Her akşam bir bikâye © Karı koca gete geç vakit apartıman- larına döndüler. Şevket merdivenin elektriklerini yaktı. Asansöre bindi- ler. Kendi kallarına geldiler, Tam anahtarla kapıyı açacakları zaman Necmiyenin gözleri dehşetle ; açıldı. “Kocasına: — Şevket... Şeveket.. dedi. Kapı- nun Üstündeki yazıya bak... Hakikaten şık yeşil kapının üstün- de kurşun kalemle ve gayet işlek bir yazı ile şu cümle yazılmişti: <Allah belânızı versin!>... Vet Şevket mırıldandı: — Tuhaf şey... Necmiye: 15 — Tuhaf değil. Müthiş bir şey.. Bunu yazan her halde bizim müthiş bir düşmanımız olacak... Baksana böy- le kapılara yazılar yazarak hiddetini çıkarmak için adamın bize ne derece kini olması lâzım... Şevket: Olur olmaz şeylere amma fazla "ehemmiyet veriyorsun hâcs i, Necmiye: — Ehemiyet verilmiyecek şey mi? Çıldırmak işten bile değil &yol... Bunu yazan adam bu işi boş yeke yapmadı iya... Her halde müthiş bir maksadı Olsa gerek... — Aldırma... Aldırma... Gir içeri... İçeri girdiler. fakat zihinleri hep "kapının üstündeki cümlede idi. Bu , bir çocuk işi filân olamazdı. “Çünkü OZyamı son derecede düzgündü. Karı ko- /ca ikisi de evhamlı insanlardı. © Yattılar, Fakat uyumanın imkânı (mı var?.. Esrarengiz cinayet roman- (Yarıda son sahifelere kadâr belli ol- 'mıyan katilin kim olduğunu araştı- Uran meraklı kariler gibi onlar da bu yazıyı kimin yazdığını keşfe çalışıyor- iJardı. Ahbaplarına, evlerine girip çıkanlar ra hayallerinde birer birer geçit res- mi yaptırıyorlardı. Acaba Zahideler olmasın?.. Amma onlar Bursada idi- Ter... Sakın bunu o deli şair Sadık Şem- si yapmasın?.. Bunun da imkânı yok- tu.. çünkü şair Sadık Şemsinin bu kadar düzgün bir yazısı, bu kadar yanlışsız bir imlâsı olamazdı. Kimdi? Kimdi öyleyse?.. Şevket ya- tağında gözlerini sıkı Siki kapıyor, suyumağa çalışıyordu. Lâkin gözleri- nin önüne ateşten yazılmış harflerle hep ayni cümle geliyordu: «Allah be- Jânızı versin!.» ,Bu cümle bir burgu gibi Şevketin kafasına saplanıyor, içini sebebini bil- mediği bir sıkıntı ile dolduruyordu. Tam aksi gibi bu esnada dışanda raüthiş bir fırtına da başladı. Camlar zangır zangır zangırdıyor, . dışarıda © top patlamasını andıran fırtına gü- rültüleri işitiliyordu. Baktı. Necmiye o kadar korkusuna rağmen uyumuş- tu, Lâkin kendisinin uyumasına im- kân yoktu, Kalktı, Pijama ile kapı- yı açtı. Tekrar merdivenlerin elektri- Rüstemin rehberi Emir Yusufun sadık adamlarından biri idi, « İkisi de at üstünde, güneş doğar- ken, şehrin arka kapısından çıkarak, | dağlık araziye doğru uzanmışlardı. Arkadan bir kaç yolcu daha geli- | yordu. Bunların arasında başı ve yüzü ka- pölı bir kadında at üstünde gidiyor- du. #/ “Rüstem rehberine sordu: — Bu yolcular nereye gidiyorlar? — Civarımızda Zühre Kasabası var- dir. Bu yol oraya gider. Hergün Züh- reye gidip gelen yolcular çoktur. — Biz de o kasabaya uğriyacak mi- | yaz? İ — Hayır. Biz dağların yamacından © aşıp gideceğiz. — Düşman Sevilin şarkından yürü- yor. Biz garbe doğru gidiyoruz, Şehrin arkası açık ve emindir. — Bu taraftaki müslümanlâr yurd- larını daha çok seviyorlar galiba”! © — Nereden anladımız?. — Düşman buralara akın yapama- — Buralara düşman inmedi demek?.. | Kapıdaki KEMAL REİSİN İSPANYA DÖNÜŞÜ Yazan: İSKENDER FP. SERTELLİ yazı.. ğini yaktı. Esrarengiz yazıya daha bü- yük bir dikkatle baktı, baktı.. ne ka- dar muntazam bir yazı idi... Kimin olabilirdi bu yazı?... Şimdi evlerine girip çıkan bütün dostalrından şüpheleniyordu. Demek © kadar samimiyetle ellerini sıkan insanalr arasında bü derece âdi ruh- lu olanlar, kendilerine diş bileyenler, bu kadar fenalıklanı temenni eden ler vardı ha... Şevket: — Ben bunu mutlaka bulurum... Dedi. İçeriye dolaba koştu. Bu dolap- ta evlerine girip çıkan birçok dostla- rının mektupları, küçük tezkereleri, el yazıları vardı. Bunları birer birer açtı. Eline geçeni her yazılı kâğıtla, her dest, arkadaş, bildik mektubile kapıya koşuyordu. Bunlardaki yazılarla kapıdaki «Allah belânızı versin!,.» cümlesini karşılaş- tırıyordu. Aksi gibi hiçbir yazı tamamı tama- mına - kapıdaki cümleye benzemi- yordu. Bazı mektuptaki «As lar kapıdaki «A» ları aridırıyordu, lâkin ayni mek- tuptaki ei» lerle kapıdaki ei» ler biri- birine hiç benzemiyordu... Saatler geçyior, lâkin bir türlü Şev- ket kapıdaki cümleye benziyen bir yazıya rast gelemiyordu.... Dışarı çıkardığı dolap gözünü ye- rine yerleştirirken garip bir şey kar- şısında kaldı. Dolabın tahtaları ara- sına. bir kâğıt sıkiştırılmıştı. Bu yüz- den müşkilâtla yerine giriyordu. Şev- ket bu kâğıdı oradan çıkardı. Bu bir mektuptu. Açtı. Yazı, geçen sene ölen sevglli arkadaşı Nurinindi. Nurinin yazısı katiyen kapıdaki yazıya benzö- miyordu. Lâkin Nürinin bu eski mektubunu okudukça Şevketin gözleri oyukların- dan fırlıyacakmış gibi oluyordu. Nuri mektubuna şöyle başlamıştı: : «Benim Necmiyeciğim, Dün gece çocuğumuzun doğduğu- nu Şevketten haber aldım. Ne yazık ki gelip seni ziyaret edemedim. Hiz- metçi İle bu mektubumu gönderiyo- rum. Oğlumuza eski güzel günleri mizde kararlaştırdığımız gibi Gökhan ismini koymanı tekrar rica ederim, güzel gözlerinden, güzel dudakların- dan, güzel yanaklarından öperim. benim biricik Necmiyeciğim...» Mektubun altında şöyle bir haşiye vardı: «Ne garip.. aramızda dünyanın en büyük sırri var. müşterek bir oğlus muz oluyor... Ve bunu yalnız ikimiz biliyoruz. Fakat sırlarına tatlıdır değil mi?.. Hele böyle büyük sırlar...» Şevket deliye dönmüştü. Nuri, en sevdiği adam, katısına bunları yazı- yordu.. sonra, asıl fecii, demek o kadar sevdiği oğlu Gökhan onun çocuğu de- ba... Artık kafası işlemiyordu. Sanki ba- KM AR. ML SM GEY A Kullanılan her şeyin ömrü kısalır! Yalnız RADYOLIN ile fırçalanan beyaz, parlak ve temiz dişler müstesna AKBA Ankarada her dilde gazete mecmua ve kitapları bütün mektep kitapları ve kırtasiyeyi "ucuz olarak AKBA müesse- selerinde tedarik edebilirsiniz. Telefon * 3377 şına felc inmiş gibi idi. Yavaş yavaş oğlu Gökhanın odasına doğru ileri- ledi. Sessizce kapıyı açtı. Koridordaki elektriğin ışığı yatak- ta yatan oğlunun yüzüne vurmuştu. Şevket bir an yatakta ölen arkadaşı Nuri yatıyor zannetti, Gökhan, Nuri- ye o derece benziyordu... Şevket kendi kendine: — Aptal.. dedi, şimdiye kadar na- sıl bu müthiş benzemenin farkında olmadın?.. Yatağa yaklaştı, Mışıl mışıl uyuyan çocuğa daha dikkatli dikkatli baktı, Gözleri bulandı. Karıncalandı. Gök- hanın alnının üstünde âdelâ şu cüm- leyi okur gibi oldu: «Allah belânızı versin!.» Ertesi günü Şevket yataktan kaika- madı, Birdenbire ağır hasta idi... Arkadaşlarından Ferid onu yokla- mağa geldi, Ferid patavatsız, ağzı ka- labalık bir adamdı. kapıdan içeri gi- Ter girmez: — Yahu, dedi, siz ne biçim insan- Jarsinız be?.: Bir türlü evde bulunmaz- siniz... Evvelki gün ta Yeşilköyden kalktım geldim ki kapı duvar... He- men kapıya: «Allah belânızı versin! » diye yazdım, gittim.. amma duam ka- bul olmuş. bak hastalanmışsın... (Bir yıldız) 1 Şubat 937 Pazartesi İstanbul — Öğle neşriyatı: 12,30 plâk- la Türk musikisi, 12,50 Havadis, 13,06 Muhtelif plâk neşriyatı, 14,00 Son. Akşam neşriyatı: 18,30 Plâkla dans musikisi, 19,30 çocuklara masal; İ. Galib Arcan, 20,00 Rifat ve arkadaş- ları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları, 20,30 Bay Ömer Rıza tara- fından arapça havadis, 20.45 Safiye ve arkadaşları tarafından Türk müsi- kisi ve halk şarkıları, saat ayarı, 21,15 Şehir Tiyatrosu dram kısmi tarafın- dan bir temsil, 22,10 Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün programı, 22,30 plâkla sololar, opera ve operet parçaları, 23,00 Son. Ecnebi istasyonlarda şayanı dikkat konserler Berlin 841 (Piyano musikisi - Lis. fln opera parçaları) saat 19,15. Viyana 506.8 (Komik karnaval » Berlioss'un eseri) saat 21.08. Budapeşte 530 (Orkestra) saat 21,30. İngiltere 1500 (Madam Vürer tara- fından piyano konseri) saat 21.30. Dans Musikisi Londra 342 (Saat 23.55). Milâno 369 (Saat 17,15. 23,30, 23,55 22,45). Roma 421 55,23). Varşova 1339 (Saat 23), Budapeşte 560 (Saat 17). 2 Şubat 937 Salı İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230 Plâkla Türk musikisi, 1250 Havadis, 13,05 Muhtelif plâk neşriyatı, 14.00 Son. Akşam neşriyatı: 18,30 Plâkla dans musikisi, 19,30 Eminönü Halkevi neşri- yat kolu namına bay Nusret Sefa tara- fından konferans, 20 Vedia Riza ve ar- kadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları, 20,30 Bay Ömer Riza ta- rafından arapça havadis, 20,45 Cemal Kâmil ve arkadaşları laratından Türk musikisi ve halk şarkıları, saat ayarı, 21,15 Şehir tiyatrosu operet kısmı ta- rafından bir temsil, 22,10 Ajans ve bor sa haberleri ve ertesi günün progra- mu, 22,30 Plâkla sololar, opera ve ope- ret parçaları, 23 Son. 15,000 liraya satılık apartıman Kurtuluş tramvay caddesi Üüze- rinde ve durak yerinde altışar odalı üç ve üçer odalı üç yani ak tı daireyi ve altında bir dükkânı muhtevi güneşli, havadar iyi bir apartıman on beş bin liraya sati- Yıktır. (Akşam) ilân memurluğu- na müracaat. Telefon 24240 (Sant 22,15 - 2330 SOLDAN SAĞA: 1 — Lâmba siperi (6) Genç, tecrübe- siz (3) 2 — Öküz yavrusu (4) Avuç içi (3) 3 — Bir kaza merkezi (7) 4 — Edat (2) Hakikat değil (5), 3 — Yıkıntı (5) Edat (2) 6 — Azıcık dar (7) 7 — Bolart (5) Diri değil (3) 8 — Sanat (2) Arta kalan (5) 10 — Ayakta durma (8). YUKARDAN AŞAĞI : 1 — Cenup vilâyetlerimizden biri (5) Taş (4) 2 — Mamur (8) 3 — Bizi doğuran (3) Kış (3) Nida (2) 4 — Şehir harici âsayiş memuru (8) 5 — Av köpeği (4) 6 — Nida (2) Madeni su kabı (3) 7 — Eski zaman hâkimi (4) 8 — Nida (2) Esash (5) 9 — Hafifmeşreb (5) 10 — Nida (2) Sıfat edatı (2) Asıl akraba değil (4). GEÇEN BULMACANIN HALLİ; Soldan sa; 1 - Terazi, Ata, Z - Ayalet, 3 - Babil, Ya, 4 - Ik, Tam, 3 - Art, Kese, 6 - Alâmet, 7 - Yo, Arif, 8 - Satan, 9 - Etekli, Ama, 10 - Tali, Natır. Yukardan aşağı: 1 - Tenha, Et 2 - Orta, 3 - Rabıta, EL, 4 - Ayal, Eski, 5 - Zabıta, Al, 6 - İlik, Lâtin, 7 - El, Kara, 8. - At, Teminat, 9 - Yasef, Mı, 10 « Azamet, Dar. Türkiye o Ecnebi. 1400 kuruş 2700 kuruş 780 » 1450 » 400 » 800 » 150 » — Posta ittihadına dahil olmayan «ecpebi memleketler: Seneliği 3600, altı aylığı 1900, üç aylığı 1000 kuruştur. Adres tebdili için yirmi beş kuruşlak pul göndermek lâzımdır. Zilkade 19 — Ruru Kasım 85 & İmsık Güneş Öğle İkindi Akşam Yatsi E. 1208 149 703 SAZ 1200 1,4 Va 529 7,12 1297 İSOT İT2SİRSI İdarehane: Babıâli civan Acımusluk Sok. No 92 muş. Demek ki, bir korkusu var, — Buralardaki köylüler muharip in sanlardır. Hiç şakaları yoktur. İspan- yolun gölgesini bile sezseler derhal kı- lıçtan geçirirler, — Ne mutlu onlara. Düşman istilâ- — Sevil için bir tehlike mi seziyor- sunuz?, — Sezmek de Iâf mı a kuzum? Teh- İ like, el ile tutulacak kadar büyük ve ! meydandadır. — Son baskından sonra İspanyollar bizim semtimize uğrıyamazlar. — Onlar çok kuvvetlidir. Bu hezime. tin acısını çıkarmak için fırsat bul- makta gecikmezler.. — Şövalyeleri, zabitleri elimize düş- tü. Bilhassa Malkaro şöralyesi Dori | Rasino Emir Yusufun elinde esirdir. Bu| «damın bulunduğu yere hiç bir İspan- yol hücum edemez, — Niçin?.. — Çünkü şövaiye Don Rasino ateşten çok korkar ve bunu bütün İspanyol askeri bilir. Rüstem gülerek atmın dizginlerini çekti: — Ateşten korkan adamın cephede işi ne?. Buralarda her zaman muha- rebeler, döğüsler olduğunu bilmiyor mu?. — Don Rasino cephedeki askere 8ık sık hediye dağıtmaktan zevk duyar. İspanyanın en zengin bir adamıdır 0. Bunun için gelmiş imiş İspanyol karar- gâhıpa.. —'Tuhaf şey!.. Bir müddet yürüdüler. Artık konuşmuyorlardı. Arkadan gelen yolcu kafilesi Rüs- temin yanından geçiyordu. burada yok lar ayrılıyor, Rüstem sağa, kafile sola doğru gidiyordu. i Rüstem, at üstünde başı ve yüzü sarılı kadına şöyle bir göz attı. Ve yavaşça rehberine seslendi: — Sahibi. — Emrek, ya seydi?. — Ben bu kadından şüpheleniyo- rum.. hayretle Rüstemin yüzüne baktı: — Ne demek istediğinizi anlıyama- dım?, — Bu, bir erkeğe benziyor demek İs- tiyorum!, —Şu at üstünde giden kadını mı söy- Jüyorsunuz?, — Eret.. Rehber yüksek sesle gülmemek için kendini zor tutuyordu. — Buradaki aileler çok kapalı gezer- ler.. kendilerini erkeğe göstermemek İçin gözlerini bile kaparlar, Böyle ol- makla beraber, onlar bir erkek gibi ata binmesini ve at koşturmasını de bilir- ler, Rüstem fazla bir şey söylemedi. — Sahip, sözümü unutma! Haydi yo-! lumuza devam edelim şimdi. Diyerek atını sürdü. Çok gitmemişlerdi. Zühre kasabası yolunu tutan yolcu kafilesi biraz ileride durmuştu. Rüstem! Ye rehberi ağaçlar arasında görünmü- yordu. Uzakta duran yolcular dört atlıdan Rüstemin rehberi birdenbire gözleri- ni açarak homurdandı: — Kavgaya başladılar. galiba kadın tecavüze uğradı!, — Burada erkekler kadınlara fırsat buldukça böyle saldırırlar mı?. — Hayır. Bilâkis biz kadınlarımıza çok hürmet ederiz. F'akat, bazan da na muslu gibi görünerek yola çıkan aşif- teler vardır ki, bunlar erkeklerimizi baştan çıkarmak için fırsat ararlar., ve bu yüzden bazı, toy delikanlılar ara sında kanlı, bıçaklı kavgelar olur. — Bu, öylesine benzemiyor, Sahibi. Bak.. kadın, erkeklere saldırıyor. İşte bir bıçak parıldadı. Gördün mü kadını? Başını açlı.. yanındakilerden birini hançerleyip yere devirdi. Rüstemin rehberi kadın kıyafetine girmiş olan adamı uzaktan tanımıştı.. — Şövalye Don Rasino... Vay melün vay! Kaçıyor demek... Diye haykırdı. Gülmek sırası şimdi Rüstemindi, — Ben, bunun böyle olacağını Emir Yusufa söylemiştim de, bana o de senin gibi gülmüştü!... Rehberin kanı oynamıştı. — Haydi gidelim şunların peşinden., Diyerek atını sürmek istedi. Fakat, Rüstem: — Yolcu, yolunda gerek. Ok, yaydan çıkmıştır, kuzum!. Dedi.. rehberin atının dizginlerinden yakaladı, Rüstem yeni bir maceraya atılmak istemiyordu. Endülüsten ümi. dini kesmişti artık. «Bu memleket yıkık mak tehlikesinden kurtulamaz!.» di- yordu. Bununla beraber, meşhur İs- panyol şövalyesi Don Rasinonun gözü- nün önünde kaçmasına da tahammül edemiyordu. — Onlar dört kişidiler, Demek bun- lardan birisini şövalye elde edemedi.. yolda giderken vurdu. Şimdi yollarına devam ediyorlar. (Arkası var)