21 Şubat 1939 B. Halid Fahri diyor DE Rİ Bu gidişle “Yazık oldu Süleyman efendiye, mısraı da eskiyecektir “Yarın bir başkası Süleyman efendiye değil pabucuma yazık oldu diyebilir,, Yakub Kadriden sonra bizde ilk defa akademi fikrini ortaya atan şair Halid Fahri Ozansoyu evinde, masâsı başında müsveddeleri, kitap- ları ve yazı provaları arasında bul dum. Eski güzel sanatlar birliği ede- biyat şubesi sekreteri Halid Fahri bizde bir edebiyat akademisi kurul- masının en hararetli taraftarıdır. , Kendisine sordum; — Bir edabiyat akademisi kuruk masırlâ niçin taraftarsınız? -— Bir çokları akademiyi gramer ve dil meseleleri için istiyorlar. Ben- ce bunlar ikinci derecede işlerdir. Ben akademiyi edebiyatın ve edebi» yatçının himayesi, neşriyatın orgâni- 2e edilmesi, beynelmilel edebiyat dün- yası ile dajmi bir rabıta tesis olun- ması için İstiyorum, Bugün edebiyat adamı hakikaten acınâcak bir hal- dedir. Fikrimi izah edeyim. Bugün bir tüccar, bir iş adamı meselâ bir pas- tahanede, vapurda, trende kalemini çıkarıp pek âlâ hesapları ile meşgul olabilir. Ve buna da kimse ağzını açıp bir şey söylemez. Fakat Allah vermesin - bir edebiyat adamı eline bir kalem alıp pastahanede aklına gelen bir fikri yazmağa kalkışsa he. men etraftan istihzalar başlar; — Ne 0... Gene mi hayalât?,. -— Gene ne palavralar yumurtlu- yörsun? — At bakalım martavalları... * “Elinize kaleminizi almasanız bile, yorgun başmızı dinlendirmek içn oturduğunuz pasathanede şöyle eli- nizi şakağınıza dayasanız gene baş- Jarlar: — Gene kıtır atmakla meşgulsün. — Neler uyduruyorsun bakalım?... Maalesef bugün sanatkâra, edebi- yatçiya lâyık olduğu hürmeti gös- termiyoruz. Hürmetten vazgeçtik. Bari sanatkârla, edebiyatçı ile alay edilmese... Bugün çair, edebiyatçı bizde bir takım lüzumsuz hayalâtla meşgul olan yarı aptal, alay edilecek bir tip halinde yaşıyor. Bunun sebebi ne? Bir kere biz ede- biyatçılar kendi kendimizin değeri- ne inanmıyoruz, Mütemadiyen vak- timizi birbirimizi inkâr etmekle ge- çiriyoruz. Bir akademi teşkili mev- xuu bahsolsa hemen: — Bizde edebiyatçı yok ki... diye başlıyoruz ve bir edebiyat akademisi âzası için en bol keseden üç kişi gös- teriyoruz. Geri kalanını inkâr..; Birimizin” muvaffakıyetini hepimi- zin muvaffakiyeli addetmedikçe biz- de edebiyata ve edebiyatçıya kıymet verlimesini beklemiyelim. Bunun içindir ki bizi kitapçı da İs- tismar ediyor, mecmuucı da... Her taraftan üzerimizdeki balımızı al- yorlar ve üstelik bizimle alay da edi- yorlar. İşte ben buna tahammül edemiyorum. Niçin bizde edebiyat yüksek ve büyük bir sanat, edebi- yatçı istihza yerine hürmet gören bir adam olmasın? Nemiz eksik? Bugun bir çok Avrupa eserleri ile bizim eserleri mukayese ederse- niz - tabif Avrupa şaheserlerini kas- detmiyorum - netice bizim lehimiz- dedir. Bir çok edebi mecmunlarda çikan nice yazılar vardır ki ben bu naçiz hüviyetimle imzamı atmam... Bizde 15 yil içinde köylü, şehirli, esnaf tabakası, hayatın her sahası tedkik edilmiş ve yazılmıştır. Fakat bunları okumadan «bizde edebiyai- Çı yok!.» diye hüküm veriyoruz. He- le bazı eskiler... Ahır zaman peygâm- beri gibi «benden başka kimse yok!» gibi sözler söylüyorlar. Evvelâ bizim birbirimize kıymet © ehemmiyet vermemiz lâzım, Divan edebiyatına, bakınız. Divan edebiyatı gairleri arasında pekâlâ bir toplu. duk yazdı. Edebiyatı şeş birbir Mİ li B. Halid Fahri Ozansoy lerini «üstad» diye oturup kaldırır lardı, Ve bu birbirlerini korumaları yüzünden uzun müddet muhite hâ- kim oldular, hürmet gördüler. Fecri- âtide bile büyük bir tesanüd vardı. | Çok sevdiğim Tahsin Nahid «Ruhu Bikaydı i yazdı. Bu eser hiç bir za- man Rebabı Şikeste ile mukayese edilemezdi. Fakat Ahmed Haşim gi- bi tam kültürlü bir şair sırf Fecrfâti ekolünü lânse etmek için yazdığı bir yazı ile Ruhu Bikayd'i, Rebabı Şikes- te ayarında, hatlâ oridan yüksek bir eser olarak göstermiştir. Halbuki bugünkü edebiyat man: zarası onun tamamile aksidir. Ve biz birbirimize karşı bu vaziyeti alırsak muhitte de: tabif edebiyatçıya karşı dehşetli bir istihza göze çarpıyor. Akademiyi evvelâ edebiyatçıya, sa- natkâra cemiyet içinde lâyık olduğu mevkil verdirmek için istiyorum. Her halde edebiyatçılar arasında bir bir- lik lâzımdır. Muhakkak bu teşekkü- Jün adı akademi olsun demiyorum. İsmin ne ehemmiyeti var? Mahfi deniisin... Başka bir şey denilsin... Yeter ki gayeye uygun bir teşekkül olsun... — Bu akademinin başka ne gibi faydaları olabilir? — Pek çok... Gene bir misal söyli- yeyim. Pariste Yakub Kadrinin Sedum ve Gamure romanını tercü- me ettiler. Sedum ve: Gamure, Ya- kub «Kadrinin en güzel romanı mı idi? “Hayır... Sanatkârın daha, güzel eserleri : vardır. Fakat bu.romandaki yaka mütarekede - geçiyor, mevzu kendilerini alâkadar &diyor diye ter- cüme ettiler. Demek ki bizden de eser tercüme < edebileceklermiş. Bey- İ nelmilel edebiyat dünyasında Türk debiyatınn propagandasını kim yâ- pabilir? Dil cemiyeti mi? Siyasi te- şekküller mi?.. Bunu ancak ve en iyi bir tarzda, bu işin içinde çalkalanan edebiyatçılar yapar. Bunun içih bir teşekkül kurulur- sa, dünyaya edebiyalımızın propa- gandası yapılsa - ki edebiyatımız içinde çok iyi eserler vardır - az fay- dalı iş midir? Her hangi bir Türk eseri bir gün bu suretle Nobel mü. kâfatı kazansa bu bütün fikir ve sanat dünyasında Türkiye için bey- nelmilel bir zafer deği! midir? Sonra buraya Türk edebiyatı hakkında fi- kir edinmek üzere mubharrirler geli- yor. Adamcığazlar karşılarında te- mas edecek bir teşekkül bulamuyor- İar, Daha böyle, bunlar gibi bir çok sebebler vardır ki ben onun için aka- demi fikrini ortaya attım. Bu fikir. den belki do bir çöcuk doğucaktı. Vakia - karşılıklı söylenen fikirlerden bir çocuk doğdu amme... Çarpık çur. puk, bir e m yansı siye yarısı beyaz bir ucubei hilkat mey- dana çıktı. Kimi «akademi âzasına ne elbise giydireceğiz?: diyor. Kimi «eline kılıç verelim mi?» sözünü ile- ri sürüyor. Âdeta edebiyatçılar or- ta oyunnuda Pişekâra çıkan adama benzettiler. Biz ne elbisesindeyiz, ne ilminde, nede akademi adına... Bir teşekkül istiyoruz. Kitap neşri- yatını organize edecek, memleket içinde ve dışında edebiyatın propa- gandasını yapacak, edebiyatçıya ha- kiki kıymetini verdirecek bir te- şekkül... Bugün her cephede hakiki edebi- yâtçı lâyık olduğu kiymetli ve ehem- miyeti bulamıyor. Sshneyi ele ala- ım. Eskiden Darülbedayi haftada bir kere temsil vetirdi. Gündüz ka- dinlara, gece erkeklere... Ramazan - dada 28 temsil verilirdi. Fakat bu- na mukabil senede hiç değilse üç telif eser çıkardı. Sonra <tiyatromuz ilerledi» dediler. Her gün temsiller başladı. Bir tiyatro binasından iki- ye çıktık. İyi dekor yapacak para bulduk... Fakat nörede telif eser... Bugünkü milli tiyâtromuz tercüme- ciliğin peşinden yürüyüp gitmekte- dir. Hemde hep büyük büyük eser- ler. İbsen'le Şekspir'ler, Göteller... Hep büyük ve bir çokları modası geç- miş fikirlerle dolu... Fransızlara dn yanaşılmaz ha... Yalnız tercüme... Öyle bir münzara ki memlekette eli kalem tutan telif eser yazabilecek in- sân yokmuş gibi bir hal. Her sezon Şekspirle açılır, Şekspirle kapanır. Bizim Şekspire verdiğimiz kiymet ancak İngilizlerin bu zata verdikleri kiymetle ölçülebilir... İbsen oynarlsr. ,Bu adam bir sis- tem dahilinde ai'e bağlarına hücum etmiş, aile düşmanı bir insandır. Za. ten hayata atı'masısda babasına da- rıhp evini terk etmekle başlar, Talâk davaları fazlalaşmış memleketlerin sahnelerinde İbsenin eserlerinin halk üzerinde büyük tesirlerini arama- hıdır. Götenin yüzüncü yılını merasim- le, sahnemizde kutlarız. Halbuki Ns- mik Kemalin yıldönümünden habe- rimiz olmaz. Haydi gününde haber alınmadı diyelim. Koca bir inkılâbın Mmübeşşiri olan Namık Kemalin yıl- dönümünden bir hafta sonra da ol- sa «Gülrüihal piyesini de oynıya- maz mı idik? Bülün bunlar götseri- yor ki milli sanatkâra karşı deh- şetli “bir lâkaydi içindeyiz. Bügün tenkid de bu haldedir; Biz» de “münekkid'ya bir takım fantezi- lere saplanır: En derin misra diye «Yazık oldü Süleyman efendiyes -sö- zünü tekrar eder, yahut ta iki üç isim beller onları tekrar eder durur. İşte Nurullah Ataçın Amentüsü; Var mı yok mu Yahya Kemâl ve Nedim, Yahya Kemal, - Nedim. Yahya Ke- mal... Amenna bünlür büyük sanat- kâr. Fakat Nurullah Ataçın midesi nâzikmiş. Sadece iki türlü yemek yi- yor. Başka yenilecek bir şey olduğu nu kale bile almıyor. — Mademki bu bahis açıldı. Yeni şiirler ve bunları beğenenler hâakkın- da ne dersiniz? Meselâ Nurullah Ataçın Süleyman efendi mısraı be- ğenmesi gibi... — İnanmayınız... Nurullah Ataç bu musraın güzelliğine kendi de inan- mamıştır. Sakın gençler de. buna inanıp hakiki sanat budur diye onu &lkışlamağa kalkışmasınlar, pek zi- yade saflık etmiş olurlar. Bu yeni diye ortaya atılan şeyler harbi umu- miden sonra insanların tımarhane- den çıkar gibi bir halde sarıldıkları çılgınlıkların mahsulüdür. Modası da pek ziyade geçmiştir. Garib olmak mutlaka yeni olmak demek değildir. Bence her garabeti yeni ve güzel di- im gençlere ge te yönet, İnönü'nün Amerikan milletine hitabesi (Baş tarafı 1 İnci sahlfede) bir vesile olacak ve bu suretle insani- yetin büyük idealine hizmet edecek- tir. Türk paviyonları bu tanıtmaya yardım eder ve aradığı dostluğa bir şey daha ilâvesine muvaffak olursa, bence arzu edilen netice İstihsal edil. miş ve bu Türk evleri vazifelerini lâ- yıkile görmüş olurlar, Biz, Türkler, milletler arasında sul. hün ve iyi geçinmenin çok samimi ta- raftarıyız. Kellog paktına en evvel ve candan iltihak ettik, Asil ideallere gö- nül vermiş olan Türk inkılâbı, bize, Cümhuriyet rejimini ve insaniyet ve medeniyetin, memleket içinde ve dı- şında, verimli çalışmalarımı getirdi. Türk inkılâbından evvel memleketi- mizin bütün korşularile ihtilâfımız vardı. Bugün bütün komşularımızla ihtilâfsız bir haldeyiz. Onlarla, rizaya müstenid dostluk muahedeleri aktet- tik, Asil ruhlu birleşik Amerika deylet- lerine, coğrafi bakımdan Amerika bi- ze uzak olmasına rağmen, samimi dostluğun kuvvetli rabıtalarile bağlı- yız. Milletlerin birbirlerile anlaşmaları mümkündür. Sulhün çalışmaları ve ni- metleri, en parlak silâh zaferlerinin neticelerinden o çoktur, kıymetlidir. Milletlerin birbirini tanıyıp takdir et- meleri için bütün vasıtaları, yorulma. dan kullanmakta sebat edelim. Omuz- larında mesuliyet yüklü olan İnsan. lar, hiç bir zaman, bugün karşılaştık. ları kadar hayati ve o nisbette zor va- xzifeler almaya mecbur olmamışlardır, Cihan sergisinin memleketim için ayırdığı bugünde, bütün Türkiye Ame- rikayı derin alâka ve sıcak senipati ile düşünüyor. Yurddaşlarımın duy- gulanını aksettirdiğime emin olarak söylüyorum: «Büyük Amerika milleti- ne, Türkiye Cümhuriyeti vatandaşla- | rinm en muhabbetli selâmlarını yok larım.» Relsiecümhurun beş dakika süren bu hitabesini müteakib hazırlanan hususi programa. geçilerek evvelâ Türk müziği neşriyatına başlanmış, B. Mesud Cemilin idaresi altında radyo küme okuyucuları tarafından Aşık Mustafa çaruşun türküleri söy- Jenmiştir. Saat 20,50 de Riyaseticümhur flar. monik orkestrası tarafından Hasan Feridin prelud ve yeni dansı, Ulvi Ce malın bayramı çalınmış, 21,5 de tek- rar ingilizce anons yapılarak Ameri- kan milletine vedâ edilmiştir. Reisicümhur İsmet İnönü yarım saat süren programı sonuna kadar takib ettikten sonra Radyocvinden alkışlar arasında ayrılmıştır. Hitab şehrimizde nasıl dinlendi Reisicümhur İsmet İnönünün dün akşam Aankara Rağyoevinde kısa dalga üzerinden Amerikan milletine yaptığı hitabe uzun dalga İstasyo- nundan da çok vazih şekilde dinlen miştir. Cümhurreisinin bitabesini dinlemek üzere dün akşam saa 20,302 doğru evlerde herkes radyolarının ba- şında. bulunuyorlardı. Radyosü olmıyan bir çok yurtdaş- lar da hitabeyi umumi yerlerdeki röd- yonlardan takib ettiler. Buralarda hitabenin neşredileceği saatte mah- sus bir galabalık göze çarpıyordu Relsicümhur İsmet İnönünün çok güzel bir ingilizce ile yaptığı hilap İstanbulun her köşesinde alâka ile dinlenmiş, hitabeden sonra Radye evinin neşrettiği program zevkle L& edilmiştir. Porgramın sonunda * kara radyosu Relsilcümhurun İngiliz lisanında söylediği hitabenin türkçe- sini de vermiştir. B. Prsot'un plânı (Baş tarafı 1 inci sahifede) | Vakıf hanın arkasından geçerek Sir. keciye dolaşacak ve Sirkeci garında Nafia . Vekâletinin son zamanlarda yaptırdığı binadan ve tren yolunun üzerinden geçerek müzelerin bulun- duğu noktaya vasi) olacak bir yol dü. şünmüştür. B. Prost Sirkeci ile Yeşliköy arasın. daki banliyö nakliyatını elektrikle iş- liyen trarvaylara tahsis ettiğinden ve garın mevklini değiştirdiğinden caddeyi bu şekilde çizmiştir. Nafia Veklâeti bunu kabul etmemiş, yeni bir istikamet göstermiştir. Bu istika- mete göre cadde yerli mallar pazarı önünden postahane binasının arka- sına çıkâcak, buradan Ebussuud cad. desine geçecek ve doğruca Töpkapı sarayına ulaşacaktır. Bu suretle daha az bina istimlâk edilecektir. Nafia Vekâleti, Eminönü meyda nından başka Sirkecide bir meydan açılmasını muvafık görmüştür. Bu meydan, için Sirkeci Beşir Kemal ec. zanesinin sıras! ile karşısındaki ma hallebici ve sucu dükkânı ve diğer birkaç dükkânı kaldırmak ve gârın meydanından da - istifade edilmek süretile açılacaktır. n Vali ve Belediye Reisi beyanatına güre İstanbulun plânı Başvekil B. Refik Saydamın reisliği altındaki bir komisyon tarafından tedkik edilece- ğinden B. Prostun cevapları bu ko. misyonda görüşülecektir. ALARAK «Süleyman efendiye yazık oldu: sö- züne gelince bu kadar garib görü- i nen, bazılarınca bu kadar yeni adde- dilen mısra bir iki ay sonra eskime- ğe mahkümdur. Bundan daha ge- ribi gelir: «Hayır Süleyman efendiye değil, papucuna yazık oldu.» diyebi- lir. Nasırın fecaatini anlatmağa ça- lışan bu şiir, bir nasır İlâcının Üzeri- ne yazılsaydı her halde çok daha mânalı olurdu. — Düşündüğünüz akademiye kim- leri seçerdiniz? — Her halde ârtık bugün eser ver- memeğe başlamış, köşesine çekilmiş, tekaüd müddetini doldurmuş olanlar rın girmesine taraftar değilim. Faal olanlar, hâlâ çalışanlar ve işi ciddi- ye alanları. Bazıları 8 - 10 kişilik bir heyet teklif ediyorlar. Komisyon mu teşkil ediyoruz? Hiç değilse böyle bir teşekkül 20 - 25 kişi olmalıdır. Fikwet Feridun Es | Hariciye Vekilimiz (Baş tarafı 1 inci sahifede) Misatirini apartımanlarına kadar götürerek orada bir müddet kaldık- tan sonra Metaksas dönmüş ve Sw raçoğlu 'Türk - Yunan cemiyeti ko- mite Âzasını kabul etmiştir. Hariciye Vekilimizin Türk - Yunan cemiyet âzasına söylediği sözler Cemiyet reisi Filanduros, Türkiye Hariciye Vekilini selâmlamış, Yunan- ların kendisini nasıl derin bir heye- canla karşıladıklarını ve Türki Yunanistan arasındaki ananevi mü- nasebetleri tebarüz ettirmiştir. Saraçoğlu verdiği cevapta şöyle de miştir: — Türkün kardeş selâmını getirme ğe geldim. Fakat görüyorum ki sir de bana Yunanım kardeş selâmını getir- meğe hazır bulunuyorsunuz, Atinaya bir ecnebinin yabancı bir memleketi ziyareti gibi gelmiyorum. Buraya bu memleketin bir vatandaşı gibi ve biz. rat kendi memleketime gelir gibi ge- liyorum. Şurasını kaydediniz, dostlu- ğumuz o kadar sıkıdır ki, iyi gün ok sün kötü gün olsun, kalblerimiz bir arada çarparak ve istikbali müşterek olarak görmek suretile elele yürüye. ceğiz. Ve böyle de zorluklarla da kar- şılaşsak tesahiidümüz daima o zorluk- lara galebe çalacaktır. Amerika - Brezilya İki hükümet arasında ticari mübadeleler artırılacak Vaşington 28 — Yakında mektup: lar teatisi Amerika ile Bre silyanın müşterek bir beyanname neşe redecekleri haber verilmektedir. Balâhiyttar mahafile nazaran bu mektuplarda iki memleket arasında- ki ticari mübadelelerin artırılması vasıtalarının ne olduğu ve Amerika « Brezilya kambiyolarının istikrenmi temine matuf bir sermaye vücuda ge tirileceği bildirilmektedir. Çürük domates ve yumurtaya tutuldular Sandiego - Kalifornla - 26 (A.A.) — Vaşingtonun yıldönümü münasebetile Alman - Amerikan cemiyetinin tertib ettiği toplantıya iştirak edenler çürük domates ve yumurtaya tutulmuşlar- dr. İİ a a Re EY EŞ YE EE EE e li Ü ala m tn ğa Wi ALİ ya, bak Mi di