PAZARTESİ KONUŞMALARI m TURKOLOG RADLOFF * Dört cild büyük lügat. Adı (Türk | lehçeleri lügatının tecrübesi). 4082 sahife, (Türk halk edebylatı) nümüneleri). 10 cild metin. 8 cild almanca tercü- mesi. 2 cild rusça tercümesi. Vasati 6,008 sahife, (Kutadgu bilik) Vamberi'den sonra, Uygur el yazısına, Uygur kitap har- fine ve nihayet akademik Rus harfine çevrilmiş metin ve almanca tercüme- si, 3 cild, Gene binlerce sahife (Şimal türkçesinin fonetiği). - Bir cild. Gene beş yüzden fazla sahife. (Sibirşadan). Seyahat esnasındaki Türk etnografya ve arkeolojisine ald notlar, kaza neticeleri, 2 cild. 1200 sa- hife, (Orhon yazıları). Taşların rı simle- ri, haritaları. Kocaman bir cild atlas. (Moğolistanda bulunan eski Türk kitabeleri). 500-600 sahifelik bir ki- tap. Türk budizmine aid dört beş kitap daha. Yakut dili hak- kında bir cild. (Uygur dili yadi- gârları) ve Rus akademi mecmuasın- da makale, makale ve makale... On binlerce sahife tutan ve hepsi "Türk diline, Türk etnografyasına ve halkiyatına aid olan bu kocaman eserin sahibi, bir tek insandır: Dr. Wilhelm Radloff, Onu her Türk mü- nevveri, Türk kültürüne malzeme topuyan, Türk medeniyetinin bir cep- hesini aydınlığa çıkaran bir ilim ada- mı olgrak saygı İle anmaktadır. Radloff, 1837 yılında, bundan tam yüz sene önce Berlinde doğdu. 1859 da, yirmi iki yaşındaki genç âlim nam- zböi, Hindo-Avrupa dillerinden başka, yeni bir tedkik sahası bulmak için memleketinden ayrılıyor. Yukarıda saydığım eserleri vücude getirebil- mek kudretini bu ayrılık yılından başlıyarak altmş senelik ilim haya- tında, son nefesine kadar diri ve ve- rimli tutan Radloff, Çarlık Rusya içe- risinde Türklerin oturduğu yerlerde Golaşarak, onların hayatına girerek hem Kitaptan, hem hayattan malze- me toplamaya muvaffak olmuş büyük bir âlimdir. 1859 mayısında Barnaul şehrinde- ki madencilik mektebinde almanca ve Jâtince öğretmenidir, Burada dinledi- ği Türk destanları onu teshir ediyor. Bütün bir kış, bir Kalmuk öğretme- ninden Türk dili ve folkloruna aid &nasır topluyor. Yeni evlendiği karı- sile 1860 da Altay ve havalisinde, Çin hududuna kadarki büyük sahada ted- kik gezintileri yapıyor. 186 de Sa- layr, Karagol, Soyon taraflarını, 1862 de şarki Kırgız obalarını, Isık gölünü dolaşıyor. 1863 de şarki Altayda Aba- kah, Kızıl, Küerik Türk lehçelerini araştırıyor. 1364 de Altay ve garbi Siberya havalisindeki folklorik eserleri topluyor. 1865 de Çuya, İrtiş, Tobol taraflarını dolaşıyor. 1868 de Türkistanda Yedi Su, 1889 Esad Mahmud Karakurd da Balkaş gölüne dökülen İli çayı ha- İ valisini geziyor, Tarancı lehçesine aid keiime topluyor, 1970 de Kobda'ya ka» dar gidiyor. Bunları, bir hikâye anlatmak için yazmıyorum, 12 sene süren bu sey& hat, görerek, yerinde tedkik ederek, bin türlü sıkıntılara katlanarak geç- miş bir gençliğin ilme vakfedilmesin- deki ehemmiyeti belirtmek içindir. Ta- tar mektepleri müfettişliğine tayin edilen Radloff, 12 sene de bu havalide çalışıyor. Nihayet 1880 de ilmi çalış- maya fam olarak kendini verebilmek imkânını kazanmıştır. 1884 senesinde Petersburg ilim akademisine aza olu- yor. Buradg 10 sene durmadan, bık- madan okuyor, yazıyor. 1894 de etnog- rafya müzesi direktörlüğüne tayin edi- liyor ve 1918 de ölüyor. Radloff'un ve Radloff gibi ilim di ının hayatını, bilhassa genç- n pek iyi bilmeleri lüzumuna orum, İlmin birinci şartı, irade, sabır ve devamdır. Her insan, dehâ derecesinde zekâ sahibi olamaz. Fa- kat irade kudretile bu tabii ve elde ol- mayan eksiği telâfi etmeğe çalışmak mümkündür, Hiç birşeyi derinleştir- miye ve hiç birşeyde derinleşmiye ta- hammül edemiyenler, biç birşey ola- mazlar. Çünkü böyleleri kendilerini herşey sanırlar, Ankara Halkevinde büyük Türkolo- gun ilmi çalışmaları, hayatı ve eser- leri hakkında söz söyliy ları dinlerken hep bu düşü: famda dönüyordu. Onun gibi sabırlı, bilgili Türkologların ana dili türkçe olanlar arasından çıkması kadar ta- bii ne olabilir? Şimdiye kadar bizde milli dil şuurunu duyan ilim adam. larımızın garp metodisrile çalışma- maları, onları semeresiz kılmıştı. Bun- dan sonra Radloff, Thomsn gibi yük- sek şahsiyetlerin adları arasında anı- lacak âlimlerimiz yelişeceğine inan- makla müteselliyiz. Eskisi gibi ilim adamlarımızın gözlerini başka kapi- lara dikmeleri için maddi sebepler bu- gün mevcud değildir. Hem lüks bir hayat, hem de İlim ve kitap bir arada bulunamaz. İkiden birini seçmek lâ- | zımdır. Başka memleketlerdeki ilim adam- larının ayaklarında pençeli fotin, sırt» larında neftileşmiş siyah elbiselere çok ras gelinir. İlmi, sanati yalnız pa- radan doğan bir evlâd sanmakta bü- yük bir dalâlet vardır. İlim müesse- gclerimizin kütüphanelerinde «Beni okuyun» diye boynunu büküp bekli- yen kitapların sayısını hafızı kütüp- lerden sormaya kim cesaret edebilir? Seneler ve senelerce yüksek ilim kür- sülerinde ders verip de bir tek kitabı olmıyan ilim adamlarımız, neleri ek- sik olduğu için koltukları boş olarak bu müesseselerin tarihine intikal edi- yorlar? Yeni yetişen neslin bu haki- katleri bütün çi; SON GECEL.. Kız, kurtulmak için çırpındıkça, €teklerinin uçları açılarak, üzerinde ince sari tüylerin kıvır kıvır kıvrıldı- ğı esmer bacakları, daha çok meyda- na çıkıyor... Zabitin parmaklar ba- zan, etekliğin uçlarından kayarak bu çıplak esmer bacakların derisi Üzeri- ne değiyor... O zaman kiz, birdenbi- re içinde gaxib bir eziliş hissederek, tüylerinin diken diken olduğunu du- yuyor ve sıçrıyor hemen yerinden: — Yapmayın, yapmayın Faruk bey; bağıracağım şimdi!.. | Fakat neye yarar bu çirpınmia!.. | Vücüdünü onun bir mengene gibi sa- | ran kolarından kurtaramıyor ki! » — Oh yarabbi!... Ne kuvvetli, ne hoyrat adamsınız siz!... O sirada, zabitin yakasının düğme- $i koparak göğsü açılıyor... Kolsuz, keten bir atlet fanilesinin tamamile açıkta bıraktığı bu kuvvetli erkek göğsü ve bu göğsün üzerinde, rüzgü- rın tesirile yumak yumak uçuşan, kiy- nlân siyah tüyler, kızın gözlerine ili- giyor... Gayri ihtiyari bağırıyor... — Göğsünüzü kapayın Faruk beyi. Tefrika No. 59 — Kapamıyacağım!... — Kapayın diyorum size!... — Kapamıyacağım!... Kız vücüdünü onun kolları arasin- dan kurtarmak için yeniden çırpm- mağa başlıyor... Zabit, hiç o taraflı değil... Bırakmıyor kızı!... Bilâkis par- maklarını onun düz siyah saçlarınm arasına geçirerek çekiyor... — Oh canımı âcıtıyorsunuz; bıra- kın beni!... Dinlemiyor... Saçlarından çekmeğe devam ederek, bu küçük, güzel, kadın başını birdenbire çıplak göğsünün üs- tüne bastırıyor... Kızın gözleri, ya- nakları, erkeğin göğsünde dalga dal- ga kıvrılan siyah, sert tüylerin arası- na gömülüyor... Bir anda şaşırıyor Xiz!... Yüzünün esmer derisini yakan bir avuç ateşin, damla damla tâ ilik- lerine kadar nüfuz ettiğini duyuyor... Şimdiye kadar işitmediği, bilmediği bir heyecan Ye ezilişle başmın döndü. | günü, damarlarının kopacak gibi siz- ladığını duyuyor... Bağırmak istiyor, bağıramıyor... Kaçmak istiyor, kaça» KŞAM Edirne Türkkuşunun verimli faaliyeti Üyeler, düz hat üzerinde uçuş talimlerine başladılar Edirne Türkkuşu talebesi ve uçuş talimi Edirne (Akşam) #— Edirne Türkku- şu büyük'bir hizjle çalışmalarına devam etmektedir. İlk hamlede ade- di kırkı bulan uçucu üyelerin âdedi gittikçe artmaktadır. Bugüne kadar muayyen saatlerde muntazaman Sa- rayiçinde bu ive elverişli olan alan- da Türkkuşunun iki öğretmeni tara- fından ve iki grup halinde ders veril mektedir. Ancak bugünden itibaren talimler daha müsald bir sahada isra edileceğinden plânörler yeni meyda- | na nakledilmişlerdir. 'Türk hava kuşunun değerli öğret- menlerinden B. Alâeddinle konuştum. Halkın havacılığa karşı gösterdiği alâkaya teşekkür etmekde ve Türk- kuşu üyelerinin plânörelüğü büyük bir kolaylıkla kavradıklarını ve çok kısa bir zaman İçinde uçuşlara bile başlamak imkânı elde edildiğini söy- Jedi, arena ssava en mm hakiki bir ilim adamı olabilmek için hasbiliğin birinci şart olduğuna; sa- bır ile, yorulmaz bir çalışma ile, inti- hap ettikleri bilgi sahasında, icabin- da maddi hayatlarından İedakârlık- lar dahi ederek, emek vermeleri Jâ- zimgeldiğini bilmesi zaruridir, Radloffun doğumunun yüzüncü yılını kutlarken, onun gibilerin, bugü- nün genç İlim mensupları arasından ve bizim aramızdan çıkmasını ümid ederek derin bir haz duymaktayım. Hasan - Âli YÜCEL kuvvetli göğsünde, Küçük bir. Jâstik top gibi yuvarlamp durmaktadır... Biran saçlarını onun parmaklarından kurtaramıyor... Gözlerinin içi lan- mıştır, Bağırıyor!... — Bırakın beni diyorum size Faruk | beyi... — Bırakmıyacağım!..« — Bırakın!... — Bırakmıyacağım!... — Şimdi bütün kuvvetimle «imdad; diye haykırırım!... Bırakın beril... — Ne yapsah nafile!... Boynuma sarılarak, şöyle beni isteye İsteye bir defa öpmezsen bırakmam!... — Öpmiyeceğim!... — Ben de öyle ise birakmıyaca- ğmi... — Bir daha sizinle sokağa çıkarsam eğer!... — Çık, çıkma!... Yalnız boynuma sarılarak şimdi beni öpecek misin, öp- miyecek misin?... Onu söyle seni... — Öpmiyeceğim! ... —'O halde sen de; kollarımın ara- sında ökseye tutulmuş bir tarlakuşu İ gibi sabaha kadar çırpınıp dürursün böyle!... — Ne haşin adamsınız!.,. Vücudü- mü yara bere içinde bıraktınız! ,,. Her tarafım sızlıyor!,.. — Tabii sızlıyacak!... Annenin ku- cağında değil, sevdiğin adamın kolla» Başı; hâlâ erkeğin geniş, | 7ı arasındasın!... Üyelerin gösterdiği istidat ve kud- retten stayşle bahseden Türkkuşu öğ- retmeni üyelerin hepsinin de muvaf- fakıyetle İnönü yüksek yelken uçuş- larına iştirak edecek olgunluğa gel- diğini de ilâve etti, Son talimlerini görmekte olan üye- ler 15-20 metre irtifsında düz bir hat üzerinde 100-150 metre mesafe katet- mektedirler. Diğer vilâyetlerden yir- mi beş gün gibi mühim bir farkla son- ra açılmasına rağmen Edirne Türkkü- şu çok sıkı çalışmak suretile aradaki müddet farkını doldurmuştur. Askeri disiplin altında yetişen Türk kuşu üyeleri 1 lemmuzda açılacak yüksek yelken uçuşlarına iştirak ede- rek iki aylık bir mesaiden sonra (C) brövesi alacaklar ve gelecek yılda o- kulların tatilinde Ankarada açılacak motörlü tayyare kurslarında da ikma- K tahuil ettikten sonra vatanın mü- Gafaası için icabında hava kuvvetleri arasındaki yerlerini alacaklardır, Bir amele Fıratta boğuldu Kemaliye (Akşam) — Sıvas-Etzu- rum hattında 12 nel kısım merke- inde Pağaştaş köyünde amelelik yapan Abdülhamiâ isminde biri sâ- bahleyin Fırat keuarmda o yıkanır- ken birdenbire suyun coşkun dâlga- larına kapılmış ve boğulmuştur. Bir- çok araştırmalara rağmen Abdülha- i midin cesedi bulunamamıştır. | — Ben sizi sevmiyorum!... — Sev sevme!... Onu sonra düşü- . Sön defa tekrar ediyorum: — Öpmiyeceğimi!.. — Peki, sabahlıyacağız amma!... — Sabahlarız!... Susuyorlar... Kız artık çirpınmı- yor... Yoruldu... Uzaktan, çam Or- man rın sesi geliyor... Hafif bir rüzgörl... Tuna, karşıda pınl pırıl yanmakta» dır... — Üşüyorum ben!... — Ceketimi vereyim istersen!... — Hayır istememi... — Sen bilirsin!... Gene susuyorlar... Kız, gözlerini semaya dikmiş, yıldızlara bakıyor... — Ne inadcısın Mariya!... Hem söy- lesene; niçin öpmek istemiyorsun beni — Istemiyorum işte, zorla mı?, — Amma kızacağım Mariya!... — Kizarsanız Kızınız; bana nel.,. — Bırakmam sonra seni sabaha kadar diyorum!,.. — Bırakmaâyın!... — Halan merak eder evde!... No ce vap vereceksin peki?... — Onu siz düşünün!,., — Sahiden geç kalıyorüz!... Hay- di sarıl bana bir defa; gidelim!... Kız, birdenbire yeşil gözlerini kaldı. KADIN KÖŞESİ ının içinden, kuşların ve sula» , Suare elbisesi Büyük çiçekli ve uzun etekli bir sU- are elbisesi ve kürk kapı, Adapazarında pancar mahsul Son yağmurlar pancara am Adapazarı (Akşam) -— Geçen sene ki pancar zeriyatının randımanındâa noksanlık görülmesi yüzünden bu s€- ne şekor fabrikası pancar (ekimini kazamızda az yere tahsis etmiştir. Bu yıl pancar ekimi ve mahsulüne gelin” ce, mart ayının kurak devam edişi mıntaka memurları ve çifçi üzerinde endişe uyandırmışsa da nisan ayının bol yağışlı gidişi, kuraklığı giderterek mahsulün çok güzel olmasına âzami derece yaradığı görülmüştür. Alâka darlar bu sebeple büyük ümid besle” meğe başlamışlardır. Bu durumlar karşısında bu sene mahsulün diğer taraflara nazaran çok iyi olacağı be” lirmektedir. Çifçi vaziyetten mem- nundür, Bu seneki pancarların yeni çıkışın da bazı haşeralın ârız olması herkesi yeise düşürmekle iken bunu gören mıntaka memurları tarafından şiddet” li bir mücadele açılmış, bu suretle bu ârızanım önüne geçilerek mahsulâlın verimli olmasına bir kat daha hizmet edilmiştir, rarak zabite bakıyor... — Nekadar şimartmışlar kadınla” sizi yüzbaşı!... Terşeyi emrederek &i sına o kadar alışmışsınız kil... Gülüyor... Amma, küçük kırmızı dW daklarını, bir gül yaprağı büküşile kr” wrarak, öyle tatlı, öyle mağrur gülü” yor kil... — Yalnız emretmesini değil, bira” da yalvarmasını öğrenmeliydiniz yüz” başı!... Zabit birdenbire şen bir kahkahs fırlatarak kızı yere birakiveriyor... — Ha, demek yalyarmamı istiyor” sun öyle mi?... Niçin söylemedin şim” riye kadar?,. Peki!... Hemen dizlerini bükerek toprağı” üstüne çömeliyor... Boynunu yor... Gözlerini yumuyor... ElleriSİ havaya kaldırıyor... — İşte huzurunda eski âşık şörak yeler gibi dize geldim, yalvarıyorum! -* — Rice ederim; benimle alay €t meyini... — Niçin alay edeyim; sen yalvaf demedin mi?,., — E, Faruk bey! i Zabit, birdenbire çömeldiği yerde fırlıyarak, kızı omuzlarından yor ve kendisine çekiyor... Bütün KUV* Yetile sıkıyor onu kollarının arası” Karkası veri