Amerikada sinema yıldızları çok para sarfetmeğe mecbur Yıldızlık mevkiini muhafaza için göz kamaştırıcı hayat yaşamak lâzım Hollivudda yıldızlara kiralanan köşklerden biri Fransız sinema yıldızlarından Da niele Darrieux, Hollivudda birkaç ay kaldıktan sonra Fransaya döndü. Der. ) hal birçok gazeteciler artistin etrafı- nı sardılar, Holliyud hakkında neler düşündüğünü, orada nasıl vakit ge- girdiğini, Amerikada ilk filmini nasit çevirdiğini sordular, Amerika hayatı hakkında kendisinden birçok malü- mat aldılar, Şimdi bütün Fransız gâ- zeteleri bu yazılarla doludur. Fransız sinema mecmuslarından biri bu münasebetle yazdığı bir yazı- da diyor ki: Pariste bir sinema artiti ibediği gi- bi yaşıyabilir, Halliyudda vaziyet baş- kadır, Orada bir sinema yıldızı istedi- ği gibi yaşıyamaz, bazı teşrifata ria- yet etmesi, parlak, göz kamaştırıcı bir hayat yaşıması lâzımdır. Aksi takdir. de mevkii derhal düşer, Hollivudda bir sinema yıldızının her şeyden evvel müketlef bir evi olmalı. dır. Geniş bahçesi, yüzme havuzu olan Meksika veya Kaliforniya mimari tar- unda yapılmış bir ev... Bu evde be hemehal bir bahçıvan, bir ahçı, bir kadın oda hizmetçisi, bir erkek orta hizmetçisi, bir şoför, bir de zenci hiz- metçi bulunmalıdır, Yıldızın birkaç otomobili olacaktır. Bunlar son model ve en kuvvetli ara- balar olmalıdir, Yoksa derhal kredi. niz düşer. Evinize arasıra misafir davet ede- ceksiniz, şuna buna ufak hediyeler vereceksiniz, yahut çiçek gönderecek- siniz. Sık sık berbere uğrayıp mani- kür yaptıracak, saçlarınızı tarata- caksınız. Bütün bu işler tabii çok pa- raya ihtiyaç gösterir. Hollivudda geniş bahçeli, yüzme ha- vuzlu güzel bir evin kirası en atı yedi yüz dolar (750 - 800 Hra) dır. Danielle Darrieux, oturduğu eve ay- da 700 dolar veriyordu. Annabella- nın evi de bu fiatedir, Charles Boyer evi için ayda 1200 dolar (1500 Mra) ki- ra veriyor. Bir yıldız berbere gidince enaz 25 - 30 dolar verir. Saçlarının taran- masi ve manikür 8 dolar, pedikür 17 dolardır. Pedikür her gün yoksa da onun yerine başka şeyler çıkar. Kâtip, mutfak masrafı, elbise, Jâ- vanta parası ve saire mühim yekün tutar. Hollivudda lâvanta çok Pahalı dır. Küçük bir şise lâvanta 10 - 12 1 rTadır. Bundan bahsedilince: «Ne ya- palım, lâvanta Fransadan geliyor» de- | AN evinin önünde nir. Ya çoraplara ne diyelim? Pariste bir buçuk liraya satılan Amerikan çorapları Hollivudda İki buçuk lira- dır. Evde dört beş kişi davet edilerek küçük bir ziyafet verildi mi, dört beş yüz lira gider, Bir çiçek göndermek 20 dolara malolur, «Bunları yapma- sınlar?...> diyeceksiniz. Acaba imkân var mı?... Ya bunları yapacaksınız, yahut yıldızlıktan vazgeçeceksiniz. Hollivudun usullerine rayet etmek lâzım, Hollivud, bir yıldız için Paristen beş misli pahalıdır. İşte misali: * Pariste bir yıldızın masraf; Frank 2000 2000 600 600 800 5500 Apartıman kirası Kâtip aylığı Hizmetçi Ahçı Erkek hizmetçi, şoför Ev masrafı (yemek, tenvirat, çamaşır) 240 (Berber (ayda dört defa) 80 Pedikür (ayda dört defa) 2000 Elbise 300 Çiçek 1500 Evde kabul resmi 1500 Otomobil masrafı 17120 Yekün Amerikada bir yıldızın masrafı; Frank 25000 Ev kirası 9000 Kâtip 3100 hizmetçi 3600 (Ahçı 4200 (Erkek hizmetçi, şoför. Ev masrafı (yemek, tenvirat, çamaşır) Berber (ayda 4 defa ) Pedikür (ayda 4 defa) Elbise Çiçek Evde kabul resmi Otomobil masrafı 12500 " 81500 Yekün Pariste bir yıldızın aylık masrafı 650 - 700 lira tutarken Hollivudda 3200 - 3500 lira tutuyor, Hollivudda bu asgari masraftır, Bundan fazla birçok masraflar vardır. Halbuki Pa- riste ve umumiyetle Avrupada bir yıl- dız isterse yukarıdaki masrafı azaltar bilir. Amertikada haftada iki üç bin dolar #lan birçok yıldızlar vardır. Bunların | neden para biriktiremediklerini bu rakamlar gösterir. Yıldızlar senede 52 hafta mütemadiyen çalışmazlar. En kabadayısı 25-30 hafta çalışır. Çalış- madıkları zaman için ücret almazlar. Bu suretle haftalığı 2000 dolar olan hakikatte 1000 dolar alıyor demektir. Bu para ancak masrafına kâfi gelir. Haftada dört beş bin dolar almağa başlayınca biraz muktesid yaşarsa an- cak o zaman para biriktirebilir. Yukarıdaki masraflardan yalnız kü- çük artistler mfstesnadır. Bunun için küçtk sinema yıldızları daha çok pa- Ta biriktirmeğe muvaffak oluyorlar, 4 HFollivuddaki yıldızların filim çevirdikleri sırada, iki sahne arasın- da, vakit geçirmek için kendilerine mahsus usulleri vardır. Harol Lold biraz boş kalınca derhal bilmece 'hal- le uğraşır. Cinudette Colbert kâğıt- a pasiyans açar, Gary Cooper geniş bir koltuğa oturur, gözlerini kapar ve hayalâta dalar, Marlene Dietrich boş zamanında kitap okur.Carol Lombard laf atar, bilhassa hikâye anlatır. Syivia Sidney iş işler. Mae West rolünü bir kere da- ha gözden geçirir, Sermed Muhtar Alus NA Tefrika No. 82 Peçeli ayak ayak üstüne attı — Göster bakayım beycağzım, şu bombarta dediğin adamın saatine resmettirdiği aftosunun resmini. Saraylı hepsinden fazla merakta: — Kralın eftosu bari güzel mi yok- sa şebele maymunu mu?. Tabiat sahibi mi imiş, yoksa midesizin biri mi? Yosmalardr görelim diye telâşta- Pembeten, nazarlardan irak, te bessümün gülüşe yakınlaşmış şek- linde. Etraftaki heyecan, patırdı azal- sın, teşekkürünü edecek gibi... Hall bunu işrab ediyor. Mineli saat elden ele geziyor, ge- ne her kafadan bir lâf çıkıyordu: — Dâinizi geçin, bakamam; abdes- tim sakatlanır... — Bu resim kral dostu postu de- gil, Meryem anamızın çimenzarlar arasında Adem babamıza muntazır oluşunu irae edoor. — 'Tüh Allah müstahakını sin, kadın sivil kıyafette bel... Uşak Garbis bile geri kalmamıştı: — Ermeni kralı birinci Dikranın fasaflsosunu ben de göreyim... Saraylı saati kaptı; baktı baktı, coştu: — Ne sıska karı bu, teneşir tahta- sına yatmış gibi... Dedim ya, vallahi şu râya erkeklerinde hiç mide yok- tur. Böylelerine bile bayılırlar da mantonita tutarlar. Bunu kapatmış olan hangi kralsa midesine turp sika- yımi... Göbekli merakları halletti: — Dost, mantinö, fasafiso resmi mesmi değil azizler. Bilirsiniz ya, efrenç resimgerleri o(yani ressamlar n) ekseriya lâvhalâra, tabaklara, saksılara, saatlere böyle nisa tasvir- leri tersim ederler. LâAteşbih velâtem- sil melâikeler, huriler, deniz kızla- rı... Bu da o kabilden... Nihayet ortalık yalıştı. Pembeten, saati cebine koymadan evvel, ayağa kalktı. Yerle beraber bir temennah: — Nimeti Molla beyefendi, öteden- beri rayegün buyurulan tevecelih ve Mtifatlarınızın dalma müteşekkir! yim. Bu kiymettar yadigârınızi kul- landıkça meserret ve bahtiyarlık du- yacağım. Arzı şükran ederim! Denizin dibine batsın da çıkar, son nefesinde canına can kat, tılsımını bulup 20 yaşında bir civan et, Gö- bekli bu radde sevinemez. O güne kadar Eşreften bu derece minnettarane bir mukabele görme- mişti. Şu dakika ölse, gözlrel açık gitmiyecekti. VEL Asalı ile Peçeli Nişancaya geldiler. Yenikapıdan daha kolay ve kes- tirme yol var, var amma sokaklarda meyhanelerden boşalan sarhoşlar, ipsizler de var. Bu sebeble beş kuruşu feda etmiş- ler, kadın içine, sakallı arabacının yanına binmiş, köşede durup inmiş- lerdi. Peçeli merakta. Müşirzade mabe- yinci beyefendi ne şekil bir genç? Kapı aralığından meclis odasına baktı: — Bu ayı malağına mı geldim! Ayol tanıdım onu, Lâlelideki Kızıltı camiinde vâzeden Duba Hafız de- gü mi 0)... Asnlı Eşrefi gösterdi: — Sağdaki koltuğa baksana! — Nereye, bakayım, sağımı solü- mu şaşırdım. — Konsolun yanına bak be gü- lümi, Peçeli gevşeyiverdi: — Sahi pek toruman, pek minnoş şeyi... — Nasıl, dediğim çıktı mı?.. Öyley- se öp elimi... — Yüz kere de öperim, bin kere de öperim. Allah için çok güzel, çok alımlı bir delikanlı. Eli öptükten sonra peçesini yok'a- dı; kulaklarına doğru çekerek daha sıkı örttü: — Biliyor mu şartımı şurtumu? — Bilmez olur mu hiç? Gene cicimlikte; — Bak peşin söyleyim amca. Ci- han seraskerinin oğluyum, padişa- hun baş mabeyincisiyim, falan fıstık diye zorbalıkla opeçemi çıkartmağa kalkışırsa sayım suyum yok. Cihan seraskeri zadeliğini, padişah baş ma- beyinciliğini okülâhıma anlatır be- nim. Başımı aldığım gibi (yangın var) diye sokağa fırlıyacağımı bil miş ol... Saraylı yanlarına geldi: — Safa geldin şekerim! — Safada daim ol ablacığım! — Çok beklediler, artık uzatma da, gir içeril.. — Kardeş, İki ayağımı bir papuca sokma... Saraylı, Asalıya sordu: — Söyledin değil mi?.. Paşa baba- sının hafakanı tuttu. Etrafına he- kimler doldu. O kargaşalık arasında Bebekten bir arabaya bindiniz. — Araba maraba karıştırma, ça tanaya bindik. Rahatına bak, biliyor ötesini... Peçeli, evinde uzun uzadıya hazır- landıktan ve.süslendikten sonra be- şını örtüp ve bir yeldirmeye bürü- nüp, koltuğuna da bir bohça alarak gelmişse de gene: ğ — Abla, diyordu, iki dakika mü- saade et, başım saçım pek perişan, düzelteyim. Karşıki odaya girdi. Başörtüsünü, yeldirmesini çıkardı. Aynanın önü- ne geçti: — Bu kapalı yakalı, uzun kollu, harar gibi elbiseyle dünyada o beyin — Benim samani grunlarımı ve- reyim; yahut istersen, iğrenmezsen Beyaz Papağanın suralarını istiye- yim. Vallahi ter lekesi yok, ter koku- su da sinmemiştir. Bilirsin ki gül gibi Peçeli, bohçasını gösterdi; — Hacet yok, başka esvab getir dim. Arkasındakileri fırlattı. Bohçasını açıp güvez atlas üstüne pembe kadi- fe çleçkli bir elbise çıkardı. Bir kaç şey daha alıp aynanın önüne koydu: (Arkası var) Okuyucularımdan, Sofyada deri tüc rı bay Vahan Oh« «Akşama na nektubunuzu aldıra, e takib e de EMOLLA