n b b a a k k w w * gr” TET Pr İl / sEE” 'E PEEERYEYİTFAEN BİBEBEHFEŞ YER BESEFEEFE 4 8 ” 6 # 3 8 8 » E isan 1938 bir berber dükkânına girerken rasla- dım. Beni görünce gülümsedi: ” — Bugün ne yapacağım biliyor musuni?... dedi. Saçlarımı boyala- cağım... Hayretler içinde kalmışlım. Çün- kü Fahir Şemsinin gayet güzel, bem- beyaz, İpek gibi saçları vardı. Kendi- si de $üçlarının rengini pek severdi. İpek gibi beyaz saçlar Fahir Şemsi- ye kibar bir güzellik veriyordu. Her ağarmış saç güzel değildir. Fakat Fö- hir Şemsinin tamamile beyazlaşmış, Parlak saçları kendisine pek yakışır- dı. O, bembeyaz saçlı başı, uzun, iri- Yarı vücudile tepesine kar yağımış Rzametli bir dağ kadar güzel ve hey- betli bir adamdı. İşte bunun için Fahir Şemsi: — Saçlarımı oboyatacağım... de- yince pek şaşmıştım. Ona: — Sen çıldırdın mı?... dedim, Be- Yaz saç binde bir İnsana çok yaki- pır... Senin saçlarının rengi de fev- kalâde güzel... Neden boyatacak- mışsın?. Şemsi âdeta hiddetlendi: — Birak Allah aşkına, dedi, be nimle beraber berbere gel de san& Metali Sonra bana hak verir- Ben hâlâ onu saçlarını boyatmak- İan vezgeçirmeğe çalışıyordum. Fa- kat Fahir Şemsi beni dinlemedi. Be- raber berbere girdik. O saçlarını bo- Yatmağa başladı. Bir yandan da ba- na anlatıyordu: — Birader... Benim beyaz saçları- mi ne kadar sevdiğimi bilirsin. Âde- ta saçlarımın 45 yaşında böyle ta- mamile bembeyaz kesilmesine mem- murdum, Hakikaten başımda bir tek siyah Saç kalmamıştı. Eğer Maciri Ye rasgelmemiş olsaydım bembeyaz saçlarımdan hâlâ-da -memnun-o'a- caktım. Fakat nasl olduda bilmi- yorum. Kirk beş yaşından sonra /fa- cideye adamakılı tutuldum. Maci- de pek gençti. Aramızda tamam yir- Mi yaş fark vardı. Lâkin ben buna aldırış etmiyordum. Kırk beş yaşın- da olmama rağmen yüzümde bir tek çizgi yoktu. Yalnız işte saçlarım bembeyazdı... Bir gün Macide ile tiyatroya git-" meğe karar verdik. Galatasarayda buluştuk. Hava güzeldi. Yanyana yürüyorduk. Macide koluma girmişti. O gece bana her zamankinden da- ha fazla sokuluyor, yüzüme daha #mid verici gözlerle bakıyordu. Kırk $ yaşına gelinceye kadar başımdan Eeçen aşk maceralarının verdiği tec- Tübe ile anlıyordum ki bu kadın da benden çok hoşlanıyordu. Biz böy- le tiyatroya doğru ilerlerken yanı- | Matan yaşlı başlı iki kadın geçli. Bunlardan biri bize dik dik baktık- İ tan sonra yanındakine: —Aman şu erkekler... AK saçla- rmdan da ulanmıyorlar... odemez Mİ?.. Kan tepeme sıçradı. Fena hid- detlenmiştim. Kadının bu sözünü Rena) gibi davrandım. Lâkin çar kadın bunu Macidenin işide- ceği kadar yüksek sesle söylemişti. İlk defa beyoz saçlarıma karşı İçimde bir kin duydum. Tiyatroya ii Bir loca tutmmuşlum. Yerleş- 5 ir de baktım, tiyatrounun önün © rasgeldiğim “ki kadın da tam bi- ,Şakımızdaki locada olurmuyor- nı?... ime Ecce oynanacak eser bir kome- İli. Biraz sonra perde açıldı, Oyun başladı. Birinci perdede benim gibi bembe- Yâz saçlı bir adam tanıdıklarından genç bir kadına âşık oluyor. Bir et Sonra ak saçlı adam genç ka- — Seni seviyorum... diyor. Fakat sevgilisi onu şöyle bir süzdükten sonra şu cevabı veriyor: — Ak saçlarınızdan da mı utan- Miyorsunuz?... Sahnedeki genç kadının bu sözü Üzerine ben kulaklarıma kadar kı- Yardım. Sanki sahnedeki artist bu- Du karşısında ak saçlı adama değil de benim yüzüme zannediyordum »şt söylemiş Bitişik locadaki iki kadın sahne- deki artistin bu sözünü o kadar be- ğenmişlerdi ki avuçlarını patlatır. casına alkışlamağa başladılar. Za- İen oynanılan eserin bu sahnesi pek güzel olacaktı ki herkes alkışlıyor du... Şöyle bir aralık yanımızdaki locaya bir göz attım. İki ihtiyar ka- dın bizim tarafa bakıp bakıp gülü: yorlardı. Seyrettiğim piyes-bana 26- hir olmuştu. Hattâ bir aralık Maci- denin de şöyle yan gözle bembeyez saçlarıma baktığını farkettim, Şimdi Adeta beyaz saçlarıma düşman Ool- muştum. Tiyatrodan çıktık. O günü neşem kaçmıştı. Macideden çabuk ayni. dım. Ertesi günü gene buluştuk. Henüz mevsim yazdı. «Nereye gidelim?» diye düşünüyorduk. Nihayet karar yerdik. Bir çalgılı bahçeye gidip iki üç tane buzlu bira içecektik, gittik. Bir bahçeye oturduk. Ob.. Dünya varmış. Musiki, güzel manzara, İn- sanın yanında sevdiği güzel bir ka- dın... Sonra benim buzlu birayı ne kadar sevdiğimi de bilireni... Velha- sl bahçeye olurduğumuzun İlk ya- nm saatinde gayet mesud bir adam- dım. Fakat biraz sonra bahçede çal- gıcılar şimdiye kadar hiç işitmedi- ğim bir çalgıyı çalıp söylemeğe baş- Jadılar. Bu şarkı hâlâ ezberimdedir. Bil mem, sen bu şarkıyı bilir misin... Şöyle bir şey: «Şimdi saçların bembeyaz.» «Bitti Ukbaharın, hayatından geçti yaz» «Başladı ömrünün sonbahar: «Şimdi saçların bembeyaz...» Aman bu şarkı bahçedekilerin ne kadar hoşuna gitmişti, Alkıştan her taraf inledi. Şarkiyı üstüste tekrar- Jattılar. Hele: «Başladı ömrünün sonbaharı» «Şimdi saçların bebıbeyakz...» 'Mısraları gelince alkış ayuka yük- seliyordu. İçtiğim buzlu biralar bo- da kaldı zannettim. Bahçeden de erkenden kalktık O günden sonra Macide ile sokağa, <ıktıkça hep böyle aksi tesadüfler oluyordu. Hattâ bir keresinde Ada vapurunda arkamızda iki kişinin bi- zim için: — Galiba baba kız bunlar... Ada- mın saçları beyazlaşmış amma yü- zü ne kadar genç kalmış... dedikle- rini işittik, Hele bu «ak saçlarından da utan- Mıyor> cümlesini” İşittikçe ifrit kesi- Hyordum. Nihayet anladım ki bu ak saçla- nm Macide İle benim aramda karlı bir dağ gibi duruyordu. Ben de ara» mızdaki bu karlı dağı ortadan kal dırmak için işte bugün saçlarımı bö- yatıyorum. Şemsi © günü saçlarını iyice bo- yattı. Berberden de evde kullanmak üzere yanına siyah soç boyası aldı. Arkadasımdan ayrıldığım zaman Şemsi âdeta memnundu. Kendisine bir daha tamam üç haf- ta sonra rasladım. tiyen adamların helile kölüma girdi; Başıma gelenleri biliyor mu- sun? dedi, Maide beni bıraktı? — Sebeb? — Sebeb saçlarım... Ben boyalı caçlarımla karşısına çıkınca o sanki tiksinmiş gibi yüzünü buruşturdu: Aman gözlerim görmesin... de- di, senin bütün güzelliğin bembe- yaz, ipek gibi saçlarında idi... Şimdi tekmil güzelliğini kaybettin... dedi. O günden sonra Macide benden dal- pan kaçıyor. Bir daha yüzünü gör- medim... Meğer kadınlar ne garib mahlüklermiş yahu... Macide beni yalnız bembeyaz saçlarım için beğe- niyormuş.... Hem Macideyi kaybettim, hem de #imdi beni eskiden beyaz saçlarımla tanıyanlar biraz hefif bir hareketimi görseler: — Ne ayıb şey... Boyalı saçların- dan da utanmıyor... Diyorlar. Ah şu saçlarım... Boyarım kaba- hat, boyamam kabahat... (Bir yıldız) RR ni AÇocuk Esirgeme Kurumu Genel Mer- kezinden: «Çocuk Esirgeme Kurumunun Ankarada Keçlörendeki Anakbcağı mü- essesesi direktörlüğü açıktır. Doktorlar çocuk koruma ve idare işlerinde te beli yüksek tahsil görmüş bayan! arzu edenler geralti anlamak için kis tercümelerile Ankarada Çocuk Esirgeme Kurumu Başkanlığına müracatları» | AKŞAM 4 Nisan 838 Pazartesi İstanbal — Öğle neşriyatı: Saat 1240: Plâkla Türk musikisi, 1250: Havadis, 15.05: Plâkla 'Türk musikisi, 1330: bühteli > BON. : 1880: Plâkla dans ; Çocuklara massl: Bayan Borsa haberleri, 20: Rifat ve arafından Türk musikisi ve halk şarkıları, 2045: Hav araporu, 2048; Ömer Rıza tarafındar. araben söylev, 21: Fasıl Saz Heyeti: İbrahim ve arkadaşla- Ti tarafından, (Saat ayarı), 2145: Rad- Yo fonik temsli: Stüdyo orkestrasi refa- katile (THAİS), 2215: Ajans haberleri, 2130: Plâkla sololar, opera ve Gperet parçaları, 2250: Son haberler ve ertesi günün programı, 23: SON, Ankara — Öğlen neşriyatı: 1240; Ka- rşık plâk neşriyatı, 1250: Plâk: Türk musikisi ve halk şarkıları, 13,15: Dahili ve harici haberler, 1730: Halkerinden naklen inkilâb dersi: (Mahmud Esad Boz- kurt), Akşam neşriyatı: 1830: Karışık plâk neşriyatı, 1855: İngilizce ders: Azime İpek, 19,15: Türk musikisi ve halk Şarkı- ları (Servet Adnan ve arkadaşları), 20: Baat âyarı ve arapça neşriyat, 20,15 Plâk- la dans musikisi, 21: Spor konuşması: Nizameddin Kırşan, 21,15: Stüdyo salon orkestrası: 1 - Lanner; Die Romantiker, 2 - Berger: Manon, 5 - Armas Jarielelk: Bercehse, 4 - Greg: Norwegischer Braulgug im Vorüberzlehen, $ - Drigo; Suite du ballet Les milllone, 8 - Lehâr: Die Tüstige Wilwe, 22: Ağans haberleri, 22,15: Yarınki program. Avrapa Saat 20 de Breslav 2010 da muzika — Prankf, 20,10 da çeşitli konser — Hamburg. 20,10 de konser — Kolonya 2010 da mandolin orkestrası — Königsberg 20,10 da piyano konseri — Leipzig 2010 da çeşitli mu- zika — Münih 20,10 da dans murikası Viyana 20,10 da radyo orkestrası — Nis P.T.T.20 . T. T. de hafif muzika — Rad Toulouse 20,15 de şarkı ve orkestra — Londra 2030 dn salon muzlka — Bükreş 20 de radyo orkestrası — Prag 20,5 de çeşitil muzika — Peştr 20 de çizen mu- ğ Sant 21 de Deutahcl, 8.21 de senfonik konser — Berlin 21 de radyo orkestrası — Kolonya ve Könlgsberg 21 de, Deutschl. $, dan nakil — Breslav, Prankf, ve Hambu:g, programlarına devam — Lelpsig 21 de orkestra, konseri — Saarbr. 21 de çeşitli muzika — Stu'tgart 21 de küçük radyo orkestrası — Viyana 2i de çeşitli kon- ser — Lyon P, T. 'T. 2130 da senfon. kon- se — Paris P.T.T. 2150.da Boulllan orkestrası Rad. Paris 2130 da «Euryanthes operası — Rad. Toulouse 21.30 da operet havaları — Londra 21,15 de Deutachal. 5. dan nakli — Lüksemburg 2130 da askeri muzika — Hüversum 2150 de wTroratoree operası (ihtisar) — Varşova 21 de çeşitli konser — Bükreş 2120 de snlon rnuzikası — Beromünster 31 de radyo orkestrası — Peşte 2150 da orkestra konseri, Sant 2? de Deutschl. 8, 22'de senfan. konsere de- yam — Berlin 27 de dans muzlkası — Breslav 21,10 da muzika — Frankf. 22 de konsere devam — Leiprig 22de senfon. konsere devam — Iyon P, 7. T. 22 de Benfon, konsere deram — Paris P, T.P, 22.de salon muzikası — Rad. Paris 22 de optraya . devam — Sirasbe. 2230'da Senfon. konser — Rad. Toulouse 22,15 de çeşitli könser —— Londra 2215 de dans ruzlkam — Roma 27 de orkestrn kan- seri — Florans 22,18 de piyano konseri, 2250 de köy muzikası — Hüversum 22 de operaya devüm — Bükreş 2245 de Ru men orkesirasi — Bruno 2280 da viyola konseri — Peşte 22,30 da cazband. Saat 23 de Deutsehi. 5. 2330 da piyano konseri — Kolonyadan naklen Berlin, Hamg., Dan- xp, Münih, Saarbr. 2340 da eğlence ve dans muzikası — Leipzig'den naklen Frankr. ve Viyana 23,20 de akşam kon- seri — Btutigart 2330 da büyük radyo orkestrası » Königsberg 2340 da dans ve eğlence — Paris P. 7,1. 28 de Bönillen orkesizası — Rad. Toulouse: 23,15 de marşlar, 2330 da İngiliz muzikası National 23,15 de askeri muziks — Lon- dra 2325 de dans muzikası — Milâno 23,10 da -keman konseri, 2345 de dans muzikusı — Lüksemburg 23,50 de dans muzikası — Varşova 23 de radyo örkes- tras — Peşte 2330 da salon muzikası Saat 24 den itibaren Alman istasyonları (Kolonyadan ve Leipsigden maklen programlarına de- vam — Berlin iden 4 e kadar orkestra konseri — Breslav, Kolonya, Königsberg, Lelprig 1 den itibaren Bertinden nakil — Franf. tan naklen Stuttgart 1 den 4 € kadar gece muzikası; Birinci kısım «Hans Saks. opera komik, iknici Kısım valsler ve marşlar Rad. Toulouse 2433 de ge- ce yauslkası — Milo 24.15'de © dans yansa. 5 Nisan 938 Sah İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230: Plâkla Türk - musikisi, - 1280: Havadis, 13,05: Plâkla Türk musikisi, 1380: Muhtelif plâk neşriyatı, 14: SON, Plâkin dans musikisi, -18,45: Eminönü Halkevi -neşri- yat kolu namına Nusret Safa, 16: Plâkla dans musikisi, 1915: Konferans: Emin. önü Halkevi sosyal yardım şubesi namı- ra: Doçent Sabahaddin Rahmi Eyüpoğ- Ta (Halk bilmeceleri), 19,55: Borsa ha- berleri, 20: Vedia Riza ve arkadaşları ta- rafından Türk musikisi ve halk şerinları 2045: Hava raporu, 20,8: Ömer Rıza ta- rafından arabes söylev, 21: "Tahsin K rukuş ve arkadaşları tarafından Ti musikisi ve halk şarkıları, (Saat ayarı) 21,45: ORKESTRA: 1 - Mayyar; Le Dea gon ce Villar, 2 - Gregh: NÖvi aljeriyen, 3 - Lehar: La fam ideal vals, 4 - Hans May: Serenad, 22,15: Ajans haberleri 7230: Plâkla sololar, opera ve operet par çaları, 2250: Son haberler ve ertesi gö- nün programı, 23: SON. Tarihi KAPTAN PAŞA GELİYOR Deniz Romanı Yazan; İskender F. Sertelli sam Tefrika No, 189 Kaptan paşa tam karışıklık zamanında İstanbula gelmişti, burada çok kalacağa benzemiyordu O gün Çanakkale halkından cena- ze alayına iştirâk etmiyen bir ferd kalmamıştı. Şehir ve donanma baş- tan başa matem ve iztırab içinde ağ- hyordu. Herkes kederliydi. Doğanın arkasından kadınlar ve çocuklar bi- le gözyaşı dökerek, küme küme me- zarlığa akıyordu. Şehri ve donanmayı saran bu ma- tem havası içinde Kılıç Ali paşa da ha fazla, kalamadı. Doğan gömüldük- ten sonra donanmaya hareket emri- ni verd. Türk denizçileri, akşam güneşi ba- tarken Çanakkaleden ayrıldılar, “ Kısa bir konuşmadan çıkan hakikat Ali reisin kadırgasında iki levend konuşuyor: «— Doğanın ölümü bir muamma, değil mi? — Hem de içinden çıkılmaz bir mu- amma. Midilli muhafıZi bize Doğanın ölümünü haber verirken, bizden ön- ce giden arkadaşlar, Doğanın yanın- da bir başka ölü daha bulmuşlar. — Rum tabibi de Doğanın arka- sından ölmüş. Bu kadar garib bir tesadüfe aklım ermedi vesselâm.. — Benim de aklım ermiyor doğru- su. Sahildeki bunak kayıkçının söz- lerini hatırladıkça tüylerim ürperi- yor, — Ne demişti o kayıkçı? — Unuttun mu dediklerini?... Haniya yanımıza sokulmuştu da bi- ze: «Doğanı bu tabibin elinden kur- tarınız. Bu adam eski bir Türk düş- manıdır. Veneğiklilere: (Türklerden öç alacağım!) diye söz vermiştir. Do- gan onun evinden sağ çıkmiyacek...> demişti. — İyi hatırladın bel Şimdi benim de aklıma geldi... Bunu gemide bah- settiğimiz zaman, arkadaşlar bize gülmüşlerdi. — 'Tabibin, Doğanın arkasından ölüşü çok garib bir hadisedir. Bunu neden kaptan paşaya söylemediler acaba?... — Korktular,. kaplan paşa o za- man Doğanın ecelile ölmediğine hükmedecek, belki de Çanakkaleden Midilliye giderek bu işi inceliyecekti, İstanbula varınca söyleseler de ehem- miyeti yoktur... —.Bu meselede Midilli muhafızı- nın suçlu olduğunu söylüyorlar. — Elbette. Suçlunun en bü; odur. Doğan gibi bir tanınmış ada- mı, tabibin evinde birakmanın re mânası var? — Başka türlü diyorlar, — Doğana bir ev tutardım. Ta bibierin ikisini de hastanın tedevi- sinde kullanırdım. Böyle bir tane sine bağlanmazdım. — öteki tabib, Rum hekiminin çi- rağı imiş. Ustasının baktığı hastaya çırak yanaşamazmış! — Verdiği ilâçlar elden ve gözden geçirmek gerekti, Doğanı zehirlemiş diyorlar. Omu azab ve işkerce ile öl dürmüş. Onun arkasından da ken- disi gitmiş, — İş meydana çıkarsa, kendisini sağ bırakmıyacaklarını biliyordu. Bundan başka ne yapabilirdi? Öcünü aldı amma.. tam aldı kâfir, Gelibolu açıklarından geçiyorlardı. Ortalık >ifiri karanlıktı. İki arkadaş sözlerine devam etti- ler: — Bu işten Ali reisin de haberi yok, değil mi? — Hayır. Ona da bu sırrı açma dılar. Yerlilerin söylediğine göre, Rum tabibinin çok sevdiği bir karde- şini vaktile bir deniz harbinde türk- ler öldürmüş. Rum hekimide Ve- nediklilere, kardeşinin intikamını alacağını söylemiş: «Elime düşecek Türk kim olursa olsun, onu kardeşi- min katili imiş gibi, işkence ile öldü- receğim!> demiş, — Vay melün vay! Dediğini yaptı işte. Keşki bunları Midillide Ali rel- se anlatsaydık. tedavi edemezdi, — Ali reis hekimin cesedini yakar- dı alimallah... Ona büyle şeyler söy- lenir mi hiç?! — Ben sabredemem doğrusu. İs- tanbula varınca, bu işi bütün dün- yaya yâyacağım. — Pişman olursun. Çünkü, sans: «Madem ki bunları biliyordun, bize neden vaktinde söylemedin?» der- ler ve seni de-sorguya çekerler. İyisi mi, çeneni tut... . İçinde * kalsın. bu Kaptan paşanın Istanbula dönüşü. İstanbula bir akşamüstü vardılar. Donanmanın gelişi pek parlak olma- dı. Çünkü yeniçeri ocağında yeni bir başkaldırma hadisesi sarayı te- lâşa düşürmüştü. Ayni zamanda o günlerde halkı tedhiş eden bir hadi- se daha vardı: Kırım seferi hazırlığı. «— Padişahın işi yok mu? Akde- nizdeki korsanları temizlesin de, on- dan sonra Kırıma ordu göndersin.» Diyenler de yok değildi. Bu iki hadise ayni zamana tesadüf edin- ce - rahatsızlığı yüzünden çekilen - Koca Sinan paşa tekrar saraya çağı- rilarak veziriğzam olmuş, asesbaşı padişahın gâzabına uğrıyarak zin- dana atılmış ve Kırım seferi aleyhin- de bulunan bir takım yobazlar hal- Kı üçüncü Murad aleyhinde kışkırt- mağa başlamıştı. Donanma Halice girer girmez, kap- tan paşanın adamları paşa gemisine gelerek, vaziyeti kısaca kendisine an- Jalmışlardı. Kılıç Ali paşa derhal gemiden çık- tı ve doğruca .saraya gitti, Ortalık kararmıştı. Koca Sinan padişahın yanında bulunuyordu. Divan kâtibi Feyzullah efendi kaplan paşayı kar- şıladı: , — Tam vaktinde geldiniz, devlet- lim! Galiba hiç dinlenmeden gene sefere çıkacaksınız! Dedi, Kılıç Ali paşa birdenbire şa- gırdı. Onun, İstanbuldan ayrıldığı son günler içinde olup bitenlerden haberi yoktu. — Yeni bir harb mi var? Diye sordu. Feyzullah efendi faz- la tafsilât vermekten çekindi: — Şevketmeab efendimizle görü- şünce meseleyi anlarsınız, devletlim! Kulunuz bir şey söyliyemem. Ancak şu kadar işaret edeyim ki, bu sefer, yolunuz Kırıma kadar uzayacaktır! Kaptan paşa, üçüncü Muradla sa- rayda konuşadursun. Biz gelelim Ortalık kararır kararmaz, denizci- lerden bir kısmı çektirilerle Cibali ve Azapkapı kıyılarına çıkmağa baş- ladılar. Bu arada Sinan da, yanına arka- daşlarından birini alafak Cibaliye çıkmıştı. Gerçi Ali reis: — Kaptan paşa dönmeden bizim çıkmamız yakışık almaz. Diyerek, Sinanı kendi kadırga- sında alıkoymak istediyse de, Sina- nın gözleri kararmıştı, Onu artık gemide hiç bir kuvvet tutamazdı. Sinan, Ali reise: — Sahildeki harabat kahvesinde biraz oturup döneceğim. Demişti. Sahile çıkar çıkmaz ar- kadaşını bıraktı: — Sen beni burada bekle. Bir iki saat sonra döneceğim. Dedi, bir ata binerek Çırağan sa- Tâyının yolunu tattu. Sinan o akşam, Cibaliden Çırağana gelinceye kadar, yollarda küme kü- me dolaşan ve halkı; «Kırım bizim nemize gerek...» sözlerile ayaklandı- ran bir çok başı sarıklı adamlara rasladı. Gerçek İstanbulun havası bulanmıştı. Bu sayısız fesadçıların mahalle aralarında dolaşarak, halkı zehirlemeleri ve sefere gitmekten menetmeleri hoş bir hareket değildi. Sinan kendi kendine at üstünde söy- leniyordu: (Arkası var)