6 Haziran 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

6 Haziran 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Cesaretten, hayatta geçirilen teh- Mkeli maceralardan bahsediliyordu. Birdenbire Ahmedin gözleri parladı. Arkadaşı Şemsiye döndü: * — Aman, dedi, bizim meşhur «Çar- dak hikâyesi ni anlatsana... Şemsi bu «Çardak hikâyesi» sözü Üzerine bir kahkaha savurdu ve an- latmağa başladı: — Geçen yar, üç arkadaş, ben, Ahmed, Kadri sayfiyeye taşınmağa karar vermiştik. Epey araştırdıktan #onra nihayet istediğimiz gibi bir yer bulduk. Bu, İstanbul civarında” ki tenha bir sayfiyede, küçücük bir tepenin üstünde, eski, kocaman bir köşktü. Bu kuş uçmaz, kervan geç- mez yerde ne güzel dinlenecektik. Yalnız köşkün manzarası ve bulun- duğu yer oldukça korkunçtu. Fakat işin asıl mühim tarafı ev sahibi- mizdi, Ev sahibi deyip te geçmiyelim. Bu, yet güzel, genç bir dul kadındı. Oturduğumuz köşk iki bölüktü. Bir tarafında ev sahibimizle ihtiyar süt babası oturuyordu. Öbür bölü- gü de biz kiralamıştık. Fekat Zehra oldukça acayip bir kadındı. En bü- yük zevki garib bir hayal geçirmek- 1. Kiş yaz, süt babasile birlikte bu son derece tenha yerde korkunç köşkte oturuyordu. Yavaş, yavaş Zehra ile arkadaşlığımız ilerliyordu. Bir gün dayanamadık. Kendisine sorduk: — Kiş yaz burada nası! oturuyor- sunuz? Bilhassa kışın burası çok korkunç olsa gerektir... Hattâ biraz da tehlikelidir zannederim. Zehra güldü: — Ben garib bir tarzda yaşama- sını çok severim... Tehlikeden de ba- yağı hoşlanırım... dedi. Günler geç- tikçe Zehrayı çok iyi tanıyorduk. Kadınlar erkeklerin meziyetlerini başka başka terazilerde ölçerler. Ba- xı kadınlara göre bir erkek için en büyük meziyet iyi kazançlı, paralı ol- maktır. Bazıları katiyen paraya ehemmiyet vermezler. En mükemmel erkeği «okumuş. yazmış, ince zevkli, iyi konuşan adam» diye tarif ederler. « Bazıları için erkekte en büyük me- siyet güzelliktir, Bir kısım kadınlar da erkekte güzelliğe zerre kadar ehemmiyet vermezler. Bunlar için mükemmel erkek, şefkatli, iyi kalbli, mazbut insandır. Zehranın da erkeklerin meziyeti- Bi ölçtüğü terazi bambaşka idi. Genç kadın için mükemmel erkek «cesur «dam» dı. O daima: — Erkek demek cesaret demek- tir... diye tekrar eder dururdu. Ahmedle ben pek öyle korkak in- sanlar değildik. Fakat arkadaşımız Kadri korkaklığile meşhurdu, Fakat Kadri, güzel ev sahibimize meftun olmuştu. Zehranın gözüne girmek için kendisini dehşetli cesur bir er- kek gibi gösteriyordu. Âdeta yalan- cı bir aslan kesilmişti. Ağzını ancak kendi cesaretini gösteren hikâyeleri anlatmak için açıyordu. İşin garib tarafı Zehra Kadriye Mişel Ze- yakonun romanlarının sahifeleri ara- sından fırlamış bir kahraman na- zarile bakıyordu. Biz bulsak Kadriyi bir kaşık suda boğacaktık. Bir gün Ahmed bana: — Yahu, dedi, şu Kadriye bir oyun yapalım da foyası meydana çıksın... — Ne yapalım?... Birdenbire başımın içinde bir şim- gek çaktı, bağırdım: — Buldum!... dedim, Kadriyi Zeh- ranın yarında fena halde korkuta- ım. Onlar her gece bahçedeki çar- dakta başbaşa oturmuyorlar mı? Biz mehtabsız, karanlık bir gecede, yüz- lerimize birer maske takarız. Birden- bire çardağa gireriz. İki haydud, iki katil gibi Kadriyi fena halde kor- kuturuz. Düşün bir kere... Kadri öy- Ie iki maskeli adamı karşısında gö- rünce kimbilir ne kadar korkacak?. Belki de ayaklarımıza kapanıp: «Aman beni öldürmeyiniz...> diye yalvaracak... İşte o zaman Zehrada yalancı aslanın foyasını öğrenecek... Arkadaşım Ahmed benim bu fikri- mi pek beğendi; — Mükemmel... dedi. mükemmel bir buluş doğrusu... Hemen maske- el leri hazrılıyalım... Zaten bu yakın- larda mehtab da yok... Geceler ku- ranlık oluyor... Bu işi yarın gece yapabilir miyiz? — Tabil,.. Neden yapmıyalım?... Hemen o günden maskeleri hazır- ladık. Ertesi gece &deta heyecan için- de idik. Nihayet Kadri ile Zehra bah- çenin köşesindeki oçardağa gittiler. Son derece karanlık bir gece olduğu için maskelerle tanınmamıza imkân yoktu, Ahmed bana: — Haydi, dedi, vakit geldi... Hemen maskelei taktık. Çardağa doğru ilerlerken ben kendi hesabı- ma sanki hakiki bir haydudluk ya- pacakmışım gibi heyecan içinde idim. Çin yaklaştığımız zaman içeri- den Kadrinin sesini işitiyorduk. Zeh- raya gene bir takım kahramanlık hikâyeleri anlatıyordu. Ben kendi kendime: «Sen anlat, anlat bakalım... Beş dakika sonra korkudan kimbilir ne hale gelecek- sin...» diyordum. Nihâyet birdenbire çardağa girdik. Ben sesimi kalınlaştırarak korkunç korkunç bağırdım: »— Eller yukanl!... Fakat hayret... Zehranın yanında oturan Kadri kımıldamadı bile... Bon derece sakin bir tavırla yüzü- müze bakıyordu. Ben tekrarladım: — Eller yukarı diyorum, şimdi ca- nınızı cehenneme göndereceğim. Fakat bu esnada ummadığımız bir şey oldu. Kadri oturduğu yerden kalktı bize sert sert; — Defolun bakayım serseriler... dedi, şimdi sizin pestilinizi çıkarı- bu hiç umulmadık cesaretine o de- rece şaşmış kalmıştık ki bir an hay- retimizden bir şey söyliyemedik. Ni- hayet gene ben kendimi topladım. Kadriye son darbeyi indirmek, onu fena halde korkutmak lâzımdı. San- kalın bir sesle bağırdım: — HALA mı lâf söylüyorsun... Hâlâ mı? Serseir senin gibi olur... Artık bu korkunç tavrım üzerine Kadrinin ayaklarımıza kapanacağını zanne- diyordum. Çünkü onun korkaklığını hep bilirdik. Fakat benim bu halim Üzerine Kadri hemen çardağın köşe- sine eğildi. Orada duran kocaman bir sopayı yakaladığı gibi üzerimize saldırdı. Zehra heyecan içnide bağı- nyordu: — Aman, Kadri bunlar katil adam- lardır... Hem iki kişi... Sen başa çi- lâkin Kadri şimdi hakiki bir as lan kesilmişti, bir roman kahrama- nı tavrile: — Cesaret sevgilim, cesaret... Kor- kacak bir şey yok... Bu iki serseriyi şimdi ben haklarım... diyerek sopası- ni rasgele her tarafımıza indirme- ğe başladı. Öyle de hızlı vuruyordu ki... Neye uğradığımızı şaşırmıştık. Kalın sopanın acısı müthişti. Niha- yet biz bu şakaya nihayet vermek — Kadri kardeşim... Dur bizi din- le... diye yalvarmağa başladık. Fa. kat bizi dinliyen, işiten kim... Kadri: — Sizi katiller, sizi korkak gerse- riler, sizi haydudlar... Benim kim olduğumu size öğreteyim... diyerek habre yapıştırıyordu. 'Biz inliyordu: — Kadriciğim... Kardeşim... Val- lahi şaka... Şaka be birader... Sen şakadan anlamıyor musun? Kadriyi durdurmak ne mümkün?. Nihayet işi anlatabildik. Kadrinin elinden kortulduk. Arkadaşımız: — Yahu... Bu ne garib şaks... yordu, ben de sizi hakiki Kiran zannetmiştim. HAlâ hayretler içinde idik. O korkak birdenbire nasil ce- saretlenmiş, hakiki bir asları kesil mişti. Acaba aşk mu ona cesaret ver- mişti? Lâkin 'bu çardak vakasından sonra Zehranın gözünde Kadrinin kıymeti büsbütün fazlalaştı. Biraz sonra Kadri Zehranın dairesine ta- şandı. Hem güzel ev sahibimizin kal- bini kazandı, hem de kira filân ver- meden güzel bir yaz geçirdi. Kışın İstanbula dönünce Kadriyi çok sıkıştırdık: — Kuzum Kâğri sen korkaklığını işe Gölgenden bile korkar- İL İk Gül Sd AM Wi 3 — Ağa - Uzak'nidası - Memleketin- den kaçırılmış bir Osmanlı şeh- zadesi. 3 — Nota - Busüzluğa misal olarak söy- lenen bir şehir. 4 — İspirto - Başına «5 konursa su- samli çörek ölür. 5 — Uzak - Keder. 8 — İptidai bir irtifa Aleti. 7 — Varidat getiren emlâk - Nota. #8 — Bulut - Ağlayış 9 — Hind hükümdar - İman. 10 —Bir mevsim - Nobran. Yukardan ayağı: 1 — Yemeklere konan aci baharattan biri. 3 — Fuzuli bilgiçlik gösteren - Efendi. Zarifane, 6 — Çok taneli meyva - Sokulgan. 7 — Arn tabilyet etmek — "Tersi nagi- han olur. 8 — Kışlaya yeni gelen asker, 9 — Hakir - Ona bak, Kendini gör. 10 — Yas Geçen bulmacamızm bali; Boldan sağa: 1 — Brakisefal; 2 — Kâsir, LA, 8 — Radyolin de insanlığa hizmet etmektedir; çünkü Radyolin dişleri, dişler mideyi, mide vü- cudü kuvvetlendirir. Sıhhatli ve kuvvetli insanlar da medeniyete hizmet eder. dın. O gece nasıl aslan kesildin? di- ye sorduk. Evvelâ işi saklamak istedi, sonra itiraf etti: — Çardaktaki vakadan bir gün evveldi. Siz odanıza çekilmiş konu- şuyordunuz, kulak verdim. Bana oy- niyacağınız oyunu kararlaştırıyordu- nuz. Maskeleri yüzünüze takacak, beni Zehrenın yanında korkutacak- muışsınız. Bunu öğrenince evvelden tertibat aldım. Bahçedeki en Kâlın sopalardan birini seçip gündüzden Çardağın köşesine yerleştirdim, &iz İçeriye girince hiç korkmadım. Biraz Sönra da sopayı yakalayınca size İndirmeğe başladım. Siz: : — Yahu... Biziz... Şaka!... dedik- çe ben bunları işltmemezliğe geliyor, habre yapıştırıyordum. Nasıl bana oyun oynamak ister misiniz? Kendi kazdığınız kuyuya kendiniz düştü- nüz. Hem bu vakadan sonra Zehra da beni hakiki kahraman olarak ta- nidı... Vakadan sonra geçirdiğim ha- yatı biliyorsunuz... (Bir yıldız) Tarihi DIŞI KORSAN Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli Göktay hayretle gözlerini açtı: “Ben sana ne fenalık yaptım?, dedi alalı Tefrika No. 17 «— Burada Macar kralının par mağı vardır!3 Hükmünü vermekte gecikmiyorlar ve biraz araştırdıktan, inceledikten sonra bu gizli parmağı yakalayıp meydana çıkarıyorlardı. İşte, son casusun yazdığı mektub... Göktay bu mektubu yakalamasay- dı bile, Polonyada da Macar kralı Belâ'nın başka kundakçılarile karşı- laşacaktı. Nitekim öyle oldu... İki Macar casusu idam edildikten bir kaç gün sonra, Göktayın çadırına şüpheli bir adami girerek, gece ya- tarken göğsünün üstüne kara saplı bir hançer bırakıp kaçtı. Göktay gözlerini açınca göğsün- deki hançeri gördü. Gülümsedi: — Korkaklar! Diye bağırdı. Kumandanın çadıri- na kâdar girmeğe muvaffak olan bu adam, neden Göktayı vurmamıştı? Çünkü Macarlar, Moğolların bir hançer darbesile kolayca öldürülece- ğine inanmazlardı. Çok defa vücudünün bir kaç ye- rinden yaralandığı halde hasmile döğüşen Moğolları kendi gözlerile görmüşlerdi. Macarlar, Moğollardan çok kor- karlardı. Göktay hançeri eline aldı. Düşün- meğe başladı. — Beni ölümle tehdid ediyorlar... Diyerek mütemadiyen gülüyordu. Göktayı öldürmek için, bundan da- ha güzel bir fırsat ele geçebilir miy- di? Fakat, karargâhın her noktasında bir çok nöbetçiler dolaşırken, meç- hul bir adam, Moğol kumandanının çadırına nasıl girebilmişti? Biraz sonra her şey anlaşıldı: Bir Macar casusu, iki ay çalısarak yer al- tından gizli bir yol kazmış, nihayet 6 gece çadırın içine girebilmişti. O gün derhal bu gizli yolu keş- fetliler, yolun içine girdiler. Ve bu gizli yolun öteyanındaki küçük ço- ban kulübesinde saklanan Macar ca- susunu yakalayıp Göktayın “Yanına getirdiler. “ Macar casusu, Göktay'a neler anlattı? Göktay, Macar casusuna sordu: — Ben çadırımda yatarken, göğ- süme şu hançeri bırakan sen misin? Moğol başkumandanı elindeki han- çeri Macar casusuna gösterdi, Casus başını önüne eğerek, çekin- meden: — Evet, dedi, ben koydum onu göğsünüze! Göktay soğukkanlıydı, Tekrar sor- — Beni vurmak mıydı maksadın? — Hayır, sadece tehdid etmek... — Peki amma, bundan ne çıkar? Moğollar ölümden Yılar mi ki, küçü- cük bir hançer onları korkutsun... — Macar kralı sizi öldürmekliğimi emretti. Fakat ben bu İşi yapamı- yacağımı anladım. Hançeri göğsünü- ze bırakıp kaçtım. — Demek seni buraya gönderen Mazar kralıdır, öyle mi? — Evet. Fakat, kral göndermesey- di, sizden gene öç almak fırsatını ari- yacaktım! Göktay hayretle gözlerini açtı: — Ben sana ne fenalık yaptım? Seni ilk defa görüyorum... — Bana bir fenalık yapmadımz amma, bir kardeşimi Peştede diğer kardeşimi de Litvanya civarında kı- Uçtan 1 O zamandanberi sizden öç almak için fırsat bekliyor. “dum. — Kardeşlerinin suçları ne idi? — Vatanlarını müdafaa etmek ve sizinle merdçe döğüşmekten başka suçları yoktu. — İkisi de muharibdi demek on- lam? — Evet. Hem de ne temiz yürekli, cesur, atılgan gençlerdi. Asyanın or- tasından Bâlkanlara kardeşlerimi öl- dürmek için mi geldiniz? Koca As yaya sığamıyor musunuz? Göktay ilk defa'böyle mühim ve düşündürücü bir soru İle karşılaş. yordu. Zabitlerden birine: — Şu herifin kollarını bağlayıp tutsakların yanina Atınız... Kendisi- le tekrar görüşmek isterim. Dedi. Macar .casusunu kumanda- nın çadırından çıkardılar. Göktay o gün kendi benliğile kar- şı karşıya kalmıştı. Göktay kendi kendine düşündü: — Casusun dedikleri çok doğru. Orta Asyadan Tunayü kadar geldik. Balkanların göbeğinde mütemadiyen akınlar yapıp duruyoruz. Bu akınla- cak? Yirmi yıldanberi buralarda az mı kan döktük... Azmı can telef ettik? Savaşlarda ölen kahramanla- rımızın mezarlârı bile belli değil. Yers Mleri bir türlü memnun edemedik. Ya burada temelli yerleşip ıslahat yapmalıyız, yahut bütün askerimizi çekip Rusyaya gitmeliyiz. Bu küçük hadise Gökteyı derin hir uykudan uyandırır gibi harekete ge- Moğol başkumarndanı o gün Çine gönderilmek Üzere bir mektub yaz- di ve Hakana buradaki vaziyeti bik dirdi. Kuhilâydan cevab gelmesini bek- lemek için en aşağı bir yıl beklemek gerekti. Göktay bu bir yl içinde bir taraf- tan Bizans, diğer taraftan da Rusya işile meşgul olacak ve muvakkâlen Polonya erazisinde kurduğu kârar- gâhında oturacaktı. Göktayın giriştiği mühim işler vardı : Aykulu Arabistana gönder. mişti. Aykut orada Saidle beraber Arab korsanların: hazırlayıp Bizans üzerine bir fırka asker gönderecekti. Diğer taraftan Macar kralı Belâ'- dan da öç almadan dönmek Göktay için küçüklük olurdu. Göktay: — Ben onun bumunu kırmadan bir yere gidemem! Diyordu. Çinden yeni emirler ge- linceye kadar Bulkanlarda neler ck mazdı?! Göktay bir fırkasını da birdenbire karışan Rusyaya göndremişti. Rusyada da Moğol prensleri hâ- kimdi. Rusya Grandüklerinin başkaldır- malarına meydan vermemek için, Moğol prenslerini sık sık yeni asker- derle takviye etmek mecburiyeti yardı. * Volga kıyılarında Mogol şarkıları Göktay, Polon erazisinde karargâh kurup yerleştiği gündenberi Rusya işile çok yakından. alâkadar oluyor- du. Volga üstünde (Saray). şehrinde oturan büyük Moğol prensinin sefa- hete dalarak, hasımlarının faaliyeti. ne meydan verdiği söyleniyordu. Bütün Rusya Grandükleri ve kü- çük prensler tamamile Moğol hanı- paytahtı Karakurumdan Çine nak- lettikten sonra, Rusyadaki Moğol Prensi - umumi valisi - daha büyük bir nüfuz ve salâhiyet sahibi ol- muştu. , Hazer denizinin şimal tarafların- da hüküm süren Moğol emaretleri Rus prenslerini eziyor ve tarhedilen vergiler tahammül edilmez derecede yıllar geçtikçe artıyordu. Rusyadaki hanlar paradan ziyade vergi olarak kürk ve erzak alırlardı. * (Saray) şehri o devirde müze ka- dar güzel, zengin, süslü, şirin bir memleketti. Rus Grandükleri sık sık buraya hanın saraya arzı ubudiye- te gelirlerdi. (Arkası var) 3 ! |

Bu sayıdan diğer sayfalar: