25 Haziran 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11

25 Haziran 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

TAKBiTTP ebYfTakB 4# T —— gtmh Birinin elinde süpürge, öbürünün elinde toz bezi, bayan Faize ve emek- tar Çerkes kalfası Şayeste, sabahtan | akşama kaldar toza karşı amansız bir harp açmışlardı. Pancur aralığından süzülen güneş Mığı içinde uçan en küçük bir Zerreyi bile şiddetle takibata uğ- Tatıyorlardı. E son derece ter- tip, temizlik ve nizam hüküm sürü- yordu. Hanımiz hizmetçinin en ziya- de korktuğu, erkek, öocuk ve hi dı. Yeni evlerin «niz zan bu üç cins mahlük!. Erkekler, malüm! . Ayakkaplarını, değil çıkartmak; topuğundaki çamu- Tu silmeden içeri girerler. Tablanın birini kirletmişken, ötekine de sigara- larını bastırırlar... Artık onlar gittik- ten sonra, vay geldi Şayeste kalfanın başına! Hele çocuklar! Hayalleri bile bayan Faizeyi ürkütürdü. Bu süslü püslü, pembeli beyazlı salondan içeri girse- ler maazallah... Ne döşeme kalır, n3 eşya... Çikolatalı ellerini koltuklara Sürerler; Iskemlelerin incecik tek be- Cağı üstünde müvazene teminine uğra- $ırlar... Masanın örtüsünü çekerler; üstündekiler yere düşüp kırılacak di- ye insanı heyecana uğratırlar... Fakat neyse... Bunlar mecburen arada sırada çekiliyor... Ya hayvan- lar?... Ne münasebet?.. Bu hususta hanımla hizmetçi zer- Te kadar müsamahakâr olamıyordu. Ne bir kedi kapıdan içeri girebllirdi, me bir köpek!,.. .. O sabah, Şayest& kalfa, sokak ka- Pısını açmış; önünde sütçü ile konu- Şurken, minimini bir kedi, usullacık İçeriye kaçtı. Etrafına bakındı. Ev hoşuna gitmiş olacak ki, memnuni- yetle mıyavladı. — Burası hiç de fena değil! - de- mek istiyordu sanki... Elinde süt tenceresi, Şayeste geri Gönünce, gözlerini fal taşı gibi aça- Tak, «Yangın vaaar..> makamında: — Küçük hanıum!.. Küçük ha- nın! Merdivende kedi var!., - diye bağırdı. — Ne?... Kedi mi?... Bayan Faize, odasından, deliler gi- bi fırladı. Ve büyük bir tiksinmeyle haykırdı: — Kov! Kov! Kedi, penbe burnunu havaya kal- dırmış, yeşil gözlerile süt çanağına bakarak: — Miyav! Mıyav! - diyordu. Şayeste: — Dur ben sana gösleririm, pis hayvan! - diyerek bir koca süpürge yakaladı. — Hşti... Zazt.. Pssti... Dışanl.. başında, bayan Faize de, nengili” sallıyor, ayağını ye- T6 vur SAN di — Kişi. Defol... Zzzz.. Haydi! ipürge üstüne kapanınca £ ı; dört ayağile sapları Şayeste, hayretle silâhırı geri çek ti, Fakat kedi, hasırlara sarılmış, sü- ordu. bayan Faizehin hoşuna Bu hal Bitti ve gülerek: — Amma da edepsiz. şey... Oyun istiyor... Sanki bizim vaktimiz var- Mış gi Kalfa — Evet... - dedi. - Çok” küçük de İnsanlardan fenalık geleceğini bil- Miyor, Hem dişi... Baksanıza... Üç Tenkli: Sarı, siyah, beyaz!... Faize, yakından görmek için bir Kaç basamak daha indi. — Belki komşulardan birinindir... Kovmiyalım, Şayeste... Sokakta kö- Pekler paralarsa yazık olur... Konu komşuya sor... Ben burada beklerim, Yukarıya koyuvermem. İhtiyar kız, bir basamağa ilişti. Kedi sanki bu son sözlerini beğenmiş Me yaklaştı; terliğile oynamağa baş- ladı, 'Telâşla giden Şayeste, çarçabuk çBeri döndüğü zaman, hanımının ke- iyi kucağına almış olduğunu hay- retle gördü. — Pek şirin de... Het Oyun istiyor... Haydi hemen al, götür... Lâkin, sahib bir türlü bulunmadı. «— Gazetelere veririz!» diye- rek, kediyi bir sepete kapattılar. Yavrucağız orada öyle inle mıyavladı, öyle ağladı ki, iki i kızın kalbi parçalandı — Hayvanlara İşkence günahmiş... Haydi Ş: ti aç da biraz süt vere Çapkın hayvan, serbes kalınca, ahesle adımlarla çanağına yana kokladı, bakındı; sonra, penbe di uzatarak, son damlaya kadar t süpürdü. Derken, tuvaleti, koket bir kadın gibi, bir saat sürdü yaladı, parlattı.... İki kadın, hayvanı küçücük... sahibi kimse yapmak u sepe- rettikleri için, zamanın nasıl geçtiğini fark bi- le etmemişlerdi. Birkaç gün sonra, kedinin sahibi zuhur etmesin diye Adeta dua ediyorlardı. İsmini Ponpon koymuşlardı. Ve sabah akşam karşı- sına geçip yaramazlıklarını, marifet- lerini seyrediyorlardı Evin bütün âdetleri değişti: Toz- lar, köşeye bucağa sığınıp rahat et- meğe başladı. Her şey Ponponun key- fine tâbi oldu: ze hanımın işlemeli yorganı üstüne yatıyor; salonun sırmalı yastıklarını kendine münasib yer intihab ediyor... Hele birkaç gün haslalanınca, Faize ona bakmak için yatağından kalktı; Şayeste adaklar adadı ! ... Günün birinde bayan: — Eyvah... Kediniz dişi... Başınıza gelenler... Epey yavru boğmağa mec- bur kalacaksınız! Allahtan deniz ya- kın... « dedi. Hanımla hizmetçi, isyan ederek, yerlerinden fırladılar. Ne demek?... Ponpon, nazik, ter biyeli Ponpon rezalete, namussuzlu- ga mı kalkışacaktı ki, çocuk doğur- sun?... Fakat buna rağmen içlerine de kurt düştü: Artık o pencereler, kapılar, her zamandan daha ziyade itinala kapanıyor... Ponpon, evden dışarı çıkamıyor, çıkamıyacak! Fakat bir bahar gecesi, semada yıl- dızlar parıl pan parlarken ve çiçek kokuları ortalığa yayılırken, iki ka- Ğın birden irkildi: N Bahçede, tatlı Aşıkane, bir miyavlama 'şitiliy Jaklarını dikmiş, helccanla ti du. Bu tezahürler Üzer Ponpon müthiş bir baskıya soküidu. misafir gelen bir uzuuun nı gördüler, Bayan Faize, dişleri firariye ne cazalar verec Şayeste ise, gizlice ağlıyordu. Başı önde, kuyruğu * kısıl lıktan İmanı gevremiş, Ponpon, sürüklenir gibi ri girdi, Utanmadan hanımına ya laştı; eteğine sürünerek, okşanma dilenir gibi: — Hırrnnn! Ptrnn! - yaptı, Öfkeyle hayvanı İttiler. Şayeste de, muhakkir bir eda İle yemeğini verdi. Artık okşanmalar, şimartılmalar biti: Ponpon üstüne sürülen bu lekeyi, bu ayıbı hissetmiş gibi, müte- vazi bir köşeye büzüldü; gözlerini kapadı. Günler geçti; kabahat unululmak Üzereydi. Gebelik ortaya çıkınca iki kadın yeni bir heyecana düştü, Ni- hayet bir sabah, Şayeste, tavan ara- sından inerken: — Küçük hanım! Küçük hanım!... Doğurdu!... Yukarıda!... Eski çama- şır sepetinin içinde... - diye haykırdı. — Yavruların hepsini ın, Bayan Faize, kızararak: | Sabahları geliyor, Fai- | Soldan sağa: | — Havanın değişeceğini gösterir. ? — Buudler - Mizmete karşı hediye olarak verilen 3 — Lezzet - Coşkun 'su - Beyaz. 4 — Eski devirde şöhret bulmuş İstan- bul kabadayıları, 5 — Noktalar - Sonuna R konursa ev- lenmemiş erkek ol 6 — Serbes - Zereden. 7 — Demir potrel - Üst dei 8 — Nota - El değmemiş. 9 — Kumanda - Usta değil, 10 — Meydan - Bir tane. Yukardan aşağı: 1 — En sağlam inşaat 3 —Sert ve siyah ağaç - İşsretle an- Jatma. 3 — Esaslı ıslahat taraftarı - Vilâyet, 4 — Hayvan yemi - Cesed 5 — Serseniş. 6 — Mukadder ölüm - Kaba kumaş, 7 — Mektebe devam eden - Tok deği 8 — Sonuna FP konursa Pas havali de bir çöl olur - Kekemelik. 9 — Cefa - Söz, 10 — Ör! ve âdete muhalif. Geçen bulmacamızın halli: Boldan sağa: 1 — Çitlembik, 2 — Aşar, Net 3 — Marmelât, 4 — Lâhana, $ — An, Kahve, 6 — Man, Kira, 7 — Alamana, 8 — Na, At, Sade, 9 — İkraretmek, 10 Yukarıdan aşağı 1 — Çamlımanı, Tarhana, 4 — Liman, Maaş, Kâlre, 6 — Lâkin, En, 7 — Arasta, 8 — İntiha, Ama, 9 — Ke, Âdet, 10 — Tören, Ek. Şenaat, Akba müesseseleri Ankarsda her dilden zete, mecmua ve kırtasiy. olarak AKBA müesşeselerinde bu- labilirsiniz. Her dilde kitap, mec- mua siparişi kabul edilir. İstanbul için ilân kabul, abone . Ündervedd yazı ve he- sap makinelerinin Ankara acentesi, Parker dolma kalemlerinin Ankarada satış yeridir. Telefon: 3377. İ Üsküdara attırırsın! Bulamasın, tek- | rar eve taşıyamasın! | — Kabil mi2... Yanaşamıyorum... | İ Bir tanesini alayım dedim; Ponpon yüzüme atlıyacak gibi oldu... Kapla- na dönmüş vallahi!.. Faika hanım, yüzi ne gizliyerek inledi | Başımıza gelenler!... Bahçıvan çağırıldı; birkaç kişi da- ha tecrübe edildi. Fakat Ponpon Kim- seyi yavrularına oyanaştırmıyordu. Öyle cesurane, öyle canla başla mü- dafaa ediyordu ki, bu hali, iki kadı- nın merhametini uyandırdı. Birkaç gün sabretmeğe karar ver- diler. O sırada, bir gün, zayıflamış anne önünde, beş yavru arkada evin içini dolaşmağa ba lar. Ponpon azametle, sanki yavrularına, melikâ- nesinin her köşesini öğretiyordu. Hanımının önüne gelince, parlak yeşil gözlerini kaldırarak, muzaffer bir eda ile mıyavladı. Lisanmca şunu İ demek istiyordu, belli: nü avuçları içi- Gururlanmağa hakkımı yok mu? Na- sıl oluyor da siz böyle bir sürprizden memnun kalmıyorsunuz?.. İki ihtiyar kız, bu şahane annelik tezahürü önünde, mahçub ve şaşkın, biribirlerine baktılar. ... İşte 67 kedisile maruf olan Faize hanımın şöhreti, bu suretle başla- mıştır. Nakleden: (V& - Nü) anam EVROZINİ Baş, diş, nezle, grip. romatizma, nevralji, kırıklık ve bütün ağrılarınızı derhal keser. İcabında günde 3 kaşe alınabilir. Bakın çocuklarıma, ne güzel!.. | a Tarihi «Ben Bizans saraylarında yaşamak istiyorum!» Sahib hurmali rasın- yavaş konuşuyorlar: — Moçollar yakında dönecekler mi? - Zannetmem, Sİtti! Yakında dön- meleri bizim için pek de hayırlı ol- masa gerek... — Niçin? Bu yabancı ve mağrur adamlardan ne bekliyoruz? — Büyük bir istikbal, Sitti! Parlak bir istikbal. — Arap kabilelerinin istikbalini on- lar yaratacaksa, biz hiç çalışmıya- - Müşterek mesaimizle büyük bir hedefe ulaşmak imkânı varken, bize yardıma gelen bu adamları nasıl yol- larından çevirebiliriz? — Hamdaniler bu işi kendi başları- na yapamazlar mı? Yapamayız, Sitti! Bizans surla- rı yirmi otuz tekne ile kuşatılamaz. Saydavilerle (omutlaka anlaşmağa mecburuz Hattâ bence bu anlaşma bile bizi hedefimize kolayca ulaştıra- mâz. Misir korsanlarının, Cezayir Ta» rablus kabilelerinin de yardımını te- min etmeliyiz Bunu yapamassak, yapamıyacaksak boş yere emek sar- fedip yola çıkmıyalım, Sen de Aykutu himaye ediyor- sun?... Sen de onun fikrini ileri sürü- yorsun, öyle mi? Nihayet yedi Moğol yedi yüz bin Arabı kandırmağa muvaf- fak olmuş. Buna şaşmamak kabil mi? Sahib, Şeyhin kızını tatmine çalı- şıyordu: — Asyadan Avrupaya geçen ve orduları Alman sınırlarına kadar da- yanan Moğollar dünyanın en büyük, en meşhur muhariplerini yet ş- tir, Sitti! Biz bu hususta çok geride- yiz, Onların çizdiği plânları aklım ai- mıyor, Aykut Han çok yaman bir , kumandandır. Onların peşinden gi- İ dersek, dünyanın en zengin, en şirin beldesi olan Bizansı bu suretle elimi- 20 geçirmiş olacağız de pren- sesler, impârato muhte- şem Bizans saraylarında oturacaksı- niz! — Sen Bizansın, Hamdanilerden daha zengin olduğunu nereden ve in ediyorsun, Sahib? Biü- tün Arabistanda bizim kabilemizden daha büyük, daha zengin ve daha nüfuzlu bir kabile var m? — Ne de olsa biz çölde, hurma or- muanları arasında yaşıyoruz. Onlar altın yaldızlı tavanlarile, mermer dö- şemeli salonlarla, rengârenk çiçekler- le süslenmiş bahçelerde, hasılı göz kamaştıran saraylarda yaşıyorlar. - Demek sen de «Bizans» : muha» sara etmemize taraftarsın, öyle mi Sahib? — Evet, Sittil Taraftarım. Çünkü, Bizansı alırsak, öyle büyük bir de elbette bana da büyük bir iş lunur. Burada Hazrete dalkavukluk etmeklen bıktım artık — Ne diyorsun, Sahib... hizmet etmekten usandın mı? Sahib pot kırdığını anladı: — Çok yoruldum, Sitti! Ben de bi- raz rahat etmek, gözümü açmak, dünyayı görmek istiyorum. — Rahat değil misin burada? — Hi Sitti! — Gözün kapalı mı yaşıyorsun? — Evet, Sitti! — Vaktile Bizansa giden kafile ile sen de gitmiştin... Dünyayı herkes. ten iyi gören sen değil misin? — O bir rüya oldu, Sitti! Herşeyi unuttum. Gözlerim tekrar kapandı, yıllardanberi içinde yaşadığım kât- nat, şu bir kaç çadırdan ibarettir. Ben, o tatlı rüyanın hakikat olmasını istiyorum. «Sen de bir kölenin kızısın!» En aşağı kırk bin ağaca yakın bü yük hurma ormanının methalinde küçük bir kulübede yaşıyan yüz elli yaşlarında bir ihtiyar vardı. Hurma ormanının şarlındaki düz vahadan gelen geçen kervanları yetmiş beş yildanberi seyreden ve kabileden uzak yaşıyan bu ihtiyar münzeviye Araplar peygamber gibi taparlardı. bama i y e v DİŞİ KORSAN Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli “Babana dalkavukluk yapmaktan usandım artık, Sitil 1 (Bundan sonra Bizansın saraylarında yaşamak isterim .., Tefrika Na. 36 Şeyh Akabelin güz genç-gibi uzakları gö: Göğsünü örten sakalı, wzayan saçlarına karış- mıştı. Çocuk kadar ufak vücudu, to- parlak gözleri, nafiz bakışları vardı. Şeyh Akabe, yetmiş yıl önce, Kizil denizde o Medinenin iskelesi olan «Akabe, şehrinden Hamdanilere elçi olarak gelmiş, beş yıl burada kâaldık- tan sonra, bir gece Füyasında ken- disine: «Sen, şuradaki hurma orma- nınım methalinde ebediyen yaşamağa mahkümsunf Artık dünyadan elini çek.. ve poslunu oraya ser!» demişler. Bu, hatiften gelen bir emirdi. Şeyh Akabe o zaman tam yetmiş beş ya- şında idi. Hamdaniler reisi ve Abdul- lahın büyük babasi Abdürrahmana meseleyi anlatarak, kendisine hurma ormanında münzeviyane yaşamak hakkının verilmesini istemişti. Şeyh Abdürrahman derhal Akabenin bu arzusunu isaf ederek orman girişinde kendisine bir kulübe yaptırmış. işte Şeyh Akabe o zamandanberi bu ku- Yübede yaşıyordu. Aradan tam yetmiş beş yıl geçmis, Şeyh Abdürrahman ölerek yerine Şeyh Salih, oda ölerek Salihin yerine oğlu Abdullah kabile reisi olmuştu. <Akabe> hâlâ yaşıyordu. Hem de çok sağlam, çok çevik ve muhakeme- si yerinde olarak, Akabeden herkes korkardı. Kabile efradı, herhangi bir zorluk karşısında kaldığı zaman derhal Şeyh Akabeye koşar, derdini anlatır ve ihtiyar mün- zevinin nasihatını tutar, çizeceği yol- dan yürürdü. Akabe ömründe bir kere bile yalan söylememiş, o kimseyi oaldatmamış, başkasının hakkını yememiş ve doğ- Tuluktan ayrılmamıştı. Şeyh Akabe- nin mevcudiyeti Hamdanilere fazilet ve itimad telkin ederdi ve bir seyyah Hamdaniler arasında gezerken, o “İ- vardaki kabilelerden Hamdanileri ko- Jaylıkla seçebilirdi. Onları ahlâk ve meziyetlerile çarçabuk — ayırd edebi- ürdi. Hacer bir gün hurma ormanında dolaşırken -<Akabe; nin kulübesi önünde durdu. — Akabe, falcılara benzemez. Her- kes onun Sözünü hadisişerif gibi öpüp başıma koyar. Diyerek, Şeyh Akabeye selâm verdi. Ihtiyar münzevi ayaklarını uzat- mış, başını kulübesinin direğine da- yamış, dalgın oturuyordu. Haceri görünce tanidı, — Üç yıl önce bir şeker bayramın- da babanla beraber elimi öpmeğe gel- miştin, değilmi? zi Diyerek, gözlerinin içile güldü. Hacer iğildi, münzevinin elini öptü. Bugün bayram değil, Vakitsız geldim. Fakat bir derdim var, Sizden öğüt almak istiyorum. Bana yol gös- terin... Karanlıkta kaldım; Akabe tüyleri dökülmüş bir Akbaba gibi, gözlerini Şeyhin kızına çevirdi: - Ben seni müstakbel kocanla bir- likte bekliyordum... Hacer birdenbire şaşaladı. leri .hâlâ, bir — Müstakbel kocam mi?... Buda kim? İhtiyar münzevi bir tek kelime ile cevab verdi: — Said... Hacerin şaşkınlığı devam ediyordu: — Said mi? dedi. O, benim müs- takbel zevcim, öyle mi? Akabe yavaşça başını salladı: — Evet, Gökte bu yıl nikâhinz melekler tarafından kıyıldı. O senin kocandır! — Fakat, ben onunla evlenmek İs- temiyorum. Said, bir kölenin oğlu- dur, Akabe gözlerini süzdü ve başını kaldırdı: — Sende bir e kzı değil misin? — Hayır. Ben bir köle kızı değilim. Babamın kabile reisi Dy are unu tuyor musun? — Baban, babanın babası kabile reisi idi, Fakat, ecdadın, peygambe- rin kölesiydi, liner var) e ari DD a j e e PrgaE Te vir

Bu sayıdan diğer sayfalar: