KUBİLÂY HAN Yazan: İskender F. Sertelli — İşte. yerde yatan kızı gördün | mü? Tuman odadan içeriye girdi. Yerde yatan Japon kızını etti: — ölmüş... — Ne ile öldüğünü biliyor musun? Cüce hayretle haremağasının yüzü“ ne bakıyordu. — Onu kim öldürdü? — Gökten düşen bir taşla öldü de- dim ya.. — Haniya, nerede o gökten düşen taş? Arap yerde duran parçasını gösterdi — İşte.. görmüyor musun? Cücenin hayreti gittikçe artıyordu. Taşa şöyle bir göz attı: — Bu, gökten düşmüş bir taşa ben- semiyor, Ve haremağasının kulağına iğildi: — İmparatoriçe Tiyen-Foya neden gidiyordun? İlkönce hâdiseyi harem Dazırma haber vermeli değil misin? Haremağası birdenbire cevap vere- büyük bir taş aşkın etrafına bakındı. — Bu taşı bahçeden sen mi getir- din? Diye sordu Haremağası birden odadan fırladı: - Benim yolumu Kesme, Tuman! Ben bir şey bilmiyorum. Ve imparatoriçe Tiy resine doğru koştu. 'Tuman ine yapacağını bilmiyordu. Japon kızımı kim öldürmüştü? Haremağası neden bu hâdiseyi Tiyen-Foya haber vermeğe gidiyor- du? Acaba Mikadonun Pekin sarayın- 5 MN bu kadın mıydı? maya koştu: — Habirin var mı? dedi, Japon kız- Yarından birini öldürmüşler... Şi-Yeama şaşırdı: — Öldümüşler mi dedin?! — Şimdi odasında cansız ol&- Tak yatıyor. Ve bir haremağası hâdi- Seyi Tiyen-Foya haber vermeğe gitti. Fonun dai- Katli aramağa lüzum — Haremağası bu kızm gökten düşen bir taş parçasile öldüğünü söylüyor. — Doğrudur. Tuman! — Doğru mudur?! — Evet, Çünkü Japon kızlarının Yattığı odaların tepesinde birer açık delik vardır. ve bu deliklerden ancak imparstoriçeler bakabilir. — Ne demek istiyorsun? — Japon kızını imperatoriçe Ti- yen-Fo öldürmüştür demek #tiyorum. Şi-Yama tahmininde aldamnıyor- du. Japon kızımın kulağı delikti. Ve duyduğu, bildiği şeyler vardı. Şi-Yame anlatınağa başladı: — O odada herkss benim yattığımı Sânıyordu. Halbuki ben üst katta ya- tiyorum. Zavallı kız benim kurbanım oldu. Şimdi unladım ki imparatoriçe Tiyen-Fo beni kıskanıyor. — Demek bu tehlikeyi sen daha önceden sezmiştin, öyle mi? — Şüphesiz. bir gece Tiyen-Fo be- Nİ odasma çağırdı: «Canım çok sikı- Myor.. bana bir masal söyle. fakat, ne güldürsün, nede ağlatsın beni söyliyeceğin o masal!» dedi. Düşün- düm, taşındım.. imparatoriçenin ya- tağının dibine oturdum.. kendisine Çocukluğumda annemden duyduğum, bir Japon masalını söyledim: — Bir varmış, bir yokmuş, dedim, vaktile Mikadonut sârayında bir güzel ka- dın varmış. Mikado bu kadını - çok uğurlu bir insan diye - yanından ve gözü önünden ayırmazmış. Günün birinde bu güzel ve hiç kimseye zara- n dokunmıyan kadın ortadan kay- dolmuş. Mikado önce sarayını, sonra memleketin dört köşesini aratmış. Güzel kadının izini bulmak kabil ol- Mamış. Japon inanışı bu ya, herkes Onun başına göklen bir (musibet taşi) düştüğün; ve cesedi yanıp kül oldu- una inanmış. Halbuki Mikadonun çok çirkin olan karısı, bu güzel kadı- hi çekemiyormuş. Onu adamlarından birine taşta öldürtmüş. cesedini bir kuyuya attırmış. k Tuman Japon dilberinin sözünü esti: İ | İ İ — Bu masalı Tiyen-Fo sönüna dar dinledi mi? — Şüphesiz. hattâ (çok tatlı, düşündürücü bir masa İ omuzumu bile okşadı, — Çok hoşuna gitti demek impara- toriçenin?.. — Öyle olmalı — Eh.. şimdi anlaşıldı gökten taşın nasıl düştüğü! İmparatoriçeye bu dersi sen vermişsin, yavrum! Hiç me- rak etme. ölümden kurtuldun! An- lattığın masaldaki akıbete uğrıya- caktın az kaldı!.. — Şimdi ne yapacağız?.. — Sen de, ben de ayrı ayrı gider, hakana (gördüklerimizi (anlatırız. Çünkü hakan bu Japon kızlarını - sen başta olmak üzere - çok sever. Onlardan birinin eksilmesi, Kubilâ- yın canını sıkacak kadar mühim bir hâdisedir. Bu vaziyete göre yarın ak- şam (kelebek raksi) oynanmıyacak demek. 'Tuman hakanı görmek üzere Şi-Ya- manın odasından çıkmıştı. Japon dilberi bu tuzağın Tiyen-Fo tarafından kurulduğunu anlamakta gecikmemişti. Cücenin dediği gibi, ertesi akşam hakanın yemek salonunda oynanma- sı mutad olan- (kelebek raksı) geri kalacaktı. Çünkü bu raks beş Japon kızının bir araya gelmesile oynanırdı. Kızlardan biri ortada, ikisi sağda ve ikisi solda dururlar, aralarına ağlar kurarak renkli fenerler takarlar ve hakan yemek yerken raksederlerdi. Bu, Japonların mili rakslarından biri idi. Kubilây bunu Japon adaları- na ilk seferinde görmüş, beğenmiş ve bu kızları bilhassa (kelebek raksı) yaptırmak için Japonyadan para ile gelirtmişli. Kızlardan birinin ölmesi- le ağ bozulmuş ve kelebek raksı geri kalmış olacaktı. Şi-Yama odasında bunu düşü: ken, Tiyen-Fonun sadık cariyesi Ay- şe birdenbire kapıdan başını uzattı: — Arkadaşlarınm biri ölmüş.. sen burada ne duruyorsun, Şi-Yama? Japon dilberi soğuk Kanlılıkla ce- vap verği: — Ne yapmamı istiyorsun? Ayşe caali bir teessür gösterdi: — Hiç acımadın mı arkadaşının ölümüne? Bu gece «kelebek raksı» ol- mıyacak. Bu işi onun yerine sen ya- pamaz mısın? — Hayır. Ben râkkase değilim. Şi-Yama imparatoriçenin bu işi pek merak ettiğini anlamıştı. Ayşe bunu kendiliğinden bulup soramazdı. Tiyen-Fonun bir şüphesi vardı: Acaba Şi-Yama bu eksikliği tamam- yabilecek mi? Şi-Yama (kelebek raksi) na iştirak etmezse, raks geri kalacak ve bu su- retle hakan belki de bu raksı bir da- ha seyretmek istemiyecekti. Şi-Yamanın en büyük rolü, raks arasında hakana oynak Japon tür- küleri söylemek ve Kubilâyı eğlendir- mekti, Şi-Yamanın çok hazin sesi vardı. Şi-Yama türkü söylerken «kelebek raksı> başlar ve yemekte hakan ilk şarabı bu Japon dilberinin elinden içerdi. Şi-Yama bunları düşünerek, Ayşe- nin imparatoriçe tarafından gönde- rildiğini anlamakta gecikmedi. — Hakanın haberi varmı bu ölüm- den? Diye sordu. Ayşe: — Hayır, dedi, fakat cüceler elbet- te yetiştirmişlerdir. Ve birden gözlerini açarak Japon Kizının yanına gitti: — Şi-Yamal Talihin varmış.. bu ge- ce onun yerine sen öleceksin! Neden odanı değiştirdin de o kızcağızın va- kitsiz ahrete gitmesine sebep oldun? — Onun yerine benim ahrete git- mem, çok vakitli ve yerinde bi? ölüm mü olacaktı?! — Tiyen-Fo böyle istiyor, Şi-Yama! Sen öleceksin! — Hakan benim yaşamamı istiyor, İmparatoriçeden rica ederim: Yaşa- mak veya ölmek. bunlardan birini | tercih hakkını bana bıraksın. Ve ba- na yirmi dört saat mühlet versin, Son kararımı yarın sabah bu saatte ken- dilerine bildiririm, (Arkası var) neşriyatı: 12,30 , 12,50 Havadis, 3,5 Muhtelif plâk neşriyatı. 14 Son 8,30 Plâkla dans erans: Doktor İb- i: Mikroplar ve mikroplarla hastalıkların ti intikali, 20 Fasıl Saz heyeti. 20,30 Ömer Rıza tarafın- dan Arabca söylev. 20,45 Fasıl Saz he- yeti: Saat ayarı. 21,15 Orkestra, 22.15 Ajens ve bor yg ve erlesi gü- nün proğramı, 2230 Plâkla sololar, Opera ve operet parçaları, 23 Son. Ecnebi istasyonların bu akşamki en Müntehap Progranı Roma (421) saat 22 Karmen ope- Tası. Romada kırali operadan nakil. Viyana (507) 20,30 Operet. Paris P. 'T. 'T. (432) 21,30 «Yıldız: operet 3 perde. Oslo (1153) 22 Senfonik kön- ser. Lüksemburg (1293) 22,30 Senfo- ni No, 3 fa majör, Peşte (549) 24 Po- lis bandosu. Kolonya (456) 20 Piya- no konseri, Monako (405) 20,40 Piya- no konseri. Varşova (1339) Koro, vi- yölonsel ve piyano, Viyana (507) 23,20 Keman ve piyano, Peşte (549) 2240 'Tzigan orkestrası. Dans Musikisi Juan Les Pins (235) saat 23,15 - Monako (405) 23,30 - Breslav (316) 23,30 - Prag (470) 23,35 - Lüksemburg (1293) 24 - Londra (kısa dalga) 15,35 - 19,20 - 0,25. 11 Nisan 937 Pazar İstanbul: Öğle neşriyatı — 1230 Plâkla Türk musikisi, 12,50 Havadis, 13: Beyoğlu Halkevi gösterit kolu ta- | rafından bir temsil, 14: Son. bu vaziyette - tıpkı bir kelebek gibi - | Akşam neşriyatı: 18,30: Plâkla dans musikisi, 19,30:: Konferans: Ordu saylavı Selim Sırrı Tarcan (Rus ede- biyafı). 20: Müzeyyen ve arkadaşla- rı tarafında Türk musikisi ve halk şarkıları, 20,30: .Ömer Riza tarafın- dan arabca söylev, 20,45: Muzaffer ve arkadaşları tarafmdan Türk mu- #ikisi ve halk şarlnları, Saat ayarı. 21,15: Orkestra: 22,15; Ajans ve bor- sa haberleri ve ertesi günün progra- mı, 22,30: Plâkla sololoar, opera ve Ticaret ve zahire borsası 9 Nisan flat ve muameleleri 1 — İthalât; Buğday 450 arpa 116 çavdar 91 yapak 1 un 52 kepek 15 B. peynir 2İ kaşar | tiftik 2 zeytinyağı 15 3/4 ton. İhracat: Kıl 10 ton. 2 — Satışlar: Buğday yumuşak kilosu 6 kuruş 13 paradan 6 kuruş İ£ 1/2 paraya kadar. Buğday sert kilosu 6 kuruş 18 paradan Arpa Anadol kilosu 4 kuruş 28 paradan 4 kuruş 35 paraya kadar. Çavdar kilosu 5 kuruş 2 1/2 paradan 3 kuruş 10 para- ya kadar. Mısır sarı kilosu 4 kuruş 38 paradan 5 kuruşa kada. Kuşyemi kilo- su İZ kuruş 20 paradan. Afyon kilosu 520 kuruştan 550 kuruşa kadar. Peynir beyaz kilosu 26 kuruş !8 paradan 32 kuruş 14 paraya kadar. Peytür kaşar kilosu 55 kuruştan 60 kuruşa kadar. Ça- kal derisi çifti 135 kuruştan 250 kuruşa kadar, Kedi “derisi çifti 220 kuruştan. Kurt derisi çifti 380 kuruştan 400 kuru- şa kadar. Kunduz derisi çifti 2000 ku- ruştan. Porsuk derisi çifti 600 kuruştan. Sansar derisi çifti 2250 kuruştan 3200 kuruşa kadar. Tilki derisi çifti 480 ku- ruştan 750 kuruşa kadar. Zerdeva de- risi çifti 4850 kuruştan. Tavşan derisi adedi 24 kuruştan 26 kuruşa kadar. 3 — Telgraflar Londra masır lâplats Nisan tahmili korteri 28 Şi. 7 1/2 Pe Ki 4 Kr, 8 Sa, Londra keten tohumu lâplata Nisan tah- mili tonu 13 Ster. 10 Şi Ki, 8 Kr. 24 Sa, Anvers appa Lehistan Nisan Mayıs tahmili 100 kilosu 140 B, Frank Ki. 5 Kr. 98 Sa, Liverpul buğday Mayıs tah- mili 100 ibresi 10 Ş$1.-3 3/4 P. Ki. 7 Kr. 5 Sa. Şikago buğday Hartvinter Mayıs tabmili buşeli 138 7/8 sent Ki. 6 Kr, 47 Sa, Vinipek buğday Manitoba Mayıs tahmili buşeli 145 sent Ki, 6 Kr, 75 Sa. Hamburg iç fındık Giresun derhal tah- mil 100 kilosu 165 R. Mark Ki. 84 Kr. 7 Sa, Hamburg iç fındık Levan derhal tahmil 100 kilosu 164 R..Mark Ki. 83 Kr. 56 Sa. Kullanılmış bir şömine aranıyor Eski konaklardan çıkmış veya orada mevcut sağlam ve iyi bir şö- mine aranıyor. (Akşam) ilân me- murluğuna müracsat. Tel, 24240 Katerina» nın hâ- yatına dair bir roman okuyordu. Şu satırlara gelmişti Birçok kadınlar erkekler tarafın dan kendilerine işkence edilmesinden son derecede zevk alırlar... Hattâ er- keklerinden dayak yemekten ziyade- sile hoşlanan kadınlar pek çoktur. Ruh doktorları böyle dayaktan, er- kek işkencesinden büyük bir zevk alan kadınlara hasta nazarile bö- karlar, İşte Büyük Katerina böyle idi. O erkek dayağının zevkini hisset- miş bir kadındı. Bunun için çıplak sırtını karıçılalırdı..» Muallâ gözlerini kitaptan kaldırdı. Kendi kendine mırıldandı: — Hakikaten güzel şey!... Muallâ hayatta her istediğini yap- mış, şu dünyanın bütün zevklerini tatmış bir kadındı. Fakat hayrettir. Hayatında hiç bir erkek dayağı ye- memişti. Kocası onun bir dediğini iki yapmazdı. Fakat buna rağmen onu bir kerecik olsun dövmemiş, ona birçok kadınlarm tattığı bu büyük zevki öğretmemişti. Kocası Nuri ku- zu gibi bir adamdı. Karısının sözün- den hiç dışarı çıkmazdı. Bunun için Nurinin kendisine dayak atmasına imkân yoktu. Bu sırada kocası içeri girince Mu- alâ ona mahzun mahzun baktı. Nuri: — Ne oldu karıcığım?... Seni pek mahzun görüyorum. diye sorunca Muallâ cevap verdi: , — Sen beni ihmel ediyorsun... — Aman Munllâciğım.. bu da ne- reden çıktı... Buna imkân mı var?. — Sen beni sevmiyorsun... — Canım ne münasebet yavru- cuğum?. — Eğer sevsen bana karşı böyle mi Cavranırdın? — Bende seven bir adam hali yok u?.. Başka nâsıl olabilirim?. — Eğer sevseydin, beni döverdin... Arasıra amma... Nuri hayretler içinde kalmıştı, Mu- sllânın akla hayale gelmez, pek garip arzuları, hevesleri ile karşılaşmıştı. Fakat onun günün birinde dayak ye- mek hevesini göstereceğini doğrusu hiç düşünmemişti, İşte bu kadarı da fazla idi. Karısı na karşı bütün cesaretini toplıyarak hareket etmek lâzımdı: — Canım, dedi, böyle şey olur mu? Sende artık büsbütün garipleştin.. Muallâ elindeki kitabı attı, Nuriye yaklaştı: — Sen bana baksana. dedi Ben kadın değil miyim?.. Benimde ca- nım yok mu? Katerina gibi ben de dayak yemek istemez miyim?. Amma sen bu zevki anlıyacak kadar ince bir erkek değilsin ki... Nuhu nebiden kalma usullerle kadının yalnız neza- Nuri Muallânın bu coşkunluğunu şöyle tepeden süzdü, başını salladı: — Ne felsefe.. ne felsefol... — Sen hâlâ felsefe mi diyorsun sözlerime?.. Herif. bana bak ben da- yak yemek istiyorum.. döveceksin be- ni.. anladın mı? Döveceksin beni! Diye Nurinin üstüne atıldı. Nuri: — Nasıl olur karıcığım?. Seni na- sıl döverim. diye itirezetti.. Fa- kat Muallâ, Nurinin pijamasının ya- kesıma yapışmıştı: — Döveceksin beni herif. anlıyor musun?, Beni döveceksin. miskinli- Muallâ artık sinir içinde her şeyi unutmuştu... Nuri: «Ben © kadar “kaba mıyım?». sözile kendisine taş atmıştı. Çünkü Muallâ kızdıkça ko- casınıh yanaklarma, ensesine küçü- cük ellerile şamarcıklar yapıştırırdı. Demek Nuri Muallâyı pek kaba bu- by İşte buna tahammül ede- Aİ ri lk kaba dersin ha.. hem beni dövmez, hem de hakaret edersin. hem sen beni dövecek misin? Yoksa... Bu sırada bir tokat sesi şakladı. Fakat biçare bedbaht Muallâcığın ar- | Zusu gene yerine emişi. i Şaklı- yan tokat Nurinin tokadı değildi. Mu- allânın tokadı idi. Nuriye indirmiş- ti. Tokatlar birbirini takip ediyordu. Muallâ: — Ha. söyle. söyle.. diyordu ni dövecek misin. sene beni... Nurinin pestili çıkmıştı. Tokatla rın, sillelerin arasında: — Peki. karıcığım. döverim.. diyordu... Muallâ dekoltesini aşağıya İndire- rek çıplak, güzel omuzunu Nuriye uzattı... — Haydi vür... Hani dadılar, çocukları aldatmak için bazı kimseleri «ıh, ıh, hs diye ya- Jancıktan döverler. Nuri de Muallâ- nm omuzuna böyle yalancıktan bir tokat attı. Muallâ Yazdı: — Hızh vur herifi. “Şimdi ha... Hızlı ve zalimane tokatlar at.. kitap- Nuri attığı tokadı daha hızllaştırı- yordu. Muallâ: — Sana zalimane tokat at diyo- TUM... — Vallahi “zalimane atıyorum Kü- rıcığım.. Nuri biraz daha tokatlarını hızlaş- fırdı, amma gene Muajlânın canı yan- madığı muhakkaktı. Çünkü tokat ları pek sudandı. Faket Mualiâ zevk içinde kendisini şezlonga attı. İşte nihayet o da er- kek dayağının zevkini tatmış bir ka- Be haydi herif döv- emredersin... — Büyük Kalerinanın zevkini içim- de hissediyorum... Sonra kocasının kendi dayağından şişmiş yüzüne, ucu çürümüş bumu- na baktı: . — Zalim.. zalim. dedi. zalim er- Sen Büyük Katerinanın kocası Deli Petrodan da daha zalimsin. zalim... Ne kadar da canımı acıtıyorsun ve «zalim erkek; hafif şamarcıklara de- vam ediyordu! (Bir yıldız) Istanbul 9 Nisan 1937 (AKŞAM KAPANIŞ FİATLERİ)