Her akşam bir hikâye yle bir göz gez- | dedi.. harika kadının uzun yıllardanberi tün bu | ı bu lüks Ahmed Nurinin parasile oluyordu. Ahmed Nu- Yi ihtiyar bir zengindi. Evli idi, Birçok ihtiyar, zengin evliler gibi Onun da herkesten gizli, şeker gibi bir ahbapçığı vardı: Şefika... Ahı gin'yola çıkmadan evvel Şefikaya bü- Yük bir para bırakmıştı Şefika, Ahmed Nuri İstanbulda yok- Ken bu güzel evi tutmuş, dayamiş, dö- gemişti. Hattâ Ahmed Nuriye ipekli bir pijama da diktirmişti, Ahmed Nu- Tİ bugün seyahatten dönecekti. Herhâl- de evine uğradıktan sonra mutlaka Kendisini görmeğe gelecekti. Şefika dudaklarını boyarken küçük bir çocuk eve bir mektup getirdi. Genç kadın mektubu açtı, Okudu. Mektup “Taksimde oturan kız kardeşinden ge- Myordu. Kız kardeşi bugün öğleye ka- dar mutlaka kendisini görmesini is- tiyordu. Şefika merak etti, Acaba kar- deş kendisini niçin istiyordu?.. Her- halde mühim birşey olacaktı. Saate baktı. On buçuk... Ahmed Nuri an- Cak iki saat sonra gelebilirdi. Genç Kadın karar verdi. Bir otomobile at- İıyacak, Taksime kadar uzanacak, kız kardeşini görüp dönecekti. İki gün evvel tuttuğu Marikayı çağırdı: — Marika.. dedi, ben Taksime ka- dar gideceğim... Eğer ben yokken bir bey gelip de beni ararsa içeri al.. «Ba- yan şimdi gelecek... Bekleyiniz» de.. © bey herhalde yorgun olacaktır. Ya- tak odasına götür. Pijamalarını gös- İer.. karyolanın yanındaki küçük mâ- 'Sanın üzerinde likörler var.. pijama- Sını giysin. rahat rahat yatağa uzan- #n.. likör içsin.. gazete okusun.. beni beklesin., söylediklerimi unutma am- ma. Marika halden anlar bir gülümse- me ile: — Unutmam.. dedi. Şefika evden fırladı. Bir taksiye at- adı. Genç kadın kız kardeşine gide dursun, semtte Şefikanın tanımadığı bir âşığı vardı. Şekip.. delikanlı Şefi- kayı günlerden beri takip ediyordu. Fekat bir yolunu bulup onunla ah- hizmetçisi Şekip düşündü. Taşındı. Nihayet e tanışmak için bir çare bul- du.Ş anın evine gidip: — Perdelerinizi pek beğ: Saâde ederseniz şunları yakından gö- Teyim.. diye rica edecekti. Perde görmek tabii bir bahane idi. Fakat bu bahane onu Şefika ile ts- Dıştıracaktı. Kip o gün sinek kaydı bir traşla pısını çaldı. Marika açtı. Şekip, Şefikayı sordu Mazika gülerek: — Biraz dışarı çıktı, Ama siz içeri girip bekleyiniz. buyrunuz. şimdi gelecek.. Şekip salona doğru yürüyordu. Mar rika yatak odasının kapısını açtı: — Buyrunuz.. burada bekleyiniz. burada daha rahat edersiniz.. dedi. Şekip hayretler içinde yatak odası- na girdi. Vakıa Şefika için birçok de- dikodular işitmişti. Lâkin bu derece- sini tahmin etmiyordu. Böyle ilk ka- .Pıyı çalan bir erkeği doğruca yatak Odasına almak!.. O bunları düşünürken Marika ken- disine ipekli bir pijama uzattı. — Buyrunuz, bunları da giyiniz. belki yorgunsunuz.. yatağa uzanır ra- hat rahat likör içersiniz. Şekip artık hayretten abdallaşmış- tı. Şimdiye kadar başına hiç böyle şey gelmemişti. Fakat ne de olsa Şefika gibi hariku- İâde bir kadının içinde rol oynadığı bir macera ona tatlı geliyordu. Pija- maları aldı, Giydi. Yatağa uzandı. Marika gülerek ona likörleri gösterdi: — Burada da likörler var.. buyru- nuz. Oh gel keyfim gel, likörleri içiyor; sigaraları tüttürüyor, ipek pijama için- de, ipek yatakta Şefikanın odadaki Poz poz resimlerini, seyrediyordu. Ne mefis kadındı!, Hele şu resim., hele şu İ gınlık, tatlı bir hey BEKLENEN ERKEK ri, tatlı bir bay- ya, kapıya kulak kabar Heyecanını yatı in müte- madiyen likörleri yuvarlıyordu. Likör şişesinin biri âdeta bitmşti, fena halde dönüyordu. Bu ne sert likördü. Geceden de çok uykusuzdu.. fakat fika da nerede kalmıştı. Şimdi aldığı | fazla ispirtonun tesirile yavaş yavaş gözleri kapanıyordu. Âdeta “uyumak üzere idi. . Nihayet Şefika saat ikiye doğru eve dönebildi. İçeriy girer girmez Marike- ya sordu — Geldi mi?. — Geldi.. yatak odasında... Şefika hemen elbisesini çıkardı. Gi- derken telâşla çıkarıp salona bıraktığı sarı pijamasını giydi. Yatak odasına girdi. 'Tam bu esmada sokak kapısı acı acı çalındı. Bir erkek Marikaya sert sert bağırıyordu. — Ne demek?. Yalan söylüyorsun., Şefika burada değil mi? Sen yeni hiz- metçi misin?. Marika telâşla: — Yok diyorum.. size.. yok evde.. Şefika şaşırmıştı. Dışarıdan Ahmed Nurinin sesi geliyordu. Peki yatak- taki kimdi. karyolaya yaklaştı. Y ganı kaldırdı. Saçları dağılmış uyu- yan genç bir adam!, Günlerden beri arkasından gelen yakışıklı çoc Bu sırada yatak odasının kapısı bir | tekme ile açıldı. Ahmed Nuri içeri gir- di. Nuri, Şekibi pijama ile yatakta, ya- nunda likör kadehleri, Şefikayı pijama ile görünce: — Tüüü.. yazıklar olsun.. utanmaz 'kadın.. dedikten sonra birşey dinleme- den çıktı. Gürültüden Şekip bile uyannıştı. Şaşkın şaşkın etrafına bakınıyordu. Şefika ona seslendi. — Siz kimsiniz?.. Burada ne arıyor- gunuz? — Ben.. şey.. sizden şey rica ede- cektim.. perdeleriniz çok hoş ti... Onları yakından görmek dum. Hizmetçi beni buraya ald: jJamayı verdi. Likörleri gösterdi. siz tenbih etmişsiniz. pijamayı giysin, li- kör içsin, beni beklesin demişsiniz. ben de yaptım.. emirlerinizi harfi har- fine yaptım.. Şefika delikanlının İspirtonun tesi- rile yayvan yayvan söylediği bu söz- lere bir kahkaha savurdu, Ondan sonra masanın üstünde du- Tan Ahmed Nurinin resmini kaldırıp kapının arkasına allı. & (Bir yıldız) Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişli: Osmanbeyde Şerk Mer- kez, Taksim: İstiklâl caddesinde Kemal Rebul, Beyi Tünelde Matkoviç, Yüks ldırımda Ve- nikopulo, Galata: Topçular cadde- sinde Merkez, Kasımpaşa: Müey- yed, Hasköy: Nisim Aseo, Emin- önü: Eminönü eczanesi, Heybeli- ada: Halk, Büyükada: Halk, Fa- tih: Şehzadebaşında Asaf, Kara- gümrük: Mehmed Fuad, Bakır- köy: İstepan, Sarıyer: Asaf, Ta-, rabya, Yeniköy, Emirgân, Rumeli- hisarındaki eczaneler, Aksaray: Yenikapı Sarım, Beşiktaş: Vidin, Kadıköy: İskele caddesinde Sotir- yadis, Yeldeğirmeni Üçler, Üğkü- dar: Ahmediye, Fener: Balatia Merkez, Beyazıd: Cemil, Küçükpa- zar: Yorgi, Samatya: Yedikulede Teojilos, Alemdar: Ankara cadde- sinde Eşref Neşet, Şehremini: Ah- med Hamdi. 15,000 liraya satılık apartıman Kurtuluş tramvay caddesi üze- rinde ve durak yerinde altışar odalı üç ve üçer odalı üç yani al- tı daireyi ve altında bir dükkânı muhtevi güneşli, havadar İyi bir apartıman on beş bin Ilraya seti- ıktır. (Akşam) ilân memurluğu- na müracaat. Telefon 24240 * İ kemesz ve | doktorlar AKŞAM Pazartesi konuşmaları (Baş tarafı 6 ncı sahifede) mıdır ki, bu haddin öbür tarafına geçelim. Ben daha bu olgunluk has line gelmediğimiz kanastindeyim, Bu kitap, bilhassa insan uzviyetile doğ- rudan doğruya meşgul ve uhakemi tarafından bel okunmalıdır. Bu kitabı okuyan ve an- yan bir doktorun hastasına bakısı değişecek, derinleşecek ve mutlaka yükselecektir. Okuması güç, anlaması güç, hele tercümesi büsbütün güç olan bu ki- tabı türkçeye çeviren Nasuh) Bayda- ra ben, teşekkürü bir vazife bilirim. Emsali gibi bu eserin de dilimize çev- rilmemesi, bu vadide çalışanlarımız için umumi'bir hata idi, Nasuhi Bay- dar, güzel bir niyetle bu güç İşi üs tüne aldığı çin ilk sevabı işlemiş sa- yılmalıdır. Tercümede bazı hatalar, onu hiç tercüme etmemek hatasının yanında hafif kalır. Hem hatadan ni- çin bu kadar korkup çekinmeli. Baş- kalarının yanlışını düzeltmek iste yenler bile yanlışa düşüyorlar. Meselâ sayın bilgin Mehmed Ali Ayni, Cüm- huriye gâzelesindeki tenkid makale- lerinde Homo wconomicus'u, vekili- harç diye tercüme etmeli diyor. Sene- lerdir talim kürsüsünde bulunduğu halde bu eski felsefe profesöı in iks tisad t n en mühim meselele- | berdar olmaması, demek | fından operet musikisi, rinden birini anlatan bu tabirden ha- mümkün» müş. Ne yapalım, hep insanız. Belki ben de hata tashih etmek isteyen bir ilim adamımızın hatasını göstermek- le başlıbaşına bir hata işlemiş sayılas bilirim. Hasan - Âli YÜCEL ME 72 ZER Ji Mayıs 937 Pazartesi İstanbul: Öğle neşriyatı — 12,30 Piâkla Türk musikisi, 12,50 Havadis, | 13,05 Muhtelif plâk neşriyatı, 14 Son. Akşam neşriyatı — 17: İnkılâb der$- leri: Üniversiteden naklen Mahmud | Esad Bozkurt tarafından, 18,30: Plâk- la dans musikisi, 19,20: Afrika av ha- tıraları: S. Selâhattin Cihanoğlu ta- rafından, 19,45: Konferans: Halk Partisi namına: Fazıl (Sporun fevaidi hakkında), 20: Rifat ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve hı kıları, 20,80: Ömer Riza tarafından arapça söylev, 20,45: Safiye ve arka- duşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları, (Saat âyanı), 21,15: Şehir tiyatrosu dram kısmı trafından İ bir temsil, 22,15: Ajans ve borsa ha- berleri ve ertesi günün programı, 2230: Plâkla sololar, opera ve operet parçaları, 23: Son. Ecnebi istasyonların bu akşamki en müntehap programı Viyana saat 1145 Vögner Rieti - Brahms 1. senfoni Münih 18,00 Brahmsdan. Liyon 20,30 Paurö - Lalo - Liszt - Rimoky - Korsakov, Tuluz 20,30 Çaykovsky - Rimsky - Korsakof! - Borodin, Milâno 21,00 Ranzato tara- Budapeşte 22,45 Haydn - Mozart - Joh, Straus. | Hilversum 19,45 Keman konseri. Var- şova 21,30 Salon musikisi Sottens 20,10 Byrdün Jungirau du Reine. Dans Musikisi ' Poste.Parisien (484) saat 22,05 - Tuluz (329) 23,00 - Milâno (369) 23,00 - Roma (421) 24,21 - Ljubjana (45) 22,15. 18 Mayıs 1937 Salı İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230 Plâkla Türk musikisi, 12,50 Havadis. 13,05 Muhtelif plâk neşriyatı, 14 Son. Akşam neşriyatı: 118,30 Plâkla dans musikisi, 19,20 Konferans: Eminönü Halkevi sosyal yardım şubesi namına: Doktor Nuri Osman (Deri ve saç hıf- 2 sıhhasi hakkında.) 19,45 Konferans: C. Halk partisi namına: Feridun (Sporun fevaidi hakkında.), 20 Bel- ma ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları, 20,30 Ömer Riza tarafından arapça söylev, 20,45 Cemal Kâmil ve arkadaşları tarafın- dan Türk musikisi ve halk şarkıları (Seat ayarı), 21,15 Orkestra, 22,15 Ajans.ve borsa haberleri ve ertesi güs nün programı, 2230 Plâkla sololar, opera ve operet parçaları, 23 Son, ÜL İş TR Op KUBİLÂY HAN Yazan: İskender F. Sertelli No. 52 Ihtiyar Büyücü: “Burada ekilmiş bir karış toprak yoktur, dedi, fakat bütün Japonyayı burası besler. hayret etmeyiniz! Altın ve bakır madenlerimizle dünyayı satınalabiliriz.,, Diye bağrıştılar. — Sahib! Şimdi inandık ki, ecda- | dın bir yılan imiş. Gösterdi bu mucize bizleri hayret ve dehşet için- de bıraktı. Diye bağırdı. Yerde sürünen yılan generalin aya- Banın dibine sokuluyor ve şahlamp yukarıya doğru kalkıyordu. Liyonun yanındaki zabitlerden bi- ri korktu, Belindeki palasını çekerek: — Bırakın, dedi, çu canavarı bir vuruşta ikiye böleyim! Liyo zabitin kolundan tuttu: — Bu yılanın bize fenalık yapaca- ğını sanmiyorum. «Sahib: bize mari- fetini gösteriyor. Yerde sürünen yılan birdenbire or- tadan kayboldu.. ihtiyar Japon eski halile Liyonun yanında belirmişti. General Liyo hayretinden nerdeyse küçük dilini yutacaktı. ne söyliyece- ğini, ne yapacağını bilmiyordu. — İnandım ki, senin ecdadın yılan- mış! Mucizeni gösterdin! Diyerek ihtiyarın omuzunu okşadı; — Nerde oturuyorsun, Sahip?. İhtiyar ilerideki dar yollardan biri- ni gösterdi: — Şuracıkta.. — Evli misin? — Hayır. Bugüne kadar evlenme- dim. — Bugünden sonra da niyetin vok, değil mi?, — Belli olmaz. Büyük babam yüz yaşından sonra evlenmiş... — Sen kaç yaşındasın?. — Doksan beş.. — Yaşın o kadar görünmüyor. — Kaç yaşında olduğumu sanıyor- sun?. — Yetmiş.. yetmiş beş.. — Hayatıma kadın karışmadığı için, genç kaldım.. Diyo güldü. — Kaç yıldan beri buradasın?. — EN! yü oluyor. — Ondan önce?... — Mikadonun sarayında idim. — Ne yapardın orada?... — Hazine kâtibi idim.. — Neden bıraktın bu güzel vazi- feyi?... a — Kendime güvenemedim.. paradan çok korkardım. Moğol zabitleri gülüştüler, Liyo tekrar sordu: — Yeni Mikado neden sulh taraf- tarı değil?. — Mikadonun babası ölürken, oğlu- na: (Bütün dünya ile dost ol., fakat, Moğollarla asla!, Onları memleketine soktuğun gün, mezarda ruhum mu- azzap olacaktır.) demişti, — Mikadonun Moğollarla harbe tü- tuşmasının sebebi şimdi anlaşılıyor. Bunu şimdi ariliyorsanız, çok geç kalmışsınız!. — Ben bunu yeni işitiyorum. Ku- Ay han belki daha önce duymuş- Kr. Konuşa konuşa gidiyorlardı İhtiyar büyücü, Moğol generaline döndü: — Kubllây han Tiho'ya girmiyecek mi?. — Zannetmem.. Konuşa konuşa gidiyorlardı. İhtiyar büyücü, Moğol generaline döndü; — Kubilây han Tiho'ya girmiyecek mi? — Zannetmem.. — Halk Moğol imparatorunu ya- kından görmek istiyor... — Kubilây han ancak vilâyet mer- kezi olan büyük bir şehre girebilir, Burası bir köye benziyor. — Çok küçük gördüğünüz bu ka- #abanın bütün Japonyayı beslediğini de duymamış görünüyorsunuz!, — Buğday tarlalarınız fazla mah- #ul mu veriyor?, — Kayır, Burada bir karış ekilmiş toprak bulamazsınız!, — O halde Tiho Japonyayı madenlerile bes- ler... — Ne madeni bunlar?... — Altın ve bükır.. ve bunlarla dün- ayı satın alabiliriz. Liyo gözlerini açarak sordu: — Ne değin. burada altın made- mi mi var?. — Siz bunu da duymamış gibi ko- nuşuyorsunuz?, — inan ki, yeni duyuyorum... — O halde niçin geldiniz buraya?, — Yolumuzun önündeki bütün şe- hir ve kaleleri zaptederek İlerliyece- ğiz. İlk önce önümüze burası çıktı. Zaptetmeden geçip gitmedik.. Bu sırada Moğol zabitlerinden biri kumandanın kulağına şu sözleri fışıl- dadı: * — Ben bürada büyük bir altın ma- deni bulunduğunu Karakurumda iken duymuştum. — Neden söylemedin bana?... »— Kime söyledimse alay ettiler, Ben de dilimi tuttum.. bir daha kimseye açmadım. Liyo ihtiyara yaklaştı: — Bizi evine götürüyorsun, değil mi? — Buyurunuz, gidelim, Fakat, size ikram edecek ne altın madenim var. ne de soğuk şetbelim.. belki bir nefes çekecek afyonum bulunur. 'Yürüdüler.. Bir küçük kulübenin önünde dur- dular, Moğol zabitleri generalin bu ihtiyar büyücü ile bu kadar çok meşgul ol- Guğunu gördükçe hiddetlenmeğe baş- ardı. Kubilây, ilân edilen «Hakan buyru- ğumun yerliler üzerinde yaptığı te- siri anlamak istiyordu. Liyonun bü- yük ordugüha gidib vaziyeti anlata- cak yerde büyücü ile meşgul olması şaşılacak bir işti. Büyücü kulübenin kapısını açtı. İçeriye girdi ve Liyoya dönerek: — Buyurunuz, dedi, biraz görüşe- Mim.. Tiho şehri hakkında vereceğim malümatı umarım ki, çok merakla dinliyeceksiniz! Liyo zabitlerine şu emri verdi: — Siz burada bekleyiniz. Ben biraz «Babips ile konuşacağım, Liyo da büyücünün arkasından ku» Tübeye girdi. ... General Liyo afyon çekerken.. Liyo, büyücünün kulübesinde, ge- niş bir yer minderinde oturuyordu. Sahip, küçük bir dolap açtı. İki çubuk çıkasdı. Köşede duran bir mangalın külünü çekti.. kıvılcımlı birkaç ateş parçası buldu.. bunları çubuğu lülesine dol- durdu.. Ve gülerek generale uzattı: — Bizim afyonlarımız çok hafiftir. neşelenmek için buna ihtiyacınız ol sa gerek. Liyo Pekinde Çinlilerden afyon iç- meğe alışmıştı. İhtiyar büyücünün teklifini hoş gör- Mindere uzandı. — Bunu bir şartla çekeceğim, Sa- hip. — Emrediniz!, — Bana (Tiho)nun esrarını anla tacaksın!, General Liyo afyon çubuğunu eliny aldi. Büyücü de bir köşeye kıvrılıp otur muşlu... O da alyon çekiyordu. ç — Tiho'nun esrarını mı öğrenmek istiyorsunüz?. dedi, bu, hakikaten çolg meraklı bir hiküyedir, — 'Tihe bir insan İsmi değil mi?, — Evet. Meşhur bir Japon kahra- manının adıdır.. bü kahramanın ma- ceralarını bütün Japon çocukları bi- Wir. Siz duymadınız mi?, — Hayır. © İhtiyar büyücü anlatmağa başladı vala 3 arkan tar) İğ