O günü Saminin yazıhanesine git- Miştim. Bir aralik arkadaşımın kâtibi İ içeri girdi. Samiye bir mektup uzatt Arkadaşım mektubu açtı. Şöyle bir göz gezdirdikten sonra hiddetle — Ziyafet, ziyafet ha!.. Allah belâ. Miri versin... Benim ziyafetlerden rfef- ret ettiğimi bilmiyor Jar mı? Hakikaten Saminin ziyafetlerden nefret ettiği bütün arkadaşları ara- sında pek meşhurdu. Sırası düşmüş- ken Samiye sordum: — Kuzum Sami, sen ziyafetlerden hiçin bu derece nefret edersin? Herhalde bunun bir sebebi olsa ge- rek... Sami: — Tabii, dedi, sebepsiz olur mu? Dur de sana anlatayım. Arkadaşım önündeki ziyafet dave- tiyesini sepete attıklan sonra sözüne devam etti: — Bundan dört sene evveldi. Bir akşam beni İstanbul civarındaki say- fiyelerden birinde oturan bir baba dostu ziyafete davet etmişti. Doğru- sunu istersen bu davet çok hoşuma Eitmişti, Çünkü ayni köyde çoktan. beri kendisini görmediğim bir sevgi- m oturuyordu: Leman... Sana bu genç ve güzel kadından bahsetmiştim sanırım. Bir aralık Lemanın izini kay- betmiştim. Sonra onun bu baba dos- tumun oturduğu sayfiyede bir köşke yerleşti haber almıştım. Hele o akşamki ziyafete Lemanın da davetli olduğunu işitince büsbütün neşem arttı. Artık ziyafeti dört gözle bekli- yordum. Nihayet davet günü gelip çattı, €n şık elbiselerimi giydim, iki dirhem bir çekirdek, baba dostunun köşküne gittim. O akşamki ziyafette Leman- dan başka küçüklüktenberi kendileri- ne pek ziyade hürmet elliğim kimse- ler vardı. Uzun bir sofra kurulmuştu. Yemeğe oturmadan evvel bir aralık Lemanla balkonda yalnız kalmiştık. Hemen yavaş yavaş, tatlı tatlı fısıldaşmağı başladık. Bir aralık onun kulağına eğildim: — Lemancığım, dedim, sana anla- | tacak o kadar çok şeylerim var ki... Şöyle seni tenhada görmek kabil ol- #a.. Yanaklarını çukurlaştırarak gü- | lümsedi. Doğrudan doğruya benim sözlerime cevap vermedi. Parmağile | biraz ilerideki beyaz bir köşkü göste- | Terek: — İşte ben şurada oturuyorum!., dedi, — Yalnız mısın? — Bir sağır hizmetçim var... «Uyku tulumu» gibi bir kadın... Nerede ise Ayakta uyuyacak. Erkenden yatar, İ Yanında top patlatsan duymaz. Lemanın bu sözleri cesaretimi ar- tardı. — Leman, dedim, buradaki ziyafet- ten sonra sana geleyim mi? — Nasıl olur? — Basbayağı... Sen bir iki saat son- Ta gidecek değil misin? Nasıl olsa bu- Tada da beni son vapurla İstanbula dönecek biliyorlar. «İstanbula gidiyo- Tüm, vapura yetişeyim!» diye bura- dan çıkarım. Sana gelirim... Leman hafif bir itirazla: — Bilmem ki... Olur mu? dedi. — Pekâlâ olur... Bu esnada bülkona doğru gelen ayak sesleri işittik. Ben acele acele: — Leman balkona birisi geliyor... Çabuk söyle. Geleyim mi?, Leman ılık bakışlarını gözlerime dikerek: — Peki... dedi, gel... Seni bekliye- “eğim... Kapıyı aralık bırakırım... Balkona gelen bizim baba dostu bay Maci idi. Ona küçüktenberi «Naci Amca» derdik Naci amcâ: — Çocuklar ydi bakalım... Bir müjidet sonra hepimiz sofra- Yun etrafına odizilmiştik. O akşam Yemekte neler neler yoktu. Ben boğa. ıma son derece düşkün bir adam ol- duğum halde midem ve barsaklarım- pek hasta idim. Sofraya getiri çok sevdiğim, fakat bana son de- dokunan yemekleri yememek için i kendime kârarlar veriyordum. Pakat gerek Naci amca, gerek onun karsı Leylâ yenge benim yemekler- yememek isteyişimi adeta bir iz- nefis meselesi telâkki ediyorlardı. Hele Leylâ yenge: yemek hazır... dedi, — A vallahi olmaz Sami... Barbun- ! ya tavasıni kendi elimle kızarttım. Ye bakalım... — Fakat yengeceğim... Perhiz ya- pıyorum da, dokunuyor diye korku- yorum. Naci amca kalender bir tavırla - Ye efendim Bir şeycikler yapmaz... O kadar ısrar ediyorlardı ki niha- yet üç kızarmış barbunyayı yedim. İkram denilen şey bazan bir insan için işkence, azap haline giriyor. Ha- tırlarını kıramayacağım, bu hürmet ettiğim ahbablarım da bana ikramda adeta müsabakaya girişmiş gibi idi- ler. Baâlıktan sonra iki türlü sebze ye- dim. Bundan sonra da ortaya yine yağda kızarmış sigara böreği geldi. Leylâ yenge bu sefer de tabağıma 10-15 börek koyarak; — Dünyada olmaz. Hâatırım kalır.. Kendi elimle kızarttım. Sigara böre. ği nedir ki... Muhakkak yiyeceksin... Artık bizim perhiz elden gitmişti. Sigara böreklerini de yedim. Karnım davul gibi şişmişti. Geceyi nasil geçi- receğimi düşünüp duruyordum. Niha- yet sofraya ağır bir hamur tatlısı ge- lince özür dileyecek oldum. Bu sefer Nacı amca: — Yooo, dedi, olmaz... Bu benim hayatta pişirmesini bildiğim yegâne yemek... Bu tatlıyı ben yaptım yiye ceksin... Gel de şimdi hamur tatlısını yeme.. Onu da yedik. Çatlayacağım. Sofra. dan kalktık. Kahvelerimizi içtik. Bir müddet ötedenberiden konuştuk. Yan gözle Lemana bakıyordum.. Nihayet o: -— Bana müsande.. diyerek kalktı. Kapının yanında elimi sıkarken ya- vaşca Tisildadı: — Bir saat sonra... Artık heyecandan yerimde durâmı- yordum. Leman gittikten sonra sık sık saate bakıyordum. Nacı amcanın bu dikkatine çarptı: - Ne v? dedi, gözlerin saatte... — Son vapura yetişeceğim de amcâ- cığım. O bu sözümden kızmış gibi: — Haydi oradan bakayım... deği, bu gece seni kim bırakır? — Aman amcacığım, vallâhi olmaz.. Eve «Geleceğim» dedim. vperaktan çatlarlar.. Naci amca lâf dinlemiyordu. Fakat ben v kadar dil döktüm ki nihayet ran olmuş gibi göründü: — Peki... Peki, sen son vapura ye- tiştirirz. dedi. Salondaki saate bakıyorum. Bir türlü ilerlemek bilmiyor. Nihayet za- man geldi. Ben kalkmağa davrandım. Onlar bir kahkaha kopardılar: — Nafile... dediler, gitme... Son va- pur çoktan gitti... Deli gibi olmuştum. Biraz sonra işi anladım. İkram olsun diye saati geri- Jelmişler, bana son vapuru kaçırtmış- Jardı. Bu marifetlerinden dolayı mem- nun gülüyorlar: — Seni bir kere ele geçirdik. Kolay, kolay bırakır mıyız? diyorlardı. Naci amca ikramcı birev sahibi tavrile; — Sana pufle gibi bir yatak hazır. lattımı!. dedi. Sanki dünya başıma yıkılmıştı. Kendi kendime: «Ne olursa olsun her kes yattıktan ortalıkta el ayak çekil dikten sonra köşkten kaçar, Lemana giderim... diyordum. Hatta benim için hazırlanan odaya girerken zih. nimde plânlar yapıyordum. Fakat bir müddet sonra sofradaki İkramcıların bana gâyet fazla yedir. dikleri ağır yemekler yüzünden kar- nımda öyle müthiş ağrılar başladı ki sorma... Dünya gözüme zindan ol- 'muştu. Bu halle köşkten nasıl kaça. bilir, hasil sevgilime giderdim. Saba- İLE Türkiye Radyodifüzyon Pastaları DALGA UZUNLUĞU 1639 m. o 103 Kos 19/74 m. İsit» Kes 3L70 m. 9485 Kes, ANKARA RADYOSU TÜRKİYE SAATİLE Pazartesi 23/1/939 1230: Program, 12, 13: Memleket saat a; j Joji haberleri, 1310 - 14: Müzik karışık program), 1830: Program, 1848: Müzik | (dans saati - Pİ), 18,15: Konuşma (Dx 120 Kw. 20 Ew. 20 Kw. Muhayyer Muhayyer Kürdili Hicazkâr şarki - Ol goneanm et- i almış, 6 - T. Ali efendi - Suzidil arkı - Yandıkça ol dili suzan, seddin Ziya bey - babınaza kanmıyan, 8 - Rahmi zin sünbül perişan, Türk müziği deva, Müstezat - Hasretle bu şeb, 11 - Kalender - Bir şahı sit kâr, 12 - Divan - Ok gibi hoplar beni, 13 - Divan - Sarı yıldız mavi yıldız, - Kü- me okuyucuları tarafından. Çalanlar; Ve- cihe, Reşad Erer, Refik Fersan, Kozan, Ruşen Kam, K y hun, 21,15: Konuşma, 2130: Esham, tah- vilât, kambiyo - mukud borsası (fiat), 21,40: Müzik (küçük orkestra - Şef: Ne- cip Aşkını: 1 - Hans Echnelder - Meş- hur röfrenlerden - potpuri, 2 - Christian Ryming - Entermezo, 3 - Waldemar Gi- bise - Çakır keyfim - Viyana şarki 4 - Vitred Kijser - Serenad, 5 - Viktor Hruby - Viyana operetleri - potpuri, 6 - Ziehrer - Âşık - Romans, 7 - Gustav Macho - slakatto - Serenad, 8 - Gangiber- ger - Tiriili - küçük #lüt için konser parçası, | 9 - Frederik Hippman - Ormanda bir cü- ce duruyor - Haik şarkısı üzerine varyas- | yonlar, 22,50: Müzik konuşmaları - (Ce- vad Memduh tarafından), Vâgner hak- kında müsahabe ve muhtelif eserlerinden nümuneler, 2349 - 24: Son ajans hrber- yarınki program, leri ve öEENEEEASİEEEREEAEESESAEÜEAEKAKAKEASANANEAE - Mukadder olan ölüm za- » Hane, $ — Küçük harb gemisi - İşaretle an- Tatma. 4 — Korkak. 5 — Tembel - Sorgu edatı. 6 — Teneke yapıştıran maden, 7 — 'Tımak ellâsı - Kısırlık, 8 — Azhk. 9 — Sonuna «Lu» gelirse esk! zaman ışık Yantalarından ölür » Bir meyva, 10 — Pirinç zembili. Yukardan aşağı: 1 —— Çırılçıplak. 2 — Tahkikat - İrad. 3 — Halişüddem. 4 — Yiyecek » Iki ha: 5 — Bir nevi hiyar - Yaratan, 6 — Eşkiya müfrezesi - Bir adet. 7 — Almaktan emir - İmtiyazlanma, 8 — Baca kurumu - İşrele birlikle yenen, 9 — Emniyetli - Tathiratta ikullamılan buhar makinesi, 10 — Haykırış - Nota. Geçen bulmacamızın halli Soldan saka: 1 — Frankfort, 2 — Yaran, Ut,3 — Ra, Filinta, 4 — Bitik, Kast, 5 — Ada, Okipa, 6 — Liva Akl, 7 — Ayaz, 8 — En, Yaş, — Öt, Debagat, 10 — Hamarat, Yukarıdan aşağı: 1 — Farbala, Öz, 2 — Aldiyet, 3 — Ay, Tavan, 4 — Nafi, Az, Da, 5 — Kriko, Yem, - Pal, Kamba, 7 — Oniki — Tutsak, Nat, 10 — Tat, ha kadar: .—— Hay böyle Ikram böyle ziyafet olmaz olsun!,.. diye kıvrandım, dur- dum. İşte o günden sonra hiçbir giya- İcte gitmem... o Hikmet Feridun Es RADYOLINİ ile SABAH, ÖĞLE ve AKŞAM her yemekten sonra muntazaman dişlenriizi fırçalayınız| bitlerini toplyarak, Şutkanın mek. TURA TARİHİ Yazan: İSKENDER F. SER Çekof, ihtilâlci kadını delice KINA TELLİ Tetik No, 35 —7 e seviyordu. Şutka: “ Önce vatanı kurtaralın, dedi, şimdi sevginin sırası değil!,, Şutka: — Ben tuzağa düşmem... demişti. Gerçek, bu şeytan kadını tuzağa düşürmek kolay bir iş değildi. Mo- ğollara hizmet eden Ruslardan biri de Volga boylarında yakayı ele ve- Terek asılmıştı. Bu hâdisederi sonra paraya tama edenlerin de sayısı azaldı, Artık her- kes, Şutka'nın omuvaffekıyetlerini birer mucize gibi kabul ederek alkış- Myor ve ihtilâlci kadının etrafında toplananların sayısı gittikçe artr yordu. Şimdi, biraz da Şutkayı tanıtalım: Otuz yaşlarında bulunan ihtilâlci kadın - babası meşhur bir avci ol- duğundan - çok iyi nişanciydi. Kü- çüktenberi dağlarda büşümeğe, hay- vanlarla boğuşmağa, Kar üstünde yatmağa alışmıştı. Şutka on yedi yaşına kadar bir rahibden ders gör- müş, zekâsı inkişaf etmiş, fakat ih- tilâlei ruhu onu sakin hayat ya- şamaktan uzak bulundurmu$tu. Şutkanın babası bir Moğol tara- fından yaralandığı zaman, Şutka yir- mi bir yaşında ve aklı başında bir kızdı. Şutkanın babası ölürken: «— Moğollardan günün birinde İntikam almalısını, Şutka!l Eğer bu- nu yapmazsan, damarlarında baba- nm kanmı taşımıyorsun demekti Demişti, İşte Şutka babasının ölü- münden sonra Moğollara düşman olmuş ve yaşı ilerledikçe etrafındaki- lere istikiği fikrini aşılıyarak yerli- leri daima isyana teşvik etmişli, Moğol prensi ve Rusya hâkimi Ke- yük, Oktay hanın ölümünden sonra Karakuruma dönmek üzere Rusya- dan ayrılınca, Şutka, onun yokluğun- dan istifade ederek başkaldırmıştı Şi - Tingin bulunduğu memleketle Volg en aşağı on beş günlük bir mesafe vardı. Mevsim kış tı... Bütün yolları kar kapamıştı. Şi - Ting, Volgadaki isyanı duyunca, Şutkanın üzerine yürümek üzere bir mikdâar atlı göndermişse de, yolların kapalı olmasından bu atlılar Volgâ- ya varamamışlardı. Şutka ve onun yanında bulunan Kazaklar bütün gizli yolları biliyor ve Rus prensleri- ne istedikleri haberleri gönderiyor- lardı. Şi - Ting, yolda kalan Moğol atlı- larına başka yollardan giderek Vol- gaya yetişm emretmişti. Volga eyaleti de Moğolların idare sinde bulunuyordu. Fakat, isyan büyümeğe obaşlaymca, buralardaka Kazaklar, Moğollârı kesmeğe ve bu suretle isyan sahası genişlemeğe baş- Jamıştı. Şutkanın muvaffakıyetini duyan- lar birer birer ihtilâlcilere iltihak edi- yorlardı arasında . İhtilâlci kadın, Mogol gene- ralini tehdid ediyor General Şi - Ting bir gün, Şutka- dan şöyle bir tehdid mektubu alıyor: «Karakurumia Volga ara- sında bir kaç krallık vardı. Bunların temellerini devirerek Volgaya kadar geldiniz ve yur- dumuzu işgal ettiniz. Bugün Kazaklar hür yaşamak, istik- âile kavuşmak istiyor, Ben on- Jarı Moğol boyunduruğundan kurtarmağa ant içtim. Şimdi size bir teklifim var: Karaku- ruma gönderdiğiniz prens Va- silofu hemen Rusyaya iade edeceksiniz! Buna karşılık ben de buradaki Moğolları sağ ola- rak size göndereceğim. Bunu kabul edip etmediğinizi bildi. riniz. Eğer Vasilofu bize tes- lim etmezseniz, Volga boyla- rında bir tek Moğol bırakmı- yacağım, hepsini kesip doğ- rıyacağım...ş Şi » Ting bu mektubu alınca şaşır- dı. Onu, tacını yere vurduğu krallar bile bu derece tehdid etmemişlerdi. Moğol generali, bütün Moğol za- tobunu okudu: — Siz ne dersiniz? dedi. Bu kadın kime güvenerek Volgadan Moğolları almak istiyor? Moğol zabitleri, o güne kadâr bir kadın tehdidi Karşısında o bulunma- dıkları için, fena halde hiddetlenmiş- derdi. «— Karlı yolları aşarak Volgaya gidelim...» «— Şutkayı gebertelim...» «— Hayır... Onu diri olarak yaka- Jayıp - bütün Rusyada - boynuna Zincir takarak teşhir edelim...» Diyenler arasmda son teklifi ıs Tarla ileri sürenler çoktu. Şi - Ting de bu fikri kabi etti; — Yolda kalan atlılarımızı başka yollardan götürerek bir gün evvel Volgaya ulaştırınız. Ve Şutkayı diri olarak yakalayıp buraya getiriniz. Dedi. O gün $i - Ting'in tensib ettiği zabitler yeni biratı alayı İle - Şutkayı yakalamak üzere - yola çıktılar. Şutkanım tehdid mektubu bir kaç gün içinde her tarafa yayılarak Rus- ları ümide düşürmüştü. Artık Ruslar Şutkayı bir halâskâr diye takdis ediyorlardı. Herkesin ağ- zında onun adı dolaşıyordu. Hattâ Şutkanın çok yakında bü- yük bir Kazak ordusile, Rusyadan Moğolları sürmek üzere yola çıkaca- ği haberi bile dillerde dolaşmağa baş- Yamıştı Şi - Ting, maliyet zabitlerinden Sa- mo'yu da Volgaya göndermek iste- mişti. Fakat, Samo, komutanın &A- rayından ve bilhassa sevgilisi Olga- dan ayrılmak niyetinde değildi. Samo, kumandana hastalığımı ba- hane ederek sarayda kalmağa mu- vaffak olmuştu. Samo, Olgadan hem çekiniyor, hem de onu çılgınca seviyordu. Şi - Ting hâlâ Olganın sarayda bulunduğundan haberdar değildi. O, Vasilofun kız kardeşinin soğuktan donup öldüğü haberine inanmıştı. Moğol generali, prenses Olganın sağ olduğunu bilseydi, muhakkak ki, onu tevkif ettirecekti. Çünkü, $i - Ting bu kadının zekâsından çok korku- yordu. «Ortalığı karıstıran ve prens- leri birbirine düşüren bu kadındır.» derdi Olgarın nerede bulunduğunu bi- len *yoktu. Ruslar bile onu, Vasilof- la İmil'e gitti sanıyordu. 4Olga ora. da Keyükü elde edecex ve bir daha onun Rusyaya dönmemesini temine çalışacak! diyorlardı. Oysa ki, pren- s€s Olga bir kedi gibi, Samo'nun ka- panına düşmüş, Moğol sarayında iş- — Volga kıyılarında.. — Şutka! Bugün hava çok güzel. Ne kar var, ne tipi. Tar ve gitar ça- lan Don Kazakları simdi gelecekler, Onlara birer votka ikram etmek ve akşama kadar şu beyaz meydanda âlikoymak istemez misin? Şutka, kulübenin önünde duran oluz yaşlarında bir gence dik sesile cevab veriyor: — Çapulculara ikram edecek vot- kam kalmadı. Yarın öbürgün yar- dımcı Moğul akıncıları gelirse, bu baldırı çıplaklara içecek su bile bu- lamıyacağımı söyleyiver, Çekof! Delikanlı sustu. Kaşlarını çatarak, kapının önünde dolaşmağa başladı. Şutka bağırıyor: — Ben herkesi doyurabilir miyim? Eli silâh tutanlar peşimden gelsin dedimse, onlârı doyuracağımı da vadetmedim ya. Bu adamlar evlerin- de olursalardı yemek yemiyecekler miydi? Yurdlarını Moğol istilâsından kurtarmak için, yola çıkarken neden yiyeceklerini de beraber almadılar? Neden şimdi bana açlıktan, sefalet- ten şikâyet ediyorlar? Yarın Mogol- ların kılıçları altında can verirken, geride bırakacakları çoluk çocuklari- le ocaklarını ve erzak ambürlarını kim koruyacak? Bunları neden dü- şünmüyorlar da yiyecek e" “nim yakama sanlıyorlar? (Arsası var)