ğ 1 ; Sahife © AKŞAM iş 29 Haziran 1938. “Atatürk gazetecilik etmiş olmakla müftehirdir,, (Baş tarafı 1 inci sahitede) | Mebusların sözleri Kanunun kabulünü müteakib söz | alan B. Ziya Gevher Etili (Çanakkale) B. M. Meclisinin bir gün evvelki cel- sesinde kabul etmiş olduğu avukaf- Jar kanunu ve bu celsede kabul edil- miş bulunan Basın birliği kanun lü- yihasile Cümhuriyet idaresinin bu iki meslek erbabına geniş ve mücm- men bir istikbal hazırlamış olduğunu eski bir gazeteci slatile minnetle karşilamakts olduğunu söylemiş ve bu kadar güzel bir eseri hazırladığın- dan dolayı Dahiliye Vekili B. Şükrü | Kayaya ve tasvip eden B, M. Meclisin> karşı Basın birliği mensuplarının duydukları şükran hislerine Otercü: | man olmuştur. B, Naşit Uluğ (Kutahya) müzakere mevzuunu teşkil etmiş olan kanun lâyihasının nasıl ve ne suretle hazır- lanmış olduğunu anlatarak bu ka- nunun, Türkiyede gözeteciliği tam bir meslek olarak tesis eden bir ka- nun olduğunu söylemiş ve demiştir ki: «Dün burada yüksek ve şerefli bir mesleğe yeni bir kanun kazandırdı- nız. Yeni avukatlar kanunu. Bu ka- | nunla meslek erbabına, bir de vazife tahmil ettiniz. Yaptıkları işlerde on- ları tipki âmme hizemeti gören in- Sanlar olarak tanımış bulunuyorsu- İ nuz, Biz gazeteciler de daima gördüğü- müz işi mühim biramme hizmeti olarak tanımış ve ona göre çalışmış kimseleriz. Bu kanunun hükümlerile vermiş olduğunuz hak ve vazifeleri büyük bir dikkat ve şerefle ifa edece- gimizi huzurunuzda vadetmiş bulu nuyoruz.> Dahiliye vekilinin beyanatı Bundan sonra Dahiliye Vekili ve Parti genel sekreteri B. Şükrü Kaya kürsüye gelerek Şu beyanatta bulun- muştur: «Birçok maddeleri yüksek tasvibi- nize iktiran eden bu kanun hakkın- da ban maruzatta bulunmak İçin müsaadenizi rica edeceğim. Bazı malümat ve hakikatler var- | dır Kİ, ne kadar tekrar edilse, hattâ edebiyatta denildiği gibi tekrir dahi olsa, onları söylemekte ameli bir fay- da vardır. Gazetecilik sanatı dünya- da ve her yerde ayni manzarayı ar- zeder ve ayni safahalı geçirerek tekâ- mül etmiştir. Bizim memleketimizde de gazetecilik hayatı diğer liberal mesleklerde olduğu gibi, zamanın kö- tü telkin ve'telâkkilerinin neticesi olarak çok geç ve güç inkişaf etmiştir. Bu meslek hakkında İstibdad devri- nin endişelerini, telâkkilerini ve bu meslek mensuplarının maruz kaldık- ları halleri pek İyi hatırlarsınız. Bi- zim neslimize mensup olanlar birçok #eylerin hasretini çeken gönüllerinde matbuat hürriyetinin hasretini de taşımışlardır, Bu, bize zamanın bülün kötülüklerinin ve fenalıklarının mat- | Nakleden: (Vâ-Nü) — Müsaade ederseniz muhaveremi- zi biraz sonraya tehir edelim... Zira bir kaç dakikeya kadar buraya biri | gelecek. Onu kabul etmeğe mecbu- | — O adam kimse beklesin... | daha evvel geldim. Kadın, mânalı mânah:; — Ama, gelecek nlan Lütfi bey- dir! - Lüâzar, çenesini kaşıyarak, düşün- geli düşünceli — Ya.. Lütfi bey mi?.. Pek âlâ... Kendisi geldiği zaman beni bir odaya saklayıverirsiniz.. Gitmesini bekle. rim... Eedin, için için sinitleniyordu. Fa- kat belli etmeden, sahte bir tebessüm- Je: — Pek âlâ! - dedi. - O halde hemen konuşmağa başlıyalım... Maamafih tavsiye ederim, bugün biraz yavaş ko- nuşun... Malüm ya: Hızlı hızlı bağır. mak âdetinizdir... Sakın ha... Geriç kadın bir Kanspeye oturdu. Ayak ayak üstüne attı, — E bakalım, Lâzar efendi... Ne is- Biyorsunuz? Ben © Aşk ve macera romanı ti olmaması yüzünden | ermiştir. Böyle bir | kansatle yetişen nesil için elbette ev- | velemirde matbuat hürriyeti ihtiyacı- ni kendi ideallerine göre tanzim et- | mek ve matbualı idare edecekleri | kendi ideallerinin yüksekliğinde yetiş- | tirmek ve ona lâzım gelen seref ve hay- siyeli vermek bir vazife idi. İ Denebilir ki bizde matbuat hürriye- | ti Cümhuriyetle başlamışlır. Diğer rejimlerde nasıl olursa olsun, taklid- | ci bir heveskârlığa kapılmıyarak mat | buat.siyasetimizde ancak kendi idca- | Wmizi tecelli ettirmek istiyoruz, Mu- harrirlerimiz memleket işlerini ten- kidde serbestirler, Tenkid hürriyetini ve çerçevesini tayin ve tahdid edecek, muharririn irfanı, vicdanı ve aklı 86- limidir, Böyle bir takdirin kanuni me- suliyeti de elbette büyük olur. Bu tak- dir salâhiyetinin geniş serbesliğinden doğabilecek mesuliyetleri her ferdin | veya her muharririn syrı ayrı telâkki- jlerino bırakmıyoruz, bütün bir znilletir | iradesinin ifadesi olan kanunların hü- | kümlerine levdi ediyoruz. Yazı hür- riyetinin hâkimi muharrir, - muhar- rir nesuliyetinin hakemi de hâkim- dir. (Alkışlar) Hürriyetin tarifi çoktur ve güçtür. En iyi hürriyet memleketin menfaati- ne uygun, milletin seciyesine muva- fik, devletin haklarını ve menfaatle- rini koruyan hürriyettir. Matbuat kürriyetini en iyi ve en veciz olarak anlatan Büyük Şefimiz Atatürk «Mai- buat hürriyetini, gene matbuat hür- riyeti korur» diyor; bizim takib ettiği- miz emel ve siyaset bundan ayrılmıya- caktır. (Sürekli alkışlar) Gazeleciler ve gazele sahiplerine aid olan hükümlere bu noktai nazar- dan bakmak realiteye uygundur. Mat buat düşünülürken, güzete sahibi ile gazete muharrirlerini ayrı ayrı düşünmek icab eder, Bugün burada | mevzuubahis olanlar doğrudan doğ- ruya muharrir sınıfıdır. Şimdiye ka- dar çok bakımsız ve himayesiz kalan bir meslek erbabı olarak içimizde yal- niz muharrirler kalmıştır. Bu vaziyet. ten kendilerini kurtarmak için Iğyık oldukları ve mensup oldukları şerefli mesleklerine kavuşmaları elzemdir. | Gazetecilik her memlekette muhtelif safhalar geçirmiştir, Bidayette bu Ki her yerde bir zamana kadar şüphel ve endişeli gözle bakılmıştır. Gazeteci önceleri kendisi yazar, kendisi basar, kendisi satardı, O devirden sonra ga- zetecilik patron eline geçmeğe başla- &. Bizdeki safha bu. Diğer memleket- lerdeki safhalara gelince, gazeteler ya anonim şirketlerinin elindedir ve- ya devletin eline geçmektedir. Gazete, bir iki istisna ile henüz bizde ferdin malı olarak ve ferdi sermaye ile çık- maktadır. Bunun bizde böyle çıkma- sından hiçbir endişemiz, korkumuz yoktur, Gazetelerimiz milli gayeye hizmet etmektedirler ve kendi serma- yelerile memleketin nefine çalışmak- Tefrika No, 18 — Müsaade edin de hikâyeyi baş- tan açayım, anlatayım... Ben, ancak her şeyi uzun uzadıya izah ettiklen sonra sadede gelirim, — Canım, ikimizin de bildiğimiz şeyleri tekrarlamakta ne mâna var? — Hayır, olmaz... Benim usulüm öyledir... Hatıralarımızı o tazelemek için bir küçük tarihçe yapayım... Bun- dan dört sene evvel, benden borç al- mak için yazıhaneme geldiniz... Ga- ranti olarak bazı tahvilât (gösterdi- niz... Fakat kıymetleri düştü... Haya- tımın en büyük aptallığını onlara gü- venerek size para vermekle yaptım. O zaman bu zamandır, borcunuzu bir türlü iade etmiyorsunuz... Hattâ vaa- dettiğiniz faizin dahi yüzünü görme- medim... Elbette paramı tekrar elde ederim... Çünkü güzelsiniz... Hayatı- nızı dalma takib ediyorum.. Lütfi bey- Je aranızdaki münasebeti biliyorum... Lütfi bana geçenlerde iki bin İira koparttınız.. Daha beş bin alacağım var, Bu paraya acele ihtiya- cım olduğundan artık kabil dn bek- Jiyemiyeceğim... ş İ lamak yakında tahakkuk edecek bir İ dün mümessilleri toplarımışlardı ve i döndüm ve Tevfik Rüştü;-biz Keridi- | dırlar, Gazetelerimiz, büyük mibi davalarımızın dalrha ön salta gelen wüdafileri ve muhafızları olmuşlar- dır. Bu kisa maruzatlta bulunduktan sonru kanunun asıl hedefinin gazete- ci de dahil olduğu halde gâzetede ça- hışan unsur olduğunu söyliyeyim. Ha- riçte kalan daha bir kaç basın mensu- bunu * kapsamak ve onları de nizam- gayemizdir. Muharrirlik bizde en yük- sek bir şereftir. Bir gün Avrupada bir basın cemiyetinde arkadaşım doktor B. Arasla bulunuyordum. Orada mem. ieketlerini temsil eden Hariciye Nazır- ları, Vekiller ve yüksek o mümessiller yardı. Mületler Cemiyetine mensup bir Meclis olduğu için 52 milletin bü- €n yüksek basın mümessilleri orada hazırdı. Kongrede söz alan her mü- messil vaktile ben de gazeteciydim ve muharrirlik yapardım diye başlışor- du ve bünunla iftihar ediyordu. Mü- | messiler bunlari söylerken ( Arâs'a | mizi gazeteci olduğumuzu söyliye- im mi, dedim. Doktor Aras vdeğil mi ya birader» cevabını verdi.-Gülüşmeler. Fühakika - hayatımın bir kısmında gazetecilik etmiş olmak şerefini bâlâ | duyarım, Size gazelecliğin ne derece şerefli olduğunu gösteren bir şey da- | ha söyliyeceğim. Bu, Atatürk'ün de gezetecilk etmiş olması ve bununla müftehir bulunmasıdır. Aramızda ve aranızda bu şerefle övünen ve bu şerefi tâşıyanları lâyık olduğu mertebeye çıkarmak istiyenler çoktur. Şahsıma tevcih olunan tltifat- lara İeşekkür ederim. Ben, biz, hepimiz büyük türk inkilâbının bu büyük ese- rin ancak bir neferi olabiliriz. Bizim yapabileceğimiz her işin şerefi Büyük Şefimizin ideali olan inkilâbımıza alt- tir. Biz akan, coşan inkilâp çağlıyanı İçinde birer su zerresiyiz. Güneş ziya- sile arasıra parlıyan bu zerrelerin © büyük şelâlenin kütlesine katılıp git- mesi mukadderdir, Kuvvet ve kudret o küçük zerrelerden doğan çağlıyan- dadır, millettedir, o şeref ve eser tama- mile türk tarihini ve inkilâbını yara- tan ve yürüten Büyük Atatürk'ündür. - Bravo sesleri ve sürekli alkışlar. - Bazı müesseselerin idaresi ve Cemiyetler kanunu Ankara 28 — Bugün toplanan Bü- yük Millet Meclisinde Basın Birliği kanunu kabul edildikten sonra bazı müesseselerin idaresi ve Cemiyetler kanun Jâyihasının müzakeresine ge- çilmiştir. Bu mevzu üzerinde Berç "Türker tarafından ileri sürülen müta- Yâalara karşılık olarak Dahiliye Vekili ve Parti genel sekreteri şunları söy- lemiştiz «Bu kanun Türk camiasının ve Tür- kiyede oturan diğer cemaatlerin niza- mi ümmeye ve ihtiyatalı hazıraya uy- Kadın tatlı bir tebessümle sordu: — Aman Allahım... Nereden bula- yım ben bu parayı, Lâzar efendi? Herif, kaba kaba: — Dostunuzdan isteyin! - dedi. Kadın, bu küstahlığın karşısında irkilmedi bile. Serin kanla, büyük bir lâkaydile cevab verdi: — Hayır, dostumdan artık para İs- tiyemem... Lâzar, müstehzi müstehzi sordu: — Neden? — Çünkü ondan böyle sik sık para istiyecek olursam üzerinde fena tesir bırakırım... Bu, yanlış bir adım olur... Beni sürçmeğe sevketmeyin! Sarraf: — Hanım!... Ben sizi tazyik elmesi- ni a bilirim! dedi. Kadın başını salladı, Düşman gibi biribirlerine baklılar. Lözar devam etti: — Siz, tehdidden korkmazsınız... Pakat... Oğlunuzu hayatınızın bazı hususi taraflarından haberdar et- sem?.. Bedia hanım, mütemadiyen gülüm- I süyordu, Fakat bu sözler üzerine, mi- ni mini avuçları, âdeta bir tabanca kabzası kavrar gibi kapandı. Soğuk kanlılıkla cevab verdi: — Lüzar efendi... Size kendi selâ- metiniz namına nasihatim olsun: Sa- kın benim hususi işlerime oğlumu ka- mıştırmayın! gun bir şekilde birlik teşkil edebilme- ! Terini temin için yapılmışlır. Kanun, Teşkilâtı esasiye kanununa ve diğer ana kanunlarımıza tamamile muva- fıktar a istimal hüküm tur. Yalnız eski Cemiyet kanunur bugünkü Teşkilâtı esasiyemize uygun | olmıyan ve yaçlarımıza tevafuk etmiyen cihetlerini çıkarıp, icab eden hükümleri yeniden koymayı “stihdat etmektedir. Türk milleti beynelmilel meselelerin bilhassa Cümhuriyet te- şekkül ettikten sonra tarafeynin ri- zalarile halletmeyi kendisine şiar itti- haz elmistir. Beynelmilel mevcud olan muahedatı hiçbir vakit bir tarsflı ola- rak ihlâl etmedik ve etmek niyelinde değiliz. Şu veya bu muahedenin bize tahmil ettiği külfetler muahede hük- mü baki kaldıkça tarafımızdan ifa olunacaktır. Türk milletinin tarihte, bilhassa inkılâptan sonra verdiği 5öz- den döndüğü görülmemiştir. Bina» enaleyh, mevcud muahedat ahkâmı tamamile bakidir, Beynelmilel ahkâ- ! ma uygun olarak, koyduğumuz usul- ler sırf Türk milletinin ve cemiyeti- nin birliğini temin eden ve hulâsa ola -| rak Türk milletini ve Türk cemiyetini | alâkadar eden nizamı âmme kaidele- Tİ ve kanunlaridır. Biz lâik olmakla, biz milliyetçi olmakla diğer milletler için, diğer insanlar için ve bilhassa dinler ve mezhepler için gönlümüz- den ve kalbimizden ne bir nefret, ne de bir korku ve endişe duymaklayız. Biz, onlara, bütün dinler ve mezhep- lere olduğu gibi ancak müsamaha ediyoruz. Evet, bütün din ve mezhep salikle- rinden beklediğimiz şey, kanunlara riayet etmeleridir. Kanunlara, nizam- lara uymuıyan her hangi bir şey cemi- yeti veya cemaati, her hangi bir ferdi olduğu gibi, kanunlarımıza uydurmak için elimizde gene kanunların verdi- ği kuvvetli, müessir müeyyideler var- | dir, Onun için bu kanunu mütalâa ederken, ve bü kanun hakkında rey verirken zihinlere ve akıllara şu, ve yahut bu yolda tanınmış bir hakkı ve yahut mevcud olan bir vaziyeti değiş- tirmek gibi gizli bir maksad takib et- | tiğimiz gelmesin, Kanunun bir maddesi 'B. Şükrü Kaya bu kanunun bir maddesi üzerinde söz alarak demiş- tir ki: «Maddenin son fıkrası Türker arka- daşımızın temennisine cevap veren bir fıkradır. Demincek de arzettiğim gibi bizim prensiplerimiz ve kanunla- ' rmuz dini dünyadan ayırmıştır. Rüh- banlar ve ruhaniler ancak kilise da- hilinde kendi ritleri dahilinde, adab, hukuku umumiye ve asayişi umumi- yeye münafi ve muzır olmamak Üzere âyinlerini yapmakta serbest ve hür- dürler, Bunun haricindeki dünya iş- lerini tamamile tumporel olan işlerin, yani rühban haricinde olan işlerin lâ- ikler tarafından yapılması, prensi- pimizin esasıdır. Binaenaleyh mek- Erkek, kadının asabiyetle kapatı- mış avucuna bakarak ses çıkarmadı. Bedia devam etti: — Anlaştık sanırım!.. Şimdi müsa- ade edin de size yüzlerce defa söyle- Giklerimi tekrar edeyim; Lütfi beyle €vlenir de servete konarsam bütün borcumu size derhal öderim... Erkek, geniş omuzlarm koltuğa dayıyarak: — Evet, evet... - dedi. - Yüzlerce de- gil, bana binlerce defa bu izdivacdan bahsettiniz... Ama bakalım, ayrıldılar mı? Hattâ boşanma muamelesine baş- ladılar mı? Eğer ayrılmıya giriştiler- se ben bu işin ince taraflarını bilirim. Böyle şeylerin kurtuyum... Bana tev- di etsinler; kaş göz arasında onları ayırtırım... Bedia, birdenbire yerinden kalktı. Pencereye yaklaşarak: — Susun! - dedi. Dışarıda bir dört nal koşması işitil- di. At yaklaştı ve bahçenin içine gire- rek kişnedi. Hayvanın üstünde Lâtfi bey inliyordu. Lâzar sordu: — Nereye saklanayım? — İşte şuraya... Burası salonun yan tarafında kü- çük bir odaydı, Güzel kadın, alacak- ısını iterek: — Çabuk girin... Sakın sesiniz sa- damz çıkmasın... , Kımıldamayın... Lütfi bey gittikten sönra kapıyı aça tepler, halk, hastaneler ve diğer hays seselerin idaresi ruhani vasi e mevdü buluğ tır escler (arasında bakım evleri gibi tedris vazife vardır. Bu müesseselere dev sifatile yardım etmek bir vazifedir. Binaenaleyh hükümetimiz gerek has İanelere ve gerek mekteplere azami Sürette yardım etmeğe hazırlanmıştı, Ve yardım edecektir. “Hattâ bir gün vaziyeti umumiye ve ahval müsâa ederse belki bu gibi müesseselerin büz tün külfetini üzerine alabilir. Bu msğ* denin son fıkrası bunu temin için kö- nulmuş bir direktittir. Onu arzetmek için çıktım. (Bravo sesleri, alkışlar) B. Berç Türker - Afyonkarahisar * yaşasın Türkiye Cümhuriyeti.. diye bağırmıştır. 16 milyon liralık kredi Kanunun finas maddelerinin tasvibi ni müteakip İngliterede akdedilen 16 milyon liralık kredi hakkındaki mukar velenin tasdikine aid kanun lâyihası- nın müzakeresine geçilmiştir Encümen: mazbata muharriri R Zeki Mesud Alsen, bu münasebetle kürsüye gelerek izahat vermiş ve eğ cümle demiştir ki: Hepimiz biliriz ki siyaset yalnız nâ zariyelere ve hislere dayanmaz. Siyar set imkânlar sanatıdır ve milletler arası dostluklar bu imkânlara göre tahakkuk ve inkişaf eder. Her millet ten daha fazla realist ve pratik olanı İngiliz milleti, 'Türk milletine elini uzatıyor ve onun dostluğunu kıymet lendiriyorsa bunun sebebi yalnız mali bir kombinezonun - rakamı ile ölçülen menfaatlerinde değil, iki mik Jetin dostluğundan doğan yüksek ime kânlarda aramak lâzım gelir, (Alkış ! Jar, bravo sesleri). Bundan sonra B. Muamer Eriş de izahat vermiştir. Erzurum mebusü Bayan Nakiye Elgün, İzmir mebusu bayan Benal Arman ye diğer muhte lif hatipler ayni kanun Jâyihası üze- rinde söz #larak İngiltere - Türkiye münasebalının tarihçesini ,yapmış- Jar ve iki memleket arasındaki doste Tuğun bu yeni tezahürünü memnu niyetle ifade etmişlerdir. İktisad Vekilinin beyanat Hatiplerin sürekli alkışlarla kar- şılanan bu beyanatlarını müteakip söz almış “olan İktisad Vekili B. Şakir Kesebir kanunun kabulünü hükümet namına Meclisten rica et miştir, Bu izahalı takiben kanunun Heye ti umumiyesi üzerinde müzakere kâfi görülerek maddelere geçilmiş ve an laşmanın tasdikine aid kanun kabul edilmiştir. B. M. Meclisi bundan sonra ruzna- mesinde bulunan diğer maddeleri kâ- bul etmiştir, nml.. Sofaya çıktı. Dostunu koşarak karşıladı. Yaralı adam, atından inmiş, düşe- cek vaziyette duvara dayanmış, duru- yordu. 'Bedla hanım, onu kollarından y& kalıyarak: — Geçmiş olsun!... - dedi. - Fakat... Avuçlarınız ateş gibi yanıyor. Hastanın bütün vücudü titreyordu. Anlaşılmıyan bir kaç boğuk cümle söyledi, Kadın, misafirinin koltuğuna girerek onu evden içeri soktu. Tek eli- Je kapıyı itti; lâkin kapı aralık kaldı, Salondan içeri girince, erkek he men divanın üzerine yıkıldı, Biran, dimdik, önündeki halının çizgilerine baktı ve sonra, kesik kesik: — Hadiye her şeyi biliyor.. Bütün hakikati öğrendi... Kadın hiç cevab vermedi. İrkilmedi, dudakları hareket etme- di, gözleri açılıp kapanmadı bile... Yak nız gözlerinde parlıyan yeşil ışık büs- bütün keskinleşti. Lütfi bey devamla: — Aramızda her şey bitti! Sizi he men haberdar etmek istedim... Hem eline geçirdiği mektubiardan bir kıs mile resminizi de geri aldım; işte size iade ediyorum. Bu yüzden fenalığs uğramanızı istemem... (Arkası var), İng kredi Tante liye v tekil Umul hat k zama: mali rak ö men | yapıla gi se EnikEsi çepik İsreşlepi iiE EEZESRRESME, ÇESEREİYAŞI b g8 LEŞ