> - cn ge m 0 eg © eee m e V OY UüiTeoyama 8 1937 Şubat AKŞAM Evlilikte saadet anahtarı Yirmi beş senelik evliler: Hâmid - Bayan Lüsyen.. “Aşksız izdivaç olmaz... Fakat sakın âşık olmayınız..,, Maçka palasın dördüncü kapısından İçeri girdim. Önüme çıkan ilk kapıyı çaldım. İşte evvelki gün seksen beş yâr Şina basan büyük şair Abdülhak Hâ- midin daireşindeyim... Bayan Lüsyen Abdülhak Hâmid pencerelerinden bol bir şubat güneşi giren salonda geniş bir koltuğa gömülmüştü, Arkasındaki pencereden süzülen güneş sarı saçları» mi parlatıyor, başında bir altın taç var- Mı$ hissini veriyordu. Evvelâ büyük şairin yaşından bali» settik. Abdillhak Hâmid bitişik odada mağ sonra öğle uykusu yapıyor» Bir âralık söz'evlenmeğe intikal ete ti. Sördüm: — Abdülhak'Hâmidle kaç senelik karı kocasınız?.. BİR ÇEYREK ASIRLIK KARI - KOCA Bayan Lüsyen Abdülhak Hâmld ca- Da yakın bir gülüşle: — Tam bir çeyrek asırlık.. Abdülhak Hâmidle bir mayıs günü ağaçlar çiçek- lenirken evlendik... 6 mayıs.. bu sene altı mayıs gelince tamam yirmi beşin» Vİ yılımızı dolduracağız. Odada bulunan bir yaşlı bayan: — Çok güzel bir şey.. dedi, yirmi be- şinci yıl “mühim bir yıldönümüdür. küçük bir merasim yapsanız. — Bakalım belki... Ben soruyorum: — Bu yirmi beş yıl içinde tamamile Mesud oldunuz mu?. Aranızdaki yaş farkı sizi hiç ürkütmedi mi?, — Hâmlidle geçen günlerim esnasın- da dünyanin en mesud zevcesi ben ol- düm.:: Yaş farki mı dediniz?, Evet ilk Zamanlar, evlendiğimiz vakit bu beni €Pİ ürküttü. Çünkü ben18 yaşmda İdim. Abdüiak Hâmid 60 yaşında idi.. İlk Günlerin ürküntüsü yavaş yavaş Azaldı. Şimdi aramızda hiç bir fark yok- Muş gibi geliyor bana.. eh artık ben de ihtiyarladığımı hissediyorum. Ellisine yaklaşıyorum. Odada bir itiraz hamlesi yüksledi: — Amma yaptınız. SAKIN SEVMEYİNİZ! — Evlenmek için mutlaka aşk lâzım Mudir?, — Mutlaka.. o halde niçin evleniyor» Sunuz?, Eski sözümü size tekrar ede- Yim. Ben genç kız olsaydım dünyada €vlenmezdim. Fakat Hâmid gibi bir adam karşıma çıkarsa,.. O zaman iş değişirdi. Aşksız izdivaç olmaz. fakat Size tavsiye ederim.. sakın sevmeyiniz. Sakın âşık olmayınız. Çok üzüntülü ve çok tatlı şey. Ha bâkinız bunların haricinde bir de servet izdivacı var Ki, bu benim Kaya- mın hiç bir cephesinde aklıma sığ- Muş şey değildir. Şimdi de sığmıyor ya... böyle izdivaçlar yapanlara şaşıp kalı- Yorum., ben kendi hesabıma aşk izdiva- Ci yaptım, mesud oldum. O kadar ki, Üç sene evveline kadar tamamile genç Olduğumu hissediyordum. Fakat son üç sene Hâmidin hastalıkları, bundan do- ğan üzüntüler beni çok yıpratlı. Şimdi kendimi 3 sene evvelki genç Lüs- Yen addedemiyorum. —Bu 25 senelik evlilik hayatında sg- Adetin sırrını nasıl buldunuz? — İnsanın saadeti dışında değil, için. dedir, Eğer insan isterse mesud olur. İnsani kendini saadete alıştırmalıdır. Evlilikte en büyük saadet anahtar- larındarı biri de hayat yoldaşınını diki- Me gitmemektir, Buna emin olunuz. Bu sırada yanımızda bulunan büyük Şairin yakın arkrabalarından gayet iyi Konuşan yaşlı bir bayan: — Lüsyen, dedi, bu sırrı keşfetmiştir, Meselâ Abdülhak Hümide bir yemek ye- dirmesi vardır, Görülecek şeydir doğ- Tusu.., Sofraya oturur; — Yemem.. diye başlar, Lüsyen sayar: — İşte şu şu şu var.. ne güzel.. tam tizin istediğiniz şeyler. Hâmid cevap verir; — Yemem. “4. Hava bozuk olmasına rağmen kalka» Abdülhak Hâmid ve bayan Lüsyen rız. Otomobile biner lokantaya gide- riz. Lokantacı bizi kapıdan karşılar. Hâmid yemeklere şöyle bir göz gezdirir. Ve lokantacıya: — Ben löp yumurta yiyeceğim.. der. Tasavvur ediniz. Maçkadan otamo- bille lokantaya löp yumurta yemek için geliniyor.. Sofraya oturulur. (Löp yumurtayı yer ve ondan sonra da evde ne yemek- ler varsa onları ketirir, yer.. işte Lüs- yeni büyük sanatkârı bu derece idare etmesini bilir. Bayan Lüsyen bana, rica etti; — Aman, dedi, beni biraz seviyorsâ- nız bu yemek hikâyesini katiyen yaz- mayınız. Çünkü Hâmid bunu okursa kendisinden şikâyet ettiğimize hükme der.. halbuki bu bizim için bir zevktir. Lâkin bayan Lüsyen beni affetsinler.. bütün hüsnüniyetime rağmen bu hikâ yeyi yazmaktan “kendimi alamadım. Bu Hâmld gibi büyük bir sanatkârın o kadar güzel bir hususiyeti ki bunu tesbit etmeği edebi bir vazife addettim. Yanımda oturan güzel konuşan ba» yan devam ediyor: — Gene sofraya olururuz. Tavuk var meselâ... Hâmid ilk söz olarak: — Ben der, tâvuk yemem.. Lüsyen hiç sesini çıkarmadan tavu- ğu ayıklar, salçasını döker ve kendi- sinin önüne koyar.. Hâmid hiç sesini çıkarmadan yer; tabağındaki tavuk bi- teceğine yakın gene; — Ben, der, yemem.. EVLİLİKTE SAADET — Evlilikte tamamile mesud olmak için birçokları şartlar koyar.. yaşları a rasında çok fark bulunmıyacak, her şeyleri birbirine tamamile uyacak.. Bayan Lüsyen: — Bunlar kürü nazariyelerdir.. Biz bu yaş meselesinin -saadette hiç bir alâkasi olmadığını fiilen isbat ettik. sonra bizim Hâmidle ber şeyimiz aksi idi.. halbuki bu aksilik müsbet ve menfi! fotoğraf plâğı haline geldi. Her şeyimiz aksi olduğu halde biribirimize çok iyi tetabuk ettik.. ve mesud olduk. ni misiniz?, Çocuğunuz olsun ister miy- diniz?, — Ah.. onu sormayınız. çocuğu sev- diğim kadar pek az şeyi severim. ve Yazımı bitirirken yemek hikâyesin- den dolayı bayan Lüsjenin bir kere da- ha affını rica ediyorüm.. ir Türk sularında yaşar? Iktisad vekâletinin tetkikatı neticesinde 13 nevi göçmen balık cinsi tesbit edildi Ankara 6 (Hususi (omubabirimiz- den) — İktisad vekâleti deniz mahsul- leri mütehassıslığı tarafından «Türk suları mahsulü ve bunların iktisadi değerleri; etrafında mühim bir rapor hazırlamıştır. i Bu rapordan öğrendiğimize göre, balıklar; yüz ve Öip balıkları namile iki büyük kısma dyrılırlar. Yüz balıkları soğuktan ve sıcaktan su haricinden müayyen ve 22 bir de- rinliğe kadar üst tabakasında yaşı- yan balıklar kasdedilmektedir. Yüz balıklar soğuktan ve sıcaktan derhal müteessir olurlar, Esasen bun- ların yemlerini teşkil eden hayvani plâktörler -- 13 hararet derecesine kadar tahammül ederler. Daha soğuk- ta yaşıyamazlar, Bu yüzden her zaman gıda bulama- mak tehlikesine maruz kalan (yüz balıkları) dalmi bir muhaceret halin- de yaşarlar, MUHACİR BALIKLAR Memileketimizde- kaç nevi göçmen balık vardır? Bunlar hangi mevsimler» de nerelere hicret ederler? İktisad vekâleti deniz mahsulleri mütehassıslığı memleketimizde on üç göçmen balık nevi tesbit etmiştir. Bunların başında 'Ton balıkları gelir. Tonların Ak ve Karadenize mahsus nevileri vardır. Akdeniz tonları Cebelüttarikten kalkarak bütün Akdenizi gezerler ve şubat ayında ilk defa Sıgacık limanın- da görünürler. Eylülde tamamile açık denize göç etmek üzere Çanakkaleden girip çıkarlar, 5 ORKİNOS VE 'TON BALIKLARI Orkinos namile anılan Karadeniz” Tonları, Akdenizden kalkıp Avrupa sahillerini yaladıktan sonra mart or- talarında Çanakkaleden geçerler ve 'Marmafada bir müddetidolaşarak Ka- radenize yollanırlar. Eylül ayına -ka- dar yaylım yaparlar, palamut ve to- riklerin arkasından geldikleri yerlere dönerler. Kılıç balıkları göçmen balıkların en hassaslarıdır. Fersöhlarca uzaklarda vukua gelen en. ufak hareketleri bile sezerler. Suların yüzünde ve derinde yaşıyabilirler. Mamafih ekser vakıt- larını su yüzünde geçirirler. Havaların çok soğuduğu zamanlarda denizin dibine inerler, Torik ve palamutların amansız bir düşmanıdırlar. Çanakkale mıntakasında çoklukla bulunan Akyalar kılıç balıkları “ile birlikte gezerler. Bunlarm en büyükle- rinin ağırlığı altmış kiloyu bulur. TORİKLER VE PALAMUTLAR 'Tamamile yerli balık sayabileceği-, miz torik ve palamutlara gelince, bun- ların kışlama. yerleri .Marmaradır.. Bu- rada yumurtladıktan sonra mayıs ib- tidalarında Karadenize geçerler, A- ğustos ortalarında İstanbul boğazın» da görünürler, Gene sularımızın yegâne ve nadide bir mahsulü olan lüferlerin cevelân sa- hası Karadeniz ve boğazı ile Marmara ve Çanakkaledir. Lüferlerin büyük: Tüklerine göre muhtelif avları vardır. Vasfı mümeyyizleri dişlerinin çok kes- kin olmasıdır. USKUMRU BALIKLARI Uskumruların en büyük meziyetle- ri çiroz halinde iken kurutulabilmele- ridir, Uskumrular oteşrin #btldalarında Boğazdan akın etmiye başlarlar. Bu zamanlarda çok semirmiş ve yağlan- mış bir halde bulunurlar, Bunlar na diren Egeye kadar açılırlar, lardan daha büyük olmasındadır. Son tecrübeler Hamsilerden sanayi» de de istifade edilebileceğini anlatmış- tır. Bilhassa Hamsiden yapılan güb- teler ziraat öleminde büyük bir Tağ- 'bete mazhar olmaktadır. Tetrika No. 10, saim «lttihad ve Terakki » nin son hangi cins balıklar | devirlerinde suikasdlar ve entrikalar Cemiyet nasıl battı? Teceddüd fırkası niçin doğdu, nasıl dağıldı? Sahife 7 Yazan: Mustafa Ragıb Raporda iaşe hakkındaki fıkralar birçok murahhasları düşünceye sevketmişti İAŞE MESELESİ Rapor bundan sonra çok mühim bir noktaya temas ediyordu: Halkın inşe- #i. Umumi harp içinde halkın en çok iztırap çektiği, şikâyet ettiği mesele, yiyecek ve içecekteki kıtlık ile bu yiye- ceğin mümkün olduğu kadar fena ve berbad bir şekilde tedarik edilmesi idi. Bütün bir memleketin çok hassas ol- duğu bu iaşe meselesine temas edilir- ken harbin başlangıcından beri halkın iaşesi işlerinde zaruri bir buhran Çık- tığı kaydediliyor, bu buhranı doğuran sebepler birer birer anlatılıyor, hükü- metin taşrada, bilhassa İstanbulda Şehremanetinin ekmek meselesini hal“ letmek için nasıl teşebbüslere giriştiği ve hâriçteri ün gelirtmeğe nasil teşeb- büs ettiği hikâye ediliyor ve'bü buh- Yanın izalesino imkân bulunamadığı ileri sürülerek raporun bu kısmma şöyle bir fıkra ile nihayet veriliyordu: «... Buhran defedilemediğinden bir heyeti müteşebbise marifetile bu işin tedviri İstanbul heyeti merkeziyesine havale edilmiştir. Heyetin deruhte et- tiği bu müşkül vazifeyi takdire Yâyık bit surette ifa ettikten başka Anadolu- daki müstahsiileri muhtekirlerin elin- den kurtarmış ve mahsulâtı değer fi- atınden fazlaya mübayaa ederek zürra- in iktisabı servet etmesine delâlet et- miştir. Şehremaneti ekmeğe altmış para narh vazettiği ve buğdayın mübayaa ve tahnı fiatile bu narh arasında iki üç para fark tahassül eylediği cihetle he- yeti mezküre bu farkı sermaye ittihaz ederek sair muamelâtı ticariyeye te- vessül etmiş ve bu sayede elde ettiği para ile elyevm biri milli mahsulât, di- geri kantariye ve üçüncüsü ekmekçi- ler şirketi namile üç mühim müessesci iktisadiye vücude getirmiştir. İşbu be- yeti müteşebbise bu husus hakkındaki , mesaisini ve mugmelâtını mübeyyen ON mak üzere heyeti aliyelerine bir mec- mua takdim edecektir.» cümleleri var- dı. HALK AÇLIKTAN EZİLİYORDU. Harbin bidayetinden, hattâ, seferbers liğin ilânından beri memleket için en mühim gaile ve mesele teşkil eden iaşe mevzuu etrafında kongrede .(merke- zi umumi) nin ve dolayısile hükümetin vereceği izahatı büyük bir sabırsızlıkla bekliyen murahhaslardan çoğu, rapo- Tun bu kısmı okunurken başlarını ön- lerine eğdiler ve derin bir düşünceye daldılar.. çünkü ortada hüküm süren en feci, en acıklı bir hakikatın kahre- dici ve zalim varlığı, halkı günden güne eziyordu: Açlık!, Evet, hiç bir mübalâgaya ve izame hacet kalmaksızın, kelimenin tam mü- na ve şümulüle, halk aç ve sefildi! Cep- hede çarpışan kahramanlarla cephe gerisind bıraktıkları çöcukları, karla rı, ihtiyar ve düşkün ana, baba ve kar- deşleri midelerinin ıztırabını uyutacak, ayakta sürüklenmelerini temin edecek bir lokma vesika ekmeğini bin müşkü- Jâtla, itişmeler, kakışmalar arasında fırınlardan kapar gibi alıyorlardı. Hal- daki feci şaylalar'karşısında bile halk, Böz yaşı dökmek'iktidarını kendinde bulamıyordu! Yurdu baştan başa kap- lıyan şekavetler, idaresizlikler gibi hâ- diseler, bu iaşe feçaati kadar cephe ge- risi halkı sarsmamış, iztıraba ve eleme sevketmemiştir. Hükümetin görülen veya hissedilen hataları, ihmalleri, hattâ her türlü taz- yik ve şiddet hareketleri nihayet harp gibi zaruri bir vaziyete bağışlanıyordu. Fakat vaziyeti en nikbin ve müsamahâ» lı görenler bile halkın aç ve gıdasız kak masını affedemiyorlardı. Çünkü boş midelerle, yağsızlıktan, Şşekersizlikten yıpranmış vücudlerle hü- kümete bağlanmak, hükümetin ve ce- Mmiyetin harp sonunda (kurtuluş) var deden nakaratına kanmak güçtü? Hülk, açlıiğıma nihayet verecek, bira refah ve emniyet bulacak kati hare ketlerle dürğstiş bekliyordu.. Bahusü$ ufuklarda hiç bir muvaffakıyet ışığı gözükmezken, halkın benliğini yıkan bu feci ve sefil vaziyet, «zaferi nihail teranelerile de ayunulamazdı!. BİR SALÂH'YOLU GÖSTERİL- MİYORDU Binaenaleyh, şimdi okunan vapor. da seferberliğin ilk gününden beri gittikçe daha fena, daha berbad bir şek» le giren iaşe işlerinde salâha delâlet edecek yeni bir yol tavsiye edilmeme» si, kongre murahhaslarını sevketti: Demek ki, raporda parlak cümleler, ikna etmesine gayret edilen tabirlerle anlatıları iaşe tarzı devam edecek, yani açıkçasına halk harp s0- nuna kadar açlıkla kıvranıp pençele- şecekti! «İttihad ve Terakki» teşkilâtı, bin bir maddi ve tarihi mesuliyetleri omuzları üzerine alırken halkın şikâ- yet ve gayzımı kazandıran bu iaşe İşi ,üzerinde de yürümekten “yılmâmıştı! 'Bü Hakikat, şimdi bir kere daha anla- şıvyordu. Filhakikn raporda işaret & dildiği gibi harbin başlangıcından beri büyük bir buhran geçiren iaşe işi, hâlâ «İttihad ve Terakki» teşkilâtı tarafın- dan idare eğiliyordu. Hükümet veya belediyenin alâkadar teşkilâtı dururken, acaba nedeh Bu iâ- şe işi resmi devlet memurlarının mesu- liyeti dışmda kalan cemiyet teşkilâtına verilmişti?, Halka dağıtılan madde, ekmek &v- safından uzak olduğuna göre, hiç de şükran hissi veşmiyecek olan ve ayni zamanda çok hayati bir mahiyet alan bu iaşe işine «İttihad ve Terakkiş nin müdahale etmesindeki maksad ne idi? «İTTİTHAD VE TERAKKİSNİN Mâ- NEVİ ŞAHSİYETİNE VURULAN. DARBE! Bunun sebebini uzun uzadıya dü- şünmeğe hacet yoktu. Raporun iaşe kıs- mına aid son fıkrası bundaki maksadı, gizlemekten çekinmiyordu: i Bu fıkradan anlaşıldığına göre Sih: remanetinin ekmeğe koyduğu narh ile buğdayın satın alınması ve un haline gelmesi fiatleri arasında birkaç para fark elde edilmiş, bu farktan da elde buki hükümete ve cemiyete mensup birledilen sermaye ile milli mahsulât, gümve, her türlü mahrumiyetlerden uzak olarak en nefis ve mütenevvi yi- yebeklerle evlerinin kilerlerini küçük bir bakkal dükkânına çevirmeğe mü- vaffak oluyorlardı! “Bu bahtiyar züm- renin evlerine gazeviler dolusu pirinç- ler, teneke teneke yağlar ve sandık san- dık şekerler taşınırken, «İttihad ve 'Te- rakkisnin zümrevi nimetlerinden uzak! kalan halk, çocuklarına, hastalarına bir yudum şekerli süt bulamıyorlar, ya» ln ayak, başı açık; babaları kanlarmı cephelerde akıtan çöcuklar, kaskatı, simsiyah, kerpiç gibi sert kepek ve sa- man çöpile yapılmış bir ekmeği, aylar- ca yemeğe mahküm bulunuyorlardı. «ZAFERİ NİHAİ». TERANELERİLE AVUNULAMİYORDU! Halkın maneviyet ve mukavemetini kıran bu açlık, öyle bedbin ve tmidsiz. bir hava esdrmişti ki, İstanbuldan ki lometrelerle uzak beldelerin, vatan par-! çalarının düşman eline geçtiği hakkın-| kantariye, ekmekçiler gibi üç mühim şirket ve müessese teşkil edilmiş ve bu şirketler de şimdi ticaret yapıyor! İttihatçılar içinde mühim bir ekse- riyetin, hattâ bir kısım (merkezi umü- «İttihad ve Terakki nin manevi şah» siyetine bunun kadar ağır bir dârbe vu rulamâzdı. Bu işi idare edenler, daha doğrusu bu işin başında bulunanlar, en şiddetli ve garezkâr «İttihad ve Terakki» mü haliflerinin vurmağa muvaffak olama» dıkları bu darbe ile cemiyetin haysiyet ve nüfuzunu kırmışlardı! tağyir vü lr ağ m ii DEE 1 NE