ıyorlardı. Biribirlerile evlenmek idiler. Mütemadiyen ileride müşterek hayatın proje- programlarını yapmakla meş- düler, Bir gün Hatice, Orhan Aliye; — Her kadın, her genç kız, evlene- ceği adamın su veya bu yaralılışla bir insan olmasını ister, Benim de evlene demeli. Her şeyden arzusunu almış ole “ balı, Bütün bunlardanısonra dinlen- | mek, sakin, Asude bir hayat kurmak Biyetile evlenmeli, Ben bekârlığında hiç çapkınlık yapmamış erkeklerden bayağı korkarım, Bir erkeğin evlen- | dikten sonra evinin dışındaki zevk- Terüen istinde edeceği yerde, bekârlı- ğında her şeyi yapması, her şeyden # kanıksaması daha hayırlıdır. EB Şimdi sen söyle bakalım... Bekârl- nda kim bilir neler yaptın? Senin Bi genç, yakışıklı, zeki bir erkeği er halde boş bırakmamışlardır. Hele “Avrupada, Almanyada. bulunduğun anlarda, bu esmer yüzün, kıvırcık çlarınla kim bilir kaş sarışın, plâtin $açlı kızları, kadınları çileden çıkar- dın?... Bütün yaptıklarını bilmek is- terim. « “Orhan Ali, Haticenin bu sözleri üze- rine, hakikaten müşkül bir vaziyete £ düştü. Çünkü bekârlığım © kadar sa- Kin, o derece uslu geçirmişti ki, şimdi N Haticeye anlatacak tek macerasını hatırıyamıyordu. Hele Avrupadaki tahsil seneleri yalnız ve sadece çalış- 7 j mak, okumakla geçmişti, N Halice, Orhan Alinin sustuğunu ğ görünce: z —Niçin tereddüd ediyorsun? dedi, senin gibi genç, yakışıklı, zeki bir er- “keğin birçok maceraları olacağı gayet » tabiidir. Bunlara ben kızacak değilim. Bilâkis, demin de söyledim ya, koca- © mun bekârliğında her şeye kanıksa- © muş, dünyanın Hanyasını, Konyasını © Öğrenmiş bir adam olmasını isterim. > Haydi anlat!... Orhan Ali, hiçbir imtihanda ve hiç- bir İmtihan suali karşısında bu kadar sıkıldığını bilmiyordu. Haticeye: «*Be- “Kârlığımda hiçbir macera geçirme- dim!» dese olmazdı. Çünkü genç ka- dın, kocasının, bekârlığında bir tür. Jü macerava kanıksamış bir adam ol- — masını istiyordu. Orhan Ali, biraz yutkunduktan son- ra, Haticeye bir takım yalancı aşk maceraları anlatmağa başladı: — Tabii, dedi, her gönç adam gibi benim de birkaç maceram olmuştur. Meselâ Avrupada bir tiyatro figüranı İle aramızda epey uzunca bir mace- ra geçmişti, Sonra bu kız bar artistii- ğine başlamıştı. Hatice alâka ile sordu: — Yaaa... Güzel miydi bari? Orhan Ali dudak bükü; —Çirkin değildi... — Sarışın mıydı? Esmer miydi? Orhan Ali, şaşkın bir tavırla: — Sarışındı, sarışındı... dedi, — İsmi neydi? Orhan Ali, çabuk yalan söyliyen adamlardan değildi. Birdenbire aklı- na bir isim gelmemişti: -— Canım ismini ne yapacâksın? dedi, Lâkin Hatice ona bir çimdik ata- rak: — Söyle kâfir... dedi, onun ismini de öğrenmek isterim, Orhan All, bir Isim uydurdu: ... Hilda idi, Hatice: — Başka? dedi... Başka?.;. Öteki maceralarını da bana anlat!... Hepsi bu kadar değil ya... Orhan Ali, hocasmın karşısında “ Nerminin adları geçiyor. Hatice ko- All ile Hatice sekiz aydanbe- | da bir kadınla aramızda epey şeyler geçmişti... Lâkin bu çok mağrurdu... Zengindi. Kocası üç sene evvel ölmüş- tü. Şıklığa son derece merakı vardı. Hatlee birdenbire sordu: — Bu kadın kumral değil mi? Orhan Ali, sözlerinin hakikat oldu- gunu Haticeye anlatmak için hemen bunu tasdik etti: — Evet kumral... — Uzun boylu değil mi? — Uzun boylu... — Otomobil meraklısı?... — Eeret... Hatice: — Tanıdım... Tanıdım... dedi, 0 mağrur gibi görünür amma ne hop- pa, ne bafifmeşrep bir kadındır... Hatice o gün Orhan Aliyi iki buçuk saat istintak etti. Orhan Ali iki buçuk Saat bir takım yalancı sevgililerini, yalancı metreslerini anla$tı, durdu, Sözlerinin sonunda, Hatice: Meğer sen, benim tahminimden çok daha fazla çapkın, ele avuca sığ- maz bir erkekmişsin... Amma ben seni yola getirmesini bilirim... Bu konuşmadan iki ay sonra da ev- lendiler. Lâkin Haticede günden gü- ne kıskançlık hisleri arlmağa başla- | mıştı. Köcasınin eski, müthiş çupkın- | lıklarını düşündükçe ona katiyen göz açlırmamağa karar veriyordu şamları, Orhan Ali, biraz düşü dursa, Hatice hemen atılıyordu: — Ne? Pek dalgın duruyorsun? Yoksa şu meşhur kontesi mi düşünü. yorsun? Sana son zamanlara kadar mektup yazdığını söylüyordun... Ge- | ne ondan bir mektup mu aldın?... Radyoda çalınan bir musiki parçası Orhan Alinin biraz hoşuna gidecek olsa, Hatice: — Bu çalınan parça seni pek coş- turdu görüyorum, âdetâ kendinden geçtin. Yoksa Hilda ile bar âlemelrini mi hatırladın? Kim bilir bu şarkı ile Hilda ile beraber ne kadar dansetmiş- sindir? Eski çapkınlık hayatın haya- linde canlandı, değil mi? Kapa 0 radyoyu... Kes o sesi... Bir gün Beyoğlundan geçiyorlardı. Bir kadınla karşı karsıya geldiler, Bu uzun boylu, kumral bir kadındı, Yan- larından geçerken, kumral! kadın karı kocaya şöyle bir baktı, Bunun üzeri- | ne, Hatice hiddetle durdu. Kocasına; — Artık aramızda her şey bitti... dedi, senin eski metreslerinle alâkanı kesmediğini anladım... Ben anneme gideceğim. Derhal ayrılacağız, amma derhal... Orhan Ali, şaşırmıştı: — Karıcığım, şimdi durup durur. ken ne oldu? Hatice sinir içinde: — Ne mi oldu? Ne mi oldu? Bak bir de bilmemezliğe geliyor. Eski sev- gilin Nermin e karşı karşıya geldi. ğimiz zaman nasıl bakıştınız? Âdetâ gözlerinizle konuştunuz. Hani bana tarif ettiğin uzun boylu, kumral, mağ- rur, zengin sevgilin... Orhan All, o gün bu fırtınayı atla- tıncıya kadar akla karayı seçti. Bir akşam da karı koca Avrupadan yeni gelen artistleri seyretmek İçin bara gitmişlerdi. Bir aralık sahnede sarışın bir genç kadın görünmüştü. Dansediyordu. Yanlarındaki masada konuşanlardan bu sarışın kadının adının Hilda oldu- ğunu işittiler. Bu tesadüf Haticeyi çıl- dırtmıştı: — Ne demek, Avrupadaki bar ar- tisti sevgilin buraya geldi, Ve sen bu- nu bildiğin halde hiç sıkılmadan ka- rını, eski metresinin, eski sevgilinin seni... Diyerek masadan kalktı. Orhan Ali de arkasından fırladı. Haticeyi sü- künete getirmek istiyordu. Fakat ne- rede? Genç kadın ateş püskürüyordu. Artık evde her gün Hildanın, kon- tesin, zengin ve mağrur bir kadın olan casını bu kadınlardan hâlâ kıskanı- yor. Bir zaman Orhan Alinin uydur- duğu bu yalancı sevgililer şimdi ko- nuşula- konuşula, kendilerinden bah- sedile bahsedile âdetâ hakikileşii, Canlı mahlüklar oldu, Nerede ise Orhan AM bile böyle sev- gilileri olduğuna kendi de inanacak!,.. minör), Piano için, Aag'o sostenuto, Al- İ mal Reşid, $ - bi TO N.S, Opus TO, NI, i içini Türkiye Radğyodifüzyen Postaları DALGA UZUNLUĞU 1639 m, T.A. G. 1974m. 15195 Kes T.A.P, 3170m. 9485 Kes ANKARA RADYOSU Pazartesi 21/3/939 TÜRKİYE SAATİLE 183 Kos, 120 Kw, vE. vw. 1230: Program, 1235: Türk müziği -PL, 13: Memleket saat ayarı, ajans, meteoro- loji - haberleri, 13,6: Müzik (Küçük oğ- kesira - Şef: Necip Aşkın: 1 - Ziehrer « Viyanalı küçük kız (Vals), 2 - Gebhardt « Maskarade (Konwer velsi), Viyana geceleyin güzeldi teln - Kostümlü balo $i balıkçıları, $ - Heuberger - «ğarkdas süi- tinden « Rakseden kızlar, 7 - Kölör Böla - Kelebek avı - Balet müzlği,'1345 « 14; (Hafi müzik - PL), 1830: Program, 18,35: Müzik Cazband - Pi), IM Konuşma (Doktorun saat). Türk müziği (Halk türküleri - Sadi Yaver Ataman), 1940: Türk müziği (XKa- nşik program: Saz eserleri) Hakkı Der- man, Eşref Kadri, Basri Üfler, Hasan Gür, Hamdi Tokay, 20: Ajans, meteoroloji ha- berleri, ziraat borsası (fiat), 2115: Türk lasik program) İdare eden: Me- mil, Ankara radyosu küme heyeti: nbari Zeki Mehmed ağa - Ferah- feza, peşrevi, 2 - Hammami Zade İsmail Dede - Fera irine! beste, 3 - Ham- mami Zade Dede - Ferahfeza ağır | eşad Erer - Keman taksimi, ami Zade İsmail Dede - Şeh- Sana ey canımın canı efen- | mani Rıza efendi - Şehnaz imi andelibin; 7 « Dellâl Zu- | de - Şehnaz şarkı - Btmedin bir ihza ihya, 8 - Dede efendi - Şehnaz şarkı - | Gönül durmaz çağlar, 9 - Hammami Za- de İsmali Dede - Ferahfeza - Yürük se- mal, 10 - Tanburi Osman beyin - Ferah- fera saz semaisi, 21: Memleket saat aya- rı, 21: Konuşma, 21,15: Esham, tahvilât, kambiyo - nukud borsası (fat), 2125: Neşeli piiklar - R.. 2130: Beethoven ge- cesi: Ölümünün 112 nel senesi münasebe- tile, 1 « Konuşma: Cevad Memduh tara- fından wBesihoven'in hayatı ve eesörlerle, 3 - Müzik: Sonsta (Sonata guasi una fantasla), Mehtab (Opus 27, N, 3, Do İegretto (Triw), Presto agitato, Çalan: Ce- Re majör (Piyano, keman ve viyolonsel Allegro viyace €« son brlo, Largo assai ed espressivo presto, Çalanlar; Fer- hunde Erkin (Piyano), Necdet Atak (Ke- man), Mesud Cemi (Viyalonsel), 4 - e) Benfoni N. 9 Opus 155, Re minör (Koro- lu- PI,, Allegro, ma non troppe, unpoco macstow Molta vivace - Scherzo 2, Ada- gio mola e cantabile - Andante mode- rato, Finale (Presto - Allegro assai - An- dante moderato - Presto - Allegro assal - Alla Marca - Andante maestoso, Allegro da non « tanto - Prestissimo. Çalan: Ber- (Tenot), Wilhelm Guttmann (Bas) ve Bruno Kittel Korosu, 23,45 -24: Son ajans haberleri ve yarınki program, Başı ağrıdan çatlıyacak gibi En şiddetli baş ve diş ağrılarını dindirir, (IZ Bütün ağrı, sizi ve sancıları keser. GRİPİN Nezle. Grip ve romatizmaya karşı çok müessirdir, Aldanmayınız. Rağbet gören her şeyin taklidi ve benzeri vartdır. GRİPİN yerine başka bir marka verirlerse şiddetle reddediniz. Çocuğunuza Dadı Bulmak içın «Akşâmvın KÜÇÜK İLÂNLARI 'En süratlı ve en ucuz vasıtadır. TARİHİ Yazan: İSKENDER FP. SERTELLİ TURAKINA ROMAN tefrika No. 93 Sung dağındaki tılsımlı köşkün önüden geçenler sağ dönmüyorlardı. Samo merakında çıldıracaktı «Sunglar, kendi yurdlarında kendi, kanunlarile ve kendi prenslerinin idaresi altında ya şamak istiyorlar. Sung eyale- ti. Moğol impâratorluğuna bo- yun eğmemeğe ant içmiştir. Burada Sung kıralının kanun larından başka, hiç bir buyru- ğun hükmü yoktur. Memleke- timize arzunuzla geldiğiniz gi- bi, gene arzunuzla döneceksi- nizl Çünkü şehir içinde kedi ve farelerden başka bir kimse bulamıyacaksınız!: Erzak am- barlarımız dağlara götürülmüş ve bütün içilecek sularımız 26- hirlenmiştir.» Samo bu satırları okuyunca şaşır- dı. Bütün Moğolların iyice anlama- ları için, bu satırlar Moğol dilile yâ- zılmıştı. Atsu, hiç bir şeye İhanmıyan bir ! insan tavrile basını salladı: — Şehri boşallmışlar.. dağa kaç- mışlar.. bunu gözümüzle görüyoruz. Fakat ötekilerin hepsi yalandır. Bizi açlık ve susuzlukla tehdid ediyorlar. Haydi, geliniz. ilkönce şehre yayıla. ım... Her köşeyi araştıralım. Ne ya- pacağımızı ondan sonra düşünürüz. Samo biraz daha ihtiyatlı davran- mağâ lüzum gördü: — Kuyulardan $u içmeyiniz... Dedi. Atlılar dizginlerini çekti Jer... Caddelere, sokaklara daldılar, Koskoca bir şehri çarçabuk nasıl da boşaltıvermişlerdi! Atsu: — Haniyr, dedi, şehre girince, bizi vahşi hayvanlar karşılıyacaktı? Atsu artık, Sung prensinin kurusi- kı tehdidlerine kulak vermiyordu. Âsilerin dağa çıktığı muhakkaktı. Zaten onların bir çoğu Sung da ğında yaşamıyor muydu? Samo: — Şehir içinde hayvan sürüsü ol. masa gerek, diyordu. Onlar bütün vahşi hayvanları şehir dışına gön- dermişlerdi. Sağa sola başvurarak dolaştılar. Bir çok evleri basarak avlularına girdiler. Odaları gezdiler, Yerlilerin bütün eşyası yerli yerinde duruyordu. Sunglar şehirde bir küçük çocuk veya bir hasta ihtiyar bile bırakma- mışlar, hepsini dağa götürmüşlerdi. Şimdi anlaşılıyordu ki, Sunglar, Moğolların yola çıktığını önceden ha- ber almşılar ve işlerini ona göre dü- zenlemişlerdi. “ “ Baykuş yuvasına benziyen boş bir şehir... Atsu yolda bir kedi buldu. bir evin bahçesine girdi.. avluda bir ku- yu gördüler. Moğol atlılarından biri kuyudan su çekti. kediye içirdiler. beklediler, Kedide zehirlenme eseri görmediler. Bir başka evin kuyusuna geçliler.. su çektiler. tekrar bu su- dan da kediye içirdiler, Kedi ortada dipdiri dolaşıyordu. Atsu, Samoyu buldu: — Şu iki kuyunun suyunda zehir yoktur. Muayene ettim.. kedi zehir. lenmedi.. oakıncılarımız emniyetle içebilirler, dedi, Moğollar susuzluktan kırılıyorlar- dı. Kuyudan su çekerek içmeğe büş- Jadılar. Ve bu suretle bir çok kuyu- ları muayene ederek hiç birinin ze- hirlenmediğini gördüler. Susuzluk tehlikesi böylece savuşturulmuştu, Samo;» — Şimdi araşlırma sırası erzak ambarlarına geldi. Askerimiz açlık- tan bayılıyor. Yiyeceğimiz kalmadı. Sunglar bizi aldatmışlar... Diyerek büyük evlerin bütün oda- larını ve büyük dükkânların kapıla- rını kırıp erzak aramağa başladılar, Baykuş yuvasına benziyen boş bir şehirde dolaşmağa başlıyan Moğollar , Sungların hilesini anlamakta ge cikmemişlerdi. Bütün dükkânlar ağ- zına kadar erzakla doluydu. Her bü- yük evin ambarında yağ, reçel küp- «leri ve un çuvalları göze çarpıyordu. Zaten Sungların zenginleri meş hurdu. Hepsi de boğazlarına düskün insanlardı. Sefafti sevmezler, faka iyi yiyip içerir iii Prens (Ma » Çİ Moğolların şehre. girebileceğini aklınian geçirmemişti, Öyle ya..: Şelir dişırda iki sıralı yole lara dizdiği yatışi hayvan sürüleri nin önünden kim geçebilirdi? Bahu- Sus ki, Miğtların, hütün dünyaya yıldırdıkları İkide, vahşi hayvanlağ. dat çok korktikları dâ inalümdu. Sung bu müdafan hattını yanıp şehir na dayanan Moğol ları görünce, büün şehir halkını das ğa kaçı ecbur olmuştu. (Ma - Çi), ilar şehir kapısına kadar gelseler Bk, şehirden içeri gi remezler, diyo Ve bu inarışia halka: — Ersak “smliylarınız, evleriniz, her şeyiniz yerindi dursun. Moğollar dönüp gidince, biz Yâ dağdan ineriz, Diyordu. Hâlkı böylece avutarak dağa kaldırmış ve şditi çarçabuk bo- şaltmıştı. * Samo şehirde hiç Hr tehlike gör müyordu. Asker bol bil yiyecek ve içecek buluyordu. Ordulu doyurmak meselesi halledilince, Afsu: — Artık, Sungları kowlamak sıra» sı geldi, dedi, şimdi ilk İşimiz Sung dağına çıkmak olmalıdır. Samo da bu fikirde idi. Baykuş yü- vasını andıran boş bir şehirde fazla kalmağa vakit ve ihtiyaç yoktu, Sung dağına ilk tırmaniş Sung dağına şehrin batı taratın dan çıkacaklardı. Burada başlayan sık ormanlık yukarıya doğru geniş liyor ve yükseliyordu. Sung dağının bu kısmına mullaka şehir içinden çi- kılabiliyordu. Zaten vaktile de şehir bu Ihtimal ve ihtiyaç üzerine kurul muştu. Samo, Sung prensini yakalıyabile- cek miydi? Bir sabah başını dağa doğru kal dırdı, Ve kendi kendine söylendi: — Bu dağın içine girmek, göğe çık- maktan daha güç görünüyor. Fakat, akıncıların cesaretini kırmamak için, bir deneme yapmağa mecburum. Eğer prens (Ma - Çi) yi yaklıyamaz- sam, şehri baştanbaşa yakar, döne rim, Akıncılar atlarını şehirde bağlıyam rak dağın yamacına tırmanmağa başladılar. Bu sarp ve ağaçlık yol- lardan hayvanla yürümek kabil de- gildi. Zaten burada yolda yoktu. Ağaçların dibinde sarp kayalıklar vardı. Moğollar bu kayalıkları aşınca ormanın ağzını bulmuşlardı. İlkönce yüzer kişilik dört keşif kolu ormana dalmıştı. Ordu kayalıkların önünde bekliyordu Şehir halkınm buradan ormana girdiğ tahakkuk etmişti. Zira bura larda, yerlere düşürülmüş bir takım ufak tefek ev eşyasına raslamışlardı. Atsu artık hiç bir şeye inanmadığı için, yerlere serpilen bu eşyanın da - Moğolları aldatmak gayesile atıl- dığını ileri sürüyor: — Bu da bir hiledir, bizi şaşırtmak istiyorlar. : Diyordu. Keşif ve arayıcı kollarından biri bu yoldan saparak ormana girerken, İkinci arayıcı kolu da onu takib edi- yordu. Diğer iki kol, birinci yolun sağında bir başka medhal bularak oraya dalmağa ve İlerlemeğe mecbur olmuştu. Bu arayıcı kollarının büşında Mo- gol ordusunun çok cesur, çok değerli zabitleri vardı. Kollar sessizce - of- manın derinliklerine doğru - tırma» nâ tırmana ilerliyordu. İkişer ikişer ormana dalan kolların birbirile (irtibatını kaybetmemesi için borularla tertibat alınmıştı. Sü mo ormanın ağzında bekliyordu. Atsu, komutana sordu: — Bu ormana evvelce gelmiş miy« diniz? — Hayır... İlk defa geliyorum. (Arkası var)