Artık yaşlanmağa başlamıştı. Fa- © kat bir türlü eski itiyadlarından, es- ki âdetlerinden vazgeçemiyordu. Bü- tün hayatı aşk ve kadın maceraları | arasında göğmişti. Sayılı Don Juan- lardandı. Şimdi, kır saçlarıma, çiz- gili yüzüne rağmen hâlâ da güzel adamdı, Hele neşesini hiç kaybetme- mişti, Son derecede de muzipti, Şakirin gârlb tabiatlerinden biri N de şu İdi: Çok süslü, çok boyalı, yaş- ; landığı halde hâlâ kendisini genç k sanan, bâlâ kendisini bir takım ha- “© fifliklerden alamıyân kadınlara kar- şi yalancı bir âşık rolü oynamak... Böyle Âdeta ihtiyarlamış, fakat bir türlü gözünü maceralı hayattan ayı- remamış kadınlara karşi yalancı © Aşık rolünü oynamağa bayılırdı. İşin tuhafı yaşı elliyi geçtiği halde, Yir- mi yaşında bir genç Kız gibi süsle nen, boyanan bazı kadınlar da Şa- kiri hakikaten kendilerine âşık sa- narlardı. Kır saçlı adam onlara ne diller dökerdi. Böyle kadınların karşısında © ne ateşli bir âşık gibi hareket eder- di. Onlar da Şâkrin bu halini ciddi- ye ahırlar, artık ne nazlar; ne istiğ- nalar!... Şakire bir kaç kere bunun doğru olmadığını söyliyerek: — Canım bundan ne zevk alıyor. sun?... Yalancı âşık rolü oynamak, hele böyle ihtiyarlamış kadınlarâ karşı olursa, insana me zevk vere- bilir? Şakir bu sözlerimize daima gü- >Tüyor: — Herkesin bir zevki var, diyordu, ben de bundan hoşlanıyorum. Hr- Kiki âşık olmak çok iztırablı bir şey- dir. Fakst yalancı âşık olmak haki- katen tatlı bir şeyi... Aylar böyle geçiyordu. Geçen yaz bir iş için Mısıra gitmem Jâzımgel- di. Vapura bindim. Güvertede dola- şırken bir de ne göreyim? Bizim Şa- kir vapurda değil mi? Başında bir bere... Sırtında şık bir m koğ- 5 tümü... Âdeta gençleşmiş — Hayır ola Şakir? ee böyle? — Misira... Bir İşim var... Gidip geleceğim! O günü bizim Don Juan daha ak- sam yemeğinde etrafında bir alay (gi kadın ahbap edinmişti, Bunlardan biri genç ve güzelce bir ecnebi ka- dındı. Şakir bilhassa onunla meş- gul oluyordu. Etrafındaki kadınlar arasında ne milletten olduğunu an- Uyamadığım yaşlı, fakat dehşetli boyalı, erkeklerin yüzüne gözlerini süze süze bakan bir kadın da vardı. İsmi Meri İdi. İki senedenberi İstan- bulda oturduğunu söylüyordu. Biraz fazla çaçaron, adamakıln ukalâ bir kadındı. Şakir ilk gece vapurun barındâ, yanındaki güzel ecnebi kadını mü- temadiyen dansa kaldırdı. Saatlerce onunla dans etti, durdu. Meri uzaktan Şakire tuhaf tuhaf bakıyor, galiba kendisini bir kerecik dansa için ona biraz da" içerliyordu. Nihayet bir aralık dayanamadı. Bir foksirot oynadık- tan sönra kanter içinde masasına dönen Şakire alaycı bir tavırla: — Van vah... Çok yoruldüunuz de- ğil mi?.. Amma hakkınz da var. Dans arkadaşınız sizden çok genç... O © dehşetli hızlı dans ediyor. Siz de © kendisine yetişmek için çok yorulu- ç yorsunuz. Halbuki meşhur bir ro © mahcı: «Dans evliliğe benzer, Hayat - yolunda yanyana yürüyecek karı ile koca arasında nasıl bir yaş uygun- luğu lâzımsa dansta da öyledir.» di- yor... Buna rağmen siz dans etmek için kendinizden çök geriç kadınları seçiyorsunuz. Şakir bu sözlerin altında kalır mı? şı kalbinizde bir ateş yanmağa baş- Meri birdenbire şaşırmıştı. Şakir bu zayıf ruhlu, yaşlı kadına da ya- Tanci bir âşik rolü öynıyarak onunla alay etmeğe karar vermişti. Meri: — Size karşı kalbimde neden bir &leş yanmağa başlıyacakmış? Deyince Şakir hemen cevab verdi; — Kalb kalbe karşı olur da'on- Daha sizinle karşılaştığım. dakikadan itibaren içimde bir! ateş hisseltim, Ve sizi görürgörmez ken di kendime: «İşte, dedim, hayatım- da mühim bir rol oynıyacak bir ka- dın!... Şakir gene eski oyununa başla. | mışlı. Hem de benim yanımda... Onu hafifça dürttüm. Fekat anir yan kim”... Sakir yalancı âşık rolün. de karşısındaki kadına dil dökmeğe devamı ediyordu: — Bana öyle bir baktınız ki... Gözlerinizin derinliği önünde başım dönd. Meri şaşırmış bir halde: — Aman bay Şakir... dedi, nim ki şaka söylüyorsunuz... Şakir şimdi coşmuştu: — Ne şakası madam, ne şakasıl... Beni deli etiğinizi görmüyor musu- nuz? Ne yaptığımı bilmiyorum... Sizi unutmak, sizin büyüleyici güzel- liğinize kendimi kaptırmamak için başka kadınlarla dans ediyorum... Hep bunlar sizin aşkınız yüzünden... Meri nazlı bir tavırla: — Aman, siz erkekler... emi- dedi, kim- bilir bu sözleri şimdiye kadar kaç | genç Kadına söylediniz... Meri bu sözleri ile kendisini de genç kadınlar arasına sokuyordu Ben gülmemek için kendimi zor zap- tettim; Fakat Şakir hiç bozmadı. — Sizi temin ederim ki şimdiye kadar hiç böyle olmamıştım. Hiç bir kâdin karşismda kendimden bu de- tece geçtiğimi bilmiyorum... Meri, Şakirin gittikçe hararetlen- diğini görünce kendisini büsbütün nâza çekmeğe başladı: — Rica ederim... dedi, eğer böyle devam ederseniz aramızdaki samimi arkadaşlığı da bozacaksınız... Şakir âdeta son derece müteessir- miş gibi: — Ne yapayım? Ne yâpayım?... diyordu... Elmide değil ki... Kendimi tutamıyorum ki... Bundan sonra Şakir Meri'ye deh- şetli “bir âşık rolü oynamağa başladı. Güvertede yanyana otururken ona göz süzüyor, bardâ kulağına şiirli kelimeler fısıldıyordu. o Meri'de bü- tün bunlara karşı yalancı bir hid- det... Bir naz, bir eda... Fakat ken- disini Şakire beğendirmek için ne kadar çalıştığı da belli idi Zaman zaman çantasından aynasını çıkarı- yor. zaten dehşetli boyali olan yüzü- ne bir kat pudra daha geçiyor, du- daklarının Kırmızısını tazeliyordu. Mısıra yaklaştığımız zaman artık Meri, Şakirin sözlerine Otamamile inanmış, bu ak saçlı, fakat yakışıklı adamın peşinden ayrılmaz olmuştu. Şakir artık bu şakanın kendi rahatı- ni kaçırdığım anlamıştı. Bu işe bir nihayet verme kistiyordu. Lâkin Meri bir dakika onun yakasını bırakmı- yol, gözünü açmıyordu. Vapurun ne- resine gitse: — Şakir!... diye hemen yanına sokuluyor, ona âşıkane diller dökü yordu. Şakir onu bir kaç kere başın- dan saymak istemişti. Fakat Meri: — Ne? Hain? Kalbimi çaldın... Gönül hırsız... Benim aklımı başım- dan aldın... diyerek onun yanından Halk şarkıları: Nebil oğlu İsmali Hakkı 1958: Börsa haberleri, 20: Hamiyet Yü- öğler Ve İrkadaşlarf tarahından Türk musikisi ve halk şarkıları, 20,47: Ömer Se) Doğrul tarafından arabca söylev, Saat ayarı, Şun Bedriye Tüzün stüd- pe orkestrası refekatile: 1 - Hafif müzik, 2 - Cazbant, 2130: Darültalim musiki heyeti: Fahri Kopur ve arkadaşları tara- fından, 22,10: Hava raporu, 2223: Man- dolin orkestrası: Dümerini idaresinde, 22550: Son haberler ve ertesi günün prog- rami, 23: Saat ayarı, istiklâl marşı, son. Ankara — (Öğle neşriyatı tecrübe ma- hiyetinde olarak yeni stüdyoda olacaktır.) Öğle beşriyatı: 1230: Alaturka plâk neşriyatı, 13: Haberler, 13,15: Karışık plâk neşriyatı. Akşam neşriyatı: 1830: Karışık plâk neşriyatı, 19,15: Türk musikisi ve halk şarkıları (Mustafa Çağlar), 20: Saat ayarı ve ârapça neştiyatı, 2010: Haberler, 4015: Türk müsikisi ve halk şarkıları (Müzeyyen Senar), 21: Karışık pâk neş- uyak, 2115: Stüdyo salön orkestrası: 1 - Alletter: La belle Rajah, 2 - Drigo: Les mililons d'Arleguin “No. 4 Polönnis, 3 « Mouasorgaky: OCopak, 4 - Alletier: Aubade du Berger, $ - Lanner: Die kö- imahtiker, 22: Haberler ve hava raporu, 2118: Bon. AKŞAMI Abone ücretleri Uh * Murat (Fen müsahabeleri), <i Ecnebi 1400 kuruş 7700 kuruş SENELİK 8 AYLIK 3 AYLIK 1 AYUK Posta ittihadına dahil ecnebi olmıyan memleketler: Seneliği 3600, altı aylığı 1900, üç aylığı 1000 kuruştur. Adres tebdili için yirmi beş kuruşluk pul göndermek lâzımdır. Şaban 26 — Ruzuhuar 172 B. İmsak Güneş Öğle Tkindi Akşam Yatsı|! K. 1125 107 649 937 1200 131 Va, 443 6201158 1455 1717 188 bir an ayrılmıyordu, Üstelik dehşetli kiskanç * bir kadındı. Vapurda, Mı- sırda zavallı Şakire gözaçlırmadı. Şâkirie beraber ayni vapurla İstan- bula döndü. Ben de beraberdim, Va- purda, Şakirin hoşlandığı tipte son derece güzel, genç kâdınlar vardı. Fa- kat Şakirin bunlara yangözle bâk- ması ne haddine?. Meri bir kere: — Hain... Beni nasıl iğisl ettin... Şimdi de gözlerin başkasında ha... diye başladı mı? iş tamamdı... Şakir vapurdan İstanbüla çıkar- ken: — Birader başıma öyle bir belâ al- dım ki... Vapurda göz âşinâlarım- İ dan güzel, genç bir kadın da vardı. Bir muziplik yüzünden ondan da ol- dum. Bu cadaloz bana söyahali zehir etti. Kadınlara karşı bir daha mi yalancı âşık rolü oynamak!... Tövbe. ler tövbesi... K Hikmet Feridun Es | ile SABAH, ÖĞLE ve AKŞAM her yemekten sonra muntazaman dişlerinizi fırçalayınız DİŞİ KORSAN Tarihi Yazan: İskender P. Sertelli Deniz Romanı Tefrika No. İS4 Yaralı ölürken, Dişi korsana bir yüzük uzattı: “Bunu Ayşeye götürün Sitti... ,, dedi Hacer denizden (o buraya gelir. ken, yanında iki bin kişlik kuvvet vardi. Demek ki Arabların yarısı te lef olmuştu. Hacer bu tuzaktan son- ra yarıya inen kuvvetile denize dön- mek istemiyordu. Kizkulesi önlerin- de kalan Selim Karvan bu hezimet- ten sonra Hacere neler söylemezdi? Hacer ertesi sabaha kadar bekli- yecek, Bizanslılar kapıyı açmazlarsa. reisleri toplayıp yeni tedbirler düşü- necekli, Dişi korsan hâlâ şehrin kapıları kendisine açılacağını ümüyordu. Acaba bin kişilik maiyetile şehre girebilseydi, ne yapacaktı? Şehir içinde üç binden fazla Bizans muharibi vardı. Şimdi bine yakın da Trakyalı bu kuvvete iltihak etmiş bulunuyordu. Bundan başka şehirde eli silâh tutan yerliler de Arablarla çarpışmaktan elbette geri durmiya- caklardı. Hacer bunları düşünemiyordu, Sin- yor Antonyo ona, Bizansa ilk geldiği gün: #— Bizanslılar bitkin bir haldedir. Şehre bir kaç yüz kişi girse, hepsi teslim olurlar!» Demişti. Hecer de, Gemelde bu inanışla Bizansın kapılarım zorlayıp duruyorlardı. Hacer bu müthiş bozgunu kolay kolây hazmedemiyecekti. Hiddetin- deri he yâpacağını bilmiyordu. Trak. yalı zabitler ona: — Merak etmeyin, diyorlardı, im- parator bizi feda ödemez. Hepimizin aileleri şehir içindedir; Her halde yâ- rın sabah hayırlı bir cevab 'alâcâk- sınız! * Hacer o gece ormanda kurdukları karargâhtaGenlel ile konuşuyor: — Melik bin Nasir acaba şehire gir- meğe muvaffak öldu mu dersin? — Umarım ki girmiştir, Sit! Gir- memiş ölsaydı, simdiye kadar burü- ya gelirdi. Gemel bundan sonra Hacere, Nasir hakkindaki düşüncelerini ânlatma. ğa başladı” Şehre girmek ne kadar güç İse, çıkmak ta o kadar zördür. Melik bin Nasir ancak Yedikule surlarından denize atlamak süretlle şehri terk edebilecektir. O civardaki deniz göz- cülerimize bir haber gönderseniz fe- na oltaz. — O bana, Haliçten gireceğini ve gene oradan döneceğini söylemişti. — Haliç surlarını Teofllos tahkim etmiş; Bizeinsı çok iyi bileni Trakyalı zâbitler bana Yediküle surlarından ' bir çoğunun yıkıldığını ve denize Kâ- dar uzanan yeraltı yollarından her. " kesih kölayea kaçabileceğini söyle- diler. — Sen onlara Bizansta casusumuz olduğunu söyledin mi? -— Hayır, Sitil Bunu ikimizden başka bilen yoktur. Böyle bir sırrı, başımı kesseler söyleniem. Ben sâde- ce onların ağızlarını yokladım. — İmparatorun şehirdeki vaziye- tini çök merak ediyorum, Gemel! Eğer Bizanslılar onun peşinden git- miyorlarsa, Antonyonun dediği gibi, şebri işgale bizim küvvetimiz yeterdi. — Ben hiç bir şeye yanmıyorum, Sit! Yolda bin müşkülütla yakala- dığim Mihalof gibi bir generali eli-. mizle Bizansa götürdük... Onun, im- paratörun sadık bir uşağı olduğunu Anlasaydık, bu tuzağa düşmezdik.., Ağaçların üstünde böykuşlar ötü- yor. Bu sirada hözin bir inilti duyuldu. Hacer kulak verdi: , — Bu, bir insan sesine benziyor, Gemel! Gemel omuzunu silkerek; — Hayır, dedi, uğursuz kuşlar ötü- şüyor. İnilti arasında bir ses yükseldi: — Ölüyorum... Bana biraz su ve- ren yok Mu? . . külüyordu. Onun ölümü bütün kor- ga bir bulut öörüüler. 7 — Buradaki baykuşlar insan gibi konuşüyorlâr galiba... Gemel mahçup oldu. O da Hacerin arkasından kalktı. — Belki yaralılardan biridir, Sitti! Istirâhâte çekilen omücahidlerin arasina karıştılar. «Parmağımdaki yüzüğü Ay- şeye götürün... Başka birşey istemem!» Hacer yüksek sesle bağırdı; — Kimdir o inliyen?... * Yerde yatan mücahidler: — Ahmed Cebbar vurulmuş. yâ rası ağır” rliyeh odur. Bizi de râ- hatsız ediyor. Uyuyamıyoruz. Dediler. Hocer birden titredi: — Cebbar... Diye haykırdı. Gemel; — Akşama kadar sesi çıkmıyan .Cebbarın vurulliğinn kimseden düy- Mmüdik,. Diye önyileniyordü. Biraz"ötede “bir ağacın altında ya- tan genç ve iri boy'lü bir adam inli. yerek cevab verdi: — Biraz su İstiyorum, Sittil Hiç kimse vermiyor. Hacer, Ahmed Cebbarın yanına koşmuştu. Etraftaki mücahidler; — Su içerse, ölür, Diyorlardı. Gemel de bu fikirde idi. Hacer derhal yerdeki korsanlardan birinin matarasını alarak, e ağzına su akıtlı. — Nerende yaran?... — Göğsümde, Sikti... .—— Gündüzdenberi neden söyleme- din — Yaramı kendi elimle sarmıştım, Sitti!. Kurtulacağımı umuyordum. Fakat, şimdi... — Çök mu muztaripsin? — Tahammülüm kalmadı... Ka- rım ve çocuklarım gözümün önüne geldiler... Karşımda bir mezar açıldı ve o mezar beni süralle kendine çe- kiyor, SItti! “Ben ölüyorum... Hacer çok müteessir olmuştu. Ah- med Cebbar onun en çok güvendiği korsanlardan biri idi. Cebbarın-müt- hiş “bir palası vardı. OO; bir vuruşta bir kaç kişinin başını yere düşüren meşhur bir'korsandı. Cebbar mataratlaki suyu kana ka- na içti. gözlerinin içinde hazin bir tebessüm belirdi ve elirii Hacere uza- târak yalvardı: — Şu parmağımdaki yeşil taşlı yü- züğümü Ayşeye götürün; Sitti! Siz- den başka; bir şey istemem... Hacer, Cebbarın parmağındaki yüzüğü aldı.“ Cebbarır ağzından başka bir keli- me İşitilmedi; Birden başi REM üstüne düştü. Dudaklarının arasından yemyeşil bir salya akıyordu. Gemel: — Bizanslıların okları zehirli Diye bağırdı ve Ahmedin başını yavaşça yere biraktı. ii 'Hamdanilerin eni meşhur ve cesur. yiğitletinden biri daha Bizans surla- ri önünde zehirlenerek'can vermişti. Hacetin gözletinden âkan yaşlar “Ahmedin gittikçe soğuyan alnıma dö- sanların maneviyatını sarsmışta. Hacör: — Allahım, sen bize merhamet etli Sen bizi yurdumuza mağlüb olarak çevirme! Diye yalvârarak, sendeliye söndeli- ye döndü. ve o gece sabaha kadar gözüne uyku girmedi. Ertesi sabah gökyüzünde bir bulut gördüler! Güneş yeni doğuyordu. Korsanlar gözlerini açınca gökyü-