ki AET v Mx TANA gö Tr ru 19 Kânunusani 1937 AKŞAM En zahmetli iş: İşaretçilik.. Istanbul sokaklarında bize kimler yol veriyor, kimler yol gösteriyor? Yayalara yol vermek için bir bayan şoförün otomobilini durdurduğunuz zaman... İstanbul caddelerinde senelerdenberi gördüğümüz en kıdemli işaret memurları Pariste uzun sakallı bir işaret me- mMuru varmış.. senelerden beri Paris Sokalarında gelene geçene, otomobil- lere, tramvaylara, motosikletlere, oto- büslere yol'gösteren 'bu noelbaba “kı- yafelli adam bütün Fransada aşağı yukarı Herriot kadar meşhurmuş... Yülnız Fransada mı? İkide birde bütün dünya gazetele- rinde onun “uzun saksı, kısa pele- rini ve elinde sopasile resmini görür- dük. Geçenlerde bu adam tekaüd edildiği zaman Paris belediyesi sene- lerden beri Parislilere yol gösteren, yol veren, yol tarif eden bu.uzun sa kallı işaret memuru için küçükme- rasim bile yapmıştı. Dünya gazetele- ri beynelmilel şöhreti olan bir siyasi gibi Parisin uzun sakallı işaret me murundan bahsettiler, Şimdi bu mütekaid işaretçinin Pa- risli genç meslekdaşları herkesin sev- gisini kazanan sakallı ağabeylerinin yerini tutmağa çalışıyorlarmış.. Acaba İstanbullulara kim yol veri. | yor? Kimler yol gösteriyor? Bunu hiç merak ettiniz mi?. Her halde dikkat etmişsinizdir. İs- tanbulun meşhur meydanlarında, meşhur caddelerinin başında, kalaba» Tık yl ağızlarında yıllardan beri ayni hava cereyanlarına maruz, en soğuk ve fırtınalı yerleridir. Düşünün Karaköy meydanını, Köp- rüden kopan soğuğu, düşünün Ga- latasaray meydanını ve dört köşeden gelen hava cereyanlarını... Sonra işaret memurlüğunu öyle kolay sanıp geçmemeli... İstanbulun seyrüsefer işlerinde uğraşan bu meş- hur kıdemli on, on beş memur dört beş lisanı iyice bilmeseler bile her dil den biraz anlarlar ve cevap verirler... Çünkü dalma ecnebiler kendilerine yol sorarlar. Memurların sorulan yeri tarif ettik- ten sonra beyaz eldivenlerile möse- lâ genç bir İngiliz misine cakalı bir de selâm çâkışları hakikaten görülme» ğe değer. Sonra siz uzaktan zannedersiniz ki onlar yalnız nakil vasıtalarına yol verirler, halkı bir taraftan öteki kal- dırıma geçirirler, yol bilmiyenlere yol işaret” memurlarını görürsünüz. Bun- “© Yâr muayyendir. Yıllarca bu işte cski- dikleri için ' seyrüseferin eli ayağı bun- tardir. Lâkin dünyanın en zahmetli işi nedir? diye bir tedkik yapılsa alına- cak neticeler arasında mutlaka <İ$- tanbulda işaret memurluğu da var- dır. İşaret memurluğunun yazı ayrı bir işkencedir, kışı ayrı... Yazın en sıcak öğle üstlerinde herkes biraz se- Tinlemek için gölgeli. loş dondurma- cılara, plâjlara, serin dalgaların koy- nuna “koşarken işaret memuru tepe- #inde bir kazan gibi kaynıyan güne- şin altında saatlerce ayakta vazife görmeğe mecburdur. Kışın “kar tipisi etrafı kasıp kavu- rTurken işaret memuru minimini kak dırımının üstünde düdüğünü çalar, elini kolunu durup dinlenmeden sal- lar, durur. Bazan âni ve muzip bir yağmur, bardaklardan değil de âdeta kazanlardan boşanırcasına yağarak işaret memurunu iç çamaşırlarına ka- dar sucuk gibi ıslatır... Buna muka- bil, etrafında kıyametler kopsa işa- sini yapmağa mecburdur. Şişhane karakolunda, tramvay fa- ciasının olduğu yere yeni bir işaret kaldırımı yapmışlar. geçen sabah Kasımpaşadan ve Beyoğlu cihetinden kopan kar fırtınısanın içinde işaret memuruna baktım.. burnu kıpkırmı- zi olmuş. İki kaşının üstü kardan bembeyaz kesilmişti. İşaretçilerin vazifeleri daima mey- danlarda, En eski işaretçilerden biri tarif ederler. İşte vazifeleri bu ka- | dardır, işaretçi başka şeye dikkat bi- le etmez. Hayır.. kazın ayağı öyle değildir. Bir işaretçi size hiç fark ettirmeden önünden geçen bütün otomobillere, vet memuru, hiç sinirlenmeden vazifd- | motosikletlere dikkat eder, Siz mese- İ Jâ kendisine: büyük yol ağızlarında! ol- | duğu için buraları kışın şehrin en | | j -— Buradan siyah, «....> markalı bir otomobil geçti mi?.. diye sorsanız he- men cevabı alırsınız: — 1596 mı?. 20 dakika oldu ge- | çeli.. amma siz nasıl siyah «....> mar- kalı araba soruyorsunuz. 1618 ol Onlar bütün arabaları, otomobille- ri numaralarile tanırlar ve aşağı yu- karı tekmil otomobillerin numarala- rını su gibi ezbere bilirler, Onların bu | malümatı bir çok vakalarda pek işe yarar... Ben bile bundan bir kaç kere isti- fade ettiğimi bilirim. meselâ İstan- aralık otomuabilini kaybettik. Geldik işaret memuruna sorduk: — 111 mi?, dedi... İki dakika ev- vel virajı döndü... Biz de bütün süratimizle gösterdi- ği yola saptık, bsş dakika sonra mah- raceyi yakalamıştık. Sonra - zaten bunu ben değil, sinir doktorları da söylüyor - şoförleri, oto- mobili kullananları, direksiyon olduk- ça asabi yapar. Bilhassa kadın ş0- förler çok asabidirler. Bir İşaret memuru yayalara yol yermek için bir bayan şoförün araba- sını durdurdu mu artık caddede kı- yametler kopar.. bayan şoför müte- madiyen «vaa, vaaak, vaaaak.» di- | | ye kornasını çalarak (şsabırsızlığının | derecesini bütün şehir halkına ân eder durur... Bu itibarla da işaretçi- lerin vazifeleri çök mühimdir, İtalyan gazetelerinde sene başların- | da, noellerde halkın işaret memurla- rına kucak kucak hediye verdiklerini, küçük işaret kaldırmılarının üstleri- nin bunlarla dolu oldüğunu görürüz. 'Bizde bu âdet yoktur... Memleketle- Tindeki bu usulü hatırlıyan şehrimiz- deki bazı yüksek ecnebi memurlar, bilhassa otomobili İtalyan madamla- rı sene başımda “bir İşaret memuru” muza likör, şeker gibi hediye vermek | istemişlerdir. Memur buna çok teşek- kür etmiş lâkin bizde bu neviden he- | diyeler kabül etmek usulü olmadığı için maalesef kabul edemiyeceğini'bü- yük bir nezaketle söylemiştir. Uzun yıllarla çalışarak işaret mâ | murluğunu âdeta bir ihtisas haline BIR v7) Yara OVTOMOBIL Kl Yazan: Ahmed Refik VENEDİKLİ BAFFA “Safiye Sultan,, Tefrika No: 86 Venedikli Baffa şehzade Mahmuddan korkmağa başlamıştı. Şehzadeyi ortadan kaldırmak için fırsat Anadolu isyanı simdi “başka bir şe- kil almıştı. Kışı Karahisarda geçiren Deli Hasan Osman öğüllürile uğraş” maktan vazgeçti, Kethüdası Şahver- &'yi İstanbula “yolladı. “Affını Tica 'et- ti, Tornacı başı araya girdi, Üçüncü Mehmede arzedildi: «Bundan böyle Rumeli Serhadlerinde gaza etsin» di- ye affolundu. Kendisine Bosna eyale- ti tevcih kılındı. Deli Hasan, Geliboludan Rumeline geçi. Kendisine şefaat eden Tornacı bsşı Ne beraber Belgrada geldi. Ser- dar Lala Mehmel paşaya mülâki ol- du. Fakat kendisinden ayrılanlar, Karakaş ve Tüvil, gene şekavetlerine devam ettiler. Anadolu “beylerbeyisi 'Kuh paşa şimdi bunlarla uğraşacıktı. Asıl mühim Kargaşalık ta'sarayda oldu: Üçüneü Mehmedin Hardan sultan- dan olan oğlu şehzade -Ahmedden başka, diğer bir hasekisinden de seh- zade Mahmud dünyaya gelmişti, Kim- bilir daha kaç hasekisi vardı? Ne Se- lâniki, ne Hasan beyzade, ne de top- cular kâtibi Abdülkadir bunlardan hiç bahsetmiyorlar! Fakat şehzade- leri malümdu: Ş:hzade Mahmuddan sonra, Selim, Cihangir, Ahmed ve Mustafa dünyaya gelmişlerdi. Selim ile Cihangir genç yaşta öldüler, Yal- nız şehzade Mahmud ile Ahmed ve | Mustafa haystin idiler. O zamana kadar şehzadeler hep sancağa çıkarlardı. Venedikli Bafa, oğlumun ve kendinin saltanatını teh- lkeye uğratmamak için bu usulü kaldırttı. Onu, daha ziyade, Anadolu isyanları ürküttü. Şehzadelerin Ana- dolu halkını etraflarına toplayıp sal- İ tanat tesis etmelerinden korktu. Ka- rayazıcı onun için korkunç bir misal- di. O bile, saltanat kurmaya kalkış- muştı, Şehzade Mahmud, işte bu dü- şünceye kurbanı gitti... Anadolu isyanı, Osmanlı saltanatı- na karşı bir ayaklarıma idi. Gelen ha- lâ Hurrem sultanın zihniyetini taşı- yordu. Zaten felâkette'saraya esir ca- riyelerin, sültanlığa “kadar çıkarıla- rak, hâkim oldukları devirden başla- mıştı. Bu devir, Türklerin Serhadlere de kan dökerek, taş yasdanarak, kar- lar ve tipiler ortasında toprak süre- rek kurdukları muazzam bir impara- torluğun en parlak bir'devri idi”Fa- kat bu imparatorluğu idare-eden, âr- tık ne Yavuzun oğlu, ve ne de torun- ları idi: Leh diyarından ve Akdeniz kıyılarından devşirilen tutsak-Kadın- | Jardı. Bunlar, Osmanlı sarayında sul- tanlık mevkiine geçerek, “Türklük ş8- refini koruyacak-en değerli-şehzade- leri, kendi saltanatları için, babaları- na. boğdurtuyorlardı. Şimdi Venedik- cü Mehmed hiç bir benlik göstereme- zelerinin uzak mazilerden kalan akis- lerle coşarak çarpıştılar. Üçüncü Mehmedi sünnet edenlerin, Saatçile- rin, Tırnakçılarm, “Yemişçilerin en yüksek devlet makamını işgal ede- cekleri kimsenin hatırına gelmezdi. Fakat devlet idaresinde Üçüncü Mehmedin ve Yemişçinin ne nüfuzu otabilirdi? Şimdi Osmanlı tahtına Hurrem sultandan, Nurbanu sultan- dan sonra, Safiye sultan cülüs etmiş- bekliyordu TEME Hurrem Sultan Li. Herşey onüsi hırsı, onun zevki, onun düşüncesi ve onun kısa idrakile yapılıyordu. Şehzade Mustafa, Hurrem sultanın saltanatı için nas) bir tehlike idi ise, şehzade Mahmud da Venedikli Baffa için ondan korkunç bir tehlike idi, Saltanatı eline alsa, acaba Venedikli Bâffayı Yeni Sarayda bir dakika otur- tur mıydı? Gideceği yer, dosdoğru ©s- ki Saraydı. Üçüncü Mehmed Anadolunun İs- yanını ve İranlıların tuğyanını vezir- veya saray adamlarından işittikçe, çok müteessir olurdu. Hatta , bezan o kadar canı sıkılırdı Ki, ye- İ mek bile yemek istemezdi. Şehzade Mahmud, babasının .bu halini gör- dükçe, acırdı. Bir gün şehzade Mahmud babası- nı çok müteellim gördü. Gene Anado- lu isyanını işitmişti. Dayanamadı, «Peçevinin tabirilea: — Hey hünkâzım!, Ne gücenürsün? Niçün darılursun? Beni gönder. As- kere serdar eyle. Allahütealârın faz- ile bu cümle muanidi kökünden ke- seyin. Ve sana iste" istemez baş eğdi- Babasını ne zaman mahzun görse, bu sözü tekrar ederdi. Üçüncü Mehmed hiç sesini çıkar- mazdı, Bir gün, gene bu sözü tekrarladı. Üçüncü Mehmed merak etti. Sordu: — Nice edersin? Diye sordu: — Kimin kılıç ile, kimin mudara de Mahmudun küçük kardeşi şehzade Ahmed hiç”sesini çıkarmadı. Sade dinledi. Fakat bu sözlerden babasının fena halde sıkıldığını da anladı. Hat- tâ kardeşine kaç defa böyle sözler söylememesini rica etti. Şehzade Mah- mud dinlemedi: Kalıbına sığamıyor- du. Çünkü Osman oğullarının uğra- dıkları bu fscaatten utanıyor, ve bir iş görmek istiyordu. Nalmanın tabi- hakikaten o «Ömermeşrebe bir üatlar takdim etti. Bunlar arapça yazılı bir çok duâ lar ve büyülerdi. Hatta Üçüncü Meh- mede fena tesir yapacak tılsımlardı. İçinde, bu büyüleri yapmak için, şeh- zade Mahmud tarafından yazılan mektuplar da vardı! Kızlarağası, bu kâğıtları, şehzade Mahmuda verilmek Üzere, getiren adamın elinden almış, doğru Üçüncü Mehmede götürmüş- tal Arkası var)