dl Mayıs 1937 Her akşam J Nasıl bir hikâye Babam bir doktordu. Bir İngili? k- zını sevmiş, evlenmişti. Onun için, in- gilizceyi çok güzel söylerim, Rober kollejde de tahsilimi bitirdikten son- | ra, Amerikaya gidip çarçabuk zengin olmayı aklıma koydum. Nasihat din- lemedim. Babam ilk zamanlar için orada maişetimi temin etmeğe razı oldu. Ben de Nev-Yorka gelip beni çar- çabuk zengin edecek bir iş aramağa başladım. Fakat babamın verdiği paraları ye- mekten başka bir iş yaptığım yoktu. Yavaş yavaş beni bir sukutu hayal 1s- lâ etmeğe başladı. Fena fena düşü- .nüyordum. İstanbula dönmek istemi- yordum. Hem ailemin, hem arkadaş- larımın yüzüne nasıl bakardım?. Bir gün, gâzeteyi okurken zi şirketinin bir ilânını gördüm. «Aşk spikeri» istiyorlardı. ie Ayi telâffuz etmek ve çok güzel oldu- | mak lâzımdı. Sesimin çok güzel oldü- ğunu bana her zaman söylerlerdi. İn- gilizceyi de bir İngiliz gibi telâffuz ederdim. Şu halde belki bir iş çıkacak- tı. Fakat şu «Aşk spikeri» ne demek- ti? Ne olursa olsun, parasızlıktan bir kere gidip baş vurmağa karar verdim. Başka pek çok talipler vardı. Hepi- mizi dikkatle dinlediler. Beni beğen- diler. Sesim hakikaten radyoda pek canlı ve cazibeli oluyormuş. Ne dersiniz, bir haftade sanki bü- yük bir iş görmüşüm, büyük bir ka- biliyet sahibi imişim gibi Amerkada meşhur olmayın mı? Amerikanın aşk neşriyatı sab: lar, kocalar, kardeşler e vden a işlerine gittiği, evde kadınlar yalnız kaldığı saatlerde başlardı. Artık Nev- Yorktan başlıyarak şimalin ve cenu- bun her köşesine varıncaya kadar ev hanımlari ve hizmetçiler bile dahli ol-” mak üzere bütün kadınlar radyo ma- kinesinin başına üşüşüyorlar ve beni dinlemeğe başlıyorlardı. Benim ilk sözlerim şunlar oluyordu” «Yaklaşınız, sevgili dinleyicilerim, şimdi başbaşayız...> Kadınlar aşktan bahsedilmesini pek çok sevdikleri, ancak pek kabil olama- dığı zamanlar aşkı ihmal ettikleri için şimdi aşk: böyle tâ ellerinin alında bulunca bayıla bayıla ondan zevk al | mak istiyorlardı. İsmimi AN diye kaydeltirmiştim. Dünyanın neresinde olsanız, All baba radyo idarehanesine benim adresime hergün birçok mektup gelmeğe başla- | dı. Kimbilir Amerikalı kızlar ve ka- dınlar binbir gecs hikâyelerini hatır- hyarak benim hakkımda ne roman- lar icad ediyorlardı. Hergün gelen mektupları açmak ve okumak için tam altı kâtip çalışıyordu. Artık ne kadar gözde olduğumu bundan tah- min edebilirsiniz. Ben yalnız bu mek- tupların içinden kâtiplerin ehenmi- yete şayan görüp ına şöyle bir göz gezdiriyordum. Gelen mektüpların içinde izdivaç teklifleri çoklu. Kimisi de arzu ettik- leri mevzua dâir söz söylememi İsti- yorlardı. İzdivaç teklifleri içinde epi- ce ehemmiyetlileri oluyordu. Ben bun- lara nazikâne cevaplar veriyordum. Dinleyicilerimden hepsini pek çök sevdiğim için onları feda edip de yal- nız bir kadına hayatımı hasredemiye- ceğimi söylüyordum. Kazandığım muvaffakıyet dolayı- sile radyoda bana İstediğim kadar ay- hk veriyorlardı. Bu kadar şöhret, bu kadar itibar beni çıldırimadı. Elime geçen bu fıtsallan hakkile istifade etmek için gayet hesaplı iyatlı hareket etmeğe çalışıyordum. Rasgele teklifleri kabul etmemekle De kadar isabet etmiş olduğumu akıl ve hayalimden bile göçmiyecek bir fır- sat zuhur ettiği zaman takdir ettim. Gümüş kralı adı verilen 'Thery'nin Gloria isminde bir kızı vardı. Bu kiz #wlenmiş, fakat kocasını sevmeğiği için çarçabuk ondan ayrılmıştı. Bir sabah, can sıktı içinde, radyoyu açar, beni dinler. Hayatta en büyük arzusu aşk olduğu için, tallı ve hara- relii sesimle söylediğim K.dĞ: pek hoşuna gider, Âş şairane takdirleri â kendinden geçer. Kalbinde ilk olarak derin bir hissin titrodi defi, ini far- keder, Bu sicak, bu tatlı sesi elbette gevmesini bilen bir erkek sesi olacak- evlendim tar diye düşünür. Derhal, bana şu telg- Tafı yazar; «On milyon dolarım var, Sizinle evlenmek istiyorum. On milyon dolar! Bunu duyunca, bir dakika bile tereddüd etmedim. Ben de derhal telgrafin cevap verdim: «Kabul; Düğün hazırlıkları çarçabuk bitti, Glorya beni görünce yüzümden, ha- imden de pek hoşlandı. Sahih, çok yakışıklı bir delikanlı olduğumu size söylemeği unutmuştum. oMaamafih çirkin de olsam sesimin hatır için. bana varacaktı. Bonim Aşıkane göz- lerimi yalnız kendisi dinlemek istiyor. du. Evlendik. O gece, yemekten sonra, tatlı bakışile bana: — Haydi, söyle, dedi, Ben ne beklerken o ne istiyordu!, Güzel karımı öpmek İstiyerek ya nina sokuldum: — Söylemek vakti değil, dedim, — Vaktin ehemmiyeti yok, simdi söyle. Sizinle bunun için evlenmedim mi? — Evet amma... Elimde kAğıd yok, Karım hayretle sordu: — Ne kfğıdı? Siz o hararetli aşk söslerini kâğddan mı okuyordunuz7, — Öyle ya... İçini çekti: — Bu pek hoşuma gitmedi, dedi. Ne Mse, ziyan yok, beklerim. Haydi mey- suunuzu hazırlayınız yarını7. Sıkılmağa başladım: — Affedersiniz, dedir. Ben yalnız okurdum. Vazifem bundan ibaretti Derin bir sukutu hay me baktı. Güzel siyah lak gözlerime Adeta esef eder gibiy i, Sonra: — Ne ise, dedi. O mevzuları bulan şair kimdi? Sizden boşanıp ona Va- Ne hale geldiğimi tahmin edersiniz. Karıma yaklaştım, tuttum, çektim, gerdanından öptüm ve sesimin bütün | güzelliğine kuvvet vererek: — Bu kabil dleğil iki gözüm, dedim. Onunla evlenemezsiniz. Çünkü söyli- yeceğim mevzuları direktörün kâtibi yazardı. O da sltmış yaşında ihtiyar bir kadındır. İçinden gelen şeyleri Tas- gele yazar, sonra radyoda benim ağ- sımdan dinliyerek zevk «lır!. Bereket versin ki hakikat bu idi. "Yoksa karım flk geceden a 11 Mayıs 1937 Salı İstanbul: Öğle neşriyatı — 1230 Plâkla Türk musikisi, 12.50 Havadis, 13,05 Muhtelif plâk neşriyatı, 14 Son. Akşam neşriyatı: 17 İnkılâp dersle- ri; Üniversiteden naklen Yusuf Ke- mel Tengirşenk tarafından, 18,30 Plâk- | la dans musikisi, 1925 Konferans: Eminönü Halkevi neşriyat kolu namı- | na Nusret Sefa, 19,50 Konferans: Spor fevaidi hakkında bay Sami Karayel tarafından, 20 Belma ve arkadaşlari | tarafından Türk musikisi ve halk şar- | kıları, 20,30 Bay Ömer Riza tarafın- dan arapça. söylev, 20,45 Cemal Kâ- mil ve arkadaşları tarafından Tü: musikisi ve halk şarkıları: Saat ayarı, 21,15 Orkestra, 22,15 Ajans ve bors& haberleri ve ertesi günün programı, 22,50 Plâkim sololar, opera ve operet parçaları, 23 Son, Ecnebi istasyonların bu akşamki en müntehap programı Milâno (368) saa* 22 «Otellos opera, Fioransada Belediye tiyatrosundan nakil, Nis (253) 21,30 Opera komikten nakil, Frankfurt (251) 22 Supp& «Güzel Galatla; operet, Breslav (316) 21,10 Senfonik konser. Paris P. T. 'T. (432) 21,30 R. Hahn festivali. Stras- burg (349) 21,30 Radyo orkestrası ve piyano. Peşte (549) 23,05 Radyo or- | kestrası Beromuenster (o (540) 2235 Piyano konseri. Varşova (1339) 2245 |“ Pield festivali. Monako (405) 23.30 | Piyano. İ Dans Musikisi Peşte (549) sant 2220 - Breslav (816) 23,30 - Marsilya (400) 24 - Lon- dra (kısa dalga) 19,20 12 Mayıs 1937 çarşamba İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230 Plâkla Türk musikisi, 12,50 Havadis. 13,05 Muhtelif plâk iyatı, 14 Son. Akşam neşriyatı: 17 İnkılâp ders- leri: Üniversiteden naklen Yusuf Ke- mal 'Tenkirşenk tarafından, 1930 Gençlik nasıl yetişiyor? (Bâş tarafı 7 nci sahifede) — Hemen hemen hepsi... Hattâ tahtakuruları ve pirelerin hayatları- na kadar, Genç bir adam bir mikroskobun başında. yanıbaşında küvette bir sü- | rü solucan. Yavaşça soruyorum: — Ne tetkik ediyor? — Solucanlar hakkında büyük bir etüd hazırlıyor... Biliyor musunuz bu solucan etüdü çok mühimdir. Solu- canlar ziraat hayatında çok mühim bir rol oynarlar. şimdiye kadar bizim memleketteki solucanlar hiç tetkik edilmemiştir. Bu elüd bu itibarla çok faydalı olacaktir ... Aşağı iniyoruz, Önümüzde büyük bir salonun kapısı açıldı. Burada tim- sahlardan, goörillerden, yılanlardan, Aaslanlardan tutunuz de bütün dünya hayvanlarının İskelteleri var... Müthiş bir goril iskeletinin karşı- gında iki genç kız tetkikat yapıyor. İskeletin o mafsallarını ve kafatasını ölçüyorlar... Hayatında ne canlar yakmış, kim bilir kaç insanı korkutmuş olan bu müthiş goril bügün bir ilim menbam- da genç kızlar için bir Him mevzuu olmuş.. ne garib tecelli. Türkiyenin bu en asri ilim ocağını, buradaki en modern çalı sU ni, JAboratuvar faaliyetini gördükten sonra hayvanat enstitüsünden çıkar- ken düşünüyorum. Buradaki bir çok tetkikler yalnız bir film mevzuu ha- linde kalmamalıdır. Bu tetkiklerden iktisadi, zirai sahalarda pek Alâ isti- fade edebiliriz. Meselâ balıkçılık, ari cılık, solucanlar, diğer hayvanlar Üze- rinde yapılan büyük tetkikler bir ilim mevzuu olmakla bereber bize ziraat hayatında, balıkçılıkta, arıcılıkta pek büyük faydalar temin edebilir. Bu ilim tetkiklerini ameli sahaya ka» dar götürüp istifade yollarını arıya- hm. Bonra bana kalırsa hayvanat ens- titüsünün en büyük ihtiyacı bir mü- tehassıstır. Buradaki hayvanat pro- fesörü geçenlerde vefat etti. Kendi sahasında büyük bir ilim adamı olan savallı profesör talebelerini, asistan- | ları az zamanda çok iyi yetiştirmiştir. Talebenin ve asistanların daha çok #stifadesi Için şimdi bu güzel, modem enstitüye flim dünyasının tanınmış hayvanat profesörlerinden birini ge- tirmeliyiz. Bikmet Feridun Es Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişli: Pangaltıda Nargileciyan, Taksim: Limonciyan, Beyoğlu: İs» Hiklâl caddesinde Dellasda, Gala- fa: Karaköyde Hüseyin Hüsnü, Kasımpaşa: Müeyyed, Hasköy: 4se0, Eminönü: Hüsnü On r, Hey- beliada: Tomadis, Büyükada: Halk, Fatih: İsmail Hakkı, Kara- gümrük: Mehmed Arif, Bakırköy: İstepan, Sariyer: Asaf, Tarabya, Yeniköy, Emirgân, Rumelihisa- rındaki eczaneler, Aksaray: Ziya Nuri, Beşiktaş: Vidin, Kadıköy, Pazüryolunda Merkez, Modada Faik İskender, Usküdar: Ahmedi- Ye, Fener: Defterdarda Arif, Beya- md: Yeni Lâleli, Küçükpazar: Hik- met Cemil, Samatya: Yedikulede Teofiloc, Alemdar: Çemberlilaşta Sirri Rasim, Şehremini: Ahmed Hamdi, Zayi: 936 senesinde çıkarttığım hü- Yiyet varakamı zayi ettim, yenisini çi- kartacağımdan, hükmü yoktur. Yüksek İktisad ve Ticaret mektebi | ikinci sınıf 1267 Sacit Okya; a orkestrası: Berk ve arkadaşları, 19,50 | Konferans: Spor fevaidi hakkında bay | Hamdi Emin Çap tarafından, 20 Ne- he ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları, 2030 Bay Ömer Riza tarafından arapça söylev; | 20,45 Bimen Şen ve arkadaşları tara- fından Türk musikisi ve halk şarkıla- rı: Saat ayarı, 21,15 Orkestra, 22,15 Ajans ve borsa haberleri ve ertesi gü- nün programı, 22,30 Plâkla - sololar, opera ve operet parçaları, 23 Son. İ | | ! KUBİLÂY HAN Yazan: İskender F. Sertelli No. 46 Kubilây küçük oğlunu Japon seferindâ bir fırkanın başına geçirmişti. Cin-Kin zaten yıllardan beri bunu bekliyordu.. — Karakurum sahipsiz kalmıyacak, dedi, 'Timur buraya gelirse, Bayan 0- nun yerini doldurur. Gökçin tekrar israr etti: — Beni kırmayın, ulu hakanım! Ti- muru Karakurumdan ayırmayın!. Diye yalvardı. Ve Timurun mektubunu gösterme- ğe mecbur oldu. Kubilây Timurun mektubunu oku- yunca zevcesi Gökçine hak vermişti. — Bana bundan neden ilk önce bah- setmedin?, Dedi. Gökçin çekindiğini söyledi, Kubilây: — Kulama (1) nında Sibiryadan Karakuruma geldiğini söylüyor. On- dan bir haber alamadın mı?. Diye sordu. Gökçin cevap verdi: — Kulamanın Karakuruma gejcce- ğini ummuyorum. — Niçin? — Çünkü onun Timurla arası açık tar. — Ne dedin.. arası mı âaçık?. — Evet.. hattâ iki yıldanberi, — Sebebi?... — Çek iyi bilmiyorum amma, Ku- lama Karakurum vilâyetinde bir ka- bile reisinin kızını seviyormuş. Timur kendisine o kabile reisinin kızile € lenmesi doğru olamıyacağını bildi: Kulama buna kızmış.. (Sen bana na“ ml karışabilirsin.. ben senin büyüğü“ nüm!) demiş. Bu yüzden Karakuru- ma gitmiyormuş. — Demek iki kardeş orada biribirile atışıyor da benim birşeyden haberim olmuyor... Bu nasıl iş? Bunları da sa“ na Timur mu bildirdi?, — Evet, hakanım!, — O halde Timuru Karakurumdan ayırmak doğru olmıyacak. Kulama | biraz kıskanç ve inafçi bir çocuktur. 'Timuru yere vurmak için prens Kay- do (2) We birleşmeşi de muhtemeldir. — Timur Kearakurumda kalırsa, on- lar hiç bir saman birleşemezler. Çün- kü Kaydo doğrudan doğrüya Timu- run yerine geçmek istiyormuş — Pekflâ, Timur Karakurumda kal- &ın ben Japonyaya giderken Cin-Kini İ de beraber götüreceğim. O heni cesur ve atılgan, hem de gözü açık ve zeki bir çocuktur. Askerlikten Timur ks- dar anlamaz amma, yolda benim işi- | me yarar. Gökçin endişeli bir nazarla haka- nın yüzüne baktı: — O halde yerinize kimi brakacak- sınız?. Kubilây gözlerinin ucu ile hafifçe güldü: — Seni. Gökçin hayretini gizlivemedi: — Hepsi de yetişmiş on Iki (3) oğ- unuz var, hakanım! Onler dururken, İ asiplik veya vekili: bana düşer mi7. — Bunu ancak ben düşünebilirim, Gökçin! Sen bugünlerde herşeye iti- raz ediyorsun! Eskiden daha düşün- geli, daha sabırlıydın!. Gökçin önüne bakıyordu. Busmuştu. Kubilây sözüne devam etti: - Dört imparatoriçeden biri bana Manet etti, zindana attırdım. O artik ölmüştür. Diğerleri arasında bu işi genden başka kimse göremez. — Semgayı vekil bıraksanız olmaz mı?. — Hayır. Sen vekilim “olacaksın! Semga senin müşavirin olacak. İm- paratorluğun sonsuz ve sayısız İşleri vardır. Semga gene eskisi gibi onlar- (1) Kubilâyin en büyük oğlu. 12) Oktayın torunu., 131 Kubilâyin on iki oğlu vardı, En büyük oğlu, Kulama idi. Timur, dördün- cü oğlu Nomogandan sonra geliyordu. Markopuloya göre, dört imparateriçeden ve diğer zevcelerinden ni iki, ve ca- riyelerden de yirmi şedi olmak üzere kırk dokuz oğlu varmış, Müverrih Raşid, Markopulonun mübulâğa yaptığını söy- Miyerek, Kubilâyin on iki oğlu olduğun. da zrar eder. Çin tarihlerinden biri de Kubilâyin oğullarını altmışa kadar çıkar: br ki, berice asıl mübalâtayı Çini mış olüyor, Ja meşgul olur. Sen de benim tahif- mi boş bırakmaz, ve benim yokluğü- mu belli etmemeğe çalışırsın!, i ... Kubilây, küçük oğlu (Cin-Kin) ile konuşuyor.. — Bir haftaya kadar yola çıkaca- ğz, Cin-Kin! Hazır mısın?, — Hazırım, baba! Emrederseniz, h& men şimdi yola çıkarım.. — Hayır. Şimdi değil. Ordu eksik» lerini tamamlamakla meşguldür. Seg de eksiklerini tamamla!. Cengiz han bize: «Japonyasız Moğolistan, teğ kollu bir adama benzer. Orayı mutla- ka fethetmeli!; demişti. Büyük baba- mızın sözünü unutmadığımızı göstere meliyiz. Cin-Kin babasını çok severdi. O, Kubilâyın yanında en meşhuf İsteğini babasına açmak için bundan güzel fırsat bulamazdı. — Japon seferine giderken, Kara- kurumdaki Bayan Bahadırı, Korada harp eden Tangut Bahadırı neden ya» Turiza almıyorsunuz?, Diye sordu. Kubilây karısı Gökçinden de ayni sözleri işitmişti. Oğluna cevap vöğ- nn çekere Kaydo at koşturacak , Tangutu Koradan alir« Koralılar istiklâllerini ilân et- meğe kalkışırlar, Ben yola çıkmağa ezmetlim, Onları yerinden oynatmak, henüz kapanmıyan yaraları tekrar deşmek demektir. Ben varım ya.. baş“ ka kumandana lüzum var mi? Kubilâyın bu sözleri Cin-Kin'in tes reddüdünü izale edememişti Zeki Moğol prensinin kafasını kur ealayan bir düşüncesi vardı. tekrar sordu: — Japon sınırları çok geniştir. Or- dumuzu birkaç kola ayırmak icap ederse, bu kollara birer kumandan lâzım deği! mi?, Kubilây gibi bir hükümdar, bu ka- dar mühim bir sefere çık, noktaları düşünmemiş olabil! di? Oğlunun yüzüne bakarak güldü? — Merak etme, Cin-Kin! dedi.. ben bunların hepsini hazırladım pon sınırlarında bir fırkanın b: seni geçirerek batı Ja dereceğim. Yanma seçi hepside değ döğüşten yılmaz sırladım. Mağemki Japon ii ru bizi tehdid ediyor. bütün v memurlarımın değiştirilmesi! Ona, işlerime karışmak cesar ye mal olacağını gösterece; Cin-Kin Japon sınırlarına bir fırkanın başına geçeceğ du. çocuk gibi sevindi. Cin-Kin takil bir kumandan sıfatile düşmar Üzerine yürümek, ve kimseye tâbi ola muyarak, istediği gibi harp etmek is- tiyordu. Kubilâydan bu vadı alınca kendi kendine şu kararı verdi; — Bayan Bahadır gibi meşhur bir kumandan olabilmek için, müstakil bir kuvvetin başına geçmekten başka çare yoktu. Demek ki, artık böyle bir kuvvetin başıma geçebilecek meziyet- leri taşıyorum.. öyle olmasaydı, ba“ bam bana bu vazifeyi vadetmezdi. Oh, ne kadar memnumnuin şimdi... Japon seferi sıralarında Pekin i sarayına bir bakış i İmparatoriçe Gökçin'in haibella! inden kimse memnun değil. b. Semga, Kubilâyın emrile Pekind ez daha şiddetli bir idare sistemi ruyor,. saray halkı tereddüd iç acaba hakan ne zaman dür '... kus henüz bir yıl bile geçmedi. yü ti ni doldurmağa iki yıl daha var. Ko- rada islahata girişen Tangut Bal N Ja el altından muhaberede devam ediyor. Tangutun Tiyen-Foya kar gösterdiği sadakat bağları gevşemiş tir. (Arkası var)