1000 kuruştur, Adres tebdili için yirmi beş kuruşluk pul göndermek lâzımdır. Rebiülâhir 2 — Maxır 16 8. İmsak Güneş Öğle İkindi Akşam Yata E 17105 912 445 843 1200 154 Va. 230 4371210 1646 1825 21180) İdarehane: Babıhli civarı Acımusluk sokak No. 13 ER ŞT N MY OTA ON Türkiye Kadyodifüryon Postaları DALGA UZUNLUĞU 1639 m. (183 Kes 120 Kw. T.A.G 1974m. ISi5 Kes 20 Kw. T.A P. 3iTüm. 9405 Kes, 20 Kw. ANKARA RADYOSU Pazar 21/5/9393 TÜRKİYE SAATİLE 120: Program, 129: Müzik (Küçük orkestra - Şef: Necip Aşkın) 1 - Lindner — Şarap ilâhı Baküz şerefine dans, 2 - Carl Rydahl - Melodi, 3 - Lehar - Göttergalte operetinden potpuri, 13: Memleket sasi Ayarı, ajans ve meteoroloji haberleri, 18,15: Müzik (Küçük orkestra - Şef: Necip Aş- km) Devam 1 - Hanns Löhr - Büyük Vals, 2 - Carlo Thomsen » Dua, 3 - Wink- ler - Donna Chigulta (İspenyol üvertü- rü), 13,50 - 1430: Türk müziği: 1 - Hi- caz peşrevi, 2 - Şerif İçlinin hicaz şarkı: (Derdimi ummana döktüm), 3 - Şekip Memduhun hicaz şarkı: (Mahvolsun © talih), 4 - Udi Fahrinin hisaz şarkı: (Ba- bar olsa çimenzar.), 5 - (Taksim), 6 - Halk türküsü; (nce çayır biçilir mi), 7 - Karcığar türkü! (Benliyi aldım Ka- çaktan), 8 - Saz semaisi, 1530: Mili kü- me müsabakaları naklen). 1730: Program, 17,35: Müzik (Pazar ça- yı - Pi, 18,15: Çocuk saati, 1845: Müzik (Şen oda müziği: İbrahim Özgür ve ateş böcekleri), 1015: Türk müziği (Fasıl heyeti), 20: Memleket sant ayarı, ajans ve meteoroloji haberleri, 20,15: Türk mü- ziği: 1 - Nihavend peşrevi Osman beyin, 2 - Osman Nihadın mihavend şarkı: (Yİ- ne bu yıl Ada sessiz), 3 -Şemseddin Zi- yanın şetaraban şarkı: (Oldu şep imah- murun), 4 - Haldunun süzliik şarki: (Söyle ey canan), 5 - Şemseddin Ziyanın hicaz şarkı: (Amılsın yar 1le), 6 - İsak Va- ranın bestenigâr şarki: (Gönül sana çok- tam), 7 - Bimen Şen'in bestenigâr şarkı: (Derdimi ummana..), 8 - Şükrü Osmanın buselik şurkı: (Gönül harareti), 9 - Ar- takinin nihavend şarkı: (Koklasam saç- larını), 10 - Neveser sâz semaisi, 21: Ne- | şeli plâklar - R., 2115: Müzik (Riyaseti- cümhur bandosu - Şef: İhsan Künçer): 1 - Söura - Marş, 2 - J, Strauss - Cenup gülleri Valsi, 3 - Cözar Franck - Re mi- hör senfonisinin Lentosu, 4 - Korsakoff - Hind şarkım, 5 - Tschalkoweky - İtalyan kaprisi, 22: Anadolu ajansı (Spor servi- si), 22,10: Müzik (Cazband) Pi, 2245 - 23: Son ajans haberleri ve yarınki prog- ram, Avrupa İstasyonları Suat 20 de Berlin 20,20 neşeli muzika — Lelpalg 20,10 gala konseri — Brünn 2030 Smeta- na'nın «Satılan Gelin» operası — Athlone 20,45 keman — Bükreş 20 hafif muzika — Paris Eyfel 20 viyolonsel Sofya 20 ha- fif wuzika ve dahs — Toulouse 20,40 ha- fit muzika, Saat 21 de Berlin 21,15 büyük ötkestra — Breslav gala konseri — Hambg, 21,30 askeri üka — Kolonya 2130 karışık muzika — Münih 21,15 opera parçalan — Stuttg. 21,15 karışık muzika — Prag 21 Zeliner'in «Figaro'nun İzdivacır operası — Hilversum II 21 sen- fon. konser — Lille 2130 - 2330 Masse- net'nin «Verter. operası — Rennes 2130- 2330 konser — Soltens 2140 askeri mu- sika — Toulouse Pyrenecs 2130 opera. Saat 72 de Viyana 2240 salon musikssı — Prag 2230 keman ve orkestra — Bükreş 2215 dans — Milâno 22 muz'kalı komedi «Siranen de Berjera» — Sofya 2255 ope- ret muzikası — Sottens 2205 orkestra — Stokholm 2230 keman, Saat 3 de Berlin, Frankft, Kolonya, Königsbg, Leipzig 2230 - | hafii muzika ve dans — Breslav ve Münih 2330 - 1 dans — Hambg. 2335 - 1 dans — Viyana 23,30 - 1 dans — Budap. 23 dans — Bükreş 23.15 dans — Londra 23,05 piyano — Koma 23.15 salon muzikası — Sofya 2330 - | dans —. Şiok- bolm 2340 - 24 orkestra, Saat ?4 den İtibaren Alman istasyanları le kadar evvelki programlarına devam — Budap, 24 çin- gene çalgı — Roma 24 dans — Berlin, Breslav, Kolonya 1 - #4 gere konseri — Stuttgart 1 - 3 yece konseri. Taşra gazete bayilerinin nazarı dikkatine Barı taşra bayilerinden aldığı. mız mektuplardan «AKŞAMs; mutlaka şu veya bu mutavassıt. lardan tedarik etınek hususunda kendilerini mecbur o&ddettikleri anlaşılmaktadır. Bu zehab hakikate uygun de- ğildir. Binaenaleyh taşra bayile- rinden ârzu edenler her zâman «AKŞAM: idarehanesine müra- caatia doğrudan doğruya mug meleye girişebilirler. Bu hususta «AKŞAM3 idaresine mektup ya- zarak bayi şartlarmı öğrenebi- Mirler. KELEPİR Yanan Yün « İpek mağazasından kurtarılan mallar İstanbul Riza- paşa yokuşu (Şark Hanı altında) 25 No, da ehven fiatla satılmak- tadır. Fırsattan İstifade ediniz (19 Mayıs Stasından | a Sn MN AŞMA a PE AMME SİNEME SER NN paladığı adamı, ne kadar da çok sevüi- gini hatırladı ve gözünün önüne onun güler yüzü gelince içi titredi. Birdenbire, yaptıklarına pişman ol- du ve kendi kendine; — Bari, bugün gidince, özene beze- ne, en sevdiği yemeği pişireyim. Ben de pireyi deve yapıyorum... Ufacık bir müsrifliğine de göz yummalı, ne çı- kar! diye düşündü. Biran evvel, eve dönmek, aklına koy- duğu yemeği hazırlamak, kocasına ya- i ranmak için acele ediyordu. Döndüğü zaman onu hâlâ yatakta, yüzü duvar- dan yana dönük, küskün, Jâkırdı et- mez bir halde buldu. Kadın er beğendiği yemektir diye, gitti, dereden onun için, tekeler çi- kardı, hazırladı ve kocasını çağırdı. Adam kalkmadı. Hastalanmış gibi yapmacıklı bir sesle: — Bir lokma yiyecek halim kalma- dı. Kan ağlattın bana! dedi, Kadın, üzerine varmadı, kâseyi bir kenara koydu ve dişlerini sıkarak, işi- ni gücünü görmeğe koyuldu. İhtiyar nine, oğluna «Bari azıcık yesin» diye diller döküp yalvarırken, ana'nın öfkesi yeniden tazelendi ve fazla birşey söylemeden dışarı çıktı, Köpek acıkmış, yaltaklanarak ona sokuluyordu, tekrar mutfağa girdi ve kocarının iltifat elmediği yemeğe gözü ilişti; «— Şunu köpeğe vereyim!» diye mırıldanarak elini uzattı amma, bi: türlü kıyamadı. Hiç, insan kursağına gidebilecek bir yemek, böyle ziyan edi- lir miydi. Kâseyi aldı duvarın içinde- ki bir oyuğa koydu ve hayvana da amcık ekşimiş pirinç lâpası bularak, önüne bunu attı, Fakat bir türlü öf- kesi geçmiyordu. Yalnız akşam olup da, karanlıkta kocasının yanına uzanmca, bir tara- fına çocukları sokulmuş, öbür yanına da erkeğinin vücudü değerken, birden hışmı, öfkesi tamamen yatışıverdi. Bu kocaman adamın da, tıpkı evin- deki ötekiler gibi onun kanadı altına sığınacak yaratılışta bir çocuk oldu- gunu anladı ve ertesi sabah sakin ve yumuşamış bir halde yataktan kalk- tı. Herkesin karnını doyurduktan son- ra, kocasının da yanına gitti, kalkma- sı, yemek yemesi için ona gayret ver- di. Kadınını böyle değişmiş görünce, © da uzun zaman hasta yatmış biri gi- bi ağır ağır yerinden doğruldu ve bir akşam evvel hazırlanan yemekten 20- runa azıcık tadivermeğe razı Oldu. Amma dilini sürünce, dayanamadı, hepsini bitirdi. O yerken, anası ihti- yarcık da, hak âşığı gibi gözlerini oğ- luna dikmiş durmadan çenesini işleti- yordu. Erkek o günü, çalışmak da isteme- di. Karısı tarlaya gitmeğe hazırlanıı- ken, o, açık kapının ardında, güneş vuran bir yere iskemlesini çekti, otur. du ve halsiz halsiz başını sallıyarak: — Şuramda, yüreğimde bir ağrı... İçimde bir eziklik var, bugün dinlene. yim ben... dedi. Ana da, onu bu hale getirecek 'ka- dar gürültü patırdı ettiğine pişman olduğundan «— Olur, dinlen!» dedi ve yolu tuttu. Amma o gidince, ninenin bitmek tü- kenmek bilmiyen çenesinden bıkan erkek, yerinde duramamağa başladı. İhtiyar bunak, oğlu bütün gün ya- nında kalacak, bol bol likırdı edebile- cekler diye seviniyordu amma, çocuk- ların oyununa bakmak, anasının saç- malarını dinlemek, onun hiç de işine gelmiyordu. Bunun için, kalktı, «gursağına azı- cık sicak çay inerse» daha ferahlıya- cağını söyliyerek, bilmem kaçıncı gö- bekten akraba çıktıkları, hancının iş- lettiği kahveye gitmek üzere, daracik yoldan aşağı inmeğe başladı. Orada, sokağın kenarında, bezden bir tentenin altında, birkaç masa di. zili dururdu... Çay içen başka erkek- ler bulunur, bezen de geçerken oraya uğrayıveren tek tük yolculara Yâsla- nirdı; ne acayip şeyler anlatırlardı, ki- mi zaman da masal söylemeği iş edin- miş biri gelir, hikâyelerini sıralar du- rurdu. Sahiden şu hancının kahvesi, neşeli, patırdılı, ömür bir yerdi. Erkek yolda, bir lokma birşey ye. 4 Tefrika No, 9 İyice sürülmüş, yumuşamış topra- İ mek için, tarladan evine dönen şu * ğa, bir elile kışlık buğdayı serperken, | emmisinin, asık yüzlü oğluna rasladı, yüzüne bir huzur nuru yayıldı... Har- | Şafak sökeli beri, toprağının başında çabalamış olan bu adam, ona: — İşini bırâkmiş, nereye gidiyorsun böyle? diye seslendi. Erkek de şöyle derd yandı: — Karım olacak, dündenberi ufak birşey için başımın etini yedi. Ne yap- sam şu karıya yaranamıyorum vesse- lâm! Beddüa ede ede, gece hastalan- dırdı beni, sonra kendi de korktu, bu- gün çalışmıyayım, dinleneyim diye, yalvardı, gönlümü etti. Ben de, sıcak bir çay içmeğe gideyim, bari şöyle bir içim ısınsın dedim... Emmioğlu, «hark tus dedi, yere tü- kürdü, bir lâf söylemeden yürüdü gtç- ti: Huyu böyleydi zaten; çok az könu- Şur, pek sıkıya gelmedikçe ağzını aç- maz - ara sıra kafacağızında keramet. çe bir fikir de doğsa, onu kendi için. de saklardı. İşte böylece, anlattığımız gibi, er- kek sürdüğü bu hayatı hiç beğenmez, ve ihtiyarlayıncaya, ölünceye kadar, yıllar yılı hiç bir değişiklik yenilik yü- zü görmeden, katlanılacak bu ömür çarkı altında, ezilmeğe dayanamıya- cağını hissederdi. iğ Hele kahvenin önünden, yolun kena- rından geçen yolculardan baz'sı, şu elraflarım saran dağ çemberinin öte. Jerinde, ayaklarının dibinden geçen irmağın kopup geldiği yerlerde olan biten harikulâde şeyleri anlattıkça, kendi çektikleri ona büsbütün ağır ve güç gelirdi. «Orada, derlerdi: Bu ırmağın deniz. Je kucaklaştığı yerde, renk renk tenli insanların yaşadıkları kocaman bir diyarda... Öyle, fazla çalışıp yorulma» dan ne güzel, kolayca para kazanı. hıyor. diye ballandırırlardı. Bu koca şehirde bir sürü kumâr ev- leri, bu evlerde de biribirinden güzel çalgıcı kızları var... Hem de bura er. keklerinin, akıllarından hayallerinden geçiremiyecekleri, ömürlerinde göre- miyecekleri gibi, bambaşka, peri gibi kızlar... derlerdi, Hem bu kadar mı ya? Orada daha ne harikulâde şeyler vardı: Cilâlı gi. bi, pırıl piril, dümdüz sokaklar, çesid çeşid arabalar, dağ gibi koskocanan evler, camekânları dünyanın dört bir tarafından, denizler aşırı yerlerden, gemilerle getirilmiş türlü eşyalarla dolu mağazalar... Bir insan, sade bu camekânlara hayran hayran bakmak- Ja bile canı sıkılmadan ömür sürebi. Jirdi... Hem bu diyarda bol bol, çeşid çeşid yemekler, türlü balıklar, deniz- den çıkma daha da başka neler bulu- nurdu... Sonra da, karın doyunca, 21- barıp yatılmaz, koskocaman eğlence yerlerine gidilir, kahkahadan İnsanın göbeğini çatlatan kimi taklidli, bazısı da acıklı, türlü türlü tiyatrolar sine. malar seyredilirdi. En garibi, bu ülkede, geceleri de gün. düz gibi aydınlık olurdu. Öyle elle, alevle yanan değil, ışığını dosdoğru, gökyüzünden alan acayip lâmbaları vardı, Ya... İşte böyle bir yerdi ora- sı! Erkek. arasıra bu yolculardan biri ile iki üç el, oyun oynardı. Onlar da böyle küçücük bir köyde, bu kadar usta bir oyuncu bulunmasına şaşar- Jar: — Sende bir şehirli gibi şans var a oğlum. Bizim en büyük kumarhanele- rimizde bile oynıyabilir, herkese par- mak ısırtırsın! derlerdi. Toy delikanlı, bu lâflara gülüm- ser ve canla bâşla; — Sahiden oralarda da becerebliir miyim, dersiniz? diye sorar, sonra da içinde köyüne karşı bir tiksinti, ne olursa olsun bir değişiklik hasretile, kendi kendine şöyle tekrarlardı. — Sahi be, Allahın bu miskin kö- yünde, artık hepsinindegözü yi. mış... Kimse benimle boy ölçüşmeğe çikışamıyor, kasabaya gittiğim vakit. ler bile, kim olursa olsun, meydan okuyorum!» Bir kere de zihnine bu fikirler sap. landı mı, hiç sevmediği, nefret etliği toprak işlerinden, bu hayattan kur. tulmak için büsbütün can atardı; is. teksiz isteksiz toprak kabartıları üze- rinde çapası kalkıp ineiken: (Arkae we “2 Gi in,