30 Haziran 1937 AKŞAM Derssiz ve göreneksiz ne tiyatro olur, ne sanatkârı yetişir Her Halkevinde bir temsil kolu yapmak faydasızdır, memleketi dolaşacak dört ekip yetiştirmeliyiz Sular kararınca, medeni insanlar âleminde bir seferberlik başlar; yeni ve eski dünyada yaşıyan beş yüz mil- yon kişinin yirmi milyonu yağmur demez, çamur demez, kar ve fırtına demez yollara düşer; yirmi milyon kişi, ocak başı safasını, sofra, minder, koltuk kanepe sohbetini, rahatı, uy- kuyu feda edip seferber olur ve bu s8- selerberliğin bir bakımdan, savaş 56- ferberliğinden farkı yoktur, çünkü bu seferberlik te hastaları, çocukları bir yana bırakır; hattâ nezlesi, kırıklığı olanları, başı ve midesi ağrıyanları da tecil eder; ancak kadınları toplar, Bu yirmi milyonluk seferberlik, her kece tiyatro ve sinemaya gidenlerin selerberliğidir, buna biz de dehiliz. Resmi bir istatistiğe göre 1933 yı ında İstanbulda, 3.295.688 kişi tiyat- To ve sinemay gitmiştir; bu sayı İs- tanbul nüfusunun yüzde 22 sidir. 3.295.888 kişiden 414.651 kişi yalnız tiyatroya gitmiştir; bu 414.651 kişi- nin 86.233 kişisi de sade Şehir tiyat- rosu temsillerine devam etmiştir. Bu Takkamın 1936 da yüz bini bulduğu da muhakkaktır. Görülüyor ki, bizde tiyatro sevgisi her yıl artmaktadır. Sahne sanati natık vemüd- Tİk sanattır. Bu matık ve müd- rik sanat müessesesi, bugünkü mer- tebesini bulmak için binlerce sene emekledi; emekliye emekliye kal- kindı, sendeliye sendeliye oyürü- dü, yavaş yabaş dinçleşti, gürbüzleşti ve asırlar müdetince, her neslin «âbi hayat» çeşmesinden içti; tiyatronun değil ölümü, kocaması bile mevzuu bahsolamaz. Dünyanın dört bucağında gelişen tiyatro neden bizde yoktu, olduğu za- manlar da neden kısırlaştı? Bu suale verilecek ilk cevap şudur: Tiyatto din- 'den fışkırdı ve hristiyan dininin yayı- nında mühim bir rol oynadı. Hristiyan dininin, timsali puttur, islâmiyetse her şeyden önce putları kırdı; hristi- yan dinini canlandıran tiyatroya yer veremezdi... Bizde tiyatro olmamşsı- nın tek sebebi bu mudur? Bizce daha esaslı bir sebebi vardır. Sahne sanatini ancak $ üncü Ah- med devrinde görüyoruz. Fransız 46- #arethanesinde verilen bu temsillere de bilmem ne dereceye kadar tiyatro adını vermek doğru olur? 1820 de bir Ermeni ailesinin Boğaz- içindeki yalı temsillerini de tiyatro sayamayız. Tiyatro bizim sınırlarımız- da 1839 da başladı. O tarihte ecnebi gruplar geliyor, yabancı dilde temsil ler veriyordu. 1845 de, Bomarşenin esivil berbe- riu oynandı ve türkçe temsiller de baş- ladı. Fakat bu temsillere Türklerin yüzde biri bile gitmiyordu. Tiyatronun kalkınma, hareketlerini 1869 da görüyoruz; bu hareketin ba- şında da Namık Kemal, Ekrem, Ebüz- ziya Tevfik, Şemseddin Sami var, Refik Ahmed Sevengil, «yakın çağ- larda Türk tiyatrosu. eserinde diyor ki: «Gerek Sultan Aziz devrinde, gerek ondan sonra gelen Murad ve Abdül- hamid devirlerinde, xaman zaman $i- kı bir sansür tatbik ediliyor, hürriyet âşıkı genç 'fürkler takib olunuyordu. Gedikpaşa tiyatrosu asıl kuvvetini bu genç Türklerden aldığı için, zaman zaman sarsıntılara uğramaktan kur- tulamamıştır. Muhtelif telif piyesle- rin temsili menedilmiş, muhtelif Türk muharrirler nefyolunmuştur.» Milâddan evvel, 55 - 536 yıllarında 61 inci olimpiyadda yapıln ilk tiyat- ro müsabakasını bir yana bırakalım, orta çağlarda tiyatro başlamıştı. Biğ ise sahneyi ancak 1820 de görür gibi olduk; çok uzun sürmedi, bu işle gul olanlar sürgüne gönderildi. Göğe çarpan hakikat şudur: Hürriyet olmi- yan yerde tiyatro da olmaz. Her ne şekilde olursa olsun viodan istibdadı başlıyan yerde tiyatro ölü- b Diktatör t idareyi eline aldı- ğı gün Lâtin tiyatrosu kapılarını ka- İn aa İstanbul şehir tiyatrosunda oynanan «Ayak takımı arasmda» piyesinden bir sahne Bizde, tiytronun inkişafına engel olan belli başlı âmil vicdan istipdadı- dır. Şu veya bu istegi, şu veya bu em- ri: «Dil ile ikrar, kalb ile tasdik etmi- yen neuzübillâh kâfir olur» fehvası- nın hüküm sürdüğün devirlerde sahne sanatinin gelmesine, geldikten sonra da gelişmesine imkân yoktu; nasıl ki, cumhuriyete kadar da bu imkân elde edilemedi, ancak meşrutiyetin ilk gün- lerinde kuvvetlice bir tiyatro hareke- ti oldu ve hürriyetin kendi gidip yal- niz ismi yadigâr kalınca tiyatramuz yeniden kısırlaştı, «Bahar temizliği» piyesinden bir sahne Necmeddin Sadakın s#osyaloji eserin - de dediği gibi: Hakiki tiyatro sanati, Inkılâptan sonra, Türk kadınının da Fransa, o devirlerin tiyatro münci- si Marivodan sonra, bugünkü modem komedi tekniği, mizansen! bulan Bo- narşiyi altmış sene, Momarşeden son- ra Müsseyi de altmış sene bekledi. Bugün gene böyle bir mecburiyet kar- şımda, değiliz. Momarşeden Berns- tayna, Şekispirden Öjen O. Naile, Gö- teden Hauptmana kadar bütün ör nekler önümüzde, Ankara, İstanbul, Halkevleri de Türk tiyatrosunun ilk sağlam temelini atan Şehir tiyatrosu- na peyrev olabilirler. Ancak işi daha sıkı, daha esaslı, daha candan tutmak Nasıl İstanbul, yedi Halkevi temsil kolu besliyemezse, memlekette yüz elli Halkevi temsil kolunu idare edemez. Halkevleri temsil kollarından bekleni- len randımanın alınmayışı, çok ve dağınık olmalarından ileri geliyor. Derssiz göreneksiz ne tiyatro olur, ne de tiyatro sanatkârı yetişir, sahnenin önünd toplanan 'bin kişiyi «bir» kişi haline sokamıyan sahneden de hiç bir hayır gelmez. Tiyatro herkesi soluksuz bırakan yüksek sanattır. Filvaki «Makbets in mânası münev- ver için başka, yarı münevver için baş- ka, şöylece münevver için başkadır, fakat shnede seyredildiği zaman, ti- yatro salonunu dolduranların yüzle- rinde, sırasına göre, ayni heyecan, Ayni asabiyet, ayni durgunluk, ayni merhamet, ayni sevgi işmizazlerı gö- rünür. Tiyatro sihirli bir ele benzer, bir el, ayni saniyede şık, zarif, iki dir. hem bir çekirdek seyircinin omuzuna dokunur, münevverin yıpranmış ce- ketinden çeker, kaşları yoluk, rimel- M byanın kürkünü, düpedüz, sade giyinmiş, boyasız genç kızın saçını okşar, paradideki mintan yakası açık bıçkının ensesine temas eder ve O 88- niyede bütün tiyatro salonunu avucu içine alır... 'Tiyatronun : bu yüksek kudretini halka göstermek için, Halkevleri tem- sil kollarını tahdid etmemiz elzemdir. Halkevleri bütçelerine, temsili kolları için konulan pralar ikiye ayrılmalı ve bu para ile, İstanbul ve Ankara Halk- evlerinde ikişer ekip yapılmalıdır. İyi çalıştırılarak, iyi bir repartuarla yetiş- tirilerek, memleketin dört bucağına gönderilecek bu dört ekibin faydası muhakkak ki çok daha büyük olur. Halkevi amatörlerinin de, İstanbul Şehir tiyatrosu temsillerini seyretme- leri, o sahneden örnek almaları, pro- yalarda bulunup Muhsinden istifade etmeleri gerektir. Halkevi temsillerinde de şu düstur güdülmelidir: Tiyatroda ikna kuvve- ti yoktur, tiyatro ikna etmez, coştu- rur. Selâmi İzzet Sedes Yalvaç orta okulunda spor Tefrika No. 136, “Ittihad ve Terakki,, nin son devirlerinde Suikasdlar ve entrikalar Yazan: Mustafa Ragıb Es- âli Talât paşanın Izzet paşa ile mülâkatı ve Almanyaya seyahat kararı Bu, o kadar âşikâr bir hakikatti ki, bizzat Enver paşa bile hâlâ | Atilât ordularının hezimete uğr- yacaklarını iddia ederken, bu ümidini yalnız garp cephesinde Almanların yapacakları taarruza istinad ettiri- yordu. Bununla beraber, Alman ve Avus- turya - Macaristan ordularının da va- giyetleri Enver paşanın tahmin etti- ği gibi parlak değildi. Gerçi garp cep- hesinde henüz Alman topraklarından bir karış yer biledüşman tarafından giğnenmemişti. Harp, hâlâ Fransız arazisi üzerinde cereyan ediyordu. Her tarafta sulh ihtiyacı artmıştı., Fakat Almanların dahili vaziyeti çok | fena bir halde idi: Dört müttefik dev- letin dört sene gibi uzun bir zaman içinde dünya İle iktisadi münasebet- leri kesilmişti, kendi toprakları ara- sında âdeta mahsur bir vaziyette kal- muşlardı. Ancak kendi arazilerinde is- tihsal ettiklerile ordularını ve halk- larının ihtiyaçlarını büyük bir müş- külâtla idare edebiliyorlardı. Buna mukabil itilâf devletleri Amerikadan, Avusturalyadan Asyanın en uzak yer- lerinden bile İstedikleri kadar laşe ve mevaddı iptidalyeyi kolaylıkla temin ediyorlardı. Almanya ile müttefikleri, erzak ve - harpte devamı temin edecek - sair ihtiyaçlarını hafifletmek üzere 3 mart 1918 de Brest Litovsk muahedesile Ruslarla ve 7 mayıs 1918 de Bükreş muahedesile Romanyalılar ve bunlar- dan evvel Ukraynalılarla sulh yapa- rak bu hükümetlerden 283 bin ton er- zak temin ettikleri halde bu erzak bi- le dört devletin ordusunu ve halk ia- şesini tamamile temin edememişti. Bilhassa Alman halkı ve askeri, gıda» sızlıktan çok perişan bir halde bulu- nuyordu. Hattâ (Alman karargâhı umumi) sinin baş kaldıran ve son günlerde hâdiselerden cesaret alan (Alman sosyal demokrat) fırkasının sulh propagandalarını bir ihanet te- JAkki etmesine rağmen 1918 ağustos sonunda Alman başvekâletine gölen prenş Maks de Bad iktidar mevkline gelir gelmez, Alman milletini teskin etmek için Almanyanin biran evvel sulh çaresi aradığını resmen söyle mekten çekinmemişti. Başında, hâlâ Kayser Vilhelm gibi harbe devam fik- rinin en hararetli taraftarı bulunan bir hükümdarın idaresinde bulunan bir hükümet bile sulh sözlerini ağzı- na alirken, Enver paşanın iddiası hi- lafına, Almanların yakında. bir zafe- re erişeceklerini tahmin etmek çok hâtalı idi. Bundan başka Avusturya ve Maca- ristanın vaziyeti de çok tehlikeli idi. Muhtelif ve biribirine zıd unsurların bulundukları bu memlekette büyük bir perişanlık hâkimdi. Avusturya bükümeti, her devletten ziyade sulha teşne bulunuyordu. Vaziyet o hale gelmişti ki daha kısa bir müddet sulh yapmağa imkân bulunmazsa, Avus- turya - Macaristan birliğini tehdid edeceği dahili ihtilâller başlıyacak ve bu muhtelif unsurlar ayaklanacaktı. Bu itibarla Avusturyada (sulhü mün- ferid) propagandaları her memleket- ten fazla ve kuvvetli bir şekilde de- vam ediyordu. Enver paşa, Makedonyadaki askeri hazırlığa da büyük bir ehemmiyet vermiyordu Bütün bunlardan başka Türkiye- nih vaziyetini ciddi surette tehdid eden yeni askeri bir hazırlık vardı; İngilizlerin Suriye - Filistin cephesin- de şimale doğru, Irak cephesinde de Musul istikametinde inkişaf eden ha- reketlerinden başka, Fransız generali Yranşe Desperenin kumandasında olarak merkezi Selânik olmak üzere mühim bir kuvvet tahaşşüd ediyordu. İtilâf devletleri, bir taraftan garb cep- hesinde Alman mukavemetini kırmak Için taarruz yaparken, diğer taraftan şarkta merkezi devletlerin biribirleri- le muvasala noktalarını ayırmak, bi- ribirlerini askeri ve iktisadi bakımın- dan tecrid etmek maksadile Make- Yaş de — dalan okulunda spora ehemmiyet verilmektedir. | donyada hazırlıklar yapıyorlardı. Yukanıki klşe Yalvaç futbolcularını bir arada göstermektedir, Enver paşa, Makedonya cephe- sindeki bu askeri hazırlığın ehemmi- yetli olduğunu itiraf etmekle beraber, Avusturya ve Bulgar kuvvetlerinin daha uzun müddet mukavemet ede- ceklerini ve: Fransız ordusu tarafın dan Makedonyanıni istilâsile merke- 2) devletler elinde bulunan Sırbista- nın kurtarılmasına imkân olmadığı- nı iddia ediyordu. Talât paşa, Harbi- ye nazırının bü mütaleasinı doğru bulmamıştı. Sadrazam, ordunun ba- şırdan fiilen çekilmekle beraber, as- keri vaziyeti yakından takib eden, tecrübe ve vukufuna çok itimad etik ği eski Harbiye nazi İzzet paşam bu husustaki düşüncesini anlamak istedi. Talât paşa, Enver paşanın Har- biye nezaretindeki bu selefine öteden- beri hürmetle mütehassisti. Hattâ İzzet paşanın “Harbiye nezaretinden çekilmesine © ğaman İstemiyerek razı olmuş, maamafih Umumi harp baş- Jadığı zaman paşanın da ordu- da bir vazifenin başına getirilmesini çok istemiş ve filhakika kısa bir müd- det sonra İzzet paşa da cenuptan ge- lecek İngilizlerle şimalden akın ya- pacak Rusların birleşmesine mâni teşkil edecek, merkezi Diyarbekir olan ikinci ordu kumandanlığına getiril mişti. İzzet paşa, tehlikenin vaha- metini anlatıyor.. Fakat İzzet paşa, askeri harekât ba- kımından Enver paşa ile anlaşamadı- Eından bir müddet sonra ordu ku- mandanlığından istifa etmiş ve artık başka bir vazife kabul etmiyerek âyan Aâzalığındaki vazifesine devam etmiş- ti. Talât paşa, İzzet paşayı evinde zi- yaret etti ve ahvali harbiye hakkın- daki mütaleasını sordu. İzzet paşa, inzivaya çekildiği için (karargâhı umumi) ye gelen raporların muhtevi- yatından haberdar olmamakla bera- ber, cephelerdeki vaziyete göre artık harbin akıbetinin belli olduğunu, ma- atteessüf zafer-ve galibiyet ihtimal- lerinin kalmadığını, binaenaleyhi da- ha henüz fırsat varken, sulha yânaşm rak henüz istilâ altında olmıyan va- tan aksamile bilhassa Makedonyadan gelecek düşman: taarruzlarına karşı payitahtı kurtarmak lâzım geldiğini ileriye sürdü. İzzet paşa, Fransız generali Franşe Desperenin : Mâkedonyada hazırladı- ğı ordünun»nasıl bir askeri maksat takib ettiğini bir askeri harita üzerin- de sadrazama izah etti. Osmanlı or- dusunun senelerce erkânı harbiyel umumiye reisliğini yapan eski Har- biye nazırına göre Makedonyadaki itilâf orduları başkumandam, Avus- turya ve Bulgar cephelerini yarmak üzere Selânikten şimale doğru bir ta- arruza girişecektir. Merkezi devletler orduları tarafından vatanları çiğ- nenen Sıplar, bu taarruzu bir halâs hareketi olarak karşılıyacaklar ve Avusturyalılarla- Bulger ordularının hezimetine yardım edeceklerdir. Bu taarruzun muvaffakıyetle neticelen- memesine ortada hiç bir sebep yoktur: Avusturya - Macaristan orduları çok yıpranmışlatdır. Bu orduda askeri di- siplin kalmamıştır. Esasen Alman ve Macar olmıyan unsurlar da kendi milli kurtuluşları için Habsburg tahtı. nın yıkılmasına çalışmaktadırlar. Bi- naenaleyh bu ordunun daha fazla mukavemet etmesi ihtimali yoktur. Bulgarlara gelince: Bulgarlar mili bir birliğe malik olmakla beraber, Bulgarlar arasında da memnuniyet. sizlik artmıştır. Bahusus bir kısım Bulgarlar, ayni ırktan telâkki ettikle. ri Sırplarla anlaşmk, dolayısile itilâf devletlerile sulh yapmak fikrindedir. Yer. Binaenaleyh, cenuptan gelecek bir taarruza Bulgarların da karşı koy- mıyacakları muhakkaktır. İtlât or. duları bu taarruzla Bulgar ve Avus- turya - Macar kuvvetlerini mağlüb et- tikten, Bulgarların elinde bulunan askeri sevkulceyş noktalarını ele ge- çirdikten sonra Trakya üzerine hü- cum edecekler ve Bulayır, Gelibolu üzerinden İstanbula doğru yürüyerek Çanakkale boğazının açılmasını te- min edeceklerdir, ir pa A ”