ine 1, sr 2 Eski ve yeni Istanbul Iki Hayırsız adanın garib hikâyesi Yassı adayı kendine malikâne yapmak istiyen İngiliz sefiri dünya kadar para sarfetmişti Bugün de iki Hayırsız adadan - Yassı ve Sivri adalardan bahsedece- ğim. Hristiyanlığın intişarından beri, fani hayattan elini eteğini çeken ve ahirete dair hayalata dalmak istiyen münzeviler, buralarını gözden kaçır- mamışlardır, Onun için her iki adada da daha ilk zamanlardan beri bir ta- kım Kkliseler, manastırcıklar, çileha- meler yapılmıştı. Aynı zamanda, Sivri Ada, Bizans zamanında yetimhanesi- le de meşhurdu. Aynı adada İstanbu- la kadirgaların yaklaştığını haber eren bir de işaret feneri vardı. Fakat Hayırsız adaların asıl şöhre- #i, ölüm cezasına yakın ağır hapse mahküm olanların buralardaki kaya kovuklarına atılmâlarıyd. Ekserisi yabancı ırktan olan haşin ve kaba askerler nöbetçilik ederler, mahküm- ların hayatı bunlara tevdi edilirdi. Kaya deliklerinden içeriye yiyecekle- rini de atarlardı. Sekizinci Kostantin zamanında, İmparatorluk ailesile sihriyeli olan | Bazil Bardas ile Bulgar Pruslen müt- hiş bir ihtilâfa düşmüşlerdi. Bunlar, ara- larında düello etmeğe kalktılar. Hal- buki Bizans klisesi düelloyu dine | muhalif bir hareket sayıyordu. Mem- leketin ananesi de bunu kabul etmi- yordu. Teke tek çarpışmak ancak barbarlara has âdetlerden addedi- Tirdi. İkisi de yüksek devlet adamları olan muhasımlar bu teşebbüslerinden dolayı İmparator tarafından cezalan- dırıldılar. Zalimce bir istihza olarak, Takiplerden Bazi! Sivri adaya, Bulgar Pruslen de Yassıya sürüldü, Mağara- lârı da karşı karşıya olduğu için biri- birlerinin ne yaptığını görüyorlardı. «Rakibim benden | te değil!» diye inşirah | bulmaktı. Bir gün Bazil, mahpesinden kaçma» nıştı. Esasen İmparator aley- Yünde de atmış tutmuştu. Bu sebeple iki gözü oyduruldu: Fakat rakibi olan Bulgarın da mukadderatı nazır , Sivri ve Yassı adaların hem İstanbula İ nazaran, hem de ayrı ayrı vaziyetlerini gösteren harita olsun diye ona da aynı ceza reva gö- rüldü. Amma herif kurnaz çıktı. Atik davranarak, Havsalanın almıya- cağı bir şekilde mahpesinden kaçtı, gitti. İzini belli etmedi, Bu Hayırsız adaların tarihteki bir rolü de zaman zaman korsanlara, eş- kıyaya barınak teşkil etmeleridir. Fakat şüphesiz ki en mühim vaka- lardan biri, 1412 de (yani Timur - Yıl- dırm muharebesini takib eden Ta- vaifi Mülük esnasında) şehzade Musa Çelebinin Rizans donanmasile, Yassı ada önlerinde çarpışması ve mağlüp olmasıdır. İmparatorun piçi Manuelin | kumandasındaki donanma beklenil- medik bir zafer kazanınca, bu Ma- | nuel mükâfat göreceğini beklerken, kıskançlığa uğradı ve evlâdlarile be- raber müebbed hapse mahküm edildi. | ... İşte bu Hayırız adalar, aynı 2a- manda da bu derece uğursuzdur.. Meşrutiyetle meşhur İstanbul köpek- lerini aleyhimize raların yegâne mesud hâdisesi, bir Trabzonda yeni lise binasının temeli atıldı Lise, doğuda Kemalizmin modern ve , muazzam bir-irfan âbidesi olacak Yeni lisenin temeli atılırken (X işaretli zat umumi müfettiş B, Tahsin Uzer) Trabzon (Akşam) — Yeni lise bi- nasının temel atma merasimi üçüncü umum müfettiş B. Tahsin Uzer, bü- tün memurin ve halkın iştirakile par- lak bir şekilde yapılmıştır. Temel at- Ma töreninde umum müfettişlik kü tür müşaviri, vali ve B. Tahsin Uzer tarafından birer hitabe irad edildik- ten sonra temele harçlar konulmuş « Ve bu uğurlu iş için kurbanlar kesil- miştir. Yeni yapılacak olan lise bina- sı bütün sıhhi şeraiti haiz, 75 er tale- beyi içine alacak büyüklükte 24 ders- hanesi, üç lâboratuvarı, iki kütüpha- nesi, bin metre murabbaında bir jim- nastik sahası, konferans salonu ile iki öğretmen odası, yatakhaneleri, ban- yo odaları, asri mutfak tesisatı velha- sıl kemalizmin doğuda yarattığı mo- dem ve muazzam bir irfan âbidesi olacaktır. « de buraya sürülerek dünyayı | kışkırtacak şekilde can | verdikleri de hatırlardadır. Belki bu- | 'Türk filimine dekor teşkil etmesidir. Yassı adanın bir garib macerası da, on dokuzuncu asır ortalarında, İngiliz sefiri olan Sir Henry Bulwerin burada kendine hususi bir ikamet- gâh yaptırmağa kalkmasıdır. Hayli orijinal bir zat olan bu sefir, tam bir inzivaya çekilmek arzu ettiği için, oradaki*manastır harabesinin üzerine, şato biçimi ve zevksiz mima- ride iki koskoca bina, iskele ve bahçe yaptırmıştır. Seksen doksan sene evvelki İstan- bulluların fevkalâde hayretini ren bu binalar, kısa bir zarlan içinde semada yükseldi. Burası sözde yarı çiflik, yarı sayfiye olacaktı. Bu tasav- vur uğrunda dünyanın parası sarfe- dilmişti. Herkes: — Madem ki sefir burada oturmak istiyor, niçin alelâde küçük bir evce- diz yapmadı da bu kadar külfete kalktı? - diyordu. Nihayet, muazzam tesisat 1854 de nihayet buldu. Sefir, oraya geçti, Lâ- kin pek kısa bir zaman içinde de bık- kınlık baş gösterdi. Esasen Sir Henry Bulwer İstanbuldan ayrılmağa mecbur oldu ve çok geçmeden öldü. Adadaki garib malikâne de, o zamandan sonra metrük kaldı, Teferrüat halinde ya- pılan binaların daha son taşı konma- dan viranlık baş gösterdi. Bahçeyi ısırganlar, böğürtlenler kapladı. Şa- toyu, yarasalar ve diğer gece kuşları ikametkâh yaptı. Şimdi Yassı adanın garb nihaye- tinde Sir Henry Bulwerin yaptırdığı Küçük limanla şatonun yanındaki manastırın eski klisesinin temelleri hâlâ görülmektedir. Adanın tamami- le Sivri adaya nazır kısmında da ufak | tefek harab vardır ki bunlar da mahpusların afızlarına aid bina- larmış. Burada göçen asrın sonlarına kadar bir de küle varmış. Lâkin, için- de hazine gizli olduğu sanıla; kıldığını Schlumberger haber ver Yürük Çelebi Kurnaz satıcı ! K, Tenekenin dörtte birini zey- tinyağı mütebakisini su dolduruyormuş Emniyet müdürlüğü sabıkalılardan İsmali isminde birini yakalamıştır. İsmailin yakalanmasına sebeb, bazı saf esnafı ve bilhassa lokanlacıları dolandırmasıdır. İsmail, boş bir gaz tenekesinin dörtte üçünü su doldur- makta, üzerine de bir mikdar zeytin- yağı koymaktadır. Zeytinyağı, bitta- bi daima üst tarafta duracağı için İsmall zeytinyağı satmak üzere baş vurduğu esnafı, birer parça nümu- nelik götürerek ucuz fiate satmakta, parasını alıp geçip gitmektedir. Teneke ile ucuz ve iyi zeytinyağ al dığı zehabına kapılan saf lokantacı bir iki şişelik kadar yağ aldıktan son- ra üst tarafının Terkos suyundan ibâ- ret olduğunu görünce doğru polise baş vurmaktadır. Bu şekilde birçok müracaatlar kar- şısında kalan zabıta, nihayet bu eçik- göz sabıkalıyı yakalamış ve bütün işlediği suçları da itiraf ettirmiştir. İsmali, bugün adliyeye verilecektir, Bir hırsız 37 gün hapse mahküm oldu Küçükpazar civarında Alfons adın- da birinin dükkânından demir âletle- ri çalarak kaçarken yakalanan Meh- med adında biri dün adliyeye teslim edilmiştir. Sultanahmed üçüncü sulh ceza mahkemesinde yapılan muhakeme neticesinde Mehmedin suçu sabit ol- duğundan otuz yedi gün pa mah- küm edilmiştir. cel- | beden ve dedikodulara sebebiyet ve- | 'Tefrika No, 100 NANEMOLLA Nanemolla o âna kadar şimdiki gi- bi yıkılmamıştı, dadıcığı ona en yük kalb kuvveti, derd ortağı, yar- dımcı idi, Çocukluğunda gösterdiği analık, şefkat, saçını süpürge ediş te başka... En azablı vedar vakitlerinde ona sığınmış, ondan imdad ummuştu. Her- gün, her saat başı dönen, beli ağrıyan, bacakları sızlıyan o biçare kadın önün karşısında en gençlerden daha dinç, en sağlamlardan daha sıhhatte bir ruh kuvvetile onu oyalamış, zorluk- lara dayanmak, yaşamak kudretini vermişti. Kapıda beklemekte ne fayda?.. Dö- nüp nereye gidecek? Nereye sığına- cak; nerede yatacak? İrfan, bir vakitler Tuğrakeşin du- vardan aşarak içeri girip çıktığını ha- tarlıyabildi, Aşağı doğru, sokak boyunca yürü- dü. Müşür Saffet paşaya satılamıyan bahçe kısmının yıkık duvarından bir hırsız gibi içeri atladı. Çocukluğunda, boğazında kat kat tülbend, arkasında fanilâlar üstüne pamuklu hırka, dizinde yün battani- ye, soğuk girmesin diye kenârları bez- Je yapıştırılmış pencereden seyrettiği, karlı günlerde üstüne karlar konan büyük fıstık ağacı!.. Az ilerisinde, (bahar müjdecileri geldi) diye evi sevindiren çaylakların, etrafında öte öle uçuştukları, tepede- ki dalına yuva yaptıkları öbür fistik (Yaprakları tersine çevrili, beyaz- ları görünüyor; hava poyrazdan esi- yor... Bak şimdi yeşillendiler, bu tara- fa döndüler; lodos.) deyip duran kâh- ya kadın İnayet hanıma rasatanelik eden kavak ağacı... Bunların üçü de, toprak üstünde, gömülmemiş bir cesed gibi yatıyor. Yalnız gövdeleri kalmış; dalları bu- danmış, Ot basmış yollarda öbek öbek lâ- vantinler, lâvanta çiçekleri. Köklerin- den sökülmüşler, götüreceklerini gö- türmüşler; yarısı duruyor. Belki daha gelecekler, onları da taşıyacak- lar. (Telle kuşatsan da zaptolunmaz. Üstünden, aralıklardan kaçarlar; tarh- lardaki çiçekleri, yaprakları bozarlar) diye eve tavuk sokmıyan babacığının, ona günlük yumurta tedariki için yaptırdığı ve ağız ağıza doldurduğu büyük kümes. yerinde yok... Parçala- yıp götürmüşler; tahta kırıkları yer- lerde. (İstanbul içinde inek beslenmez. Ne de olsa ahır eve yakın olur; taaf- fünden durulmaz) diyip dururken, gene buna halis süt temin edebilmek için kurduğu, içine de Kırımdan cins iki inek getirttiği ahırın kapısı, pen- cere çerçeveleri ve camları da aşırı). miş, kat farkında değil. Harem bahçesine, hamamın külhan kapısına kadar gelmişti... Ayakları yürüyememeğe başladı. Güçlükle. biraz daha gitti. Taş merdivenin alt basamağına oturdu. Koskadaki Abdülmennar paşa bah- çesi ve konağı ona o kadar korkunç geliyordu ki... Zaptiyede ilk düştüğü o mahzen gibi, rütubetten yamyaş, fareler, ka- rafatmalar, akrebler dolu höcreden; sonra çıkarıldığı, tozlu topraklı, pire, tahtakurusu, tatarcık yuvası odadan; «Pesendire» deki daraş, karanlık ka- maradan, Akâdaki dört duvarı taş, fırın gibi yanan evden bu kadar ür- permemişti. Dönüp gerisin geri kaçmak!.. Nereye, kime gidecek?.. Kimi var? Zincirkıranı dinlemediğine, bekle- yip onunla beraber dönmediğine bin kere pişmandı... Sanki ne oluyordu?.. Ne diye böyle koştu? Hayır, kabil değil; içeriye ayak ata- mıyacak... Avucu, her zamankinden çeneye da- ha fazla yapışık, düşünüyor, Nerede kalabilirim?.. Bu gece, ya- rın gece, öbür gece?.. Hocapaşa, Sirke- ci otellerinden birinde mi? Gelirken va- pura para vermediği için. 60, 70 kuruş boğazına yemiş, yanında on mecidiye kadar var. Bir kaç gün idare eder, sonrası?.. Akraba namına, hattâ dızdığının dızdığı, dış kapının mandalı kabilin- den bile kimsesi yok... Başkalarını düşünüyordu: Kâhya kadın İnayet hanım... İnsa- niyetsizin büyüğü; tuz ekmek haini- nin başı. Ona iltica edecek kadar süt- süz mü bu? Kanlıcâlı Şahende hanım?.. Sene- ler var, onları bir defa bile yoklama- mışlı, Çocukluk arkadaşı, kardeşi gi- bi sevdiği Fahriyi bir defa bile ara- mamıştı, Tuğrakeş, hokkabaz Sab- ri ve bir sürü dalkavuklarla gezip do- laştığı zamanlarda Fahriye bir kere Sirkecide, bir kere de Beyoğlunda raslamış, görmemezlikten gelmişti. O da bunu farketmiş olacaktı ki bir de- fa daha tesadüflerinde, daha evvel o baş çevirmişti. Hangi yüzle gidecek onlara? Gene çocukluk arkadaşı Galibler... Babası, memuriyetle taşralarda dola» şan bir adamdı. Galib, mektebde ol- duğu için büyük annesinin yanınday- dı Növber hanım o zamanlar bile alt- mış beşini aşkındı. Hâlâ sağ mıdır ki? Galib de kimbilir nerededir? İrfan babasının ölümünde bile bu kadar yalnız kalmamış olduğunu. O dakika anladı. Merdivenin üst basamağına, sanki bir mezar taşıymış gibi, başını koydu ve hüngür hüngür ağladı: , dadıcığım, ben şim- di öksüz kaldım! Bunun sonu yok. Orada daha ne kadar duracak?... Yüreğinde bir kuv- vet sezdi: — Dadıcığımın son nefesini verdiği odada ruhuna bir Fatiha yollıyayım!, Basamakları koşarak çıktı. Kapı kapalı... Cenazeyi götürdük- ten sonra bahçe kapısını da çekmiş- ler, evin iç kapısını açık bırakırlar mı? Anahtarları alan olacak elbette; belki de mahalle imamındadır. İrfan, mandalı kaldırıp çıklı sokar ga... Çocuklar gene çelik çomak oyu- nundalar... Deminki o 14, 15 yaşların- daki irice çocuğu çağırdı: — Bana mahalle imamının evini göster kardeşim!... Beş kuruş verdi. — Şunu dâ harca! Vakit hayli gecikmişti, Reş on da- kika sonra akşam ezanı okunacak, İmam efendi, sarığı arkaya itmiş, üst perdede: — Aptest almak üzere idim. Ne var, işar buyur! Biraz dinledikten sonra, demez mi ki: — Mukaddema canibi şeriatten müteveffayı mezkür Abdülmennan paşanın emlâk ve emvaline bir vasii mansub tayin kılınageldiği, ve işbu emri ehemme de mahreç mevelilerin- den, Havasi refia naibi Edirnevi Meh- med Kasım efendi hazretlerinin nasb ve tayin kılındığı malümundür, Acu- zei mezküre vefat edince... İrfan, şiddetle sözünü kesti: — Ağzını topla efendi, acuze değil dir o.. Bu yıkılmış vezir hanümanının en sadık bir rüknü, beni büyüten, ba- na analık eden, beş vakit namazında, dindar, muhterem bir kadındı... İmam, derhal aşağıdan aldı: — Hay hay, ona şek ve şüphemiz yok. Makamı cennet olsun, Allah tak- siratını affetsin!.. İrfan, bu söze de kızdı: — Onun taksiratı da yoktur. Me- lek gibi bir kadındı. Artık coşmuştu; kasına yapıştı: — Hoca, kısa kes. Ben, bura- ların sahibi Abdülmennan paşanın oğluyum... Ben seni tanımam, ama sen beni çoktar “örmüş ve öğrenmiş- sindir... Akâ —.esn.den bugün geldim, Köçeklikten mabeyinci olma bir na- mussuzun yüzünden ölümlerden kur- tuldum... O devir geçti artık. Kaltak dalaverelerile, ceb dolduracağım diye bu işe parmak atmış Edirne çingeneler pek yakında cezalarını bulacaklar!., İmam efendi yere yayılıvermişti.. Sükütta... — Benim başka yerim, yurdum yok; baba ocağıma geldim. Seccade kadar yeri olanlar gene dava etsinler, burası benim... Açtır bakalım burayı!, Çilingir mi bulacaksın, ne yapacak. san yap, gireyim içeriyel.. i imamın oya-