“al? Temmuz 1938 ,, Okyanus üzerinde 10 gün çalkan- rine yaklaşıyoruz. Sıcaktan gemi- Mizin güverte parınaklıkları aleve tu- tulmuş demirler gibi kızmış, cayır ca- Yır yanıyor... Geceleri yolcular kama» Talarının pencereleri açık ve yorgansı4 Yatıyorlar, Kaptan köprüsünde bile - #hsanı serinletecek derecede rüzgâr 65- miyor... Vapurumuz bir takım hurma âğaç- larının, çoğu ancak iki kişinin yanya”. na yürüyebileceği dapdaracık sokaklı, €vleri bembeyaz, garip bir şehrin lima» hına giriyor... İşte meşhur Casab- lanca... Sah aşmaklı insanlar, bir kedi »ben ipe atlıyarak vapura Eirmeğe uğraşan entarili, ayağı çıplak (hamallar... Başlarının üstündeki ko- , €a bahçaları hiç düşürmeden, büyük de Ve bütün bu acayip kalabalığın için- de, çorapsız, gayet üsladane boyan- Mış, şık Fransız kızları... Otomobilimiz Casablancanın en bü- yük caddelerinden geçerken etrafımi- za bakıyoruz. Her tarafta, bilhassa « buradaki Fransızlar arasında Paris * harareti âdeta göze çarpıyor... Her tar Taf sözüm ona Parise benzetilmeğe ça Tışılmış... İşte kaldırımların ortasına kadar gelen üstü açık Paris kahvele- Yİ... İşte tabelâsının üzerinde hem arapça, hem fransızca olarak ismi ya zl: olan Rue de Ja Paix... İşte gene arapça ve fransızc şka bir tabeli Monmarir Luvr mağaza sı... Daha ileride Galeri Ja Fayet... <Kulür denilen çalgılı kahvelerden &kordeonla çalınan Fransız şarkıları Sokakta ince İnce inliyor... Şapkaları- Tın tepesi kırmızı ponponlu çakırkeyf Fransız denizcileri kol kola girmişler, Marseyyez, «Yağmur, bir akşam üstü Pariste...» diye başlıyan bir şarkı söy» Tüyorlar, Paris... Paris... Her yerde Paris has- reti... Şarkılarda gene Paris... Nere- de ise müstemleke memurları oturup «Paris, Paris» diye ağlıyacaklar... He- le kadınlarda bu Paris hasreti bir has- talık halinde... Vapurumuzun Casablanca acenle- 8l bir aralık güldü: — Burada, değdi, bir kadının gön- lüne girmek istiyor musunuz? Ona Parislen bahsediniz. Hele Paristen ye ni dönmüşseniz, sizi gece gündüz din- lese gene doymaz... Sokaklarda sik sik kocaman bıyıklı Fransız polislerine, çölden yeni dön- düğü yüzlerinin yanıklığından anla $üan Fransız müstemleke memurla- Tema raslıyoruz. Fakat ilk bakışta buradaki nazi Propagandası insanı şaşırıyor. Kü- çücük çocukların ellerinde Hitlerin €Kavgalarım», Mussolininin bir Kita- bı, insana zorla satmak istiyorlar. Ne kadar: — Almıyacağım... deseniz, çocuk- lar şaylını hayret bir inadcılıkla peşi- Karş Mmadım, Müşterilerle satıcılar Tiş mi ediyorlar, yoksa gırtlak gırtla- Ea kavga mı ediyorlar. anlıyamadı Gitü, Müşterinin biri bağırıyor: Çerim yanımda değil... Kayısıyı eksik tartmanın cezasını muhakkak han Çerime havale ederdim... Konuşmaları da böyle tiyatro piyes- lerinin Tisanı ile... Çarşıda şapka e dolaşmca etrafınızı bir alay tercüman âlıyor. Küçük bir çikolata almak is- İeseniz size tavsiyelere başlıyarlar: — Aman ne yapıyorsunuz? Bura dan çikolata alınır mı? Sizi Ebu Ek” Mel'in dükânına götüreyim... Benim Şerikimdir. İyi çikalatalar, Fransıs Şampanyaları bulabilirsiniz... İ Adamın götürdüğü dükkâna girdi: miz zaman âdetâ içinize bİr korku — Xa Ebü Kasem,.. Duâ et ki han- | der, etini rd bir maharetle götüren Fas kadınları... | © manınız: bir çi- i uzatıverir,.. Alman da 10 frank vereceksiniz... kolata için 10 frank — AKŞAM Fas'ta bir buçuk gün... Evleri bem beyaz, sokakları dapdaracık garip bir şehir... Müstemleke memurlarının karıları Avrupaya kalkan vapurlara hasretle bakıyorlar zaman tezgâhtar size istediğiniz mal- ) ları çıkarıyor, beğeniyorsunuz. Para- sın! veriyorsunuz. Aldığınız şeyleri par ket yapan tezgâhlar kulağınıza ya- » vaşça fısıldıyor: — Bana da beş frank lütfeder mi- İşte operanın önü ilânlar dolu... Sağdaki sokakta müthiş bir gürültü... | Faslılar cenazelerini açık olarak, koş- tura koştura ve nâralar atarak götü- rüyorlar.... Artık yavaş yaraş akşam oluyor. Bir aralık zayıf bir genç adam bizim sey- yah grupuna yaklaştı. Yavaş bir s25- le fısıldadı: — Güzel French girles... Güzel hu- susi bir bar... Yani, güzel Fransiz kız- ları... Bizimle beraber olan Amerika- Jı seyyahlar bunu duymamazlığa gel- diler. Genç adam onların peşlerini bırakmıyor, bozuk bir ingilizce ile: — Bugün pazar... Çalışmak yok... Güzel Fransız midinetieri... Çok gü“ zel bir bara götüreceğim sizi... İşte şa sokaktan dönünce... O tarafa hiç gitmediğimiz için şöyle bir sapacak olduk. Şaşındık kaldık. Yalnız yüzleri örtülü, göğüslerinin güzelliğile meşhur bir sürü esmer ka- dın yarı çıblak sokaklarda dolaşıyor- lar... Köşe başlarında fenerler yanı- yor. Meğer buraya Casablancada €Yarı Asriler mahallesi, derlermiş... Hemen döndük. Bonra sokakta Sik sık: »— French girles!... Diye yolumuzu kesenlere rasladık, Artık adamakıllı gece olmuştu. Ku- tu denilen barlardan birine gittik, Ko- yu bir apsent kokusu içinde, sigara dumanları arasında sarhoş kızlar, kırmız ponponlu şapkalarını kasları- daki nefis meyvalar, insana iğ “o s n Sizi veren kadar güzel kayısılar, | g, e bahriyeli ğ zlar, şefteliler, elmalar, armuğlar nsediyorl ep alin sulandırıyor... Bütün © kalas eyi aya geye iskenği gel ni balik yetişmiyormuş gibi bir de ÇATŞi | yurları : “ii ek me ort nda: “İl raya yolu düşmüş güzel a) — Oyna, ya sanatkâr... ayı oyna” iş, (Pevamı 18 üncü sahifede) Diye tağırak Mayra, ii a ri Yazan: Sermed Muhtar Alus İndi, — Yol çok bozuk, Hayvanlar eziyet çekiyor, makas filân da kırılâeşik. Şu kadarcık yer kaldı, ben yürür giderim. Gazinonun ışıkları dışarıya taşma- da... Yaklaştı, Sokak içinde bekliyen arabaların arasında körükleri indiril- miş, yağız kadanslı landoyu gördü. Oh, Küçük burada, Zaten apaçık söyledi bunu. Kılık kıyafetine bir bakmak, müm- kün olduğu kadar derlenmek lâzım. 'Gazinonun arka kapısından girdi. İlk rasladığı garsona mecidiyeyi uzat- te: — Al şu bakışı! Herif: — Teok mersi, tesekkür ederim pa- sam!.. diye eteklerken: — Bana yüz yıkıyacak, aynası da olan bir yer!.. dedi. Garson (bas üs- tüne!) diyerek önüne düştü. 100 numaranın ilerisinde mustuklu, aynalı bir höcre; sözüm yabana tuva- Jet salonu. İrfan aynada kendine baktı. Aman Yarabbi, hırpanilere dönmüş... Boşu- na mi ya, atlattığı arbe az mı? Yürünü, gözünü, ellerini acele ace- le yıkadı. Musluğun rafındaki kırık dişli tarakla ıslak saclarını taradı. Kulları gedik güdük baş fırçasile fır- çaladı. Garsona ceketini, pantalonunu sü- pürtüp çıkarken, iki garson daha be- lirdi. Para saçtığını sezmişler; etekledi- ler... Hadi bunlara da birer mecidiye toka... Gazinoya girdi. İçerisi ne kalabalık, ne de tenha; ikisi arası, İrfan, etrafına göz gezdir- mede. Küçük görünürde yok. Düetto- cu Araksi de yok... Lando kapıda bekliyor, buraya gel- dikleri muhakkak; neredeler bunlar?.. Herhalde bir taraflan çıkarlar elbet!.. Gazino sahibi yetişmişti: — Hoş geldin beyim. Nerelerdeydi- niz, çoktandır buyurmadınız!.. İrfanın koluna girdi. Hasır koltuk- Iu, keten örtülü, en itibarlı masalar. dan birine gölürüp oturttu.” Bir san- dalyeye de hürmetkâr bir ilişti. z Nanemollanın yüreğinde son dere- cede bir ferahlık. Dünyayı güllük, gü- | Mistanlık görmede. Bir vakitki miras- yediliği de nüksetmiş ve kabarmış. O akşam ömründe ilk defa olarak içtiği tütünü gene canı istiyor... Bir sarı lira çikardı. Gazinocubaşıya ver- di: — Ne kadar zahmetse bana üç bu- çukluktan bir paket sigara ısmarla; artanile de sizin çocuklara tarafım- dan bonbon, suklat (1) alıver çorba- Cami. Pirinççinin gazinosunun eski gedik- Milerinden eser yok. Göğüsleri arma kordonlu, nişanlı, madalyeli sultan Aziz yaverlerinden; yakası Osmaniye, Mecidiye nişanı rozetli, ipek gömlekli, İstambulin setreli, genç genç mabe- yincilerden kimseler arama... O çam- | tar bardak olmuş... Beşiktaşlı Sofi, Yahudi Roza gene $az takımının arasındalar.,. Nerede o eski ruzlar, istiğnalar, kendilerini dirhem dirhem satmalar?,. Gazel meyanının iki kelimesini, şarkı nakaralınm Son mısraı tenezzülen çıkan, hatta yarıda birakan nazenin- ler şimdi durmadan, dinlenmeden hençere paralıyorlar... İrfanın gözler mütemadiyen etrafı devirde. Küçük gözü da gö- zükmüyor. Bir şişe rakı getirtmiş, kırk yıllık tütün tiryakisi imiş gibi de cıgarayı Fem yakıyor, bekleyip duruyor- Akşamlar geç bastırdığı, geceler de kısa olduğu için gazino alaturka altı- ya yediye, yani sabah yaklaşıncıya ka- dar açik; saz da devamda, Duvardaki büyük saat beşi gösleri- yordu. Aşağı yukarı daha bir iki saat vakit var. Nanemollada kanaat kuvvetli. Kü- çük mutlaka meydana çikacak... Göz- leri kapıda. Şu bir ayak evvel gelse, Bunu gö- Tünce ne yapacak araba?.. Gene gör- memezlikten imi gelecek, yahud kaş çatap surat mi asacak? Yanına mi pturacak, uzağa mi?.. |, Landodaki © münis, tatlı bakışı anlar, tulumla:. ği ai ic lim ii e. el dniin bk ia NANEMOL Bahife * ———— 'Tefrika No. 121 LA umuyor, Dudaklarını sıktığı, bir şey- ler söylemek istediği, fakat kendini bulduğu belliydi... İster misin çıtırpı- tar konuşsun? Kalbini, ruhunu açsın, (beh de seni seviyordum zaten!) de- sin, Büfenin yanmâdeki kapı aralandı, Küçük Karakaşyanın başı... Gedikpaşa tiyatrosunda (Norma) operası oynanırken şanoya çıktığı gibi gözleri pırıl pori, © çıtkırıldım, edalı edalı tavrile ve yürüyüşile gazinonun. ortasına kadar geldi ve birdenbire dur- du. Gayet şen, yüzü gülüyor. Kıvrak bir el atışla eteğini topladı. Bir ayağına üzerinde çarh çevirdi. Oturacak yer arıyor... İrfanı gördü. Dikkatli dikkatli ne bakış... Doğrusu lüzımsa o esnadaki nazarlarında fazla munislik, tatlılık, slâkadarlık yok... Lâkaydi, öfke, istih- za çeşnisi de yok, Pek tabil, zira etrafta bunca kişi ver. Herkesin gözü onda. Âlemin or- tasında pot mu kıracak? i İki garson önlemiş, ötede berideki boş masaları gösteriyorlar, hiç birini onun gözü tutmuyor, fıkırdak fıkır- dak fırfır dönüyordu. Oturacak yeri bir türlü kestiremi- yor. Nanemollanın yüreği ne çarpma» da... Uzağa mı kaçacak, yakına mi ge- lecek?.. Yakma gelirse artık hiç süz yak. Uzaklara oturursa?., , Bu da lâf değil, üzülecek sebeb de- gil. Bu kadar halka karşı tabii ken- dini koluyacak; rabıtasızlık tarafına yanaşmıyacak. Küçük Karakaşyan, yanındaki ma- dam Araksiye İrfanın bulunduğu ta- rafı göstermez mi?.. Oraya doğru yü- rümez mi? İki masa ilerisine oturdu. Garsona: — Bize birer soğuk limonata!., de- di, Nerede kaldığı, neye geciktiği anlaşılıyordu. Yüzünün, saçlarının tuvaleti taptaze, Herhalde evvelâ Şiş- liye, Tepeye bir gezinti yapmış. Hava rüzgârlı, toz toprağa bulanmış. v İçeride, kadınlara mahsus yerde kremini, pudrasını, sürmelerini taze- lemiş; Tâvantalar sürünmüş. Baygın baygın leylâk kokuları ortalığı bürü- yor. ş İnce saz kemani Kirkorun idaresin- de. Kemani efendi âc Küçüğe vurgun- lardan, Onun geldiğini görür görmez, her zamanki gibi, sevdiği şarkıya der- İl hal girişmişti: - Talat eylerim deye, men suyu Kâğıthanede Çıktı abi intizarim bu gece dilkanede i Karakaşyan hanım başile Kirkora “ selâmlar vererek memnuniyetini bildi- riyor, herif coşup kemanın tellerini v koparırcasına yaya astlıyordu. Sokakta bir bağırtı: vi — İlâve!. İlâvet.. Elinde bir tomra kâğıd bulunan bir müvezzi güzinoya girdi; — Şimdi çıkan ilâve!.. Harb hava disleri!.. Herkesten önce İrfan çağırdı. Bir tane aldı. Şunları okudu: «Niş, Şehirköyü, Yenipazar ve Kü- çük İzvornik hududlarını tecavüz ile ği arazimizde ilerilemeğe yeltenmiş bu- 4 lunan düşmen taburları şedid müsa- demat ve muharebat akabinde külli- 4 yen mağlâb olarak münhezim ve peri ad şan edilmişlerdir. i «Vidin kumandanı ferik Osman pa- 4 şa (2) düşmanı (Zayçar) civarlarında f sıkıştırarak, meyanlarında gönüllü i Rus zabitanı ve efradı da bulunan ile i ri karakol müfrezelerini kâmilen tes Mim almış, muharebenin şiddetle de- vam eylediği, avnü inayeti bari ile an karib mezkür (Zayçar) kasabasının zapt kilınmeak üzere idüği makamı valâyı seraskeriye mevrud telyrafna- meler müfadından bulunmuştur.» İrfan, bunları okur okumaz öyle bir heyecan içinde ki.. Harbe gitmek, düşmanla çarpışmak emelleri içinde kaynıyor. — Geç kaldım. Ben de şimdi o as- lanlarla beraber olacaktım, ben de döğüşecektim, ya gazi ya şehiddimi diye yerinde duramiyor. (Arkası var) (0D O zamanki İslanbulluların çikolam taya verdikleri isim. (2) Mütenkib Rusya harbinde Plevneyi şanlı bir surette müdafaa etmiş olan Müşir Gazi Osman paşa,