19. ii * e 2 57 Vasfi, fırsat düştükçe kendi aşi maceralarından 'bahsetmeğe bayılır. âL, Biz-kere'de ağu açılınca neler, ne“ Ir anlatmazdı. NeşiirR şmaceralar, ne çılgınca aşklar... O günü gene arkadaşları toplanmış, | kadından, aşktan bahsediyorlardı. Vasfı hemen atıldı; — Azizim... Ben sizin geçirdiğiniz | bütün bu maceralara aşk mı derim?.. Parmakları arasına aldığı sigarası Bi bir iki defa paketinin üzerine VUr- Yasfi mağrur ve güzel sevgilisine kar- şi nasıl hareket edecek... Şevkinin bu Bözleri Üzerine arkadaşları; »— Mükemmel bir fikir... dedi, yarın öğleyin bukuşalım. Hep'beraber yemek yediklen sonra hemen o pastahaneye gidelim... Ertesi günü dört arkadaş öğleyin buluştular, Yemeği bir lokantada hep saat bir buçuk... Onların buluşmaları- ma bir buçuk saat daha var. Hattâ Vasfi dörtte geleceğini söylemişti. Fa- | Kat isterseniz biz şimdiden pastahane- ye gidip oturalım. Biraz çene çâlarız... masayn oturdu. Arkası dönük olduğu için biraz gerisindeki masada arkadaş- | darının oturduğunu görmüyordu. Ma. cid yavaşça fısıldadı: — Lâkin Vasfi ne kadar erken gel- di. Daha saat iki yok... Hani dörtte gelecekti? Üç arkadaş sessizce, kendilerini gös termeden Vasfiyi gözetliyorlardı. Da- İ bir duvardaki sasbe, sonra da pastaha- menin kapısına doğru bakıyordu. Böy. dece uzun bir zaman geçti. Saat üç ol İ du. Fakat sevgiliden eser yok- nasıl yalvartıyorum?... Bütün bunla, 11 kendi gözlerinizle görmenizi pek Arzu ederdim. Geçen gün o bühsetti. ğim kadına karşi o derece zalimce hâ» reket ettim ki, nihayet bana; — Sen erkek değilsin, sen canavar. $in... Sende kalb diye birşey yokl., dedi. Meselâ ben bir kadına randevu ve- Erim değil mi? Birçok erkek böyle aşk randevularına vaktinden çök ev- vel gelirler. Ben bilâkis... Eğer ran- devum saat üçte ise üç buçuğa, hattâ dörde doğru sallana sallana giderim. Ve daima geç kaldığım halde sevgil- min büyük .bir sabırsızlık içinde beni beklediğini görürüm. Geciktiğim için özür 'dilemeğe bile lüzum görmem... Eğer beni bekliyen kadın cesaret edip de bana: — Nerede kaldın sevgilim... Biraz geciktin... Gibi bir söz söyliyecek olur- sa gayet soğuk bir tavırla hemen ce- vap veririm ve; — Biraz işim vardı da... der keser atarım. İşte 'bu kadar... Meselâ yarın size bahsettiğim o gü- &cl ve mağrur kadınla saat tam üçte randevum var, Fakat ben dörtie gide- ceğim. Ben kadınlara karşı çek salim bir erkeğim. Vasfi bunları anlatırken arkadaşları hayret içinde biribirlerinin yüzlerine bakıyorlardı. Vasfi ellisine yaklaşmış, çirkin, ka- rakuru bir adamdı. İyi konuşmasını da pek 'beceremezdi. Güzel giyinmezdi, zengin “değildi. Kadınlar onun nesini sevebilirlerdi? Vasfinin önünde en gü- zel, en mağrur kadınların göz yaşı dök- melerine, onun zalimce hareketlerine katlanmalarına sebep nejdi? Vasti gittikten sonra dan Şevki, Cevad, Mâcid konuşma larma devam ediyorlardı. Bir aralik Cevad: — Hayret değil mi?... Vasfi bu ha» İ Mile karşısında dünyanın en güzel, en mağrur kadınlarına göz yaşı döktür sün ha... Biz genç, elimiz yürümüz oldukça düzgün olduğu halde bunu yapamıyoruz doğrusu. , Herhalde Vasfi de bir sır olacak... Şevki ortaya bir fikir attı: —Çocüklar... Yarın saat tam üçte Vasfinin sevgilisile randevusu var. Far- kında mısınız? LÂf arasında sevgilisi» te buluşacağı pastahanenin adını da göyledi. İster misiniz biz orlardan ey- tel bu pastalhıaneye gidelim. Bir köşe- çekilip kendimizi göstermeden Vas- ile sevgilisinin halini uzaktan seyre- im. Bakalım aşk maceralarında gâ- yet zalim bir erkek olduğunu söyliyen tu. Vasfinin sabırsızlığı artmıştı. Sa at üç buçuk oldu. Gene Vasfinin sey. 'gilisi meydanda yok... Nihayet saat tam dörtte pastahaneden içeriye salla” 'na sallana şişman bir kadın girdi. Ga- yet soğuk, aksi bir tavırla Vasfinin ma. sasına doğru ilerledi. Vasfi yerinden ırlamiş, mübalâğalı bir tarzda selâm vererek şişman kadının oturması için geniş hasır koltuğu çekmişti. Kadını yerine 'yerleştirdikten son. ra biçare bir tavırla karşısına otur. du. Şişman, sert tavırlı kadın geç kal dığı için özür bile dilemiyordu. Bir aralık Vasfi; — Nonoşum bir saat geç kaldın... diyecek oldu. Üç arkadaş onların konuşmalarını işitiyordu. Şişman kadın Vasfinin sö« üne ters bir tavırla cevap verdi: — Aman ne yapayım? Biraz işim vardı... Vasfi hemen: — Kızma nonoşum... Kızma sevgi- Tim... diye işi tatlıya bağlamağa çalı şıyordu. Şişman sevgili bu sefer de Vasfiye: Vasfi hemen kadının ellerine sarıl» dı; — Böyle söyleme şekerim... Gene be- ni ayaklarına kapatıp ağlatmak, yal. varmak mı istiyorsun? Bir pastahane- de olmasaydık onu da yapardım... Fa- kat burası müsald değil... Hem niçin sen bu kadar kalbsiz, bu derece zalim- mu?... diye yalvarmağa başladı. 1639 m. TAG ITim 15; T.A P 3170m 1230: Program, 1235: Türk müziği -PL, 13: Memleket saat ayarı, ajans ve meteo- roloji haberleri, 1345 - 14: Müzik (karışık program - Pİ), 1830: Progtam, müziği - PL), 18: müziği (Fasıl heyeti), 20: Memleket saat ayarı, ajans ve meteoroloji haberleri, 20,15: bayramına wer — 'Lâlle 2120 - 2839 betif muziku — yon 2130 - 2330 orkestra — Marsilya 2140 - 4350 orkestra — Paris P.T, T. konser — Königsberg DA) - i orkesira — Budap: 2330 çingene çalgısı — Toulouse 33,15 hafif muzika, Bant 23 de Alman istasyonları 1 e kader evvelki programlarına devam — PFlorans ,24 dans — Londra 2405 dans — Stutigart- dan naklen Berlin ve Graz 1 « 4 gece kon- seri, Amerikada körler enstitüsünde dört sene kalan bir Türk genci vaz geçerek ileride memleketteki kör. dere hizmet ekmek maksadile Amerika, da körlerin nasıl bir talim ve terbiye. ye tâbi tutulduğunu tedkike gitmiş- tir, Bay Mithat Enc Amerikada dört sene bu tedkikle meşgul olduktan san- ra bu haziranda memleketimize döne- rek elde elliği ihtisastan Türk körle. rini istifade ettirmeğe çalışacaktır. Mithat Enc Amerikanın Columbia üniversitesinde iyi derecede imtihan vermeğe muvaffak olmuştur. Bundan başka Nevyork körler enstitüsünde, Masaçuset'deki Perkins müessesesin- de ve amele teşkilâtının körlere mâah- sus müesseselerinde çalışarak esaşh || bilgiler elde etmeğe muvaffak olmuş- 'Tefrika No. 7 Yenge hemen koştu; becerikli eller. le, demindenberi bekledikleri küçük yavruyu hemen tutup alıverdi: Bir oğlandı bu. Ana «gördüğü işin» yorgunluğunu çıkarmak için yatağa uzandı; birden taflı bir rahatlık duydu; ağır uzun bir uykuya daldı, Öte yanda da emmloğlunun ke rısı, çocuğu yıkadı, sardı sarmaladı we anasının yanına koyuverdi. Mini- mininin ince keskin sesi bile, ana'yı uyandıramadı, Komşu kadın da, işinin gücünün başıma, evine dönerken, ihtiyar nine- ye, gelini uyarınca torumile bir haber salıvermesini benbihlemeyi unutma- dı. Küçük oğlan: — Haberin var mı yenge? Bir erkek kardeşim oldu? diye bağırarak gelin. ce, kadıncağız hemen bir kâse et su- yu ile karşıki eve koştu ve yolda da çocukla: — Haberim olmaz mı hiç?.. Kim ran hayran sırıtiı durdu. Ana et su- yunu «Oh» diye diye içti ve minnetle; — Allah razı olsun! Ne iyi kalblisin! dedi, Öteki de: — Sen de benim vaklım «gelince, hep böyle yapmıyor musun a kardeş! diye cevap verdi, Ve bu iki kadının sevgi, dostluk duy- guları, her ikisi için de eş olan ve kim- bilir nice, nice defalar daha tekrarla- mp duracak olan egeçidsin düşünce- sile bir kat daha büyüdü ve sağlam- | Maştı. se Amma bütün bu işlerin içinde, var- lığı hesaba katılacak, birde erkek vardı, Onun gözünde, senlerle bi. le değişen, hiç mir şey yoktu. Hiç bir şey değişmiyordu. Kansr , nın o kadar, canla başla sevdiği ço- Cukların doğuşu, onun indinde yeni birşey değildi, çünkü hepsi de, ayni ş8- kilde doğuyor ve biri, ötekine benzi. yordu. Onları giydirmek, beslemek Tâzımdı; sonra da evlendirileceklerdi, yeniden dünyaya başka çocuklar gele- cekti. Daima, hep ayni şeydi; bugün düne benziyecek ve hiç bir'yenilik de- gişiklik umulmıyacaktı, O da 'bu köyceğizde doğmuştu; ve bazı bazı, kasabaya, dere başına, da. ğın öbür yamacına gitmekten başka, ömründe hiç bir hâdise olmamıştı. e şeye göğe yaslı, durup dururlardı. İçinde doğup büyüdüğü ayni eve dö- ner, küçükken anasının babasının yanında yattığı ayni yatakta uyurdu. Serpilip biraz akıllanmağa başlayın» ca, sayıp oluyor diye- onu bu yataktan çıkarmışlar, perdenin arkasındaki ke- revete yatırmışlardı. Aradan 'birkaç zaman geçince, bu hırtlambası çıkmış şilteye ihtiyar nine aktarma edilmiş ve kendisi de karısı ve çocuklarile ge. ne eski düşeğe dönmüştü. İşte böylece, hep ayni çatı altı, ay- ni yataktı. Evin içinde de hiç birşey değişmemişti. Sade evlenme alınan, çaydanlık, şamdan gibi bir iki wiak tefek olmuş, yorgana mavi taze bir yüz geçirilmiş ve duvara da yepye- ni, kâğıddan bir ilâh resmi asılmışta. Bu, «bolluk», ozenginlik» ilâhi idi; kırmızılı mavili, sarılı elbiseleri içinde amma, hiç bir zaman da onlara «bol. Juk» ve para getirmemişti. Genç koca ona sık sık, gözlerini 4i- ker, ve asılı durduğu toprak duvarının! tepesinden, gene her zamanki gibi pe- rişan ve sefil kalmış olan zavallı oda« larını bu kadar gülerek, sırıtarak sey- redip duran bu İlâha için için lânet okurdu. Bazen bayram günlerinde erkek ka- sabaya, şehre giderdi; yahud da yağ- murlu havalarda bir iki işsizle ber ber kahvede kumar oynardı; amma # dönüp de karşısında, durmadan elini emeği, #ltunın terile beslemeğe me© bur olduğu bir alay çocuk yumurtf yan kadınım görünce, ömrü oldukçi değişmek bilmiyecek bu ayni çarkii içinde dönüp yuvarlanacağını düşü mekten, içini bir ürperti ve korku Köl ardı. Sabahleyin kalkmak, tarlaların başına gitmek, bu toprakların çoğ mun sahibi bir başkası iken, ve DÜ başkası da şehirde yan gelip ömrünü tadını çıkarırken, iki büklüm çalışif durmak, sonra da -kendinden ew babası nasıl yapıyordu İse, öylece bö* tün bir gün, terini bu malı bile olm yan topraklara kattıklan sonra, ev& dönünce en kaba, geri yemekleri karnını doyurmak, kendilerinden dar ha bahtlılara satılmak için ayrılmığı Seçili, iyi mahsulün hiç birine doku# namamak ertesi günü de, gene bu aj“ ni şeylere başlamak Üzere zıbarıp mak. İşte bu idi nasipleri! Mahsul bile tamamen onların ğüdi. Yarıcılığına, ortakçılığına verip duruyorlardı. Bir payını mal hibine, bir payını da onun adamı, yaya ayırmak lâzımdı. Hele bu kâhya denilen herifi hiç ç& kemezdi; çünkü onun gözünde bü adam, haline o kadar imrendiği 45 hirlisyi canlandırıyordu. «Ah, keşke onun yerinde ben olay“ dım!, detirten, ipek elbiseli, solguf yüzlü, iyi beslendiğini, yorgunluk miyen hafif işlerle vakıt geçi! i belli eden yumuşak tenli, sarışın ş& hirliyi, yaşatıyordu. İçinden böyle şeyler geçirerek be ginlik duyduğu günlerde öfkeli oluf karısile konuşmaz, sade oşu bu gö cikti. diye onu paylar, homurdanırdı. Kadın da çabucak parlardı; o vakif aralarında büyük bir kavga patlak vo” recek olursa, erkek âdeta garip bif hoşlanma duyar, içi ferahlardı. o“ Bu kavgalardan, çoğu zaman, kör dın galip çıkardı; çünkü öfkesini be şına sıçratan, çocuklardan biri olma” dıkça, 9 kocasından daha inadcı, dar ha mütehakkimdi,, Erkeğin, kin güderken bile onun kadar sebatı yoktu, içine bikkınlık gö lir, akh başka bir şeye saplanır gi derdi. Hele çocuklardan birini dövecek ve ya ağlıyorlar diye onlara darilmağa bağırmağa başlıyacak olursa, ana bi” den ateş püskürürdü. Yavrucakların hirpalanmasına dayunamaz, daim& onları haklı görür ve çocuklarını ko rumak için kocasının karşısına diki” Yirdi. Böyle fkinci derecede gelmek vi ya boş yere böyle bir vehme kapılmak kaybetmiyordu, ne zararı vardı bi nım? Başka kadınlar kocalarının n9 gorlukla topraktan kazandıkları iki Of kuruşu da, kahve masasında, oyuna kaptırdıklarını yana yakıla anlattık“ ça, onun koltukları kabarındı; öyle yö hiç olmazsa; onun bu üzüntüsü yok tu, Hattâ komşunun biri: (Arkası var),