eşrinisöni 19 Sabahat, mümkün olsa şu Nazanı bir kaşık suda boğacaktı. Nazana O derece kızıyordu. Nazan Avrupadan gelmeden Sabal tanıdıkları #rasında en şık, en zarif, en güzel ka- İdin addediliyordu, Halbuk an Av- anın etra- rlardı. fında pervaneler gibi dönü; Bunun için Sabahatin en büyük ra- kibi, en büyük düşmanı Nazandı. Kad- Ti, Selim, Nuri, Nazan gelmeden evvel Babahatin peşinden ayrılmıyorlardı. Halbuki Nazan geldikten sonra Kad- Ti de, Selim de, Nuri de onun arkasın- dan koşmağa başlamışlardı. Sabahat Nazandan adamakıllı bir intikam âl- mak için fırsat bekliyordu. Nihayet bu fırsat gecikmedi. Bir gün Sabahat sinemada Nazanın uzun boylu bir adamla Konuştuğ'unu gördü. Bu uzun boylu adam ötedenberi Saba- hatin peşinde koşardı. Lâkin Sabahat Ona hiç aldırış etmezdi. Çünkü uzun boylu adam saçları beyaza yakın de- recede sarışındı. Sabahat te bu dere- ce çiğ sarışın erkeklerden hoşlanı dı. Demek bu adam Nazanı da tanı- yordu. Uzun boylu adam Nazanla epeyce konuştuktan sonra genç kadından ay- rıldı, Geldi, Sabahatin arkasındaki s8i- rada oturan arkadaşlarının yanına yerleşti. Arkadaşları onu «Şekib» diye çağırıyorlardı. Bu şekib ismini işitir işitmez Sabahatin başının içinde bir şimşek çaktı, Sabahat Nazanın Şekib adında bir adamı sevdiğini işitmişti. Demek Nazanın sevdiği adam bu uzun müddettenberi kendisinin arkasından koşan sarışın erkekti... İşte Nazandan müthiş bir intikam almanın zamanı ve fırsatı kendisini göstermişti. Filmin ortasında beş dakikalık isti- rahat zamanında Sabahat bir sigara içmek için sâlondan Gışarıya çıktı. Sinemanın büfesi önündeki geniş kol- tuğa ye: al Sabahat içinden Şi iye kadar kendisine hiç yüz vermediğim bu adam bendeki değişik- liği görünce ne kadar şaşıracaktır... Halbuki bilse... Asıl maksadımı bilse... diyordu, Şimdi Şekib onun önünde dolaşma- ğa başlamıştı. Fakat beş dakikalık is- tirahat müddeti bitince sigaralarını söndürdüler. Film başladı. Karanlık salona yanyâna girdiler. İkisi de yer- lerine yerleştiler, Sinemadan çıkatken Sabahat bile bile eldiyenlerini oturduğu stranım kol dayıyacak yerinde unuttu. Fekat el- divenleri burada bırakırken kaçamak bakışlarla da Şekibi süzüyordu. Şekib eldivenlerin kanepenin kenarında, kol dayıyacak yerde unutulduğunu gör- müştü. Sarışın adam arkadaşlarından aynldı. Tam sinemanın kapısında genç kadına yaklaştı: — Affedersiniz... o dedi, zannede- rim bu eldivenler sizin olacak!.. Sabahat yalancı bir hayretle: — Evet... dedi, benim eldivenlerim... Çok teşekkür ederim., İçeride mi unutmuşum... — Evet... Oturduğunuz koltuğun kenarında... Sabahat Şekibe son derece ümid ve- rici bir gülüşle; — Film o derece güzel, o kadar meş- gul edici idi ki dalmışım! Şekib Sabahatin kendisine bu kadar iltifatma hakikaten pek şaşmıştı. Şimdi yanyana beraber yüruyorlardı, Sabahat içinden: «Nazanın kulakları çınlasın!..» diyordu, Film hakkında konuşmağa başla- mışlardı. Ahbaplıkları her adımda biraz daha ilerliyordu. Bu esnada ha- ff yafif yağmur çiselemeğe başlamış- tı: Büyük, tenha, Toç bir pastanenin önünden geçiyorlardı, Şekib: — Yağmur geçinciye kadar burada oturmaz mısınız?.. diye sordu. Sabahat bunu tatlı bir gülümseme ile kabul etti: — Peki... Oturalım... İçeri girdiler, En köşedeki loş masa- ya oturdular, Bir aralık Sabahat ki- nayeli bir tarzda Şekibe sordu: — Sizi bekliyen, merak eden kimse olmasın... Belki geç kalırsınız. Şekib: i — Hayır. dedi, kimse beni bekle ti. Şekib de büfenin kena- | miyor. Sizin yanınızda en güzel saai- lerimi geçiriyorum... Pastaneden cıklıkları zaman vakit epeyce gecikmişti. Şekib Sabahetin yavaşça koluna girere! Beni şımarttınız... dedi, sizden bir şey daha rica edeceğim... Bakınız tam yemek vakti, Akşam yemeğini beraber yesek... Sabahat de zaten bu teklifi bekli- yordu. Gene ayni kinayeli tarzda: — Peki ama... Sizi bekliyen biri var- sa... — Beni bekliyen kimse yok. sizin belki arkadaşlarınızla filan devunuz vardır... — Yoooo... Ben tamamile serbes- tim... — O halde me: bir yemek yiyebiliriz... Güzel bir lokantaya girdiler, Yeme- ğin arasındaki şarab fevkalâde güzel- di. Sabahat içinden mütemadiyen «Nazan... Kulakların çınlaşm?. Sen- den öyle bir intikam alıyorum ki sor- ma...» diyordu. İçtikleri güzel şarab şimdi onları daha ziyade neşelendir- mişti. Biribirlerile daha samimi konu- şuyorlardı. Sabahatin sarhoşluğu kat- merli idi, Hem şarabdan sarhoştu, hem de almak üzere bulunduğu inti- kamdan... Lokantadan çıktıkları zaman Ikisi de neşe içindeydi. Şekib: — Bu kadar erken eve gitmeniz vallahi cinayettir... dedi. Sabahat tatlı tatlı gülerek sordu: — Peki ne yapalım?.. — Bir bara gidelim... Biraz eğlene- Jim... Dans edelim... Sabahat bu teklifi de kabul etti. İki saat sonra barda başları biribirine ya- Pışık dans ediyorlardı. Artık biribirle- rini sadece «Şekib» ve «Sabahat» diye çağırıyorlardı. Gece yarısından çok sonra bardan çıktıkları zaman neşeleri büsbütün artmıştı. Sabahatin evi oldukça uzak- taydı. Şekib ona; — Sabahat... dedi, apartımanıma gelsene... Hem bir çay içersin, hem de aparlımanımı görürsün. Genç kadın buna; — Peki.. cevabını verince Şekib he- men bir taksi çağırdı, şoföre adresini söyledi, Şekibin apartımanı küçük fakat çok şirindi. Sabahat burayı beğendi. Fakat artık çok geç olmuştu. Gökyü- zü delinmiş gibi hızlı bir yağmur ya- ğıyordu. Sabahat yeni arkadaşının evinde kalmağa mecbur oldu. Sabah- leyin beraber kahvaltı ederlerken Sa- bahat Şekibe: — Yemin et “bakayım... Bir daha Nazanı görmiyeceğine yemin et... di- yordu. Şekib şaşkın: — Nazanı görüp görmemden ne çıkar Sabahat?.. Sabahat gülüyordu: -— Çok şey çıkar... Sen Nazanı bir daha görmiyeceğine evvelâ yemin et... Şekib bu garib arzuya hayret etmiş- ok... Karşılıklı ti: — Peki... Yemin ederim ki bir daha Nazanı görmiyeceğim... Sabahat onun elini tuttu: — Ama Nazanı görmemek seni pek üzecek galiba... Şekib büsbütün şaşırmıştı: — Sebeb?.. Sabahat sinirlendi: İ Türk ui 21 Teşrinisani 837 Pazar İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230 Plâkla musikisi, 12, Havadis: 13,08: Beyoğlu Halkevi gi kolu tarafından bir temeli, M4: SON, Akşam neşriyatı musikisi, 19: Safiye refakatile, 1935: Konf ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve balk şarkıları, 2030: Öm Rıza tarafından arabca söylev ve u 2045: zafer ve ar tarafı musikisi ve halk şarkıları (8. A), ORKESTRA: 1 -Lalo LaRold tür, 2 - Offenbach. La Pericola 3 - Tsehaikowsky, Valse tori, 4 - Rebikofr, Ro delssohn. Sçherzo, 22,15: Ajans habe leri, 2230: Plâkla sololar, opera ve operet Fünteri, parçaları, 22,50: Bon haberler ve ertesi günün programı, 23: BON. Ankara — Öğle neşriyatı: 1230 - 1250 Muhlelil plâk neşriyala, 1250 - 13,15: 13,15 - 1380: Dahili ve harici hal 14,15 - 1430: Dahili ve harici habe 18,0 - 1836 ; Çocuklara o ma 19 - 1930: Türk musl- kisi şarkıları (3. Karındaş ve arkad, , 1930 - 19,45: Saat ayarı ve arapça neşriyat, 19,445 - 20,16: Türke mu- sikisi ve halk şarkıları (Servet Adnan ve arkadaşları), 2015 - 2030: Konferans: Selim Sırrı Tarcan, 20,30 - 21: Viyolonsel Solo: Edip Sezen (Piyanoda Marsel Bi 31 - 2115: Ajans haberleri, 21.15 - 215 Btüdyo salon orkestra: 1 - Yosbitomo: Rund un den Erdenball, 2 - Strauss: Ni- netto, 3 - Codard: Pastorale, 4 - Paul Lineke: Berlin bel Nacbt, 5 - Honeyger: Psnume, 21,55 - 22: Yarınki program İstiklâl mârgi, 22 Teşrinisani 937 Pazartesi İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230: Plâkla Türk musikisi, 1250: Havadis: 1803 Piüklia Türk musikisi, 1330: Muhtelif plâk neşriyatı, 14: SON, Akşam neşriyatı:. 17: İnkilib tarihi dersi: Mahmud Esad Boskurt tarafından, 1830: Tanburi Cemi: Piikla, 19: Çocuk tiyatrosu: Aslan yolda, 1935: Konferans: Ali Kâmil Akyüz (Çocuk terbiyesi), 19.55: Porsa haberleri, 20: Rıfat ve arkadaşları turafından Türk musikisi ve halk şarki- ları, 2030: Ömer Rıza tarafından sraber söyler ve hava raporu 2045: Belma ve arkadaşları tarafından kisi ve balk. şarkıları Radyo fonik opera: Stüdyo orkeslrası re- İakatile CTais), 2215: Ajans haberleri 2230: Plükla sololar, opera ve operet par: çaları, 2250: Son haberler ve ertesi gü- nün programı, 23: SON. Nureddin Artam, hal En büyüğümüzden en küçüğü- müze kadar Türk Hava Kurumu- nu benimsemeyi ihmal etmiyecek olursak, Türk havacılığına da, Türk askeri gibi milletimize has bir özlülük vermek kolayca elde edilebilecektir. — Şekib... Beni kandırmağa çalış- ma... Sanki Nazanla aranızda geçen- leri bilmiyor muyum?.. -- Benimle Nazanın ârasında mı? Tuhaf şey... — Şekib rica ederim... Benden sak- lama... Nazanla seviştiğiniz herkesin dilinde... Şekib o zaman bir kahkaha kopardı: — Şimdi anladım, dedi, Nazanm sevdiği öteki Şekib... Ben değilim 0... Ona «Güzel Şekibu derler... Çok yakı- şıklı çocuktur... Ben Nazanla tanışalı dört gün oldu olmadı. O zaman Sabahat müthiş bir sinir hranı içinde kahvaltı sofrasından kalktı. Mantosunu Kaptı. Şekibe: — Sahtekâr... Sahtekâr, dedi, beni aldattın... Böyle söyliyerek mantosunu yarı giymiş, yarı giymemiş bir halde sokak kapısından dışarı fırladı. Şekib âdetş budalalaşmıştı: -— Yarabbi, diyordu, dünyada ne garib kadınlar var!.. Acaba deli miydi? (Bir yıldız) Girip, Baş ve Diş Ağrıları, Nevralji, Artritizm, Romatizma Baş, diş, nezle, grip, romatizma, nevralji, kırıklık ve bütün ağrılarınızı derhal keser, İcabında günde 3 kaşe alınabilir. Taklitlerinden sakınınız ve her yerde israrla giripin isteyiniz. ul Ki AAMKL SAA e nie ri Tarihi KAPTAN PAŞA GELİYOR Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli mumu Tefrika No. 64 Kara Mihali yakalıyacakları sırada şövalye Greçyano Kaptan paşaya bir şeyler söyledi. Herkes amiralin vereceği kararı bekliyordu — Greçyanonun sözile mi hareket edeceğiz? Sabrımız tükendi. Birakı- nız bizi, şövalyenin şalosunu saralım ve onlara türkün ne kadar kuvvetli olduğunu gösterelim! Greçyano söz'aldı — Kara Mihalin kafası, bir deam- la kana değmez, amiral hazretleri bu işi sükünetle halledebilirsiniz! Benim bu meselede bir menfaatim yoktur. Eğer dediğim gibi hareket ederseniz, iki devlet arasında hiç yoktan bir harp çıkmasının önüne geçmiş olmakla iftihar edebilirim. Türkün kuvveti karşısında. bütün dünya titriyor. Böyle bir devirde koskoca Türk donanmasının (Kara Mihal) gibi bayağı bir korsan pe- şinde koşması, korkarım ki bu kuv- veli felce uğratmasın. i. Greçyanoyu ambara gönderdiler. Kaptanlar gemilerine döndü, Paşa gemisinde Hüsrev, Mahmud, Aydın, Doğan, Salih ve Yozgatlı Mustafa reisler kalmıştı. Kılıç Ali paşa: «— Bu İşi tezce müşavere edelim!» Diyerek reislerle başbaşa kaldı. Uzun boylu kon sonra, Greçyanonun teklifi makul görüldü, ve: «— Gerçek, böye bir şeririn peşi- ni kovalamak bize yarâşmaz. Hazine- sini, servetini, gemisini ve gemicile- rini aldık, Varsın kendisi de şövalye- nin misafiri olarak kalsın!» Dediler, Kılıç Ali paşanın bir endişesi var- dı: Koca denizci, hiç bir hadise kar- şsında türkler hakkında (koktular, kaçtılar!) hükmünü verdirmek iste- — Kimseden korkumuz yok. Vic danımıza danıştık ve üç yıl önce ver- diğimiz imzâyı elimizle bozmak iste medik. Türk, çok iyi bilirsiniz ki, tükürdüğünü yalamaz. Arşipel adalarından dönüyorlardı. “ «Ya Zeynep.. onu unuttular mi?» «— Kuzum Salih reis! Sen,” paşa efendimize ohalırlatmayı unutma! Eğer yolunuz. Arşipel'e düşerse, şö- valyenin şatosunda esir bulunan kı- Zımı esaretten kurtarıp bana gönde- rin! Onun hasretine dayanamıyorum artık. Salih reis Arşipelden ayrılırken, bu sesi duydu. Salih reis Cegairden dö- herken, Şeyh Said ona yalvarmıştı. Gemiler engine doğru > yol almış, gittikçe artan poyrazın üşütücü dal- gaları gemicileri ürpertiyor, ufuk lardaki pembe bulutlar gittikçe kızıl- Yaşıyordu. Salih reis: — Ya Zeynep?... Onu, nasıl oldu da unuttuk?... Diye mirıldandı. Şimdi ne yapacaklardı? Nereye gideceklerdi? Bunu kaptan paşadan başka kim- se bilmiyordu. Batıya doğru dümen kırıp yole çıkmışlardı. Salih reis, şövalyenin şatosundâ kalan Zeynebi düşünüyordu: — Onu kurtaramadık. Günün bi- rinde tekrar Cezaire gidersek, Şeyh Baide ne cevap vereceğiz? Ve Şeyh Saide verdiği sözü hatır. Jadıkça, yumruklarını sıkarak ken- di kendine söyleniyordu: — Greçyano bizi yolumuzdan çe dular!) diye alay edeceklerdi. Salih reis, Arşipelden ayrıldıkları gece ambara inmişti. Orada yatan esirlerden birile görüşecekti. OGreç- yano bir köşede büzülmüş oturuyor- du. Salih reis, Greçyanonun yanına sokuldu: — Arşipelden ayrıldık amma, dedi, şövalye Loredanonun şatosunda esir bulunan Zeynebi kurtaramadık. Greçyano Zeynebin adını duymuş- tu. Kimin kızı olduğunu da biliyor. du. — Zeynep, sizin için kurtarılması iceapeden bir şahsiyet ise, bana hürriyet vadediniz, Zeynebi size alp getireyim. Salih reis birdenbire şaşaladı: — Ne diyorsun, sinyor, Zeynebi bi- Ze getirebileceksin demek, öyle mi? —, Evet. söz veriyorum, — Nasıl getireceksin? — Venedikten çağırtacağım, Se nalo istiyor diye, Loredano derhal gönderir. * — Ya sonra?... — Oradan da size teslim ederim. Salih reis bir kaç saniye düşündü: — İyi amma, biz dalma, ilk önce bizim şartlarımızın oKabülünü her işte yaptırmağa alışmışız. Sen Vene- diğe gittikten ve hürriyetine sahip ok duktan sonra, “bizim dileğimizi ye- rine getireceğini kim temin edebilir? Zeyneple hiç meşgul olmaman ve ya- hut Zeynebi Venediğe getirip kendi kâşanende ahkoyman ihtimalleri var- dır! Biz böyle çürük işlere girişe- meyiz. — Pek âlâ. Başka bir teklifim yar: Beni bir gemi ile Arşipele gönde- riniz. Zeynebi Loredanonun şato- Sundan alıp gemiye getireyim, On- dan sonra beni Arşipelde serbes bıra- kınız! Salih reis bu teklif karşısında di. yecek söz bulamadı: — Bu fikir bana mülâyim geldi. Hele bir kere kaptan paşaya âça- yım. Ne derse, ona göre hareket edö- Tiz. Sinyor Greçyano hâlâ fikrinde 15- Tar ediyordu: — Bana itimad ediniz! Ben “size hizmet etmek, size yararlık göster- mek istiyorum! Loredananun elin- den Zeynebi kurtarmak benim - için çok kolay bir iştir. Bundan daha güç işleriniz varsa, onları da yapmağa hazırım. İspanyol Sükiüiği Zora neler söylüyor? Ambarda esirlere peksimet dağıtan denizcilerden birinin eteğine bir ka-- dın eli sarılmıştı. Gi Gemici yere eğildi: — Ne istiyorsun, Zora? a cevap — Beni kaptan paşanın yanına — Haydi be kahbel Kaptan paşa- mız seni karşısma alıpta görüşür- mü? Çekil ayağımın dibinden Zora denizcinin eteğini birakma- — Arşipelden aldığımız rakkase» nin hiç bir güzelliği yok. Bu şırlıntı- yı ne diye esir aldık? Ona İstanbul- da bir akçe bile vermezler. — Sersem! Sen onun meziyetlerini, bilmezsin O Arşipelin yıldızıdır, Bütün korsanlar ona bayılırlar, — Neymiş bu kaltağın meziyeli?... — Onun öyle güzel ve kıvrak bir oynayışı var ki... Hele bir görsen, senin de ağzının suyu akar... Bay hırsın! ei | zor ais i | i EE ai ls