AEŞAM Tramvaydan atlayıp 100 kuruşu nasıl verdim? Sakın tramvaydan atlamağa kalkışmayın, ummadığınız , yerde polis karşınıza çıkıyor Uramvaya atlarken, tramyay yürürkeşi inetken, yakalandıktan sonra polisle birlikte, Eminönü merkezine girerken * (Mramvaydan atlıyanlara karşı po- Bs müdürlüğü amansız bir mücadele açtı. Her gün gazetelerde tramyvaydan atladığı için yakalananların grup grup resimlerini görüyoruz. 'Tramvay- dan atlayıp yakalandıktan sonra in- ganın başına ne gelir?.. Bir kere tram- yaydan atlamak kaça mal olur? 'Tramvaydan atlamağı kendilerine Adeta itiyad haline getirenler yaka- Janımca ne düşünürler?.. Bunları öğ- renmek istiyordum. Aklıma geldi. Bunun en kestirme çaresi tramvay« dan atlamak, yakalanmak, cezalılar» la beraber kalmak ve cezayı vermekti, Meşhur bir Avrupalı doktor çok fe- na bir hastalığı gayet derinden tet- kik etmeğe karar vermiş... Bunun için de bu hastalığa tutulmağı gözü- ne almış... Hastalığa tutulmak için çanak tutmuş... Beş sene uğraşmış. İmkânsız. nihayet başına bir belâ gelmiş... Hiç arzu etmediği başka bir hastalığa tutulmuş. Bunun Üzerine adamcağız tecrübesinden de vazgeç- miş» Ben de cebime 100 kuruş *ram- vay.ıcezasını yerleştirip sokağa fırla- dım... Herkes türlü. türlü para yer. ben de bugün tramvaydan atlıyarak para yiyeceğim.. hovardalık bu ya... Evvelâ Sirkeciden bir tramvaya bindik. Yola çıktık.. eh.. vazife zama- ni geldi. Basamağa indim.. sanki 8000 metreden paraşütle atlıyacakmışım gibi içimde dehşetli bir heyecan var!.. Biletçi sahanlığa başını uzatarak ba- | na seslendi: — Atlama bayin.. liran gider!., «Ne olacakmış?» gibi cakali cakalı gülümsedim. — Bir lira nereye gitmiyor ki... di- ye mırıldasıdıktan sonra kendimi boş- Yuğa fırlattım. yan, Şi dlzi yi) BET ŞB eüüsrenrim SHikönüİ Liklire EŞ İMA Kain rin aim Cm km ie e Eun e Aİ ...> güşmey, zelil Eminönü merkezinde verilen para cezası makbuzu Heyecan içindeyim... Elimle palto- mun cebindeki lirayı tutuyorum... Arkamdan telâşlı bir ayak sesi. eki gitti bizim lira... Elveda gümüş lira, elveda doctum... Telâşlı ayak sesi ya- nıma yaklaştı. Kolumdan dürttü. dönüp baktım. hay Allah iyiliğini versin... Dilenci... İlk tecrübemin muvaffakıyetsizii- ğinden âdeta nevmid olmuştum. Ma- amafih derhal ikinci bir tecrübeye başvurdum. Hazır karşıdan da bir Fatih - Harbiye tramvayı geliyordu. Yapıştım... Lâkin bu ümidim de boşa çıktı. Bu sefer yere atladım... Gene heyecan ve ümidle bekliyorum.. Uzaktan bir polis.. bana doğru geli- yor.. bu sefer bizim lira hakiki suret- te gitti. Polis yanıma yaklaştı ve ses» lendi; — Bay.. bay Heyecan içinde döndüm. — Lütfen sağdan yürüyünüz.. sol dan yürümek yasaktır, 'Tepemden bir kazan soğuk su dö- külmüş olsaydı bu kadar şaşırmıya- caktım, Meğer polis atladığımı gör- memiş. Artık yakalanmaktan ümidi- mi kesmiştim. DÜDÜKLER, DUR SESLERİ Nihayet tecrübeden o vazgeçtim... Fotografçı ile beraber Eminönüne doğru yürüdüm. Baktım, bir Beyoğlu tramvayı geliyor.. ben de zaten EBey- oğluna gidiyorum. Tramvayı kaçır- mamak lâzımdı. Rap atladım. Arkamdan düdükler,. — Dur... sesleri. Tramvay durdu... İri yarı bir polis karşıma dikildi: — Karakola bayım... Tramvaya at- lamakla suçlusunuz. En ummadığım zamanda yakalan- mıştım. — Aman. dandım. — Olmaz.. bu hareketiniz bir facı- aya sebebiyet verehilirdi.. karakola... Beraber yola çıktık. Hani tramva- yın arka demirlerinde seyahat eden çocuk tipleri olur.. onlardan biri peşi- mize takıldı. Arkamdan bana akıl öğretiyor: — Ağabey be.. polisin önünde tram- . Etmeyiniz... diye mınl- vaya atlanır mı yahu. atlıyacaksın bari usturuplu atla... Beni yakalıyan «1056» numaralı polis memuruna: — Canım, diyordum. Bu İstanbul- da bir ben miyim tramvaya atlıyan?, O cevap verdi: — Hepsini yakalıyacağız.. hepsini. çuk saat. gibi birer birer de âmirim olan komi rassut ediyor. Sonra başkasından öğrendim. Me- ğer polis büyük bir teşkilâtla bu işin Üzerinde imiş... Eminönünde gaz de- posunun arkasından bir komiser de pusuda etrafı, memurların tarmvaya atlıyanları yakalayıp yakslama'ığını gözlüyormuş.. Aman dikkat ediniz. Daha böyle şehrin bir çok yerlerinde gizlenmiş komiserler sizin hareketinizi gözlü- yor.. tramvaydan atladınız mı?., Git- tilira.. EMİNÖNÜ MERKEZİNDE Nihayet Eminönü merkezinin birin- ci komiserliğine geldik.. polis memu- ru beni komisere teslim etti — Bay suçludur... tram Tadı. Komiser önüne bir makbuz koçanı çekti ve bana seslendi — Bir 'ira vereceksiniz... İşin ilerisini görmek maksadile: - Bugün veremiyeceğim bu para- ya... dedim. — O halde hüviyetinizi veriniz. — Maalesef nüfus tezkerem yanım- da yok,. ğ — O halde hakkınızda mazbata tü» tulacak.. sizi oturduğunuz . semtin. merkezine yollıyacağır. İkametgâh senedine raptedileceksiniz.. — Pek âlâ.. Si Bir yere girdik.. burası merkezin üstündeki taraça... Yakalanıp ta pa- za vefemiyenler merkezlere gitmek üzere henüz burada... Ben içeri gi- rince etraftan merhabalar yükseldi. Baktım biri topallıyor.. ve etrafında» kilere anlatıyor: — Bir kere atladım, Ayağım sakat kaldı.. ama huy canın altında imiş, bende âdet oldu... duran tramvaya binemem de hep yürüyenlere atlarım., ama bir daha mı atlamak?, Bir daha mı? Bugünden sonra., Baktım. Hakikaten burada tramvâ- ya atlamağı itiyad haline getirmiş bir çok kimse vardı. Bunlar için âde- ta duran tramvaya binmek imkânı yok.. tramvaya binmek için ille yürü- meli.. fakat hepsi de yemin yemin üs- tüne.. bir daha atlamıyacaklar diye. Hakikaten hele - insanlik hali bu ya - lirayı derhal vermezseniz haliniz yamandır.. merkezden merkeze gide- ceksiniz, evinize müzekkereler gele- cek... Karakoldan karakola dolaşa- caksınız.. doğrusu halkı bu çok fena Adetten vazgeçirmek için ne yapılsa, azdır. Aferin polise. atlıyanlardan birile ahbab olduk. Bir tahsildarmış: — Ayağım kırılsın bir daha atlar- sam.. diyor.. Yukanda Kalmağa fazla dayana- madım. — Aman.. dedim, lirayı vereyim de beni serbest bırakın.. lirayı verdim. Makbuzumu aldım.. ooch.. dışarıdaki güneşli güne kavuştum. dünya var- Hikmet Feridün Es ydan at KIRILAN BEBEKLER Tefrika: No. 60 Nakleden : Zeyneb İdil — Ktulasıya kadar gülmen için or- tada bir sebep göremiyorum. Yoksa Nedimle evlenmeği istemiyor musun? — İstemek şöyle dursun aklımdan bile geçirmem, Babamın yüzü büsbütün mahzun- Jaştı. Asabi gülmem (geçtikten sonra ben de bir müddet dalgın ve Şaşkın bir halde kaldım. Demek inci gerdanlığın manâsi açıkça meydana çıkmış oluyor. Ne çirkin bir avlayış! İş adamları ile aramda dalma aşıl- mıyacak manlalar kalacak. Haklı mıyım, yoksa haksız mıyım, henüz bir karar veremiyorum. Yalnız emin olduğum bir şey varsa o da bay Ne- dim tarafından « seçildiğini anlıyan her hangi bir kenç kız memnuniyetle bu teklifi kabul ederdi, Açıkça söy-' Yemek lâzımgelirse Nedim aklı başın» da, çalışkan bir çocuk, her halde be- genilen bir koca... Fakat benim için değil. Hayır hayır benden başka onu herkes beğenebilir, sevebilir, takdir edebilir. Nedimle aşka, evlenmeye da- Ar hiç bir kelime konuşmadan. iyice anlaşmıştık. o Kendisini sevmediğimi çok iyi bildiği halde acaba niçin hâlâ ısrar ediyor? Araya bir çok vasıtalar koyacağına doğrudan doğruya bana Söyliyemez miydi? Derhal açıkça ce- vap verir, işi kısa keserdim. O bir tüc- car zihniyeti ile hareket etti, perde arkasında oynadı, Düşündüğümü gören babam katl cevabımı biraz ümitle bekliyordu. — Zavallı çocuk! dedim, bir çeyrek saat karşısında oturmağa tahammül edemem, Babam ses çıkarmadı. Aradan ge- çen bu sessiz zaman zarfında ben çok düşündüm. Tamamile nefret etmedi- diniz, fakat hayatınıza karıştıracak derecede sevmediğiniz bir gencin ev- lenmek istediğini reddetmek ne acıklı şey! Babam sanki bu düşüncemi sezmiş gibi asabi bir sesle: — Nedim Zühtü çok namuslu bir erkektir. Seni mes'ut edeceğinden eminim, Karşına acaba bir daha böy» le bir parti çıkacak mi yavrum? Bay Zühtülerin gıpte edilecek bir mevkis leri var... Saniyen servetleri... sup — Servetleri mi? neme lâzım. On- lerin paraları araya karışmadan biz de ölüncüye kadar zengin sayılırız! — Sus Süzi sus... Babamın bu anda sesinde duydu- gum feryadı hayatımın sonuna kadar unutmayacağım. Gözlerinin bebekleri sanki mühim bir korku geçirmiş, gibi büyümüştü. Acaba bu saniyede bu gözler neyi görmüşlerdi? İki elini tut- tum yavaşca öperek: — Sende büyük bir sır saklı, bana, kızmna söylemek istemiyorsun, Diye ağlamağa başladım. Parmakları parmaklarımın üzerin. de kilitlenmişti. O şimdi her zamanki gibi hayattan korkmaz, imücadeleler- den çekinmez, şen adam değildi. Ba- şını önüne eğmiş, ağzından inler gibi sesler çıkıyordu, cümleleri kesik ve dehşetli idi: — Beni affet Süzil Ben bir alçak, ben bir sefilim... Bay Zühtüler seni ben- den üç defa istediler, Seni iyi tanıdı- gam için, bu teklifi gülünç bulacağını biliyor ve gizliyordum. Senin için başka emellerim vardı, seni nekadar çok sevdiğimi bilirsin ... Başka emeller mi? Meselâ Adnan gibi bir paşa zade ile evlendirmek mi? Asalet denilen © yalancı gösterişten nekadar iğrendiğimi, tiksindiğimi za- vallı babacığım beni iyi tanımasına rağmen anlıyamamış. Derin derin nefes aldıktan sonra sözüne devam etti: — Ümit edilmedik hadiselerle kar- şılaştım Süzl. Bay Zühtüler beni şim- di avuçlarının içinde tutuyorlar. Çok nazik bir devre geçiriyorum, diyerek son günlerde uğradığı müşkilâtı uzun uzun anlattı. Bay Mehmed rakip par- ti ile birleşerek tütün stoklarını elle- rine geçirip babamı iflâs ettirmek için &leri düşürmüşler, Babamın elinde şimdi on para getirmiyecek mallarla | bir yığın borç kalmış, bu borcu öde- mek için varımızı yoğumuzu versek yine kâfi gelmiyecekmiş. Şimdi hepsi etrafını sarmış, can çe- kişen bir hayvanın cesedini paylaş- mak için üşüşen sırtlanlar gibi hain gözlerle bekleşiyorlarmış. İki üç gü- ne kadar vaziyetini düzeltmediği tak- dirde bunca yılların semeresi yabancı ellere geçecekmiş. Artık sonumuz gel- miş, Babamı dinliyorum. Kulaklarımı, kalbimi dolduran hazin sesini dinler- ken gözlerimin önünde bundan dört beş ay evvel evimizde verdiğimiz 2zi- yafet bir sinema şeridi gibi geçiyor. Dostlarımızın hepsini teker teker gö- rüyorum: Bay Ali upuzun, sıska vü- cudu, kurumuş elleri ile bir yandan şampanya kadehlerini midesine bo- 26 Mart KADIN KÖŞESİ Mevsimlik elbise ve manto FİDLAKAM RE Lâcivert, yeşil, beyaz kırmızı kumaştan plili elbise üzerine yeşil y lüden manto, Tarih konuşmaları (Baş tarafı 5 inci sahifede) Asfıhanın' gülleri, & Hollandanın sünbülleri. Türkiyede çiçek yetiştirmek sana- tini ihya etmek lâzımdır. Muzaffer kumahdanlarımızın yollerına çiçek- ler serpmek, Türk kızlarının gelin odalarını arlık eskiden yapılan yap- ma çiçek askılar yerine, güller, lâle- ler ve sünbüllerle bezendirmek, top- rağımızın bütün gü dlyyen veda eden öli nu, yalnız göz yaşlarile değil, çiçek- İ| lerle de izaz etmek lâzımdır. Zaten Türkün tarihi, bütün bir çi- çek edebiyatile, bunu sarahaten gös- teriyor. Ahmed Refik şaltırken, bir yandan da kömür ren- gine boyadığı rastıklı bıyıklarını b: Tuyor. Bay Sacit son Avrupa 5 tinde aldığı monoklunu gözüne ırmak için tökıp çekmekten bumüu- run kenarından kaşına kadar olan kısmı mosmor çürümüştü. (o Ateşli Remzi hep yumruklarını sıkıyor, Bay Kadri sivri sakalmı gülümsiyerek okşuyor. Bay Mehmed kıt türkçesin- den çekinerek derdini anlatmak için velinimeti olan babama güya sığınıs yor. İşte doslar! Sık sık eller sıkılıyor, sıhhate, saadete kadehler boşalıyor, Yemekte gösterilen sıcak arkadaşlık, candan samimiyet istikbaldeki iha- nctin s€ssiz birer hazırlanışı imiş, Bu ihanet evimizde o meşhur ziy fette çiçeklerimiz, ışıklarımız arasın» da doğmuş... Onun yakıcı rüzgârın o gece çıplak omuzlarımda duymuş- tum. Evet hislerim beni aldatmamış. Babam anlatıyor, ben dinliyorum. Yalnız bir tek ümid kalmış, bay Züh- tü! Bükülmez omuzlarında para ma- bedini taşıyan bu dev! Hiç olmazsa O bize yardım etse... Fakat karısı ile kızı bize son geldiklerinden, daha doğ- rusu inci gerdanlığı hediye eitikten sonra bizimkilerle bozuşmuşlar, (âriası var)