Sahife 9 Dört kadın bir otomobile binmek için taksilerin durduğu bir sokağa doğru ileriliyorlardı. Zeynep: — A, Neciâ.. dedi, şu şerbetçiyi gö- Tüyor musun?.. Uğurlu şerbetçidir.. Ondan bir şerbet içerken İrfana rast- adım. Evlendik... Neclâ gözlerini yuvarlak yuvar- Yak açtı; — Sahi mi söylüyorsun Zeynep... dedi, yoksa benimle alay mi ediyors sun? — Neden alay edeceğim? — Ben de Selimle o şerbetçide rast- ladım.. evlendik. — A, bu tesadüfe şaştım doğrusu... Zeymeple Neclânın böyle konuşma ımı yanlarındaki arkadaşları merak İa dinliyorlardı. Bilhassa yaşları otu- kaldım «Evvelki gün bayan Süheyiâ adında bir kadın (......) ismindeki şer- betçiye gitmiştir. Üst üste 20 bardak maks de ne gelen bayan Sühey- lâ hastaı e götürülerek ilk tedavisi yapıldıktan sönra evine gönderilmiş- tir. Lâkin bayan Süheylâ dün yine ayni şerbetçiye giderek bu seferde yirmi bardak daha şerbet içtiğinden bu sefer adamakıllı hastalanmış ve hastaneye yatımılmıştır.» Neclâ gülümsedi: — Zavallı Süheylâ... Dedi, Süheylâ hastanede yatarken di- ğer taraftan Süveyyda dairesine de- ğer taraftan Süveyda dâlresine de- bi her gün şerbetçiye gidiyor, iki ma- sadan birine oturuyor: Za geldiği halde hâlâ evlenemiyen iki Kız kardeş, Süheylâ ile Süvayda kulak lerdi, Süheyl üst Üste soru- yordu: — Demek bu şerbetçiye giden evle- miyor... Zeynep cevap verdi: — Evleniyor ya... Bizim Muhibbe- Yi tanırsın... Dul kalmıştı. Bu şerbet- $iden bir şerbet içmiş, haftasma ev- denmiş... Süveyda altın madeni keşfetmiş bir züğürt sevinci ile: — Sahi mi söylüyorsun Zeynep. diye haykırdı. Zeynep: — Sahi ne demek? git sor... Süveyda: — Aman hemen gidip birer şerbet İçelim... des Büheylâ: « > Zaten benim de boğazım kuru- du... Diye ilâve etti, Zeyneple Neclâ: — A... Dediler. biz oradan katiyyen | Şerbet içmeyiz.. neme Mizım?.. Şerbst içeriz de bir daha evlenmemiz ieap €der. Halbuki biz kocalarımızdan Memnunuz... Süheylâ: — A... Dedi, garip şey.. içer içmez kocalar kapınıza gelecek değil ya. Neclâ: — Biz içemeyiz.. korkarız. Siz ister- Behiz içiniz.. dedi. İki kız kardeş sabırsızlıktan çıldırı- Yorlardı Süheylâ: — Öyle ise siz otomobile binip gi diniz...Biz arkanızdan geliriz. ne ya- Pâlim boğazımız kurudu.. dedi Süveyda: — Hararetten ölüyorum. diye mi- rldandı.. Neclâ ile Zeynep gülümsiyerek on- an ayrıldılar. Otomobile bindi- er. İnanmazsan Bikaç gün sonra Neclâ gazetede $öyle bir havadis gördü: — Bana bir portakal şerbeti... Dİ- yor... Sonra portakal şerbetini yudum yudum içiyor, gözleri kapıda heyecan içinde bekliyordu. Şerbetçi dükkânı- nın her kapısı açıldıkça Süveyda bay- gınlıklar geçiriyordu. Fakat her içeri giren müşteri ısmarladığı şerbeti iç- tikten sonra Süveydanın yüzüne bile bakmadan dışarı çıkıp gidiyordu. O zaman Süveyda, şerbetçiye mah- zun mahzun sesleniyordu: — Bir portakal şerbeti daha... > İkinci şerbet te ayni suretle yudum yudum İçiliyor, kapı her tıkırdadık- ça yüreği ağzına geliyor, fakat neti- cede hiçbir şey çıkmıyor. Günler böylece geçip gidiyor, mev- simler biribirini kovalıyordu, porta- kal, mandalina zamanı geçti, porta- kal, mandalina şerbetleri bitti, Çilek şerbeti başladı. Çileği kaysı, şeftali şerbetleri tekip etli. Lâkin her içtiği birkaç bardak şerbet bir tü kendisini göstermi- yordu. Neclânın sözü daha hâlâ çıkmıyor. du. Süveydanın bütün günleri, haf- şerbet içen Süheylânın üstüne fenalık! gelmiş, düşüp bayılmıştır. Bizdeki es- | ki tabirle içtiği şerbetlerden «çatla- | taları, ayları şerbetçide geçiyordu, Bir gün Neclâ, Süveydaya rast- Jadı, sordu: — Daha evlenmedin mi, Süveyda? — Yoooo.. — Şerbetçiye gitsene... — Gidiyorum arasıra... Yine bir gün Neclâ gazelesini okur- ken gözleri bir ilâna takıldı: «Mesut bir izdivaç — Şehrimizde Uğurlu şerbetçi diye meşhur olan bay «....» ile bayan Süveydanın evlenme merasimleri dün Aksarayda şerbetçi «..> in evinde yapılmıştır. İki tarafa derin sâadetler temenni ederiz.» Neclâ bunu okur kendine bağırdı: — Ben demedim uğurludur, diye... okumaz kendi mi?.. Şerbetçi (Bir yıldız) KEMAL REİSİN İSPANYA DÖNÜŞÜ Yazan: İSKENDER F. SERTELLİ — Ben bu gece burada nöbet bek- Myeceksin! Tarsçaya kimse girmiye- cek... Diye talimat vermişti. Kraliçe İzabel o gece büyük bir ina» mışia' yatağına girdi.. Mesihten ve bü- tün aziz ve azizelerden kızına şifalar diledi. sayısız istavrozlar çıkararak, duasını bitirdikten sonra uyudu. ... Sarayın st katında bir kara gölge dolaşıyordu. Taraçanın kapısı önünde ayakta nö- bet bekliyen cariyenin içine bir korku girdi.. yanıbaşmda yanan büyük kan- dilin ziyası altında kâh uzayıp, kâh kı- Balan bü kara gölge nihayet bir «kara cübbeli şeytan» halinde meydana çık- maştı, Sarayın harem kısmında ve bilhassa kra'içenin dairesinin üstündeki tara- sa önünde böyle bir yabancı papazın Gökten iner gibi birdenbire görünmesi Benç cariyeyi hayli ürkütmüştü. Bere- t versin ki, aziz sinyor kadıriları ave da mahir bir şeytandı.. çar No 85 — Ne işin var burada senin... Hem de bu saatte?. Kraliçenin cariyesi, Kara cübbeliyi görünce tanıdı: — Beni kraliçe hazretleri bu gece bu- rada nöbetçi bıraktı, aziz sinyor!. İgnas güldü: — Kraliçe hazinesini bu gece tara- çaya mı nâkletti?, — Hazinesini buraya getirse, kapısı- nın önüne benim gibi silâhsız bir nö- betçi mi koyardı? Hassa alayı ne güne duruyor!... — O halde niçin bekliyorsun büra- da? — Prenses Maryananın ildcını bek- liyorum.. birisi bilmiyerek taraçaya çı- Kıp karıştırmasın diye... — Ha... Şu Endülüslü meczup tabi- bin verdiği ilâç, değil mi?, — Kimin verdiğini bilmiyorum, sin. ! yor!. Sinyor İgnas, kraliçenin hazırladığı | ilâcı Yusuf Gaslaninin verdiğini bili- yordu. Sinyor o gece ne yapıp yapacak, , 0 Ilâcı tesirsiz bırakmağa çalışacaktı, Şabuk yanına sokuldu: | buna gündüzden karar vermişti Allahın » yarattığı tabii ve saf çocuk gıdaları Pirinç, yulaf, mercimek, buğday, irmik, patates, mısır, arpa, çav- dar, türlü, badem. HASAN Özlü Unlarile çocuklarınızı besleyiniz ve büyü- tünüz. Vitamini ve kalorisi bol olan bu özlü unlardan öistedik- lerini ve sevdiklerini bıktırmıya- rak değiştire değiştire yediriniz. Çabuk büyürler, çabuk diş çıka- rirlar. Hasan markasına dikkat, Baş- ka marka verirlerse almayınız ve aldanmayınız. Bütün eczane- lerde ve bakkallarda ( bulunur. Hasan deposu, İstanbul, Ankara, Beyoğlu, Beşiktaş, Eskişehir, Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişli: Osmanbeyde Şark Mekez, Taksim: İsliklâl “caddesinde Ke- mal Rebul, Beyoğlu: Tünelde Mat- koviç, Yüksekkaldırımda Veniko- pulo, Galata: Topçular caddesin- de Merkez, Kasımpaşa: Mücyyed, Hasköy: Aseo, Eminönü: Mehmed Köz, Heybeliada: Halk, Büyük- ada :Halk, Fatih: Saraçhanede İbrahim Halil, Karagümrük: Meh- med Puad, Bakırköy: Merkez, Sa- giyer: Nuri, Tarabya, Yeniköy, Emirgân, Rumelihisarındaki ecza- neler, Aksaray: Yenikapıda Sarım, Beşiktaş: Nail, Kadıköy: İskele caddesinde Sotiryadis, Yeldeğir- meninde Üçler, Üsküdar: Selimi- ye, Fener: Balatta Merkez, Beya- ıd: Cemil, Küçükpazar: Yorgi, Sa- matya: Çula, Alemdar: Cağaloğ- lunda Abdülkadir, Şehermini; Ah- med Hamdi, | İ | | i o Kullanılan her şeyin | ömrü kısalır! Yalnız RADYOLIN ile fırçalanan beyaz, parlak ve temiz dişler müstesna 25 Künunusani 937 Pazartesi Öğle neşriyatı — 12,30: Plâkla Türk musikisi, 12,50: Havadis, 13,05: Muh- telif plâk neşriyatı, 14: Son, Akşam neşriyatı — 18,30: Plâkla dans musikisi, 19,30: Çocuklara ma- sal: İ, Galib, 20: Rıfat ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şar- kıları, 20,30: Safiye ve arkadaşlar tarafından Türk musikisi ve halk şar- kıları, Saat, 21: Bay Ömer Rıza ta- rafından arabca havadis, 21,15; Şehir Tiyatrosu Dram kısmı tarafından bir temsil, 22,10: Ajans ve borsa haber- leri ve ertesi günün programı, 22,30: | Plâkla sololar, opera ve operet parça- ları, 23: Son. 26 Kânunusani 937 Salı Öğle neşriyatı — 12,30: Plâkla Türk musikisi, 12,50: Havadis, 13,05: Plâk- la hafif müzik, 13,25 - 14: Muhtelif plâk neşriyatı. İ o Akşam neşriyatı: 18,30 Plâkla dans musikisi, 19,30 Konferans: Eminönü Halkevi neşriyat kolu namına bay Nus- ret Sefa, 20 Vedia Riza ve arkadaşlari | tarafından Türk musikisi ve halk şar- kıları, 20,30 Cemal Kâmil ve arkadaş- ları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları, 21 Bay Ömer Riza tarafından arapça havadis, 21,15 Şehir tiyatrosu | operet kısmı tarafından bir temsil, | 22,10 Ajans ve borsa haberleri ve erte- | si günün programı, 22,30 Plâkla sololar opera ve operet parçaları 23 Son, | iz Tehlikeyi Büyümeden Önleyiniz! üyük, küçük birçok hastalık- lar soğuk algınlığı ile başlar. Mikroplar üşüyen vücude hücum €derler, Nezle ve kırıklık başgös- terir. Hararet yükselir. Artık en korkulacak hastalıklar için bile zemin hazırlanmış demektir. Kendinizi üşüttüğünüzü his- seder etmez derhal bir kaşe GRİPİN 15,000 liraya satılık apartıman Kurtuluş tramvay caddesi üze- rinde ve durak yerinde allışar odalı üç ve üçer odalı üç yani ak ta daireyi ve altında bir dükkânı muhtevi güneşli, havadar iyi bir apartıman on beş bin liraya sati- lıktar. (Akşam) ilân memurluğu- na müracaat. “Telefon 24240 AKBA Ankarada ber dilde gazete mecmua ve kitapları bütün mektep kitapları ve kırtasiyeyi ucuz olarak AKBA müesse selerinde tedarik edebilirsiniz. Tele'on : 3377 «Kara cübbeli şeytansın bir endişesi vardı; Ya bu ilâçla Maryana iyileşirse? Çün kü o zaman kraliçenin müslümanlar hakkındaki fikir ve itikadının bir anda değişmesi ihtimali kuvvetlenecekti. Kraliçenin böyle bir hâdise karşısın- da kocasına tahakküm ederek belki de Endülüsün yıkılmasına mâni olması bi le muhtemeldi. İgnas tarihin bir dönüm noktasında bulunduğunu biliyordu. şimdi en bü- yük rolü oynamak vazifesi ona düşmüş tü. Malkada Ahmed Selimin başını ko- parmakta tereddüd etmiyen aziz sin- yor, birdenbire sert bir tavırla cariye- nin başı ucunda durdu: — Daha fazla yaşamak ister misin?, Diye sordu. Genç kız şaşaladı: — Ne demek istiyorsunuz, aziz sin- yor?. — Şunu demek istiyorum ki, çok yar şamak istiyorsan, benim işime karış» mıyacaksın!. — Fakat, nasıl olur? Ben kraliçenin en sadık cariyelerinden biriyim. — Sadakatini ihlâl edecek bir şey teklif edecek değilim sana! Sadece şu kapıdan teraçaya geçeceğim. — Kapıyı açamam. Taraçaya hiç kimsenin geçmemesini emretti krali- çem... l — Beni istisna etmeyi unutmuştur, — Ne yapacaksınız taraçada?... 4 p — Yıldızlarla konuşacağım. — Bahçeye neden çıkmadınız?. — Haydi, küstahlık etme.. aç kapıyıl Sana hesap mı vereceğim?. — Açamam, sinyor.. beni mazur gör.. açamam orada prenses Maryananın ilâcı var. Bu sırada sinyor İgnas birkaç adım geri çekildi. — O halde ben açarım, dedi, sen ge- ne nöbet bekle burada!... Ve birdenbire koynundan çıkardığı hançeri genç kızın göğsüne sapladı.. İgnas hançeri göğsünden çekti.. ca- riyenin sağ elinin avucuna sıkıştırdı. Bu vaziyette İspanyol cariyesi kendi Sinyor İgnas cariyeyi bir kenara çe- kerek taraçenin kapısını açtı.. kratiçe- nin kendi elile hazırladığı ilâç tabağı taraçenin ortasında ayazda duruyordu. İgnas taraçede fazla kalmadı. ce- binden küçük bir keçi boynuzu çıkar- dı.. ağzını açtı.. tabağın içine boynuz- dan birkaç damla koyu mayi halin- de birşey damlattı.. boynuzün kapağı- ni kapadı.. tekrar cebine koydu. ve ba- şanı gökyüzüne kaldırarak: «— Yıkılan Endülüsün tekrar diril- mesi tehlikesi kaışsında, Maryananın ölümü eibette daha hayırlı olur... Sen beni affet Yarabbi!» Diye mırıldandı. ellerini göğsünde kavuşturdu.. önüne bakarak yavaş ya- vaş taraçadan çıktı. kapıyı kapadı. ar“ ka merdivenden inip kimseye görün- meden gitti, PRENSES MARYANANIN ÖLÜMÜ Üç gün sonra. Papaz İgnasın, taraçadaki kaysı ta bağına zehir koyduğunu şeytanlar bi- le görmemişti. Gece yarısı'taraçanın önünde öldü- rülen catiyenin de tesadüfen sarayda bir hassa zabiti sevdiği ve bu zabitin o günlerde kendisine yüz vermediği an- Kraliçenin kızı hakkında büyük üs midleri vardı. Yusu? Gaslaninin verdi ği bu ilâçla kızının kısa bir zamanda hastalıktan kurtulacağını umuyor ve seviniyordu. Halbuki Maryana üç gün içinde büt bütün sararıp solmuş ve tam minasile