HER AKŞAM BİR HİKÂYE Denize balkonda eski hatıra- xdu, Ahmed Müfid: —Hey gidi hey... dedi, Bir zaman- İlar bir kadının parmak uçlarını gör- Mek için çektiğimiz sıkıntıyı düşü- Büyorum. Günlerce, haftelarea bir kadın gülüşü görmek için taban pat- attığımızı hatırlıyorum da gülece- Bim geliyor... Kadınlardaki o kapa- ilik ne idi yarabbi... Ziya güldü: — Aman kadınların kapalılıkların- San bahsettiniz, aklıma garip bir ha- İıra geldi. Bakınız anlatayım da din- İeyiniz... O zaman çok gençtim. Ke- âmların umacı gibi gezdikleri bir de- Yir. Bir gece evden çıktım. Yürüyo- Fum. Bir de baktım, ileride iri yarı, © gazşaflı bir kadın... Garibime gitti. O zamanlar gece Bokakta yalnız bir kadın!... Hayret- ler içinde kaldım. İçimden: «Şüphe Yok ki dedim, macera arıyan bir ka- din... Çünkü bu saatte, tek başıma bir kadın, sokakta?... Tam de benim beğendiğim tiple bir kadındı. İlk gençliğimde iri yarı, Şişman kadınlara bayılırdım. Adeta Yetmiş kilodan aşağı olan kadına ka- dın gözile bakmazdım bile... Neyse önümde yürüyen kadm bir &ralık dikkatli dikkatli etrafına ba kındı. Sonra döndü, arkasına bana baktı. Bundan bayağı cesaretlendim. O zamanlarda böyle bir tek bakışın büyük manaları vardı. Hemen adımlarımı sıklaştırarak büsbütün yanına yaklaştım. O benim Sıklaşan ayak sesimi işilince döndü, bir daha bana baktı. Artık şüphem kalmamıştı. Bu mut- laka bir macera kadını idi, Lâkin kar an peçesi sıkı sıkı yüzünü örttüğü için ne yazık ki güzelliği hakkında hiç bir fikrim yoktu. Fakat boyu bo- Su son derece yerinde idi... Akşam babamdan gizli birkaç ka deh attığım için başım da biraz dö- nüyordu. Bu gece şu maceraya karşı | içimde dehşetli bir cesaret vardı. Hemen yanına yaklaştım. Ve o za- manın lisanile: — Meleğim, ne kadar da lâtif bir yür üz var!.. diye bugün bize gayet bayağı gelen bir tarzda söz at- tam... Fakat önümde yürüyen meç- bul sevgüim sesini çıkarmadı. rarak yürümeğe şıkarmaması be- k şöyle dursun, bilâkis cüretimi arttırdı. Tabii ben #lk sözü söyler söylemez hemen ce- vab verecek, güler yüz gösterecek, koluma girecek değildi ya... Ona biraz daha sokuldum: — Ruhum... (Ne çabuk da ruhum olmuştu!) Gecenin bu saatinde bu kadar güzel bir kadının sokaklarda dolaşması pek tehlikelidir... Devlet- haneye kadar size refakat edebilir miyim?... Gene hiç ses yok... Fakat susması, beni terslememesi bir nevi kabul sa- yüamaz mı idi? Cesaretim gene ye- rinde idi. — Meleğim... Bir kelime söyleyiniz de güzel sesinizi işiteyim bari... Cevap yok... — Fakat beni ne derecelerde Üz- düğünüzü tahmin edemezsiniz... Bİr kelime lütfediniz, bir kelimecik... Ne olur?... Gene ses çıkmadı. — Ah ne kadar zalim, ne Kadar merhametsizsiniz... dedim. O sırada uzaktan bekçi sopası ses- lerini işitince hemen ondan uzaklaş- tım. Neme lâzım!... Bekçi yanımdan geçerken bana ters ters baktı, Fakat aldırmadım. İle- Tideki sokağın başında gene onun ya- mma yaklaştım. Daha şairane olsun diye: — Fakat, dedim, kumruların, gü- vercinlerin bile çift çift yuvalarına çekildikleri bu saatte siz böyle sokak- larda yapayalnız!... Bakınız ben de De kadar yalnızım... Böyle söyliyerek artık tamamile yanyana yürümeğe başlamıştım. Onun hiç ses çıkarmamasından cesaretlenerek cüretimi biraz daha arttırdım. Bir taşa çarptığı için sen- delemişti. Hemen bunu bir fırsat bil- dim: doğru | mma nam — Meleğim. nermin ayaklarınızı taşlara çarpıyı Kolunuza gireyim de yürümeniz daha kolay- laşsın... dedim. Cevap vermeyince şöyle koluna doğru uzandım. Birden- bire durdu. Kolunu geniş bir zaviye ile açarak suratıma dehşetli bir şa- mar aşketti. Ve gayet kalın bir erkek sesile: — Ulan hergele! Her kuşun eti yenmez.. diye ikinci tokatı yüzüme Neye uğradığımı şaşırmıştım, To- kalın şiddetinden yere yuvarlanıyor- dum. Bu arada düşmemek için ona, onun çarşafının pelerinine yapışmı- şım... Pelerin başımdan kayınca bir de ne göreyim?. Dazlak Kafalı, pala bıyıklı eşkıya gibi bir herif... Aman... Herif iy başından çıktığını görünce büsbütün kudurdu: — Be kârala. seni öldüreceğim. diye üstüme atılmaz mı? Tekme, yumruk, sille, gırla gidiyor ve ara sıra da bana: — Seni züppe seni... Bilmem be- nim ayaklarım nazikmiş.. bilmem ben bu züppenin meleğimişim... Ruhuy- muşum... Al meleği, al ruhu.. Diye herif bana yapıştırıyordu. Bu garip çarşaflı erkeğin elinden kurtu- Tup güç helle kaçtım. Ertesi günkü gazetelerde bir hava- | dis çıktı: ! «Zama taralından uzun müddet- | tenberi aranılan meşhur haydud İb- rahim dün gece Aksarayda saklandı. | ğı evden bir kadın çarşafı giyerek | firar etmiştir. Yolda şaki İbrahimi | çarşaflı gören birinin kadın zannile | kendisine takıldığı zannedilmektedir. Zira Aksaray halkından bazıları çar- şaflı bir erkeğin başka bir delikanlıyı dövdüğünü gördüklerini Söylemekte- dirler. Şaki İbrahim bu delikanlıya dayağı allıktan sonra kendisinin ya- kalanacağını anlamış olmalı ki ta- banları kaldırarak kaçmıştır. İbra- himden dayak yiyen meçhul delikan- anın kim olduğu araştırılmaktadır.» (Bir yildiz) Bu adamı canından bezdiren şey: GRiPiİN i tecrübe edinciye kadar çekmeğe mah- küm olduğu ağrı ve sızılardır. RiPiN En şiddetli baş ve diş ağrılarını keser. GRİPİN Romatizma, sinir, adale, bel ağrılarına karşı bilhassa müessirdir, ğ R p N Kırıklığı, nezleyi, soğukalgınlıklarından mütevellid bütün aj sızı ve sancıları geçiri anmaya Çağırma İst, C, Müddeiumumiliğinden: İstanbulda bulunduğu anlaşılan İskilip müddelumümisi Tahsin'in acele memuri- yetimize gelmesi ilân olunur. Öğle neşriyatı: 1230: Plâkla Türk musikisi, 1250: Havadis, 13,05: Muh- telif plâk neşriyatı, 14: SON, Akşam reşriyatz. 180: musikisi, 19 adyo Yo günün programı, lar, opera ve operet Dari 31 Temmuz 831 C: İstanbul — Öğle neşriyat Türk musikisi, 1250: Havadis, 1305 di plâk neşriyatı, 14: SON. Akşam neşriyatı: Sant 1830 Plâkla dans musikisi, 16.30 Konferans: Doktor Salim Ahmed (Güneş vurması ve sıcak çarpması) 20 Cemal Kâmil ve arkadaşları tsrafından Türk musikisi ve halk şarkıları. 2030 Örer Rıza tarafından arabca söylev. 2045 Bel- ma ve arkadaşları tarafından Türk musi- kisi ve haik şarkıları, (Sant ayarı). 2115 Orkestra. 22.15 Ajans ve borsa haberleri ye ertesi günün proğramı, 2230 Plâkle s0- Tolar, opera ve operet parçaları, 28 SON. Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişli: Asım, Taksim: Kürkçüyan, Firuzağada Ertuğrul, Kaiyoncukulluk- ta Zafiropulos, Beyoğlu: İstikiâi cad- e Galatasaray, Tünelde Matko- Yiç, Galata; Okcumusa caddesinde Yeniyol, Yındıklıda Mustafa Nail, Ka- sımpaşa: Vasıf, Hasköy; Halıcıoğlun- da Barbut, Eminönü: Mehmed Küzim, Heybellada: Tomadiz, Büyükada: her- kez, Fatih: İsmali Hakkı, Karagüm- Tük: Mehmed Arif, Bakırköy: Merkez, Sariyer; Nuri, Tarabya, Yen Emirgân, Rümelihisarındaki eczaneler, Aksnray: Ziya Nuri, Beşiktaş: Nal, Kadıköy: Pazaryolunda Merkez, Mo- dada Palk İskender, Üsküdar: Beli- miye, Fener: Defterdarda A: mt Yeylâleli, Küçükpazar: Cemil, Samatya: Çula, Alemdar: Çenberlitaşta Sirri Rasim, Şehremini: Ahmed Hamdi, , Türkiye SENELİK © 1400 kuruş 2700 kuruş SAYLIK 750 >» 1450 > SAYLIK 40 >» 80 » JAYLIK 156 >» — » Posta ittihadına dahil olmıyan ecnebi memleketler: Beneliği 3000, altı aylığı 1000, üç aybığı 1000 kuruştur. Adres tebdili için yirmi beş kuruşluk pul göndermek lâzımdır. Cemaziyelevvel 21 — Kuzahızır 88 4 İnak Güneş Cğiş İkindi Akşar Yat &. 723 926 452 BAR 1200 150 Va. 251 454 1220 16,16 19,28 31,19 İdarehane: Babiâli civarı Acımusluk So. DERMİN | Nasırı İmha eder DAN Dermin Nasır ilâcı İnsanlığı tazib eden nasırı ku- rutmak ve düşürmekte çok müessir olan bir ilâçlır. Bir müddet ayaklarınızı sicak sü- da banyo ederek nasırlara sürünüz, bu beliyeden kısa l zamanda kurtulursunuz. | Zayi — 986-006 yılmın Üniversite Tıp | fakültesinden almış olduğum hüviyet va- rakasını kaybettim, Yenisini alacağımdan eskisinin kıymeti yoktur. IKUBILAY HAN Yazan: İskender F. Sertelli No. 126 Prenses Gülçin, Tarhanın evine kaçırıl- mıştı. Pekin sokaklarında dolaşan atlılar Kubilâyın kızını bulamıyorlardı.. Semga bahadır da ayni şiddeti ma- | iyetine göstererek ortalığı kasıp ka- vuruyordu. Bütün saray memurları prenst$ Gülçini aramağa başlamışlardı. Gülçinin zindandan nasıl kaçını- dığına herkes şaşıyordu. Zindanın bütün yolları aslanlarla kapatılmıştı. Yabancı bir adam han- gi yoldan gitse karşısına aslanlar çi- kıyordu. Tarhan Şanga saray erkânından | hiç kimsenin aklına gelmiyordu. Ter- | lanın mevkiine göz diken eski hassa zabitlerinden biri: — Bu işi Terlan yapmıştır... Diyerek, zavallı gencin başımı yak- mak ve yerine kendisi geçmek isti- | yordu. j Ogün sarayın içi mahşer yerine | benziyordu. Semga bahadır önüne geleni haşlı- yor, Gülçinin izini bulmak için bir çok kimselere paralar, hediyeler, yüksek memuriyetler vadediyordu. Gülçin yalnız sarayda değil, şehrin dört çevresinde de aranmağa baş lanmıştı. ... Tarhan Şanganın evinde.. — Nasılsın Gülçin... Rahat mısın? — Yüreğim kopacak gibi çarpıyor, Tarhan! Her dakika burasını basa- caklar ve beni yakalayıp tekrar zinda- na atacaklar gibi, içimde bir korku var, — Merak etme yavrum! Burası bü- yük Moğolistanın biricik Tarhanı » hiç suç işlememiş - Şanganın evidir. Buraya hiç kimse ayak basamaz- | ve el uzatamaz. — Benim buraya kaçırıldığından Terlanın haberi var m? — Hayır. Kimsenin haberi yok... Hâttâ şeytanların bile. Fakat, bir iki gün sonra saraya uğradığım zaman, kulağına fısıldamak isterim. | — Bir iki gün sonra mi? — Evet. Çünkü bügünlerde saraya uğramak ve Terlanla konuşmak teli- likelidir. Kubllây Han çok şiddetli emirler vermiş... Bütün Pekinde seni, arıyorlar, Sokaktan geçen atliların sesini işitmiyor musun? Gülçin hasır pancurla örtülmüş pencerenin arasından sokağa şöyle bir göz attı. —O0 ne — Ne var, yavrum?. — Atlılar sokağı başlan başa sar- mıslar... — Ne diyorsun... Baştan başa sar- mışlar mı? Tarhan pencereye koştu. Dışarıya baktı. — Korkma, dedi, onlar benim ka- pimin önünden geçerken evimi s6 Yâmlamadan yürümezler, Gülçin bu sözleri bir nefes almıştı. Şanga geriye çekildi. Hassa askerleri de ikişer ikişer ge- çip gittiler, O gün bütün Pekin sokakları, ke- nar mahalleleri, afyon çarşıları baş- tan başa taranmıştı Odada konuşmağa başladılar: — Mahkemenin hakkımdaki idam | senin bumunu sokmasına duyunca geniş | kararını babamın tasdik etmesine ne dersiniz, Tarhan?. — Bu işte Tiyen - Fonun parmağı vardır derim, Malüm ya, vaktile an- nen de onu zindana attırmıştı. Şimdi ikinizden de öç alıyor. — Babam bu hakikatı mu? — Hakan bu kadına o kadar bağ- görmüyor | lanmış ki... Karaya ak dese, oda ak demekte tereddüt etmez. — Babam eskiden her şeyi kendi gözile görür, Kendi kafasile düşü- nürdü. — Gene eskisi gibi kendi gözle gö- rüyor, kendi kafasile düşünüyor amma... Bazı hadiseler karşısında yalnız Tiyen - Fonun gözile görmeyi, Tiyen - Fonun beyniyle düşünmeyi faydalı buluyor. — Tuhaf şey bu! Babam gibi bir adam nasıl oluyor da böyle kendi ha- 1644 numarada mukeyyıt Mustafa Yargı i yatını zehirlemeğe teşebbüs eden bir iğ kadına itimad ediyor? Siz babamı ne- den ikaz etmiyorsunuz? — Kubilğy devlet işlerinde herkesi dinler amma, hususi işlerine hiç kim- müsaade etmez. Gülçin bir sedire uzanmıştı: — Beni ziridandan kaçırdınız. Bu fedakârlığınızı ölünceye kadar unuf- muıyacağım, Tarhan! Fakat, ben büy- Je bir suçlu gibi, zindandan kaçmak istemezdim. Şimdi Tiyen - Fo arkam- dan kim bilir neler söyliyecek... — Ne söylerse söylesin, görüyorsun ki, zaman en âdilâne verilmiş hüküm- leri bile bozuyor. Tiyen - Foyu o gün Şansi kaçırmamış olsaydı, bugün ya- şar mıydı? Sizde yanın babanızdan af ve merhamet görür, kurtulursu- nuz! ç m — Tiyen - Föyu kaçıran Şarisi idam. edildi. Şimdi bunu söylediniz de içi- me bir korku girdi, Acaba siz de beni kaçırdığınız için bir ceza görecek mi- siniz? — Merak etme yavrucuğum! Bu benim, Tarhan olduktan sonra ilk suçumdur. Ceza görebilmem içn, bun- dan başka sekiz suç daha işlemem dâzım, Eski Tarhanlar meler yapma- mışlar?... Ben dalma iyilik yaptığım için, ceza görmek aklıma bile gelmi- yor. — Şansi, Tiyen - Foyu kaçırma- mış olsaydı, bugün bu kadın yaşamı- yacaktı. Bağı vurulup geberecekti, Babamın arkasından onu bir gölge gibi kovalıyan bu uğursuz kadını kur- taran Şansi çok ağır ceza gördü. Sİ- zin de babamın gazebine uğrıyacağı- nızı düşündükçe ölmeyi tercih ediyo- rum, Tarhan! — O halde Terlanı candan sevmi- yorsun?!, — Hayır... Onu çok severim. Onu düşünmemiş ve sevmemiş olsaydım, zindanda bu kadar fazla kalmaz, ken- dimi aslanlan kucağına #tardım. Şanga manâli bir gülüşle cevab verdi: — Telanı seviyorsan, herşeye kat- lanmalı ve yaşamağa çalışmalısın! Ona, başka türlü kavuşamazsın yav- rum! Gülçin başını yastığa dayadı: — İçimdeki korkuyu bir türlü ata- mıyorum... Başımda müthiş bir ağrı var. Uyumak istiyorum, Tarhan", — Uyu yavrum! Yorgunsun, muzta- ripsin... Uyku yorgunluğunu ve izti- rabını dindirir. Rahat edersen, aklın başına gelir. Arlık korkulacak biç bir Şey yok. Burasi babanın sarayından daha emin ve bilhassa tehlikesiz bir evdir. Hele bir kaç gün geçsin aradan, Terlan buraya gidip gelmeğe başlar- sa, o zaman ıztıraplarım büsbütün unutmuş olursun! ... Kubilâyın rüyası.. Semga bahadir ayakta duruyordu. Kubilây Han çok muztaripti. Ya- vaş yavaş anlatıyordu: — Bu gece gördüğüm'rüyayı çok manâlı buldum, Semga! Bir suyun başında oturuyordum, Güneş yeni İ batıyordu. Suyun içinden bir baş çık- tı, Bir kadın başı, Dikkatle baktım. Bu, kızım Gülçinin başiydi ve alnında parıldıyan bir ay vardı. Bune de- mek Semga? — Gülçinin sudan başını çıkarması yaşadığına işarettir, Hakanım! — Alıındaki aya ne dersin? — O da kendisinin suçsuz olduğunu gösteriyor. i — Onun suçsuz olduğuna inanmak çocukluktur. Şi - Yamayı öldürttüğü mahkemece sabit oldu. Böyle bir cinas yeti irtikâp eden gaddar ruhlu bir kiz, yarın o kanlı elini bana da uza- tır. Beni de mezara gönderebilir. —Mahkemenin adâletinden emi- nim. Fakat, şunada eminim ki, prenses Gülçin bütün ömründe bir küçük sinek bile öldürmemiştir. O, bu hadise karşısında tamamile suç- suzdur, Hakanım! — Sen de Gökçin hatunu korumak istiyorsun... Halbuki kızını bu cis yete sevkeden odur. (Arkası var)