21 Ekim 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7

21 Ekim 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

N çer AKŞ Sahife 7 Yabancı memleketlerde türkçe konuşanlar 4000 yaşında ağaçl Bunlardan birinin yüksekliği 190, gövdesinin kutru 37 metredir Son fırtınada devrilmek tehlikesi gösteren bu ağaçlardan birini kesmek için mühim tertibat alınıyor Amerika birleşik hükümetlerinde geçende şiddetli bir fırtına çıkmış, bu fırtınadan sonra birkaç bin sene- lik muazzam bir ağaç yıkılmak teh- likesi göstermiştir. Bu sebeple hükü- met ciddi tedbirler almağa mecbür olmuştu. Ağaç demir potrellerle tut- turulmuş, fakat buna rağmen muha- faza edilemiyeceği (o anlaşıldığından ağacı kestirmek için tertibat alınma» ğa başlanmıştır. Bu tertibat yeni bir bina inşası kadar mühimdir. Ağacın etrafında büyük iskeleler kurulacak, elektrikle işler mâkineler getirtilecek, üst dallardan başlanarak yavaş y&- vaş'ağaç kesilecektir. Bu işbir kaç ay sürecektir. Yeryüzünde çok büyük, çok yük- sek ağaçldr. vardır. Fakat bunların en büyüğü, en yükseği Amerika bir- leşik (o hükümetlerindedir. e Evvelce coğrafya kitapları en büyük ağaçlar rın Afrikadaki Baobab ağaçları oldu- ğunu yazardı. Bunun doğru olmadi- Zi anlaşılmıştır, Amerikadaki ağaçla- rın yanında Baobab âdeta cüce gibi kalmaktadır. Şimali Amerika ormanlarındaki büyük ağaçlar iki sınıfa ayrılmakta- dır. Birincisi Seguoina Sempervivens denilen ağaçlardır. Amerikada bun- lara Redwoods yani kırmızı ağaç de- nilir, İkinci sınif Seguola Gigantea- dır. Halk buna da Bigtrees der, Avrupada bu iki sınıfa mensup ağaçlardan yoktur. Birinci sınıfa mensup ağaçlar senenin her mevsi- minde yeşildir. Bunlarm yassı yap- rakları yoktur. Çam ağaçlarındaki tarzda İğne gibi yapraklar vardır. Redwoodsların kabukları müthiş ka- lındır, Bazan bü kalınlık bir metreyi bulmaktadır. Bigtrees- 2000 metreden yüksek yerlerde bulunur. Bu ağacı ilk defa görenler şaşırmışlardır. Bunlar gör- düklerini anlattıkları zaman yalan söyledikleri zannedilmiş, fakat tedki- kat yapıbnca doğru olduğu anlaşıl- mıştır. Bu ağaçlardan ilk görülenler 93 metre yüksekliğinde, kuturlari 28 metre idi. Bütün bir sınıf talebesi ağacın etrafında dans edebilirdi. Sonraları daha çok büyük ve çok yaşı ağaçlar bulunmuştur. Bunlar- dan birinin yüksekliği 190, kutru 37 metredir, Yapılan tedkiklerde bu ağa» cın 4000 snelik olduğu anlaşılmıştır. Bu binlerce ,senelik ağaçlardan bazılarında büyük kovuklar hasıl ol- maktadır, Bu kovuklarda bir âile râ- batça barınabilir, Amerikada kesilecek olan ağacın. yüksekliği 138, kutru 34 metredir, Bu ağacın 2500 senelik olduğu tahmin ediliyor. Fransada tiyatro mecmualarında çalışmış olanların muavenete muhtaç bir halde kalan ailelerine yardım et- Mek üzere müzikhollerden birinde büyük bir sü“ tertib edilmiştir. Bu süarede en tanınmış artistler arzu eden- “lerle 50 #rank mukabilinde dans etmişlerdir. Bundan elde edilen para yardım. sandığına verilmiştir. Yukarıdaki re- -simde Jozelin Beker ve diğer bazı artistler 50 frank mukabilinde dans ederlerken görülüyorlar. — Hiç ümid etmediğiniz yerde, ümid etmediğiniz insanlar türkçe biliyor Fransız belediye reisi 40 sene evvel askeri tıbbiyeden çıkmiş Suriyeli bir doktor, Parisli tüccar da Mülkiye mektebinden birincilikle çıkmış eski Hazinei hassa memuru imiş! İnsan yabancı memleketlerde s8- yahat ederken, bazan hiç ümid etme diği yerde, ümid etmediği insanların mükemmel türkçe konuştuklarını hay- retle görüyor. Bir kaç ay evvel bu hal bir kaç defa başıma geldi: 1 — İstanbuldan Marsiliyaya gk derken bindiğim vapurda bir kelime türkçe bilmediğini zannettiğim İs- veçli bir profesör bana türkçe hitap etti ve uzun müddet türkçe görüştü. Collinder adındaki bu profesörün na- sıl türkçe öğrendiğini ve lisanımız hakkındaki düşüncelerini yazmıştım. 2 — Pire rıhtımında bir çok şoför etrafımı alarak: «Buyurun beyim, Atinayı gezdirelim: dedikleri zaman bunu tabii buldum. Çünkü Pirede ve Atinada halkin büyük bir kısmının türkçe konuştuğunu biliyordum. Fa- kat Napoliye çıkınca rıhtımda iyi gi yinmiş biri yaklaşarak türkçe: — Haş geldiniz efendim... İstanbul- dan geliyorsunuz değil mi?... Birşe- ye ihtiyacımız var mı?... Dediği zaman hâyret ettim. İptida kendisini Rum zannettim. Meğer İtalyanmış. Sordum: — Türkçeyi nereden biliyorsunuz? — Dört sene İstanbulda garsonluk ettim, Şimdi burada mercan satan şu mâğazada çalışıyorum. Ah İstan- bul, ne güzel yer... “3 — Marsilyada, önünde hevenk hevenk muzlar asılı bir dükkân gör düm. Tanesi 50 santim, yani 70 pa raya... Bir kaç muz almak için içeri- ye girdiğimiz zaman dükkân sahibi mükemmel türkçe konuşmaya baş- Jadı, Meğer beyaz Rusmuş, İstanbul- da bir kaç sene kalmış, Odâ: <Çok şükür geçiniyoruz, fakat ah İstanul> dedi, 4 — Vichy'de banyo dairesinde epeyce türkçe bilen var, Fakat bildik- leri pek az, Bunlar Fransız Şark or- dusunda askerliklerini yapmışlar ve bu ordu ile İstanbula gelmişler. İçle- rinde Jilbert isminde birisi İstanbu- lun güzelliğinden bahsederken müte- mâdiyen Bakırköyü methedip duru- — Bakırköy fena yer değildir am- ma, İstanbulun daha çok güzel semt- leri vardır. Meselâ Boğaziçi, Adalar filân... dedim. O, yine fikrini değiş- tirmedi. — Baırköy hepsinden güzel... Adamcağız galiba İstanbulun Ba- » kırköyünden başka yerini görmemiş. Yahut Bakırköyden pek tatlı bir ha- tıra ile ayrılmış. 5 —Vlehy'de bir mağazadan ufak tefek alıyorduk. #Şunu mu alalım, bunu mu?» diye konuşurken, tezgâh- tar söze katışlı. Türkçe olarak: — Efendim, ben olsam şunu âlır- dım, bu daba dayanıklıdır... dedi Meğer bir zamanlar İstanbulda Şpizel mağazasında tezgâhtarlık et- miş, On senedenberi Vichy'de imiş. Yukarıda saydığım vakalara daha bir çoklarını ilâve etmek kabildir. Fakat bunların içinde en garibi şu- dur: Marsilyadan vapurla İstanbula dö- nüyordum. Hareketimizin ertesi gü- nü güvertede dolaşırken yanıma bir Fransız yaklaştı, Türkçe olarak şu söz- leri söyledi: — Demin bir saat mükâlemenize kulak misafiri oldum. Türkçeyi din- lemek bana büyük bir zevk verdi. Ku- surumu affedin. — Estegtrullah... Fakat türkçeyi ne güzel söylüyorsunuz... - Tabii değil mi efendim?... Ben esasen Suriyeliyim. Fakat 40 sene evvel Suriyeden ayrıldım, Fransaya giderek Pariste yerleştim, Fransız ta- biiyetine geçtim Fransada evlendim. Bugün Fransızım. Çocuklarım fran- sızeadan başka lisan bilmezler. — Maşallah, kırk sene içinde türk- çeyi unulmamışsınız. — Nasıl unutabilirim ki türkçenin garamızına vakıfım, mülkiye mekte- binden birincilikle mezunum. — Yaaa... — Evet efendim. O zamanlar Ab- dülhamid Âl mekteplerden birinci çıkanlara birer altın saat verirdi. Bu saati ben de almışımdır... Ali Seydi sınıf arkadaşımdı, bir kaç sene evvel vefat ettiğini haber aldım, Yine sınıf arkadaşlarımdan Haşim vardı. Vapur İstanbula varınca onu bulacağımı ümld ediyorum. Belki merak edersiniz diye kendi- mi tanıtayım. Adım İskender Abdel- nurdur.. Mülkiye mektebinden çık- tıktan sonra kısa bir müddet ha- ginei hâssada kâtiplik ettim. Sonra memuriyet hayatını, o zamanki ya- şayışı iyi bulmadım; Fransada yer- leştim. Pariste ticaretle o meşgulüm. Bir zamanlar Amerikada da büyük bir ticarethaneni vardı. 929 daki buh- randan sonra Amerikada işlerimi tasfiye etmeğe mecbur oldum. — Fransada işler nasıl ? — Orada da buhran var. — Fransa zengindir, buhrandan çabuk mütgessir olmaz. — Fransa zekgin idi, şimdi zengin- dir denemez. 40 saatlık hafta kanunu Fransayı berbat etti. B. Abdelnur bir müddet Blum hü- kümetinin Fransaya büyük zararlar verdiğinden, bugün bu zararları t6- Mâli için çâlışıldığından bahsetti. Sonra vapura çıkmakta olan üç ki- şiye bakarak; — Ağabeyim, oğlu ve gelini ile ge- liyor. Onlarla sizi tanıştırayım... dedi, Bir kaç dakika sonra yammızda beyaz sakallı bir zatla siyah sakallı bir genç, bir de sarışın bir Fransız kadmı geldi. B, Abdelnur takdim etti; — Ağabeyim Abda Abdelnur, oğlu ve gelini... Beyaz sökallı zat aslen doktormüş. Bizim askeri tıbbiyeden çıkmış, bir iki sne orduda doktorluk etmiş. Sonra çekilerek Fransaya gitmiş. Paris civarında yerleşmiş ve şimdi O mahallin belediye reisi imiş. Bu zat da türkçeyi unutmamış. Yolda B, İskender Abdeinur İle bir çok defalar görüştük. Yeni Türkiyeye karşı hayranlığından hararetle bah- setti. «Mektebi mülkiye ne oldu? Fi- lân yer nasıldır? Şehzadebaşı duru- yor mu? Harbiye nezareti ne oldu?» tarzında bir çok sünller sordu. Vapur İstanbul girerken bayağı: heyecan içindeydi: — Ne yazık ki İstanbulda ancak bir gün kalacağız ve aynı vapurla yolumuza devam edeceğiz. Maamafih ilk fırsatta İstanbula gelmek istiyo- rum... diyordu. — E.T, Pasta ittihadına dahil olmıyan ecnebi memleketler; Seneliği 3000, altı aylığı 1909, üç aylığı 1000 kuruştur. Adres tebdili için yirmi beş kuruşluk pul göndermek lâzımdır. Şaban 26 — Hızır 169 8. İmsak Güneş Öğle İkindi Akşam Yatsi LUAN 2M 5 034 1200 ımı Va. 439 616 1159 1459 1731 1852 İdarehane: Babıâl çlvanı Acımusluk sokak No, 13

Bu sayıdan diğer sayfalar: