Üç asırlık bugünü edebiyat tarihimiz Babil kulesidir 16 ncı asırdanberi sürüp gelen kargaşalık hâlâ devam ediyor. Bunun için edebiyat var mı yok mu? bilmecesini çözmeğe çalışıyoruz kulesini merak edenlere, bi- beraber Türk edebiyat tarihle- & yapmalarını tavsi- zaman ve mekân kaydini şartile, Türk ede- ; biribirlerinin dilini anla- dolu bir Babil kulesidir. lig de modern çağlar- di ayağına lâstik giydiği için let a, Saldı diye anılan Şürayi dev- zandan Said bey: Plolunmaz at gibi vurdun beni yerden yere Sesrüi nazmından neler Si : senin ey hame ben! bunu söylerken yalnız kendi Demiş; si © kendini düşünmüş; halbuki t1 yerden yere vurmuş... * Güzel türkçeyi biz Fatihin kurduğu da buluyoruz. 1437 den Sinan paşa bugünkü türkçenin eğin veriyor ve şöyle yazıyor: âhi! Herkes merdi aşk olmaz; ve kalpte derdi aşk bulunmaz. kimyadır, anin madeni can * Aşk bir cevherdir, anın mekânı olur. Aşk bir zevktir, anın da baş- dili var. Aşk bir şevktir, anın da Var...» Yatını debi EĞİ, 16 inci asrın en büyük » Bir gün, Türk nesrini AE anıt dikdiğimiz zaman, ev- Paşanın abidesini dikme- gelmez mi?., * 16 ncı aş Si Lather; srin Ronsard'ı ile Fransa, ile öğü. Düyor e bugün nasıl öğü Yelâ DİZ ds, iel al ile o kadar Ev “ ue Ware, Biniş Meckel ei Öğünemeni. ile öğündüğümüz kadar Bende mecnundan füzün Aşıkı âşıklık istidadı var, sadık benim metnünun “iye mültetit olmadılar, Eğerçe 8 üreti ant gözterdier ama ebe, Dedim: cemi sualime cevap verdiler, > Ya eyüheleshap bu ne fiili ve Kan gruda. Dediler: Muttasıl bizim budulr.» e Paşâdan 118 sene sonra dün- “© gelen Fuzuli, Türk nesrinin te- di j melini koymuş değildir ama yıkmış ta değildir: Sinan nesrine Fuzuli çeş- nisi katmak sanatini göstermiştir. * bi Bugün «eski dil» dediğimiz nesri ku- ranlar. edebi yeniliğimizi hazırlıyan- lar, fikri yeniliğimize hizmet ederler» dir. Onlar, ne «sanat sanat içindir, ne de halk içindir demişler; «sanst muamma içindir» diyip kaleme sarıl- mışlar. Andre Chânier, Madame de Siael, Chateaubriand, Ronsard'ın Malherb'in dilini işlerlerken, bizim fikir ve edebi- yat yeniliğimize ön ayak olanlar bakı- niz Türk nesrini ne hale koymuşlar, işte 1795 de doğan Abdürrahman Sa mi paşadan bir örnek: «Gerçi bu memleketin giriftarı pen- çel bava olmuş süfehası çoktur. Lâkin nazarı devlet üzerlerinden münfek ol- madığı ve mektepler şerefile azadei zulamı cehlü nadani olup şuai maarif ve ulumun fevaidi uumumiyesini bil- dikleri için...» Ve bu edebi ve fikri yenilik önderi paşanın peşi sıra da Yusuf Kâmil pa- şa şu tercümesile geliyor: «Yarın enamili gülgüne nümayi şafak, ebvabı mutallayi şarkı açıp gisüvani envar efşanı hurşit ruyi der- yayi ayine nümadan bedit ve pişigâhi şahirahından nücumu zâhire, sahirel semaya ser cünbanı tebit olunca.» Hiç bir millet yoktur ki, dili bakı- mundan bu paşaların zamanında bizim eskiyi aradığımız kadar geçmiş asır- Jarın dilini aramış olsun... Sadullah paşa Bu dilin üzerinden dahâ çeyrek asır ya geçti, ya geçmedi, tarihi Cevdet» müellifi ile kendine geldi: «Ey nâs, geliniz, dinleyiniz, belleyi- niz. Yaşıyan ölür, ölen fena bulur. Olacak olur. Yağmur yağar, otlar biter, çocuklar doğar, analarnın, babaları- nın yerini tutar sonra hepsi mahvolup gider...» Cevdet paşa 1822de doğmuştur. Kendisinden 17 yaş büyük olan Sadul- lah paşanın Avrupa mektuplarından birinde: «Kadınlarımız evlerine kapandıkla- rı gibi erkeklerimiz de memleketlerine kapandıklarından cemiyatı beşeriye- nin ahval ve terakkiyatından o dere- ce gaflet üzereyiz ki etrafımızı muhit olan akyam günden güne ilerilemekte ve bu sayede mânen ve maddeten bize gâlebe etmekte oldukları halde biz gene dört el ile cehlü taassuba sarılıp andan necat ediyoruz.» Dediğini kale alırsak, Cevdet paşa- nin neşrindeki fikir basitliğini «kısa- sı enbiya» ya bağışlar, yalnız güzel türkçenin tekrar doğumunu alkışlarız. Fakat o zaman bu türkçe alkışlan- mamış. çünkü Cevdet paşadanı yirmi iki sene sonra doğan Ahmed Mitat efendi şikâyet ediyor, diyor ki: «... Arabi sarf ve nahvinden izafet- ler ile sıfatlar, ve müzekkerler, ve mü- ennesler, - mülfredler ve çi NA ea İ iler Oe-. | manlı sıfat ve nahvine sokulmasa; haniya demek istiyorum ki Osmanlı lisanınca bunlara ihtiyaç gösterilme- 88... «Amali hayriyes yerine ahayırlı emeller» desek... Hele türkçe güvercin ve örümcek gibi lügatler durup durur- ken «kebüter» ve «ankebut» gibi arap- ça ve acemce lügatler koyarak halkı Ferhenk ve Kamus'da baş patlatma- Ahmet Mithat efendi ga mecbur etmezdik.» Fakat Ahmed Mitat efendiyi kim dinler!.. Ahmed Mitat efendi basit bir adam, edip değil, şöylece bir yazıcı hattâ muallim Naci bile, açık ve sade türkçe taraftarı edilmedi mi?.. : Tanzimat nasıl, Sinan paşa ile Fu- zuli nesrini tutup: «Enamili gülgüne nümayi şafak, ebvabi mutallayı şarkı açıp» Şekline soktise, Edebiyatı cedidede Cevdet paşa, nesrini şu hale koydu: «Busişi nikâhın şehbeli haririsiy- Je bu elimin altındaki kamerle o başı- mın üstündeki kamere aynı hissi mes- til garamü şilrini göndererek durdum. O yukarıda yüzen safhayi tâbandan, güya bir memba zülâl envarın fethal muşaşaası,..» Ya bugünkü Türk nesri ne âlemde?. Kısaca anlatmak için son bir iki sene içinde ayrı ayrı muharrirlerin yazdı. ğı üç cümleyi alalım, 1 «Kâinattaki bütün ziruh ve gayri ziruh mevcudatın varlığını ispat eden doğumları ve daimi hareketlerile te- cezzileri ve ölümleridir.» 2 «.. Mektepte odasında tek başına kaldığı, köşede bucakta saklanıp izti- rap ve heyecanını herkesten gizleme- ğe uğraştığı saatlerde beynini zonkla- tan muamma ile, mahiyetini tehlil etmeğe cesaret edemediği ızlırap ve heyecanının membaı olan «erkek» le karşı karşıya gelince kendisinden, mu- bitinden ve muhatabından derin bir tiksinti ile uzaklaşmak isteğini duy- du...» 3 «Balkan harbinden önceydi. Otuz yaşındaydım. Dedemle, Rumelinde bir köylüye misafir olduk. Köylü mavi gözlü ve bakır sakallıydı. Bol kırmızı biberli tarhana içtik. Kıştı, Rumeli- nin kuru, çok bilenmiş bir biçak gibi keskin kışlarından biri.» 18 ncı asırdanberi sürüp gelen kar- gaşalık hâlA devam ediyor; hâlâ Cev- det paşa ile Sami paşa nesri arasında, kâh Sinana, kâh Fuzuliye nazire ya- parak bocalıyoruz. Sinan paşadan son- ra Yusuf Kâmil paşayı, Cevdet paşa- dan sonra Ebuzziya Tevfiki, Ömer Sey- feddinden sonra Ahmed Haşimi be- gendiğimiz içindir ki, üç buçuk asır sonra bugün hâlâ: Edebiyat var mi- dır yok mudur? bilmecesini çözmeğe uğraşıyoruz. olduğu için afaroz | | ziyetin süratli ve menfi şekildeki in- | kişafı üzerine bir gün evvel Canbulat “Ittihad ve Terakki, nin son devirlerinde Suikasdlar ve entrikalar Tetrika No. 143, Yazan: Mustafa Ragıb Es-atlı Talât paşa arkadaşlarını topladı istifaya karar verdiğini bildirdi O derecede ki ötedenberi «İttihad ve I lib oldukları hakkında M. Vilsona mü- Terakki» klüplerinde ön safta bulunan-| racant edildi: 5 teşrinlevvel, 334 (1918) lar, her vesile ile kendilerini diğer va- tandaşlarına karşı hâkim ve nafiz va- ziyette görenler bile artık kendilerine «İttihadcww denmekten çekiniyorlardı! Bittabi «İttihad ve Terakki zihni- yet ve politikasına büyük bir idenlle sarılan hakiki İttihadcılar, camiadan ayrılmağı akıllarından bile geçirmi- yorlardı. Fakat bu zevat, büyük bir kitle içinde bir avuç ekalliyetten iba- ret bir kuvvetti, Şam sukut etmiş ve bütün ümidler kırılmıştı.. Dahiliye nazırının istifasından bir gün sonra 1 teşrinievvel $34 (1918) de salı günü Şarun sukutu haberi de (karargâhı umumi) ye geldi. Bu felâ- ket haberi, artık Suriye ve Filistin İ cephesindeki vehameti gösteriyordu. Demek ki artık - ne yapılırsa yapıl- sın - mağlübiyetin, inhizamın önünü almak kabil değildi. Bütün cepheler- deki vaziyet, bozguna, inhilâle delâlet ediyordu. Şamın sukutu, bilhassa Ce- | mal paşa üzerinde çok menfi tesirler doğurmuştu: Dört seneye yakın bu cephenin kumandanlığını yapan Bah- riye nazırı, Suriye vilâyeti merkezinin sukut etmesindeki fecaati anlıyordu. Cemal paşa, o zamana kadar Enver Paşanın düşüncelerine uyarak sulha teşebbüs edilmesi aleyhinde idi. Bu elim netice, herkesten evvel Cemal paşayı bir an evvel mütareke ve #ul- ha teşebbüs etmek fikrine sevketti, Artık Enver paşa da vaziyetin veha- met kesbettiğini görünce sulh fikirle- rine açıkça muhalefet edemiyordu. Ancak Harbiye nazırı, kabinedeki ar- kadaşlarının teşebbüslerine mümana» at etmemekle beraber müstenkif va- ziyette bulunmağı tercih ediyordu. Garibdir ki yirmi dört saat içinde va- beyle boğuşacak derecede asabiyet ve hiddet gösteren Enver paşa, şimdi düşünceli ve sakin bir vaziyete gel mişti. Talât paşa, tekrar kabineyi top- Jadı ve doğrudan doğruya Amerika reisicumhuru Vilsona müracaat edile- rek mütareke ve sulh talebinde bulu- nulmasına karar verildi. Babıâli 2 teş- rinlevvel 334 (1918) tarihinde doğru- dan doğruya Vilsona müracaat etmiş ve Vilson prensipleri esasına göre he- men müzakereye girişilerek Osmanlı hükümetinin sulh yapmağa hazır ol- duğunu bildirmişti. Bundan başka, İzmir valisi Rahmi beyin de doğrudan doğruya İngilizlerle temas etmesi için kendisine talimat verildi. Babıâli müttefiklerile beraber sulhe resmen teşebbüs etti.. Rahmi bey, Harbi umumi içinde İz- mirde kalan İngilizler çok büyük Kolaylık ve hüsnü muamele gösterdiği için İzmirdeki sivil İngiliz esirleri va- sıtasile Adalar denizinde toplanan İn- giliz Akdeniz filosu kumandanlığına sulh teklif edecekti. Talât paşa, İngi- lizlerin mütareke ve sonra sulha Tıza gösterdikleri takdirde Şamın suku- tundan sonra cenuplan gelen istilâ- nın duracağını, hiç olmazsa Halebin sukut etmiyeceğini ve Irak cephesin- de de Musula doğru ilerliyen İngiliz hareketinin ilerlemesine meydan veril Miyeceğini ümid ediyordu. İngilizlerin böyle bir muvafakati, Makedonya cep- hesinde Sofyayı hedef ittihaz ederek ya- pılan general Franşe Despere taarruz- Jarını da durdurabilirdi. Bahüsus Bul garlar da mütsrekeye talib olmuşlar- Fakat gerek Amerikan reisicumhu- Tuna doğrudan doğruya, gerek Rahmi bey delâlelile İngilizlere yapılan mü- Tacaatlerle iktifa etmek doğru değil di: Teşrinievvelin ilk günündenberi garp cephesinde itilâf orduları taar- Tuzları o kadar şiddetlenmişti ki o za- manâ kadar (Hindenburg hatları) nı muhafâza eden Almanlar artık ricate başlamışlardı. (Alman karargâhı Umu- misi) de sulh fikrine meylettiğinden dört devlet arasında yapılan muhabe- re neticesinde, Babiâlinin yaptığı bu münferid teşebbüslerden başka, hep birlikle merkezi devletlerin sulha, tan. Talât paşa, resmen istifa ediyor Fakat bütün bu müracaatler muka- belesiz kalıyordu: İtilâf devletieri, ar- tık Almanya ve müttefiklerinin bü yük bir mağlübiyet kasırgası içinde yuyarlandıklarını görerek sulh şartla- rını daha ağır şekilde imza ettirmek İçin, Almanlaris müttefiklerinin b.raz daha hezimete uğramalarını, ellerinde bulunan mühim (sevkulceyş) nokta» larını terketmelerini istiyorlardı. Ta- lât paşa, bu son müracaatlen sonra artık hiç bir ümid kalmadığını görün- Ce, kendisile arakadaşları iktidar mev- kiinde bulundukça ne mütareke, ne de sulh yapılamıyacağını anlamıştı, Bundan başka memleketin içinde de hükümete karşı büyük bir kin ve ga- rez havasi esmeğe başlamıştı. Şayet bu mütereddid. vaziyete bir nihayet verilmezse cephelerdeki Lasrruzun şid- deti nisbetinde dahildede hükü- mete ve «İttihad ve Terakki» ye mua- rız unsurların ayaklanarak bir ihtilâl çıkarmaları ihtimali çoktu. Talât pa- şa, arkadaşlarını topladı, artık başka hiç bir çare kalmadığını ve doğruca padişaha giderek kabinenin istifasını vereceğini söyledi. Talât paşa, bu söz- lerini o kadar kati bir şekilde sarfet- mişti ki buna karşı ya 'ak bir İftira» 28 aldırmıyacağı muhakkaktı. Sadra- zam, o gün hemen süraya gitti ve doğ- rTuca Mehmed Vahideddinin huzuruna girdi. Padişah, Talât paşanın nasıl müş- kül bir vaziyette bulunduğunu ve bu seferki ziyaretinin ne gibi bir maksat- Ja yapıldığını tahmin etmişti. Çünkü daha üç gün evvel, Almanlarla bera- ber yapılacak sulh teşebbüsü münase- betile usulen padişahın da muvafaka- tini almak üzere Talât paşa padişahı Ziyaret ettiği zaman yanına Enver pa- şayı almıştı. Sadrazam, harbi o güne kadar idare eden ve daha düne kadar mukavemet fikrini şiddetle fltizam eden Enver paşayı da padişaha söyli- yeceği sözlere iştirak ettirmek istiyor- du. Sadrazamla Harbiye nazırı, o gün hünkâra vaziyetin çok fena bir şekle girdiğini, ittihaz edilen askeri tedbir- lere rağmen nihayet Şamın sukutu ve bilhassa Bulgarların mütareke talebin de bulunmasile harbe devama imkân olmadığını, bunun için Almanya ve Mmütlefiklerile müştereken M. Vilsona müracaat edilmesine karar verildiğini söylemişlerdi. Neden:mağlüb olmuştuk? Ancak Talât paşa, bir «İttihad ve Terakki» düşmanı olan padişahın ken- dilerile acı &cı istihza etmesine mahal ve İmkân vermömek üzere devletin bu harbi kaybetmesini yalnız askeri ve idari bakımdân mütalea etmenin doğ- ru olmadığını da ispata teşebbüs etti. Sadrazam, daha üç ay evvele gelinci- ye kadar itilâf devletlerinde bârbi ka- zanacak bir kanâat doğmadığı halde, gerek Almanya, Avusturya ve Bulga- ristanda, gerek Türkiyede hükümet lere muarız unsurların düşman hesa- bına dahilde akla gelmiyen faaliyet- lerde bulunduklarını ve bu vatani iha- netlerin harbin kaybedilmesinde mü- him bir âmil olduğunu leri sürdü. Ta- lât paşa, bu sözlerile Vahideddinin is- tinad ettiği «İttihad ve Terakki» aleyh tarlarını ima etmiş oluyordu. Maama- fih padişah, bu sözleri deşmek isteme- miş, bunu;benimsememişti, Binaenaleyh üç gün evvelki ziyaret- lerinde sadrazamla Harbiye nazırmnın bu mütelenlirmı dinliyen padişah, bugün Talât paşanın istifasını bekli- yordu. «İttihad ve Terakki» rün yıllar- danberi yıkılıp çökmesini kendisince bir gaye olarak dört gözle bekliyen - mütevekkil ve her teklife boyun eğen * Sultan Reşadın bu haris halefi, tahta çıktığı gündenberi 'Talât paşanın ken» disini bir gün böyle bir maksatla gö- Terek çekilmeğe karar verdiğini bildi- receğine emindi. Sadrazamın böyle bir teklifi, onun için emellerinin tahakku- ku yolunda €n mesud bir gün Ca caktı.. z Srkası var) “AŞ vE “9 — J