— Azizim, darılma amma son de rece maymun iştihalı bir adamsın. Bundan bir sene evv «Aman kardeşim, dedim, kine çok itimad ettiğim bir mimarsın. Bana fevkalâde Ni ie ev yapa- caks ve sözle Jarımı bu evi y gibi olr görse bu evi son de- tam, Kendin sm. Fak, rece beğ Ben senin evleneceğini, bir yuva ku- rTacağını beklerken şimdi uğrunda bu kadar para, bu kadar emek sarf- ettiğimiz bu evi satıp seyahate çık- mak istiyorsun. Kırk yaşına geldin, Hâlâ serserilikten vazgeçmedin, Pa- ran pulun var, Neden evlenmiyor. sun bilmem ki... Orhan birdivana uzanmış, elin. deki ince bir kordonu çeviriyor, ar- kadaşı mimar Şevketi dinlemiyordu bile... Fakat Şevketinde hakkı vardı. Orhanın hayatı seyahatler, macera- larla geçiyordu. Arkadaşları onun otuz beşi geçtikten sonra uslanaca- ğını tahmin ederlerken o büsbütün çığrından çıkmıştı. Bir sene evvel bu köşkü yaptırtır- ken herkes artık Orhanın O bitip tü- kenmez seyahatlerden vazgeçeceğini, bundan sonra sakin bir hayat geçi- receğini, hatti evleneceğini tahmin etmişti. Halbuki işte şimdi Orhano el eyl fiân satıp tekrar maceralar peşine koşmağa hazırlanıyordu. Mimar Şevket arkadaşı Orhana daha birçok şeyler söyliyecekti. Bir aralık içeriye Orhanın hem bahçe- vanlığını yapan, hem de sokak işleri- ni gören «Ahmed baba; girdi. Orhan sordu: — Ne var Ahmed baba?.. Ahmed baba: — İki kadın gelmiş, dedi, evi gez- mek istiy DAME ya, zdiriver, Biraz sonra id ei bir takım İ ayak meleri işittiler. Şevket: i şorlar.. an yerinden kalktı: — Acaba nasıl insanlar?... diyerek Odanın kapısından başını uzattı. Evi gezenlerden biri ihtiyar bir kadındı, öteki cıvıl cıvıl öten, esmer, simsiyah gözlü bir genç kızdı. Orhan içeriye çekilerek: dedi. Arkadaşının her sözünü tenkid et- mekten zevk duyan mimar Şevket: — Güzelse sana ne?.. dedi, evlene- cek misin? Nişanlanacak mısın? Orhan arkadaşile eğlendi: Ne kızıyorsun yahu. Hem belki evleneceğim... Sonra bilmez misin güzele bakmak sevapmış! Dışarıdan genç kızın civil civil se- si işililiyordu: — Aman ne güzel ev değil mi an- ne?... Fevkalâde... Fevkalâde... Ope- ret #ilimlerinde yeni evlilerin balay- larını geçirdikleri köşklere benziyor. Anne şu merdicvenin güzelliğine bak. zın annesi cevap veriyordu, — Gördüm kızım gördüm... Fev- kalâde güzel ev... Fakat zannederim çok pahalı olacak, bizim kesemize elvermiyecek... — Ev değil, kuş kafesi, kuş kafesi... Ah anneciğim, şöyle bir evde oturma” sını ne kadar İsterdim... Şevketle Orhan mutfağın yanın- daki odada oturuyorlardı. Bu esna- da genç kızla annesi mutfağı gezi- yorlardı, İki arkadaşın bulundukları oda biraz çıkıntılı idi. Bu çıkmtıdan mutfak adam akılı gözüküyordu. Açık pencerelerden mutfaktaki genç kızın sözleri de işitiliyordu. — Anne... Rica ederim şu mutfağa bak... Mutfak değil, âdeta lâbora- tuar değil mi? İnsanın burada kolla. rını sivayıp yemek pişireceği geliyor. Aman ne güzel mutfak. Şu ocağa, şu dolaba bak... Böyle bir mutfağım ol- masını ne kâdar isterdim. Düşün bir kere önümdeki şık bir önlük şu gü- zel ocağın başında yemek pişiriyo- rum. Bu mutfak insanda âdeta ye- mek J nek zevkini uyandırıyor. Orhan pencereden genç kızı seyre- diyor, onun önünde şik bir önlükle bu muntazam öcük karşısında yemek pi- EV GEZERKEN şirdiğini gözünün önüne getiriyordu. Hakikaten buçıtıpıtıkız buşık ve şimdiye kadar hiç kullanılmamış mutfağın için ne güzel, necana yakın bir ev kadını olurdu. Fakat genç kız: — Ne güzel, ne fevkalâde ev... dikçe ihtiyar kadın: O kadar heveslenme. uz bir flate ver- rt kızın an- sormağa me€- de- nesi Ahmed babaya bur oldu: — Kuzum efendim... Bu evi kaça veriyorlar biliyor musunuz? Ahmed baba buna ev vermek istemedi: — Benim fiatlen haberim yok. Evi beğenirseniz sahibi ile fiati görüşür- sünüz... dedi. Fakat ihtiyar kadın: — Canım sizin de kulağınıza çalı- han bir fiat olmuştur. Tahminen ne kadar istiyorlar, bilelimde bizde ona göre teşebbüs edelim... Ahmed baba cevap verdi: — Galiba ondört bin lira lar. Bu fiatten aşağı vermezler, İhtiyar kadın: «— 14,000 lira mı? dedi, bizim için çok pahalı... Çok pahalı... Ev çok güzel, on dört bin lira eder... Hatt fazla değeri var amma bizim için fat pek çok... Bundan sonra kızına: — Sabahat yavrum... gezmiyelim dedi, lira verebilir miyiz? Genç kız: — Ah anne, dedi, ne olur, hiç ol- mazsa fırsat düşmüşken bu güzel evi gezelim...-Burası o derece hoşu- ma gitti âdeta dışarı çıkmak istemi» yorum, Ne olur gezelim anneciğim Orhan onları hâlâ pencereden 5 rediyordu. Genç kızım o kadar cana yakın bir hali vardı ki o aksiliğile meşhur Ahmed baba bile ihtiyar ka» dına: — Canım, dedi, madem ki küçük yor bir kere evi şöyle gezi- â cevap Boş yere biz on dört bin Mutfaklan çıktılar. Şimdi Orha- nın bulunduğu odanın yanındaki banyo dairesini gi genç kızın sesisini i Anne... Bayı görüyor mu- ayıldım bu banyoy: Yere gömme, ne Hani utan- masam söyurup şu banyoya girivere- ceğim geliyor... Şuraya bak anne, Şi güzelliğe bak... Her yaptıran insanlar çok . zevk sahibi olacaklar... Ne güzel, ne güzel... İhtiyar kadınm sesi: Çok güzel... Çok güzel kızım amma ne yapalım ki © kadar para- mız yok... Evi gezenler, banyo daire- sinden çıkmışlar Orhanla Şevketin bulundukları odanın önüne gelmiş- lerdi. Orhan yavaşca kapıyı kapa- mıştı, Ahmed baba: — Burada da bir oda var... Fakat içinde şimdi ev sahipleri bulunuyor. dedi, Genç kızla annesi bu odayı gör- meğe lüzün: görmeden yukarı kata çıktılar, İki arkadaş bir müddet onların 10 m m A AT | pencereden onun yukarıdan gelen seslerini dinlediler, Sonra merdiveni ayak sesleri işitilmeğe başladı. iyorlardı. Genç kız annesine — Ah anne... diyordu, tasavvur edemezsin, bu evi ne kadar beğen- dim... Düşün bir kere... O bâlkonlü, güzel manzaralı oda ne güzel yatak odası olur değil mi? Kapıdan çıktılar, Bahçedi rken genç kız dönüp di sına bakıyordu. Genç kız eve bakıp — Ne güze ev! derken Orhan biçimli vücudunu seyrederek; — Ne güzel kız... yordu. O günden sonra Orhan her zaman genç kızın evinin önünden geçtiğini görüyordu. Herhalde civarda bir yer- de oturuyordu, Genç kız her önünden geçişinde başını çeviriyor ve hayran hayran eve bakıyordu. Orhan isminin Sabahat olduğunu öğrendiği kiza bazen sokakta rastir yordu. Nihayet küçük bir vesile ile tanıştılar. Dostlukları ilerledi Orhan genç kıza kendisini küçük maaşlı bir memur oarak o güzel evde işti diye mırıldanı- Sabahat O) iy beraber geziyorlardı. Ekseriya yolla" ri Orhanın evinin önüne düşerdi. O zaman Sabahat evi Orhana göste- rir: — Ne güzel öv... Ne fevkalâde ev değil mi? diye sorfrdı, Genç kız böyle söylerken bir de- fasında Orhan: — Sabahat... olsa... Genç kız: «Nerede bizde o saadet?» gibi Orhana baktı, Bir gün Orhan, Sabahati bu evin önünde durdurdu, — Haydi... dedi, içeri girelim., Sabahat şaşkın: — Orhan... Sen çıldırdın mı? diye mırıldandı... Fakat Orhan ie anahtarı Gcsnahat hâlâ içeri girem Orhan onu. elin- den çekti. Genç kız bir rüya içinde gibi idi. İki ay sonra evi istediği gibi tanzim etmşti, Yukarı kattaki balkonlu oda- yı yatak odası yapmışlardı. Gündüzleri Sabahat sırtında açık | tuara benzi- yemek hâ- mavi bir önlük yen mutfakla kocasına zarlıyor. Orhan da artık serserilikten ve maceradan vazgeçti. Şimdi Sabahat mutfağını çok seviyor, fakat acaba bu sevgi ne kadar devam edecek? HİKMET FERİDUN ES KÜÇÜK İLÂN okuyucularımız arasında EN SERİ, EN EMİN EN UCUZ vasıtadır. Alım satım, kira işlerin- de iş ve işçi bulmak için istifade ediniz! x Baş, Diş, Nezle, Grip Romatizma Nevralji, kırıklık ve bütün ağrılarınızı derhal keser. Haan AŞAN İcabında günde 3 kaşe alınabilir. MARSA ağrıları geçirir dedi, şöyle bir evimiz Tarihl ağa ve onların sela muvaffak olmuştu. Hattâ maiyetindeki gemilerin bir çoğu da | atti, Fakat, | tirak etmi- fikir etra- fında topl anmağa temay yen dahs nice kabileler vardı. Eğer bütün çöllerdeki Araplar bir araya ve bir maksat etrafında toplanmış ol- salardı, hem zengin olurlar, refah içinde yaşarlar, hem de bütün Avru- paya dehşet salarlardı. Böyle büyük ve birleşik bir kuvvetten hangi dev- let yılmazdı? O sırada İspanya Endülüs Arap- rpışıyordu. Portekizliler kor- dolaşıyor.. Venedikliler argaşalıkları bastırmağa ça- lışıyordu. Avusturyada ihtilâller var- dı. Malta korsanları dağınık bir hal- de yaşıyorlardı. Akdenize toplu ola- rak çıkacak kırk elli teknelik bir donanma bu sahillerde neler yap- mazdı! Gemel eski bir deniz kurdu Tecrübesi çoktu. — Hele biraz bekliyelim, Sitti! de- di. Bizanstan muzaffer olarak dö- nersek, kırk iki kabile Teisini davet eder ve bir kurultay topliyarak bu işi konuşuruz. Bu suretle Arap tari- hine de adınız geçer... Zaten yarar- idi. | gemiye aldık. | ne atılıp bıçağını elinden almamış ol- i Jar, lıklarınızı, ve sonsuz fedakârlikları- nızı takdir etmiyen kim var? «Ölüm boğazı» ndan geçerken «Ölüm Boğaxt> (1) ımdan geçiyor- Jardı. Gemel: — İşte burası Hamdan'ın korsan- arla boğuştuğu ve yaralandığı yer- dir, dedi, Ki yalı korsanlar burada yakalayıp direğe asmışlardı. Hamdan direkten dişlerile ipi çözüp kendini denize atıyor.. ve yüzerek boğaz dışına çıkıyo: Onu nasıl kurtardınız sonra?.. — Biz ö sırada Kefalonyalıları ko- valamak üzere Ölüm Boğazına ke- dar yaklaşmıştık. Uzakta dalgalar arasında bir a n çabalayıp dur- duğunu gördük.. yanına yaklaştık ve Hamdanı tanıdık. Zavallının yüz- meğe, çabalamağı mecali kalma- mıştı artık. Hemen onu kurtardık, Hacer, Gemelin dinliyordu. Hamdan, Saidin çok iyi ve sa- | dık arkadaşıdır, öyle değil mi? — Evet, o, Salde çok bağlıdır. Çünkü, Sait ikidefla onu ölümden kurtarmıştır. Birincisinde Hamdanın hasımları onu bir adanın meyhane- sinde tuzağa düşürmüşlerdi. Ben de Saitle beraber adada dolaşıyordum. Birdnebire acı bir ses duyduk.. Sait benden önce fırladı. meyhanenin içine girdi. Rodoslu bir haydut bir- denbire ayağa kalkarak bıçağını çekmişti. Eğer Sait haydudun üzeri- sözlerini merakla saydı, Hamdanm başı bir anda ye- re düşecekti. Hamdanı öyle avlamiş- öyle sıkıştırmışlardı ki. elini kaldırmağa vakit bulamamıştı. — Hamdanı öldürmek istiyen hay- duda ne ceza verdiler? — Derhal gemiye götürdük.. ipe çektik. Ve gülerek ilâve etti: — Korsanların bundan başka ce- zası var rmdır? Biz, ölüme mahküm kimseleri derhal sancak direğinde asarız. — Hamdan ondan sonra Siade candan bağlandı, değil mi? — Hamdanın sersemliği gittikten sonra, Saidin yanına koştu.. dizlerin- den öptü: «Beni ölümden kurtar. dın! Bundan sonra senin sayende bedava yaşıyacağım..» dedi. Fakat, ikinci vaka bundan daha mühimdi. O da meyhanede mi geçti? Hayır, gemide. Bir akşam geç vakit Mişinadan kalkıyorduk. Deniz coşkundu.. dalgalar gittikçe büyü- — - DİŞİ KO Deniz K Yazan: İskender F. Sertelli Te Hacer, Bizans önlerindeki arap donanma geliyordu. ( Ölüm Boğazı ) nı kolayca geç. yordu, Kumaş yüklü yelkenlisini kov: re ediyordu. Zaten sinde dalma dümenci! talık kararmağa bâ zin içine ço k haklı bir endişe düştü. Acaba en; re açıl; , KO) layca dö- nebilecek miyiz? Ya kuma aş yüklü gemiyi çevirmeğe mu! ak olamaz sak... Ne yapacağız? Çünkü, İspan- yol gemisi bizden daha hafifti, bel. liydi ki kalafattan da yeni çıkmıştı. Dalgaların üstünden martiler gibi sekerek uçup gidiyordu. Aramızdaki mesafe gittikçe uzuyordu. Bu sırada forsalarımız arasında b.ınan bir İspanyol kürekçisi na- sılsa bacğ;, 5Maki zincirle, verteye çıkmıştı. Bu ad: sadı İspanyol gemisini bizim elimiz- den kurtarmaktı. Hacer sordu: — Kurtarırsa ne kazanacak: — İspanyol gemisinin kaptanı kar- deşi imiş. #Ben esir düştüm. Hiç ol- mazsa O kurtulsun.» diyerek, dü- men tarafına doğru yürümüş. Güver- tede gözüne ilişen bir demir balyo- zu kapınca Hamdanın üzerine alıf- miş. Oysa ki, Suld, Hamdanın üzeri- ne doğru ilerliyen bir gölgeyi uzak- tan görerek, süratle p en ğe dirmeden - koşmuş.. tam elini kaldı- rp Hamdanm başına indireceği sıra- da, Sait, İspanyol esirinin bileğinden yakalamış. demir balyoz hızla yere düşmüş ve esirin korkudan dudakla- rı çatlamış. Fırtınanın şiddetinden Hamdan bir şey duymuyordu. Bu gü- rültüden sonra hepimiz dümene koş tuk.. İspanyol esirini orada görün- ce şaşırdık. Sait: «Hamdanı öldüre- cekti. kolundan yakaladım. Hemen asalım melünu..» diye bağırdı. H: forsayı derhal yakalayıp İpe çektik. Hamdan bü tehlikeyi de atlatınca: «Artık, ölümden korkmam, dedi, Sait Hinr gibi imdadıma yetişiyor. Bun- dan sonra Azrail bile yanıma sokü- lamaz!» Gerçek, bu vakadan sonra ölüm Hamdana sokulmadı. — Hamdan bu uzun boğazı nasıl geçmiş? — Bu bir mucizedir, Sitti! O ha- diseden sonra bir çok dalgıçlar ve yüzücüler bu tecrübeyi yapmak is- tediler.. muvaffak olamadılar. — Burada böyle bir tecrübeye ne- den lüzum görmüşlerdi? — Korsanlar buradin geçerken dalma pusuya düşebilirler. Uzun mesafeli yolları yüzmek lâzımdır. — Hava açık, değil mi? — Yıldızlık. Fakat, iki saat fırtma çıkacak, — Boğazı hâlâ bitirmedik mi? — Burası dünyanın en uzun bo- gazıdır... Geçtikten sonra reisler bu- rada dalma bir kurban keserler. Hattâ eski Romalılar buradan geç- tikten sonra: «Boğaz kurban istiyor!» diyerek, ayağı demir bağlı bir esiri denize atarlardı. Biz bunun yerine bir koyun atıyoruz.. — Boğaz çok limanlık.. — Tehlike boğazda değil. Boğa- an kıvrımlarında kurulan pusular- da. — Şimdi bizim için de bir tehlike var mı dersin? — Belli olmaz, Sitti! Belki de âri- ZASIZ geçeriz. — Ben, karşımıza bir engel çıka- cağını ummuyotum. Çünkü, on beş - korsan gemisini pusuya düşürecek kimselerin bizden çok daha kuvvetli olması gerektir. — Bu iş kuvetle ölçülmez, Sitti! Meselâ şuracıktaki kıvrımın arkasırı- da saklanan bir gemi, isterse, he- pimizi mahvedebilir? — Nasıl? — Hiç şaşmayın! Bakımz nasil olur: Rumların yangın humbaraları meşhurdur. Birdenbire üzerimize bu humbarüları yağdırmağa başlarlar, (Arkası var) sonra (1) Çanakkale.