3 Nisan 1939 AKŞAM Herkes başından geçen heyecanlı bir vakayı anlatıyordu. Bunların içi de hakikaten korkunç, tüyleri ürper- tici hikâyeler vardı. Odadakilerden hepsi başlarından geçen bir şeyi uzun uzun, ballandıra ballandıra anlattık- ları halde köşede oturan Tevfik hiç ağzını açmamıştı. Ona sordular: aşında adamsın. Ba- di mi? amma pek anlatma- ga dilim varmıyor.. dedi. Etraftan ısrara başladıkları için Tevfik heyecanlı hikâyesini anlatma- ğa mecbur oldu. Bu benim hayatımın en heye- canlı vakasıdır? Üstünden yirmi se- ne geçtiği holde hâli bu hâdiseyi dünkü gibi hatırlıyorum. O yıl tam da idim. Biraz asabımdan ımıştım, Doktorlar yazı sakin bir yerde geçirmemi tavsiye ettiler. Hemen hemen dağ başında, çok ten- ba bir yere taşındım. Burası sayti. yemsi bir yerdi. Birbirinden uzak bir kaç evlik bir köy... Yalnız benim otur- duğum evin bitişiğinde bir beyaz köşk vardı. Bir gün yeni evimde otu- rurken kapım çalındı. İhtiyar bir ka- dıncağız içeri girdi. Gözüm bu kadı- m ısınyordu. Hatta onu iyice tani- yördum. Lâkin muhakkak senelerden beri görmediğim bir sima idi. İhtiyar kadın: Oğlum Tevfik beni tanımadın mı?... deyince aklım başıma geldi. Bu bizim meşhur «Ayşe teyze» idi. Ço- cukluğumda bizim mahallede komşu #di, Annemin çok iyi arkadaşı idi. — Vay Ayşe teyzeciğim!,. diyerek eski usulde elini öptüm, başıma koy- dum. Ayşe teyzenin sevgisi ötedenbe- ri biraz gariptir. Sev insanlara adete çatar. Bunun için bir kanâpe- ye oturur oturmaz başladı: — Seni yezid vefasız seni... Seni ha» yırsız külhani seni... Ta yanı başımız- daki köşke taşınırsın da bir kerecik olsun: «Şu Ayşe teyzem ne âlemde?» diye kapımı çalmazsın ha! — Vallahi Ayşye teyzeciğim kom- gü olduğumuzu bilmiyordum. dedim. Ayşe teyze bir müddet oturdu. Kal- kıp giderken: — Ben sana bugün niçin geldim bi- yor musun? dedi. Anlatayım. Benim Kızı bilirsin. İzmirde bir çocuğu ol- muş. Ben torunumu görmeğe İzmire gideceğim. Bizim köşkte yalnız ak- rabamdan bir tazecik kalacak. Naz miyeyi sen bilmezsin değil mi? Nere- den bileceksin... İyi, hoş, bir tazedir. Yanına bir de hizmetçi birakiyorum amma bu kıza da pek itimat edilmez, Şimdiye kadar üç kapıdan kaçmış... Kuzum evlâdım, sen bitişik komşu- sun. Malüm burası da pek tenha yer.. Nazmiyeye göz kulak ol emi?.. Hem ben gitmeden, bugün gel de sana Naz- miyeyi tanıştırayım... dedi. — Peki Ayşe teyze. dedim. İhtiyar kadın kalktı, gitti. Ben de akşam üstü Ayşe teyzenin ziyareti. ne gittim. Biz salonda havadan 'sudan bahse: derken içeriye Nazmiye girdi. Ne ya- Jan söyliyeyim? Hayretle irkildim. Bu tenha köyde, Ayşe teyzenin evin- de bu kadar güzel bir kadınla karşıla- şacağımı ümid etmiyordum. Nazmi- ye zeki ve binbir mana taşıyan güzel gözlerinin içi gülerek elini bana uzat- tu. Ayşe teyze ona: — İşte kızım... dedi, Tevfik sizin köşkün yanı başında oturur. Hele arkada taraftaki balkonlar karşı kar- şıya... Hafifçe seslensen Tevfik du- yar... Hem benim oğlum cesur erkek- tir. Sen geçen gün «Ayşe teyze ben cesur erkekleri severim.» demiyor mu idin?., Ayşe teyzenin bu patavatsız sözleri üzerine Nazmiye kulaklarına kadar Kızardı O gün bir iki saat konuştuk. Ben kapıdan çıkarken Nazmiye: — Artık bizi unutmazsınız!.. diyor- du. Hiç unutur muyum? Ertesi günü Ayşe teyze elini bize öptürdükten son» ra İzmir yolunu tuttu. Artık Nazmiye ile bu tepe tenha yerde tek başımıza kalmıştık, Hemen her gün beraber- dik. Kırlarda dolaşıp duruyorduk. Arkadaşlığımız günden güne ilerliyor. du. Onun hayatım öğrenmiştim. Das ha pek genç yaşında kendisini ihti- yar, bir adama vermişlerdi. Evlerdik- lerinin senesi © kocasi ölmüş- tü. Bu yıl yazı geçirmek için buraya, Ayşe teyzenin yanına gelmişti. Fa- kat bu tenha yerde son derece canı sıkıyordu. Onunla konuştukça Nazmiyenin şi- ire, maceraya, aşka susamış, bir ka- dın olduğunu daha iyi anlıyordum. Neden bilmem, beni de son derece cesür bir erkek sanıyordu. Bu yalar» cı meziyetle onun gözünde bir kat daha kiymetleniyordum. Bir gece mehtapla dolaşırken kendisine epey- ce açıldım. Sözlerimin onun üzerinde müsadit bir tesir bıraktığını bakışla- rından anlıyordum, Ayrılırken uzun | müddet elini avuçlarımın içinde .bi- raktı. Eve geldim. Soyundum. Pijamamı giydim. Hava çok sıcak olduğu için ! pencerelerim açıktı, Bir aralık hı canlı bir sesin ismimi çağırdığını işit- tim. Hemen balkona fırladım. Karşı- ki balkondan Nazmiye: — Aman, diyordu, . çabuk bizim bahçe kapısınz geliniz... Bu bulunmaz fırsatı hiç kaçırır mi- yım? Hemen koştum. Pijamalş “ok mama aldırış bile etmiyordum. Naz- miyeyi bahçe kapısında buldum. He- yecanla: — Yukarı katta bir gürültü var. Mutlaka biz mehtapta dolaşırken içe- riye birisi girdi. Korkuyorum. Evi bir kere dolaşır mısımz? deği. Doğrusu Nazmiyenin bu sözlerine inanmamıştım. Belki bir maceraya yol açmak için böyle bir masal uydu- Tuyordu. Bunun için göğsümü gere gere: — Peki. dedim, evi dolaşayım... Keşki içeride biri olsa... Vay elime geçecek hırsızın haline... diyerek içe- ri daldım. Nazmiye: — Ben de sizinle beraber yukarı çikayım!. dedi. Ben daha kahramanca bir hareket olsun diye: — Hayır... Sizin bursada kalmanız daha muvafıktır... ceyabını verdim. Nazmiye beni dinlemedi. Arkamdan Yukarı çıkmağa başladı. İkinci kata gelince arkamdan yürüyen Nazmiye- ye yüksek sesle bir kere daha: — Ah... Ah... Keşki içeri biri gir- miş olsa da o herifi elime geçirsem!., diye kahramanca bağırdım. Bu esna- da hangi odadan geldiğini kestireme- diğim bir patırtı bütün tüylerimi ayağa kaldırdı. “İşin şakası yoktu. Vaziyet ciddi idi. Demek evde hükiks- ten biri vardı. Lâkin yiğitliğe kir sür- memek için içimden kendi kendimi cesaretlendiriyordüm. «Korkma 'Tev- İlk.. İhtimal içeride kapalı kalmış bir kedi bu gürültüleri yapıyor. Al- dırma...» diyordum. Gürültü bir kere daha tekrarlayınca eski kahraman- ıktan bende eser kalmadı. Dört, beş metre arkamda duran Nazmiye deh- şet içinde bir parmağını kapalı oda kapılarından birine uzatarak — Gürültü oradan geliyör.. Ora- dan!., diyordu. Bir kere girip o odaya baksanız... İşi atlatmak için: — Gürültünün oradan geldiğine kani misiniz? dedim. Nazmiye: — Evet.. Evet... Muhakkak oradan geliyor... demeğe kalmadı. Bir patırdı daha... Artık çare yoktu. Girip o oda- yı muayene etmek Jâzımdı. Gürülü olan odanın kapısını hızı açtım. Lâmbayı yaktım. Dehşetle ürpermiş- tim. Odanın içinde izbandut gbil bir | — Ne arıyorsun burada? dedim. Lâkin adam benim fena halde kork- tuğumu yüzümden anlamıştı, Davul. gibi kalın bir sesle — Yıkıl kapının önünden geçeyim! dedi. Onun elini kolunu sallaya sallaya gitmesine müsaade etmem Nazmiye- nin gözünde beni çok küçültebilirdi. Bunun için haydi bir cesaret göstere- yim dedi — Dur bakalım... Nereye gidiyor- muşsun?, Cevabını verdim. Sen misin bunu söyliyen-adam bir hamlede üze- rime atıldı. Kaldırıp kaldırıp beni ye- re vurmağa başladı. Can havlile: Hah aşkına yapmayınız. Nasıl arzu ederseniz öyle hareket ediniz. Merhamet.. Merhamet!.. diye bağır- mağa başladım. Adam beni kâfi dere- cede hırpaladıktan sonra fırladı gitti, Olduğum yerde hurdahaş bir vaziyet- te yatıyordum. Yalnız kulaklarımda Nazmiyenin sesi vardı — Aman ne tabansız şeymişsiniz!., diyordu. O gece eve döndüm, O kadar hirs- lanmıştım ki bir hafta yatağımdan kalkmadım. Bir hafta sonra iyileşti. Him zaman Ayşe teyze İzmirden dön- müştü. Nazmiye bana Allaha ısmar. ladık bile demeden gitmişti. Hikmet Feridun Es amaa? Türkiye Kadyodifüzyen Pastaları DALGA UZUNLUĞU 1639 m. (o 183 Kos 120 Kw. TAG ilim. İli Kes 20 Kw. TAP Som 9465 Ke, 20 Kw. ANKARA RADYOSU Pazartesi 3/4/939 TÜRKİYE SAATİLE 1236: Program, 1235: Türk müziği-PI, 13: Memleket saat ayarı, ajana ve meteo- roluji haberleri, 1315 - 14! Müzik (Kar. | şık program - PL). 1830: Program, 1845; Müzik (Caz- band - Pİ), 19: Konuşma (Doktorun saati), 10,15: Türk müziği (Hulk türküle- Ti - Sadi Yaver Ataman), 1930: Türk mü- | üği oKanşık program) Hakkı Derman, Eşref Kadri, Hasan Gür, Hamdi Tokay, | Basri Üller, 20: Ajans, meteoroloji Berleri, zirast borsası! (fiat), 2015: Türk müziği: (Tuna edebiyatı gecesi) Orijinal Tuna ve Rumeli türküleri: A - Mukadde- me, B - Şiir, C - Müsik. Takdim ve idare &den: Mesud Cemil, Ankara radyosu küme heyeti (Koro), 21: Memleket saat ayarı, 31; Konuşma, 2L16 Ksham, tahvilit, kambiyo - nukud borsası (fi Neşeli piâklar - R., 2130 Bedi Yönetgen, 2145: Müzik (Oda mü“ | ziği - Obolst: Wüntseh, Oboist Orhan | Barlas), (Kor Angle: Bltal Günşray), Beethoren - Mozart'ın Don Juan düy'sü üzerine Varyasyonlar, 22: Müsik (Küçük orkestra - Şef: Necip Aşkın), i - Wiüiy Richartz - Küçük Balet sulti, 2 - Hanns Löhr - Büyük Vals, 3 - Kari Blume - Göl kıyılarında, 4 - Kjaer - Serenad, 5 - Ozemik - Güzel sanatlar töreni - Uver- tür, 6 - Amadel - Saz çalan âşık sultin- den - Aşk rüyası, 7 - Brusselmans - Fe- lemenk raks, $ - Meuberger - Şarkta, 23: Müzik (Cssbârd - PL), 1845 -“24: Son ajana haberleri ve yarınki program 'TERZİ BAYAN AZIZE AŞAR Paristen çok ilina ile seçtiği yaz- hk medel kelleksiyonu gelmiştir. NEVROZI Baş, Diş, Nezle, Grip, Romatizma Nevralji, kırıklık ve bütün ağrılarınızı derhal keser, 0 MRAAAŞAI İcabında günde 3 kaşe alınabilir. vana | ili li aliil Ve TARİHİ Yazan: TURAKINA İSKENDER F. SERTELLİ ROMAN “Tefrika No. 100 Suyun öte yanında bir kaç atlı göründü. Mogol akın- cıları bir ağızdan: “Sinvür geliyor!..., diye bağrıştılar — Sunglar yaman adamlarmış, di- yordu, bize yüzlerini bile göstermedi- ler. Fakat, ormandan indikleri zaman çok müteessir olacaklar. Ve atını Atsunun yanına sürdü: — Eğer Ma.Çinin kitabındaki yazı- ları ilk önce okuyup öğrenmiş olsay- dım, Ni-Sungu ateşlemezdim. Sunglar bizi, arkamızdan tel'in edecekler. Hal- buki, Sung peygamberi, insanlara iyi- lik yapmalarını söylüyor. Biz, Sung- lara zulüm yaptık. Atsu omuzunu silkti: — Sunglar bu kitaba inanmış olsa- ları, bizi böyle vahşi hayvanlarla, hi- leler ve tuzaklarla mı karşılarlardı? Sung peygamberinin öğüdlerini biz- den önce onlar dinlemeli ve gösterdiği yoldan bizden önce onlar yürümeliy. diler, Samo arkadaşına sordu — Sung prensini yakalamadan dö- nüşümüze Kubilây kızar mı dersin? — Kızacağını zannetmem. Belki de memnun olacaktır, * — Kubilây, prensin kız kardeşini bu kadar çok mu seviyor? — Sevmemiş olsaydı, Sungları şim- diye kadar tedib etmenin ve yola ge- tirmenin çarelerini bulurdu. — O halde buraya kadar boşuna ma geldik?... — Zannederim ki, boşuna geldik Samo! «Ti - Vong» yâman bir kadın- mış... Kubilâyı çarçabuk avucunun içine almış. Şehir kenarına çıkmışlardı. Yollarda ne bir hayvan, hattâ gö- ze çarpan ne de bir kuş vardı. O ca- navarlar, o.vabşi mahlüklar nereye ? Samo bir kahramân olmasaydı, İ| Ni - Sung'a girebilirler miydi? Mo- Kolların vahşi hayvanlardan ve cin- lerden ne kadar çekindiğini bilen Samo şimdi, Sung dönüşünde üzün- tüsüz, tehlikesiz yürüyor ve Ni. Sung'dan uzaklaştıkça: — Şi prensin etılsımlı köşke ünü de görmeden dönüyoruz. Fakat ben, günün birinde tekrar bu esrar belde- sine geleceğim, diyordu, bü dönüş benim için bir hezimetten başka bir şey değildir. Sönleği yoldalkiğı kill? Xi - Sung'dan aynalı üç gün ok Samonun da neşesi yoktu. Sung prensini ele geçiremediği için «bu #6 ferden mağlüp olarak dönüyeruz» diyordu. Samo, akşam güneşi batarken: — Ulu mabud bize neden yardım etmedin? Bizi niçin bu savaşta mağ- Yüp ettin Diye söyleniyordu. Bu sırada Samonun yanına gelen ihtiyar sihirbaz Mi - Ma - Mo: — Oğul dedi - bu akşam büyük ve sevinçli bir haber alarak sevine- — Aklını kaybetmiş olan bu ihti- yardan hâlâ yardım mı umuyorsun, Samo? Bizim için telihimize küsüp yolumuza devam etmekten başka yapılacak ne var? Cengiz han bile bütün seferlerinde muzaffer olmuş değildir. Harp bir oyuna benzer, her zaman kazanılmaz... Bazan da kay- betmek, mağlâp olmak ve ölmek kit bulamadı, — Ben, sihirbaza bel bağlamadım.., Fakat, onun sözlerini de yabana at- mıyorum, Çünkü beni teselli ediyor.. beni fena yola sevk etmiyor. Diyecekti. Ağzımı açacağı sırada derenin öle.yanında bir gürülü koptu... akıncılar; kahraman...; Samo şevinğle'yerinden fırladı. lardan birinin Sinvur'a benzediğini Moğol akıncıları koşuştular. Ve binbir ses birden yükseldi: — Sinvur yalnız değil... Yanında Sung prensi de var... Samo bunları duyunca aklını oy- natacaktı. Sinvur'un geldiğini gören Moğol akıncıları şimdi, Süng prensinin el- leri ve ayaklam bağlı olarak bir at üstünde durduğunu gözlerle görü- yorlar ve sevinçlerinden mütemadi- yen bağırıyorlardı: — Yaşa Sinvur... e Samo, 'Atsununi yüzüne bakarak: — Ulu Tanrı sesimi duydu. Bize acıdı. Diyor ve olduğu yerde gittikçe kü- çülen ve utancından eriyen arkada- şına: — Senin bir kusurun vardı. İma- nın yoktu. Şimdi, mavi gök'ün çe cukları olduğumuza inandın, değil mi? Diye haykırıyordu. Moğollar, nehrin öteyanına yak- laşan Sinvur'u beri tarafa getirmek için, odunları bir araya dizip büyük Sinyur ve iki arkadaşı atlarından inerek bü sala bindiler... Ordunun konakladığı tarafa geçtiler. Samo dayanamadı, Sinvurun boy- nuna sarıldı: Alnından öptü: — Biz seni öldü sanmıştık, dedi. Nerede idin sen? elm ger bir nefes âldıktan retle yanınızdan kaçarak Sung dağı- na arka yoldan çıktım. Dedi.. Sonra birden gözünün vei- Diye bağıracaktı. Bereket versin ki, onu evvelce görenler, bilenler var- dı, Samo gözlerine inanmak istem. yordu. İkide birde yere eğilerek — Sung prensi sen misin? Neden net İknimisinenedı ia YE EE TT