HER AKŞAM — arkadaş gece soyacakları evi da- en iskandil etmişlerdi. Zıp- an, Kömür e iv am Şerife yavaşça Ulan Şerit be, diyordu. Bu evi boşaltmak o kadar güç olmıyabak... €rkeği her gece meyhaneden Sâ- karşı dönermiş... Evde bir ka- Gmla bir de evlâdik varmış... İşimiz va girdik mi şipşak evi soyaca- » harifçi oğlu şimdi kim bilir han- Bİ Meyhanededir?. ii Hasanla Kömür Şerif evin min iki viranelikte, yıkık mahze- İçinde karşıki evi gözlüyorlardı... Kıkları söneli en aşağı iki üç wet olmuştu. Fakat kör olasıca btt- hâlâ ışık vardı. Nihayet vakit gece yarısını geçtikten Sonra bitişik komşularda da ışıklar Artik mahalle derin bir uykuya dal ne am İki arkadaştan biri mı- t ilerilerlerken o yavaşça >— Maymuncuk, anahtar destesi #tnde değil mi? > Bende, Ke ledikleri €vin önüne geldiler. Şerif, Zıpzıp Hasana sıkı bir embih, geçti: m Sen evin önünde gözcü duracak- e önünde dediysem burada * Viranelikte.. aynasız bir şey Bördün xn4i2.. hemen ısılığı çal... O za- Cizlamı çekeriz... Anladın mı?.. a söle içinde: im abiycim... dedi. rar Şerif maymuncuklarla, â- — tarlarla evin kapısına yaklaştı. ği sik maymuncuğu kapının de- Kapı #oktu, Vay aksi şeytan vay... tu Açılmaz?... Ortanca maymuncu- büyük maz ane nafile... Nihayet en uncuğu tecrübe etti. Epey- “* ğraştıktar sonra, kapı açılabildi. ür Şerif kapının bu kadar z0r Ky asina fena halde sinirlenmişdi. iy 2 Olsa pencereden girecekti Parmaklı; bg bunların hepsi de ii . Sonra kapıdan gir- . daha kolaydı. Evin erkeği dışarı- Meyhanede olduğu için kapının kadan sürmelenmediğini tahmin kord, İşte nitekim ki yanılmamış- Evin erkeği henüz meyhaneden dön- sediği için kapı arkadan sürmelen- ca » Herhalde meyhanedeki ko- £Ve bir anahtarla giriyordu. hap Şerif önünde açılan kapıyı Şe itti... Tuuu... Allah cezasını m Kapı öyle bir gıcırdayış gıcır- iç ki Kömür Şerif tâ iliklerine ka- ati re. Karanlıkta bir iki adım bey bin sonra cebinden küçük el fe- Tet Çıkardı. Fakat yakmağa cesu- nam Merdivenleri el yordamı U. Yavaş yavaş yukarı çıktı. ba na genişçe bir yerde idi. Artık e €l fenerini yakmağa adam- Binay arar vermişti Fükat tam bu '& bir kapı gıcırdadı. e Erir olsun... Şimdi ne haltede- te ,,, Fifafını görmüyordu ki bir ye- a adinin gıcırdamasile ince bir ka» Psi şirret şirret öttü: bi mi hınzır herif seni... Senin gi- berip a yerin dibine batsın. Yezid han, SU öhatlere kadar meyhane mey- Bayi,“ olaş, sonra eve hırsızlar gibi pe gürültüsüz gir ha... Dur ben sa- w Şu elektriği yakayım anı yaparım... Kömür Şerif olduğu yerde mihlânıp Muşta. Kendi kendine: da da senin yuvı amade da şirret karı be... Beni mey- lim en kocası sandı. Baka- vünüyii neler gelecek?, diye dü- Bu tik Fİ Yursız, çevrilen bir elek- ie le esinin tarkırtısını işitti.. far Uktaki trik yanmadı. Kadının karan- Ve bü sefer daha hiddetli Yl ağa başladı; Bile Allah belâsını versin... ertan e Bözü yok ki... Ona var meyhane?.. Var mı içki?.. Kaç de- Mi $u ölektrikleri yaptır diye söyle- İşte yine bozulmuş. az heri. Ben seni karanlıkta Un, İM İlgimi karpuz gibi dilim di- tin? nu Herit!... Herif hereğde- ömür Şerite şimdi bayağı bir kor- Karanlıktaki kadın ku gelmişti. Bu kadın İşi azıttıkça azı- tayordu, Kömür büzüldüğü köşeye büs- bütün sinerken birdenbire bir şey de- virdi. Kadın bunu işitir işitmez: — Herif buldum seni... Yanına ge Hyorum.. diye fırladı. Kömür Şerif tetikte duruyordu. Da- ha olmazsa kadının kafasma bir şey indirecekti. Fakat tam bu sırada ka- ranlıkta süpürge sopasını andıran bir şey bütün şiddetile başına indi Ke- ranlıktaki kadın bir yandan: — Bir daha içecek misin herif?.. Bir daha meyhaneye gidecek misin he- rif?.. Bir daha bu vakitlere kadar 80- kaklarda kalacak mısın herif?., Senin gibi koca yerin dinbine batsın!.. Diye habire yapıştırıyordu. Kömür Şerif kafasına yediği sopalardan adam- akılı sersemlemişti. (o Karanlıktaki düşmanı öyle bir zorlu kadmdıki kendisini yerden yere çarpıyordu. Neredeyse hırsız: — İmdad, can kurtaran yok mu?. Diye avaz avaz bağıracaktı... 'Tam bu esnada Sokuktaki arkada- şanın acı acı ısılık çaldığını iştince kadının elinden kurtulup merdiven- lerin bulunduğunu tahmin ettiği ye- re doğru ilerilemek istedi. Lâkin bir pehlivan kadar kutvetli olan kadın bu sefer; — Vay elimden kaçıp tekrar meyhâ- nelefe gitmek istiyorsun ha... Diyerek onu kıskıvrak yakaladı. Bu sefer de kafasına vazo veyahut bunun gibi bir şey indirdi. Kömür Şerif ken- | disinden geçti. Bayılmıştı. 'Tam bu esnada aşağıda, sokak ka- pasında bir gürültü oldu. Kalın bir erkek sesi; — Elektrikler yine bozulmuş.. Kib- riti yakmalı... Diyerek merdivenlerden çıkmağa başladı. Kömür Şerifi bayıl- tan karanlıktaki kadın telâşla aşağıya seslendi: — Kimdir 0? Karanlıkta merdivenleri çıkan adam yayvan bir sarhoş sesile: — Benim karıcığım.. benim... Biraz | geç kaldım amma kusura bakma... di- ye cevap verdi. Ve bir kibrit yaktı, Kibritin ışığın- da karı ile koca göz göze geldiler, Kadın biraz evvel dayaktan kimi bayılttığını düşünüyordu. Hemen te- lâşla konsolun üstündeki gaz lümba- sını yaktılar, Sarhoş, yerde kafası ya- rılmış, kanlar içinde baygın Yâtan 'En şiddetli z 7 Eylül 937 Salı İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230: Plâkla Türk musikisi, 1250: Havadis, 13406: Mah- telif plâk neşriyatı, 14: Bon, Akşam neşriyatı: 1830: Plâkla dans musikisi, 19,30: Konferns: Eminğnü Hal- kevi sosyal yardım şubesi namına, doktor Brim Ahmed Ergün (İdrar yolları hıf- sissıkhası), 20: Nuri Halilin işlirikile Türk musiki heyeti, 2030: Bay Ömer Ri- TA tarafından arabca söylev, 20,45: Vedia Rıza ve arkadaşları tarafından Türk mu- sikisi ve halk şarkıları (Saat ayan), 21158: Rodyafonik dram: Lowe, 2215: Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün programı, 22: Plâkla sololar, opera Ve operet parçaları, 23: Son. $ Eylül 917 Çarşamba , Eenebi istasyonların en müntehap programı Varşova (saat 1339) saat 21: «La Bo- köme» operas, Strasburg (340) 2130: s<Fortunio» operası, Settens (443) 2155: Kanser piyano ve orkestra ile, Bordo (218) 2110: Bes konseri, Prag (470) 23,20: Vi- yola ve piyano Konseri, Dans musikisi Paris P. P. (312) (onat 2310: Londra tanbul — Öğle neşriyatı: 1230: Plâk- la Türk musikisi, 1280: Hevadis, 1305: Muhtelif plâk neşriyatı, N. Akşam neşriyatı: 18 Plâkla dans musikisi, 1930: Konferans: Beyoğlu Hal- kevi namına (Müzik), 20: Bimen Şen ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve balk şarkıları, 2030: Bay Ömer Ria ta- rafından arbaca söylev, 2045: Neziha ve arkadaşları tarafından 'Türk musikisi ve halk şarkıları (Saat ayar), 21,15 Orkes- tra, 2215: Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün ptogramı, 2230: Plâkla s0- lolar, opera Ve operet parçaları, 24. Son. Başı ağrıdan çatlıyacak gibi NEVROZİN baş ve diş ağrılarını dindirir NEVROZİN Bütün ağrı, Sızı ve adamı göstererek sordu: — Bu kim? Kadın şaşkın: sancıları keser — Ne bileyim ben, dedi, sen zannet- | miştim... Dayaktan bayılttım. Hemen sokaktan geçen bekçiye ses- lendiler. Polise koştu. Mahallenin ko- miseri ev sahibi bayana: NEVROZİN — Sizi tebrik ederim... diyordu, ay- | lardanberi aradığımız âzili haydudu, | hem de bu halde tek başınıza yakala- dınız... Yaman kadınmışsınız... Sarhoş koca: — Yamandır, yamandır diye tas- dik etti, Bu esnada kendisine gelen hırsız evvelâ bağlı ellerine baktı, Sonra ya- nındaki sarhoşa sordu: — Bu kadın senin karın m? Sarhoş: — Evet... cevabini verdi, Hırsız: z — Zavallı adam!. diyerek tekrar gözlerini kapadı ve kendisinden geçti... Polis komiseri ev sahibi bayana: — Adamın başına biraz sert vurdu- nuz galiba... dedi, baksanıza saçma- yor, Sarhoş murıldandı: — Öyledir; sert vurur. pek sert vurur... (Bir yıldız) Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişli: Pangaltıda Nargileciyan, Tak- #im: Limonciyan, Beyoğlu: İstiklâ caddesinde Dellâsida, Karaköyd: Hü- seyin Hüsnü, Kasımpaşa: Müeyyed. Hasköy: Aseo, Eminönü: Salih Necati, Hebellada: Halk, Büyükada: Halk, Fatih: raçhanede İbrahim Hisli), Karagümürk: Ahmed Suad, Bakırköy: Merkez, Sarıyer: Nuri, Tarahya, Ye- niköy, Emirgin, Rumelihisarındakı eczaneler, Aksaray: B. Pertev, Beşik- taş: Nall, Fener; Emilyadi, Beyazıd” Kumkapıda Belkis, Kadıköy: Pazar- yolunda Rıfat Muhtar, Modada Alâ- addin, Üsküdar: İttihad, Küçükpa- zar: Hasan Hulüsi, Sarıatya: Çula, Alemdi Cafaloğlunda o Abdülkadir, Şehremini: Tupkapıda Nâzım, Nezle, grip ve ro- i matizmaya karşı çok müessirdir KİRALIK EV Nişantaşında on bir odalı bah» çe içinde konforlu bir ev kiralık- tır. Geniş bahçesi, kalorifer ve garajı vardır, Her gün sabah on- dan ikiye kadar 41287 No. ya te lefonla sorulabilir. kuruşluk pul göndermek lâzımdır. —— — Recep 2 — Ruzıhızır 125 & İmank Güzey İkindi Akpa Yat E. 9161059 548 0161200 134 Va, 349 533 1212 1549 1833 209 İdarehane: Babuâli civarı 'Acımusluk So. No, 13 KUBİLÂY HAN Yazan: İskender F. Sertelli No. 164 Adalıların eline esir düşen Moğol generalı bitkin bir halde: inliyordu. Hun-Kanı çırçıplak soyarak bir ağaca bağlamışlardı! — Ulu hakan Pekinde değil mi? — Hayır. Adalarda isyan var diye büyük bir ordu ile Kantona geldi. — Arkadaşınızın hastalığı nedir? — Adaya gelir gelmez delirdi. — Hasta burada demek? ... — Evet. Onu sahilde bıraktık. — Bu geceyi nerede geçirmiştiniz? — Adanın arka kıyısında... — O halde arkadaşınızı (deniz ak- rebi) ısırmış olacak. Bu gece mi de- Mirdi? — Evet. — Adaya ne ile ve niçin geldiniz? — Sallarla geldik. Moğol donan- masına İltihak etmek üzere yola çık- miştık. — Möğol donanmasının nerede Ol- duğunu biliyor musunuz? — Ervet.. Japon sahillerine gitti. — Sallarla oraya kadar gidebilecek misiniz? Özkan bu sual karşısında yalan söylemeğe mecbur oldu: — Amiral Şütso çok yakında dö- necek. Burada onunla birleşec — Sonra nereye gideceksiniz? — Öteki adalarda asileri tedibe.. Moya gözlerini yere indirdi: — Bizim adamığda ne Çinlilerden ne de Japonlardan, hakana karş İ baş kaldıran bir ferd yoktur. Fakat, öteki adalılar müstakil yaşamak ve Kanton hükümetinden ayrılmak ti: yorlar. Ben onlara iştirâk etmedim. Amiral Şütso dönünceye kadar be- nim misafirim olarak adada kalabi- lirsiniz! — Teşekkür ederim, Moya biz de senden bu misafirperverliği umuyor- duk. Şütso gelinceye kadar askerimize erzak verirseniz çok memnun oluruz. — Erzak ambarlarımdan birini as- kerlerinize açıyorum. Neye ihtiyacı- niz varsa alınız! Ve adamlarından birinin kulağına bir şeyler fısıldadı. Tekrar Özkana hitap etti: — Emir verdim... Dönüşte size er- zak ambarını açacaklar! Özkan” (Güneşin oğlu) nun gös terdiği bu kolaylıklardan çok mem- nun olmuştu. Moyaya tekar teşek- kür ettikten sonra: — Deliren arkadaşımız hakkında bir şey söylemediniz! dedi. Bize onun hayatını bağışlarsanız, Kubilây ha- nın ebedi dostluğunu kazanmış olur- sunuz! $I - Yan - Vang gözlerini süzerek cevap verdi: — Bu, o kadar kolay bir iş değil Ne diyorsunuz, Moya? Kolay bir iş değil mi? Halbuki bize bunun ilâ- cı yalnız sizde bulunduğunu söyle- diler. — Yalan söylememişler amma. Bu ilâçten bende ancak bir kişiyi kur- taracak kadar kaldı. Onu arkadaşı- niza bir şartla içirebilirim! Özkan, Timurun hayatını kurtar- mak için, Moyanın bütün şartlarını kabul etmeğe hazırdı. — Ne isterseniz vereceğiz! dedi. Siz hemet onu bu felâketten kurtarınız! (Güneşin oğlu) gözlerini yere dikti. Birdenbire ciddileşen çehresinde derin, mânalı çizgiler belirdi: — Amiral Şütsonun kızını istiyo- rum, dedi. onu buraya getiri” ve bir daha ebediyen hiç kimseyi görmemek üzere bana teslim ederseniz, arka- daşınızı çarçabuk iyileştiririm! Özkan hayretle Moyanın yüzüne baktı: — Şartınız çok ağır! Bunu ancak 'Kubilây han yapabilir. Ben amiral Şütso hesabına bir şey söyliyemem. — O halde bu bahsi kapayalım. Şütsönün kızını ne zaman buraya getirirseniz, arkadaşınız için de ben- den © zaman (kurtarıcı ilâç) ı isti. tiyebilirsiniz! Özkan - elinde bir kuvvet olsay- dı - o dakikada Şütsonun kızını Mo- yaya verecek ve kendisinden (kurta- ncı Nâç) 1 alıp gidecekti, O. Timurnu kardeşi gibi seviyordu. Onun #eliri- di ği şine çok acımıştı. Özkan, arkadaşı 'Timuru o halde görmeğe tahammül edemiyordu. Moyaya yalvardı; Amiral gelince talebinizi isafa ça- lışacağım. Fakat, arkadaşım Timur çok acınacak bir haldedir. Bir kaç gün değil, bir kaç saat aradan geç- mesi anu belki de ölüme sürükliye- cektir. Mademki (kurtarıcı ilâç) siz- dedir, Kendisini bir an evvel kur- tarırsanız hepimizi sevindireceksiniz! Şi - Yan - Vong bu sözlerden hiç müteessir olmamıştı. Başını sallıya- rak: — Şimdilik bir şey yapamam, de- di, arkadaşımızı bir çadır direğine bağlayıp, Şütso gelinceye kadar mu- hafaza edersiniz! Bu, bir alış veriş işidir: Kız buraya gelir, ben de bu- na mukabil size (kurtarıcı Hâce) 1 teslim ederim!. “ “ General (Hun-Kan) ın son : günleri İkinci (Yay) adasındaâyız. Asiler kendilerini muzaffer saya- rak, adadaki Moğol memurlarının hepsini kesmişlerdi. Amiral Şütsonun donânmasile be- raber adalardan birdenbire uzaklaş- ması da asileri az şimartmamıştı. — Moğol denizcileri yıldılar ve kaç- tılar.. Diyerek şenlikler yapıyorlar ve: —Yay daları, Yaylılarındır! Diye bağırışıyörlardı. Asller eline esir düşen Moğol ge- nerali Hun - Kandan başka adada bir tek Moğol kalmamıştı. Adalılar Hun - Kan'ı bir bahçenin ortasında dikenli bir ağaca - çırçıp- lak soyarak - bağlamışlardı, Yerliler günde üç kere generalin etrafında toplanırlar, hep bir ağızdan bin tür- lü hakaret ve işkence ile kendisini tazip ederlerdi. Akşam üstü güneş batmadan, asilerin ileri gelenleri ge- neralin başında dikilir ve vücüdüne bir avuç deniz sakırgası serperlerdi. Bu sakırgalar generalin vücudünü baştanbaşa sarar, ve etini kemirmeğe başlardı. Hun - Kanın vücudü yara içinde kalmıştı, Fakat Moğol generali o ka- dar metin ve soğukkanlı bir askerdi ki, bütün işkencelere tahammül ede- rek, asilerden ufak bir yardım ve şefaat bile dilenmezdi. f — Bize neden yalvarmıyorsun? Belki içimizden biri sana âcır da şe- faat eder! Diyenlere, Moğol generali: — Ben, köpeklere boyun eğecek kadar küçülmedim. Size yalvarmak- tansa, şerefimle ölmeyi tercih ede rim! Diye cevap verirdi. Asilerin içinde general Hun - Kanım tanımak istediği bir Japon vardı. Bu adam işkencecilere yar- dım etmekten ve gelip geçtikçe ge- neralin yüzüne yumrukla vurmak- tan zevk duyardı. > Bir gün Hun - Kanın tahammülü taştı: — Benden ne istiyorsun? dedi. Ben vaktile sina bir iyilik yaptığımı ha- tırlıyorum. Kubilây hanın Japonya seferinde fillerle üzerimize saldırdığı- nız zaman sen bizim elimize esir düşmemiş miydin? .— Evet. Unutmamışsın! İşte beni o zaman yolun kenarında bırakıp: (Seni Güneşin oğluna bağışladım!) diyerek atımı sürüp geçmiştin! — Sana hayatını bağışlıyan ada- ma karşı şimdi neden bu kadar nan- körlük yapıyorsun? Generalin konuştuğu Japon yaşlı ca ve İri boylu bir adamdı, Disleri- ni gıcırdatarak güldü: ', — Beni o zaman keşki esir ahp gö- türseydin. Yahut kılıçtan geçirseydin de sağlam olarak geri dönmesey- dim! Sen bana acıdın. İyilik yaptın. (Arkası var) Mi zik