28 Şubat 1938 e : Necmi yeni evlenmişti, Boğazda otu- Fuyordu. Bir gün Sarıyerdeki bir ar- Kadaşıma giderken ona vapurda ras- adım. Necmiyi bekârlığındanberi gör- Memiştim. Bur none Tasgelir Belmez sordum | — E Necmi... Evlilikle sran nasil bakahm?.. Mesud musun bari? İ Necmi benden hiç birşey saklamaz- 8. Bu sualim üzerine; m Vallahi kardeşim... dedi. Ne ya- lan söyliyeyim?.. Tam mânasile mesud Heğilim Şaşırmıştım. Merakla sordum: .— Neden?.. Karını sevmiyor musun ? — Bilâkis, çok seviyorum. — O hakle?.. Yoksa o seni sevmiyor mu? — O da bana bayılıyor. — Karın güzel deği mi?, “ha görmedim. — Çok güzel... — İyi, mazbut, sana sadık bir kadın olduğunu zannediyorum... O helde Deden mesud değilsin? — Evet, iyi kadın, mazbut kadın, Büzel kadın, genç... Beni seviyor, ben de onu seviyorum. Bana son derece sa- dık... Eh kimseye de muhtaç değiliz... Buna rağmen tam mânasile mesud de- Eilim... Ne dersin bu işe?.. — Vallahi bilmem... — Peki niçin tam mânasile mesud değilsin?, — Karım çok şakacı azizim.. Şimdi sen diyeceksin ki: «Canım bu da derd mi? İnsanın karısının şakacı olması, #aadetine halel verir mi?»... Fakat nzi- xim karım senin bildiğin gibi şakacı- lardan değil.. Aşırı derecede, müthiş derecede, tarif edilmiyecek derecede Şakacı. Bak sana bir kaç vakasını an- İatayım da dinle... Yeni evlenmiştik. Biliyorsun benim eski, küçük bir otomobilim vardır. Ka- mm da otomobil kullanmasını bilir, Ben da“ bire aklına şeytanca bir fikir gelmiş gibi; — Sen yüze dur... Ben biraz soyun» Lâkin bekle bekle karım yok... Bekle keble karım yok.. Tuhaf şey... Sahile baktım. Orada da yok. Denizden çık- um. Etrafta Neclâyı aradım. Nafile, soyunma, kabinesinde idi, Oraya Gittim ki, kabine bomboş... Ne karım Yar. Ne elbiseler, ne de benim elbise- erim. Yalnız kabinenin tahta duvarına küs ük bir toplu iğne ile bir kâğıd ilişti Yilmisti. Aldım, Okudum. Aynen hatı- rımdadır: “Karıcığın sana küçük bir şakacık Yaptı. Elbiselerini, herşeyini aldı, Oto- şeytanca bir şaka değil mi? Ya- dan bin kere, yüz bin kere, milyonlarca öperim...» Düşün azizim. İnsan karısını ne de- Tece severse sevsin bunu okuyunca na- #il tepesi atmaz? Benim gibi eidöt bir Adamın eve mayo ile dönüşünü bir gö- Gilnün önüne getir... «Belki halime acır da döner» diye Bântlerce boş ümidlere kapıldım. Ne Gelen var, ne giden.. Yavaş yavaş plâj- “a akşam olmağa başlıyordu. Çıldıra- Cağım, Ben ne yaparım bu kıyafetle?.. Plâj sahiplerine; — Karım elbiselerimi alıp göbür- Müş... Bana bir şake yapmış. Benim Kâlime bir çare bulun... diyemem ye... Nihayet baktım, biraz ileride şöyle öyle tanıdığım bir bildik karısile, ço- Süklarile yüzüyor. Onun yanına yak- ım. Utan, ia kendisine bir ya» kivırdım. Güya bütün eşyamı hır- bu yüzden gürültü Bunları -— Şimdi sizden birşey rica edeceğim. in plâjdan çıkacak elbiseniz var... adan şehre döndüğünüz zaman ba- Ya bir kat elbise tedarik edip getirme- Bizi İstirham edeceğim, Masrafınız ne Mursa takdim ederim , Bereket versin ki kendisine bu rica- bulunduğum zat beni çok emniyetli adam olarak tanırdı, Dediğimi yap- e bir elbise getirmek iyiliğinde lundu. Fakat getirdiği elbise o dere- <€ büyük ve genişti yorum. Maamafih buna da şükrettim. O koca elbisenin içinde kaybolmuş #ir halde eve gidince karım: — Ah benim güzel kocacığım. Karıcığı ona küçük bir şaka yap- tı... diye boynuma sarıldı. Eve gelir- ken ona kızıp bağırmağı düşünüyor- dum. Fakat böyle güzel kollarını boy- numa dolayarak yanıma sokulunca kı- zabilirsen kız. bağırabilirsen bağır... Daha bunun gibi ne şakalar azizim, ne şakalar... Meselâ hatırını hiç kıra- mıyacağım bir âmir beni bir mezuni- yet günümde ava çağırmıştı. Kendisi av meraklısıdır. Sabahleyin erkenden ben onun evine gidecektim. Oradan gene benim Âmirlerimden birkaç mü- him zatla beraber avlanacağımız yere gideceğiz. Karıma: — Yavrucuğum... dedim, yarın seni yalnız bırakacağım. Sabahleyin erken- den ava gideceğim... Neclâ ince kaşlarını çattı: — Dünyada olmaz... dedi. seni gön- dermem., — Aman şekerim, yapıma... Söz ver-, dim... Biliyorsun bunlar benim âmirle- rim. Sonra yarın sabah erkenden bek- Miyecekler. Gitmezsem pek ayıp olur. Neclâ hiç sesini çıkarmadı. Ben de ava gitmeme razı oldu sandım, Erte- si sabah erkenden kalkıp hazırlandım. Neclâ benimle beraber kalkmıştı. Fa- kat tam odanın kapısından çıkacağım, kapı açılmaz... Şaşırdım. Baktım, ka- Pi kilitli... Neclâya sordum: — Nonoşum... Kapıyı sen mi kilitle- ân? Yanaklarımı çukurlaştırarak güldü: .— Ben kilitledim. Baktım olacak gibi değil yalvarma» ğa başladım; — Haydi şekerim &ç kapıyı... Ben böyle söyler söylemez Neclâ kalktı. Pencereyi açtı. Elindeki küçük bir anahtarı pencereden dışarıya 50 kağh fırlattı. — Karıcığın salin küçük bir şaka yaptı... Kapının anahtarını sokağa at- tam. Şimdi ikimizde burada mahpu- suz... Gene kan tepeme fışkırdı: — Aman ciddi mi söylüyorsun Nec- ?, —'Tabil ciddi.. Anahtarı pencere- den aşağıya attığımı görmedin mi?, Kapıya asıldım, fakat killd o dere- ce muhkem yapılmıştı ki kırmağa im. kân yok. Deli olacağım. Kapının tah- talarını kırmağa kalksam müthiş bir gürültü kopacak, erken erken apartı- manın alt ve üst katında oturan tanı- dıklara rezil olacaktım. Odadaki anahtarları kapının kilidi. ne birer birer sokarak tecrübe ettim. Nafile... Ne yaptığımı bilmeden kapıyı yumruklamağa başladım, Bizim ap- İzmir (Akşam) — Halkevlerinin Karşıyaka Halkevinin açılış törenine ait bir resim AKŞAM | #al hizmetçi geldi. Fakat kadıncağız ne yapsın... Kapalı kilidli kapıyı nasl aç- #n?, Sababın bu saatinde çilingiri de ne- rede bulacaksın?.. Ben ağrısı tutmuş gibi oradan oraya koşarken Neclâ: — Karının şakasını beğendin mi?.. âlye fıkır fıkır gülüyor, ara sıra boynu- ma sarılıyordu. Nihayet. saatler böyle geçti. Şefak söktü, Dışarıda öteki salonda «cı acı telefon çalıyordu. Muhakkak ki, bizin Amirler beni arıyorlar... Aptal hizmet- çim telefonda konuşmasını bilmez. Bir türlü beni arıyanlara derd anlatamaz... Yani senin anlıyacağın o günü ava mava gidemedim, Ertesi günü de be- ni ava çağıran âmirlerim; Aşkolsun... dediler. Senin yüzün- den biz de ava gidemedik. Bekledik, bekledik gelmeğin... Telefona da cevap vermedin... Lâf anlamaz biri karşımı- #8 çıktı... diyorlardı. Amirlerime nasıl: — Karım beni odaya kilidledi. An- cak öğleye doğru çilingir çağırtıp ka- Payı açttırmağa muvaffak oldum... di- yebilirdim.. İşte azizim... Ne kadar uğraştı isem karımı bu müthiş şakacıklık huyun- dan vaz geçiremedim. Şimdi eve gidi- yorum ya... Hem mesudum. Hem bed- baht... Mesudum, çünkü sevdiğim güzel bir insan beni evimin kapısından karşılı- yacak... Bedbahtım. Çünkü müthiş bir korku içindeyim. Acaba onun tabi-| biri ile - karıcığı kocasına gene ne şaka hazırladı?.. Yatağıma bile girerken korkuyorum: Acaba yastığımın altına, şaka olsun diye, kestane fişeği filin mi koydu?. Velhasıl karımı son derece sevdiğim. © da beni sevdiği halde bu yüzden ne rahatım vâr, ne huzurum.. (Bir yıldız) Bu akşam Nöbetçi eczaneler işli: Osmanbeyde Merkez, Taksim: İstiklâl enddesinde Kemal Rebul, Beyoğlu: Tünelde Matkoviç, Yüksekkuldırımda o Vinkopule, Gala- ta: Topçular caddesinde Merkez, Ka- : Vasıf, Hasköy: Halictoğlun- Esad, Şehremini: 'Topkapıda Nüzm, Kadıköy: Söğütlüçeşmede Hulüsi Os- man, Üsküdar: Çarşı boyunda İttibad, Heybeltada: 'Tomas, Büyükaâ, yi Her gece açık eczaneler: Tarabya, Yeniköy, Emirgân, Rumelihisarı, Or- taköy, Arnavutköy, Bebek, Beykoz, çe ve Anadoluhisarındaki e0- zaneler her gece açıktır. kuruluş yıldönümü İzmir Halkevinde yapılan büyük törenle kutlanmış ve vilâyetin dört yerinde, Bayındır, Çeşme, Seferihisar kazalarile Karşıyaka nahiyesinde dört Halkevi açılmıştır. Bu Halkevlerinin açılış törenleri yerlerinde bütün gençliğin iştirekile yapılmıştır. Karşıyaka Halkevi açılış töreninde vali ve Parti başkanı ile Parti yönkurul Üyeleri ve Karşıyaka gençleri bulunmuşlardır. İzmirin yüksek münevv bulunan Karşıyakada bu kültür müessesesinin kurulması muhitte memnu Baş, diş, nezle, grip, romatizma, nevralji, kırıklık ve bütün ağrılarınızı derhal keser. İcabında günde 3 kaşe alınabilir. Tarihi Deniz Romanı Yazan; İskender F, Sertel mana Tefrika No, 154 Korkunç Filip, direkte bağlı olan Sinana: “Ben, Neronu çok severim, dedi, çünkü o çok zalimdi!,, — O halde buralarda işin ne? Ba- na hakikati söyle. sana hiç bir fe 'nalık yapmıyacağım. — Değim ya, Kefalonya panayı- rına gelmiştim. — Ne yapacaktın orada? — Geçen yıl gönül verdiğim bir kızı arıyacaktım. Filip kahkahayla güldü: — Demek geçen yılda gelmiştin buraya, öyle mi? — Evet. Fakat, değil, — Sevdiğin kız güzel mi? — Çok güzel değildi. Fakat, ben çok sevdim, — Bu gece onu kaçıracaktın de- mek? — Zorla alacak değildim. Ona Ce- zairde dayımın yanına gölüreceğimi söyliyecektim, Razı olursa, alıp ora- ya götürecektim. — Senin gibi tanınmış bir kor- san, karısını Cezaire götürür mü? — Oraya götürdlkten sonra, kör- sanlık yapmıyacaktım. Dayımın ya- nında çalışacaktım. — Deniz, martilerinin karada ya- bilmiyör omusun panayır zamanı — Hele bir ellerimi, ayaklarımı çözse.. ordan ötesi kolaydır. Diyerek zihninden kaçmak için çareler, plânlar geçiriyordu. Filip, Sinam serbes bırakmak ni- yelinde olmadığından, bu cihete ve- naşmıyordu bile, — Eğer Kefalonyaya - böyle bir panayır gecesi - sevgilini almak için geldiğine inansaydım, o kizi sana elimle alırdım! Fakat, ben senin ne yaman bir tilki olduğunu bilirim! Ben öyle küçücük bir yelkenli ile Akdenizde korsanlık yapmazsın! Ev- veice dolaştığın teknede iki yüz kişi vardı. Bu sefer seni yedi Kişi İle ya- kaladım. Bu, ancak bir gözcü ge- misi olabilir. Haydi, saklama! Bana Türk donanmasının nerede olduğu- nu söyle! Sinan hakikati nasıl söyliyebilirdi? — Bundan başka bir şey bilmiyo- rum. Sen zaten hakikati yalan, ya- Janı hakikat sanan bir adamsın! Se- ninle konuşulmaz. Filip gemicilerden şarap istemişti. Güvertede çıplak okşıyan rüzgâra karşı bacaklarını ouzatıp oturdu Akdenizin bu meşhur korsanı ge- ce gündüz şarap içerdi. O artık şa- rapla arkadaş olmuştu. Filip, baş- kalarının içip te kendini kaybettiği gibi sarhoş olmuyordu. Bazan öili ağırlaşır, kekelemeğe başlar, fakat gene muhakeme ve müvazenesini kaybetmezdi. Filipin şarap testisini yanına koy- dular, (Güvertede korsanlar nöbet bekliyordu. Gittikçe sertleşen oşimal rüzgân, Sinanın ensesinde ıslık çahyordu Filip içmeğe başladı. Güvertede dolaşan korsanlar Si- nana hakaret etmek için Filipin sar- hoş olmasını bekliyorlardı.. Herkes Sinana diş biliyordu. Filip kendisini Akdenizde daime hâkim gördüğü için herkesle alay etmesini sever, ve kendisile hiç kin senin istihza etmesine tahammül edemezüi. Sinan, Filipi müstehziyane bâkiş- larla süzdükçe Filip çileden çıkıyor. du, Bir aralık elindeki şarap kade- hini Sinanın suratına fırlattı; — Papaya bu yıl Kefalonya pana- yırından hediye ( götüremiyeceğim amima.. sinyor Greguvar, seni yaka- ladığımdan pek mennun olacaktır. Sinan: — Beni Romaya götürmek mi isti- yorsun? Diye sordu. Filip dişlerini gıcırdalarak cevap “ ; | cü kayb. mms | eee Glecseteerir Roma sokaklarında sürükledikleri esirler gibi, ben de seni Romalılara teşhir edeceğim. Papa seni gürün- ce, panayır hediyesinden daha çok değerli bir hediye getirdiğimi anlı- yacak ve benim âlnımdan öpecek. — Papa, Türkiyeye harp ilân et- miş demek. Bundan benim haberim yoktu. — Hayır. Ne Papa, ne de Venedik senatosu böyle bir şey düşünme- miştir. — O halde beni'nasıl esirahp ta Romaya götürebilirsin! Filip dişlerini” göstererek güldü: — Ben ne Papanın, ne de Venedik hükümetinin! #damıyım. Ben, Ak- denizde dolaşan bir korsamm. Sen Kare Mibali yakaladığın zaman na- sil Venedik Hükümeti birşey yap- madiysa; seni Romaya teslim edece- ğim için, İstanbul hükümeti de ba- na bir şey yapamaz. Artık işkence faslı başlamıştı. Korsanların işkenceleri çok feci olur; başka cezalara benzemez, Üs- telik bir de “Türk düşmanlığı olur- sa, bu işkencelere insan vücudünün tahammül etmesine imkân kalmaz. Zavallı Sinan, kendisine hazria- nan işkencelerin ne olacağımı bili- yordu. 'Tel kamçılar. kum torbaları. kız- gın yumurtalar. aç farelerin hücü- mu... Daha şkla gelmiyen bin türlü korkunç ve tüyler ürpertici işkence- ler. Filip ilk önce: —Kamçılar gelsin... Diye bağırdı. İki korsan. ellerinde kamçılarla gerilediler. Bunlar çok heybetli ve çok insafsız adamlardı. Kamçıcılar, Filipin o cellâdlarıydı. Derhal biri sağa, üteki sola geçti. Kamçılarını yukarı kaldırdılar, Reislerinden emir beklediler, Bu kamçılar Romahlar zamanın- da kullanılan tel örgülü ve ucu di- kenli bir işkence âleti idi. Neron bu kamçılarla esirlerin sırtından kan fışkırır ve mahkümların iniltilerini — Ben Romalı imparatorlar ara- sında en çok Neronu severim... çı darbeleri, zavaih 'Türk denizcisi- nl, sar'aya tutulMuş hastalar gibi titretmişti. Sinan bü işte ne kadar suçsuz- du! Bütün bü felâket ve işkencelere Hüsrev reisi teğbirsizliği sebep ol- mamış mıydı? Ah şu melün sis! Sinan başına ne felâketler getirmişti. Sinanın omuzlarından kan akk yordu. Filip gülerek ve iri gövdesini hop- latarak şarap içiyordu. Bu, onun en büyük zevklerinden biri idi, Türk esirlerine işkence yapmak... Filip bu zevke ne kadar zaman- dır susanışlı. Şimdi içinci sahne başlıyordu. Filip ellerini birbirine vurdu: — Haydi, fareleri getirin bâka- lum, i Cellâdlardan biri koştu... Ambera indi. Filip kendi kendine söyleniyordu? — Şu kanadı kırık karlalın kanı boş yere akmamalı. Onun kanından zevk alacak mahlüklar da vardır. Sonra Sinana döndü: — Şimdi neler göreceksin bak! Sakın karnım yere akıyor diye #cın- ma! Fareler sırtımı temizliyecekler şimdi Ambara koşan cellâd biraz sonra güverteye dönmüştü. Korsanlar bir- birini iterek gülüşüyorlardı. 'Tıpla tribünlerden. o aslanların ağzında can veren esirleri seyreden eski Ro malı asilzadeler gibi... (Arkası var)