m ozman MMMMAMMMMÇMOMMMMMMMNMMMMNMNMMMMMNMMMMMNMMNNN 3 Teşrinievvel 1934 N > AKŞAM i Sahife 9 ei x Radyo 3 Birinciteşrin Çarşamba bir hikâye Çare BARBAROS | see. Yazan; İskender Fahreddin 1) İS habere TSZİZ nl lan Adanadan İstanbula | — Pekil cevabını verdi. ————— Papanın muhteşem Kalyonları Oruç beyin eline geç- mişti. Esir alınan genç kızlardan birini Tunus Sulta- nına hediye etmişlerdi. Kumral saçlısını da Hızır bey beğenmiştil Papa cenaplarinin mümessili korkudan ambarda titriyordu. Türkler gemiye hâkim olunca, kendi çektirmelerinin önüne ge- gerek, öteki galiyi de zaptetmek istemişlerdi. Oruç bey her zaman ele geçmi- Yen bu fırsatı meden kaçırsındı? ikinci galiye epeyce yaklaş mışlardı, Oruç reis sancak direğinde sak- lanan Papanın maiyet bayrağını henüz indirmemişti. Hattâ öteki gemide bulunanlara itimat telkini etmek için, galideki mürettebatın elbiselerini soyarak kendi gemi- cilerine giydirmişti. İki gemi biribirine rampa etti Zi halde, düşman gemicileri işi hâlâ farkına yaramamışlardı. Oruç reis geminin arka küpeştesinden haykırdı: — Ateeceşii...! Bir taraftan geminin toplari ateş açmış, diğer taraftan da ok: lar ve baltalarla müthiş bir hi cum başlamıştı. Türkler gali rus rından imiş gibi görünerek, öl gemiye iyice rampa etmişler. İkinci galidekiler halen kendi va- tandaşları zannettikleri bu adam- lara mukabele etmeğe cesaret ede- miyorlardı. Müthiş bir şaşkınlık içinde de- vam eden alabanda ateşi çok kısa bir zaman sonra nihayet bulmuştu. Oruç bey bu gemiyi de kola; Hkla elde ederek, kaptanın ve mürettebatını ambarlara attırdı. Deniz üstünde seyyar kaleler heybetli görünen Papanın bu muhteşem galileri o gün bir Tür- Oruç bey (Cerbe) ye döndüğü zaman, Papaya sit bu muhteşem kalyonların nasıl | zaptedildiğine günlerce hayret etmekten kendile- ini alamıyan yerliler Oruç beye daha fazla muhabbet göstermeğe başlamışlardı. Bu mu- zafferiyet Barbaros kardeşlere sa- 'dece kuru bir şan ve şeref kazan- dırmakla kalmadı. Seri ve mu #szam kürek çeken kürekçiler: tiyacı olan Türk gemileri bu su- yetle dört yüzden fazla kürekçi kazanmış oluyordu. Hızır ve Oruç beyler bu kürekçileri galilere ve kendi çektirmelerine taksim et- mişlerdi. “Artık Barbaros kardeşlerin de- niz kuvvetleri hatırı sayılır bir ha- le gelmişti. Tunus sultani, Barbaroslarin Heniz kuvvetlerini yoluna koyduk- larını görünce düşünmeğe başla” işti, Öyle ya.,! Elinde hiç bir kuvvet olmiyan Tunus sultanı bundan sonra Barbaros kardeşlere her i- tediğini nasıl yaptırabilecekti? Günün birinde Tunus hâkimi- yelinin elden git i imat ve tamamile hâkim olmuyacağı temin edebilirdi? Sultan Mehmet endişe ve telâş içinde, mütemadiyen kendi vazi. istikbal yetini ve memleketin düşünüyordu. Halbuki Hızır bey verdiği sözü geri almıyan ve imzasını yalama- ja tenezzül etmiyen bir kahra- mandı. Tunus sultanina kaç defi Bizden şüphelenmeyiniz! Türkler, verdiği sözden geri dön- mezler, Memleketinizde gözümüz yok! Size her hususla yardımcı yaziyetinde kalmakta başka bir €melimiz olmadığını bilmelisiniz! Demişler ve iki kardeş, sultani tatmine çalışmışlar: Papanin galileri (Cerbe) ada- sina getirildiği zaman, gemide iki Romalı kız bulunmuştu. Bu kızlar çok güzel saray ter- biyesi görmüşlerdi. Birisi kapta- nın, diğeri de ileri gelen Venedik- ilerden birinin kızı idi. Oruç bey bu kızları (Cerbe) de karaya çıkarmıştı. Maksadı il ni de Tunus sultanına hediye et mekti, Kızlardan esmerdi. irisi kumral, de çok güzel, çok sevimli kızlardı, Kumralı yirmi, esmeri on sekiz yaşlarında vardı. Oruç bey kızları (Cerbe) deki evlerine götürmüştü. Orucun temin ettiği (Papa g- ileri) muzafferiyeti üzerine Hızır bey seferden çabuk avdet etmişti. Kardeşini tebrik ederek alnından öplükten sonra: — Getirdiğin en kiymetli ga- maimden biri de şu kumral saçlı kızdır! Diyerek, genç İtalyan dilbe: kendi evlerinde alıkoymak iste: mişti, Oruç bey: — Bu kızlar bize gerek değil, Onlar sarayda işler, saray- da yaşamalı ve sarayda ölmel dirler. Diyerek, Tunus sultanına gör 'derilmesinde ısrar etmişse de, Hı- Zır beyin (Akte) ismini taşıyan kumral kızdan çok hoşlanması bu- na mâni olmuştu. Hızır beyin karari üzerine (Ak- te (Cerbe) de alıkonularak, arka- daşı olan esmer kız Tunusa gönde- rildi. Sultan Mehmedin sarayinda bir kaç güzel cariye bulunduğu halde, bu kadar müstesna bir cazibeye malik olanı yoktu, Tunus sultanı Roma dilberini görünce şaşırmıştı. Sultan Mehmet, Hızır beye: — Bu, şimdiye kâdar getirdi- ğiniz hediyelerin en kıymetlisidir. Diyerek, genç kızı sarayına al- mış ve kendisine (Necmülbahir) adını vermi i. Deniz yıldızı mana- de eden (Necmülbahir) in karanlık bulutlar arasında ışıldı yan yıldızlar kadar parlak ve seh- har gözleri vardı. — (Arkası var) AKŞAM İlân tarifesi İç önhifelerde Son ilân sahifelerinde « 30 etemizde © meşredilecek 1 yeri ilâncılık kollektif şirketi Ankara caddesi, Kahınman Zade han, Tel, 50094-20095, rte, 20,20 iştrakile parçalar, 20 plâk, 20,40 konferans, 21 piyano keman konseri, 21,45 Sophie Muntenai tara inden. şarkilar, 22.15 salon orkestrası, 23 haberler, 23,05 konserin devamı, Varşova (1345 m.) — 18,35 teganni (piyano. refakatile). 18,50 spor, 19 zirai müsahabe, 19/15 oda musiki 19,45 konferans, 20 mandolin kon: müsahabe, 20,30 mandolin konserini devamı, müsaha etinden, 23.20 (dans musikisi) Viyana (507 m.) — 20 haberler, 20,20 klâsik Viyana operetleri Holzer 21.30 gürler, 23.20£sperantoca, 23.30 haberler, 23.50 Der Slem der Mare isimli piyes, 24.10 yaylı sazlar konseri “Hayda, 1 gece kanseri, 4 Birinciteşrin Perşembe Bükreş (364,5 m) — 13-13 gündüz peştiyatı, 17,45 çocuk neşriyatı, 19,15 konserin devami, 20 üniversite, 20.20 hafif musiki, 20,45 konferans, 21 plâk ile Donizetlinin «Don Pasgusler pe- Varşova (1345 m.) — 19.15 piya no ile klâsik İngiliz musiki, 19,45 mü- sahabe, 20 tazannili piyano konseri müsahabe, 20,30 plâk, müsahabe, 21 babif musiki, 21,45 müsahabe, 22 ak şam konseri, 22,45 dünyaca tanınmı ber ses (plâk), 23,45 almanca konfe- şans, 24,05 dans musikisi, Budapeşte (550,55 m.) — 1830 Eduardo Bianko tango orkestras, 19:30 inçilizce ders, 20 tağanmili hafif must ki, 20,40 <Aynlalımz isimli seli piyesi, 22,30 müsahabe, sikide sanatkârane sahneler 24 çiğan mmüsikisi Viyana (507 m.) — 1840 keman konseri, müsahabe, 20,05 haftanın ic- mali, 30,30 Franç Sehubertin. sarkılar ından, 21,10 şiirler, 21,30 yadyo kabar er İRİ) haberler, 2350 senemi LL Z 4 Abone Ücretleri SENELİK 1400 kurup 2700 kurup BS AYLIK 750 >'1450 > AYLIK 400 > 800 ecnebi memlekotlur: Seneliri 3600, allı aylığı 1900, O; aylığı 1000 kuruştur. Ares tebdili için yirmi beş Kürüşlük pul göndermek âzımdır. usak Güne Ole imdi Akşam 1040 A0 63 340 12 10 Ve 420 845 Ta03 Asp 17S0 iy Tlarehane; Babali civan Acımusluk. Siz, 13Ne, Iki hayvan hırsızı sekiz aya mahküm edildi Niyazı ve Salih isimlerinde iki kişi Erenköy civarında birçok köy- lerden hayva ka yerlere götürüp mışlar ve baş- satmışlardır. Bu iki hırsız gene bir köyün hay- yanlarını aşırırlarken cürmü meş- hut halinde yakalanıp Üsküdar ad- liyesi tarafından ağırceza mahke- mesine gönderilmişlerdir. Ağırc. zada yapılan muhakemede bu iki hırsız sekizer ay müddetle hapse mahküm edilmişlerdir. Zabıta bunların başka arkadaş ları olup olmadığını araştırıyor. Iki hırsızın mahkâmiyeti Sabıkalı hırsızlardan Refet ve Süleyman isimlerinde iki kişi ge- celeyin gene bir mağazayı soy- mak isterlerken cürmü meşhut ha- Hırazl tesbit edilmiş ve adliyeye verilmişlerdir. “Ağırcoza mahkemesinde yapı- lan muhakeme neticesinde suçları linde yakalanmışlardır. rın müteaddit cürümleri sabit olduğundan bunların ikişer sene, dörder ay müddetle hapisle- yine karar verilmiştir, Henüz yeni gelmişti. Babasi zen- gin arazisine, pek yolunda giden işlerine rağmen, oğlunun İstanbul da meşhur bir avukat olmasini is- Aiyordu. Ona senelerce yüksek bir tahsil verdikten sonra okuduğu şeylerle hiç alâkası olmiyan ziraat işlerile meşgul olmasını, köyde, çiflikte yaşamasını makul görmü- yordu. İzzet babasinın bol parasile İs- #anbula gelip güzel bir yazıhane açtıktan sonra âdeta Adananın çif- lik hayatını arıyacak kadar sıkıl- mağa başladı. Çünkü yazıhanede sabahtan akşama kadar bombos oturmak pek can sıkıcı bir işti. İs- tanbulda ne o kimseyi tanıyordu, ne de onun mevcudiyetinden kim- senin haberi vardı. Böyle yeni ha- yata atılmış bir avukatın müşteri bulması, çalışabilmesi kolay bir şey olamaz: İzzet düşündü, taşındı. Kendi ni tanıtmak için en iyi çare İstan- bul hayatı içine atılmak, ahbap peyda etmekti. Bunu temin için bulduğu vasıta hergün bir kaç ke- re Beyoğluna çıkmak, ya bir pas- tacıda ve gazinoda oturarak gele- ni, geçeni seyretmek, ya kaldırım üzerindeki kalabalığa karışarak bir aşağı bir yukarı dolaşmaktı. Artık böyle yapa yapa bütün İs- tanbul halkını tanıyacağına ve kendisini de tanıtacağına kani ol- muşlu? Halbuki İzzet bütün bu kalaba- lik içinde yalnız bir kadını tanıdı ve bunu tanıdıktan sonra da bi İstanbulu tanımak hiç ururuna gelmemeğe başladı. Babasının pa- ası ona bol bol yetişirdi.. Onun İstanbula gelişi, çalışmak isteyişi süs kabilinden bir şeydi, babi nin meşhur bir evlâda malik ol. mak yolundaki garip bir hırsıca- hundan ileri geliyordu. İzzetin tanıdığı bu kadın Be- yoğlunda hep bir erkeğin 'yanı si- ra gidip geliyordu. İhtimal kocası olacaktı. Bazan yanlarında başka erkekler de bulunuyordu. Bir gi nın ta penceresinin ünde sokağı seyrederken onları ilk defa olarak görm fen kadının gözleri gözlerine iliş- nda ilk defa raşe ile sarsılmıştı. ü. Tesa, miş ve İzzet ha olarak derin Tıpkı sinemalarda gördüğü bir aşk! İşsizlik güçsüzlük İzzeti her maceraya atılmağa sevkedecek ka- dar onda ateşli bir istidat hazır- Tamıştı, Bu tesadüfler tekerrür ettikçe nazarların karşılaşması da teker- Tür etti. İzzet kadının da kendisine farkında idi, Hiç bir şey belli etmek istemez gibi derhal gözlerini çeviriyordu. Fa- kat görmekle kaçmak arasındaki iki bakışın biribirlerine ifade ettiği bir mana vardı ki İzzet onu kabil değil unu- tamıyordu. Artık kendi kendi. koskoca bir aşk romanı icat etmişti. Hayalen hep bu roman içinde yaşıyordu. Fakat bu kadın kimdi? Bu ma- cera ne vakte kadar böyle uzak- tan hakışmalarla devam edecekti? Bir gün gene eşlerinden yürüyor. du, Kadının yanındaki erkeğin baş- ka birine bir lâkırdı. söylemesin- den istifade ederek kadına: — Bu iş masıl olacak?, Demek ister gibi bir işaret yap- tı, Fakat bitta ir cevap ala- madı. Yalnız, tekrar döndükleri vakit kadının gözleri hiç şüphe kabul etmez bir surette onaz Peki ama, nasıl? Aradan günler geçiyordu. Hat- tâ bir hafta geçti. Fakat İzzet bir türlü kadına sokulmak ve konuş- mak imkânını bulamıyorru. Bir kere kim olduğunu bile öğreneme- işti, Arkalarından ayrılmadığı için gittikleri lokantaları, pastacı- ları hep biliyordu, Bütün garson- lardan tahkik etmiş, kimseden bir şey öğrenememişti. Bir gün, sevdiği kadın İzzete” pek ümit verici bir nazarla baktı. Bunda adetâ «bir çare buldum, merak etme» demek ister gibi bir hal vardı. İzzet birdenbire son de- i. Kendisini mesut his- sediyordu. Fakat, bu saadet ara- sında bir şüphe onun keyfini ka- çırdı. — Sakın bu kadın onunla alay etmesin? Ne çare bulabilirdi? İzzet artık sabırsızlığın son de- bütün artıyor, bir çare bulunmaması | kalbindeki üzüntüyü bütün bütün artırıyordu. Bir akşam gene kadının peşine takılmıştı. Tam Galatasaray polis. merkezinin önünden geçiyorlardı. Birdenbire, kadın arkasına dön- dü. Ters bir çehre ile İzzet — Rica ederim, beyefendi beni rahat bırakınız! dedi. İzzet yıldı- rımla vurulmuştu. Hiç bekleme diği bu muameleden bissettiği mahcubiyet onu sersemleştiriver- di. Kadının bu sözleri üzer İn ters bir suratla başını çe- Virdi, derhal İzzetin yakasına ya- pışarak onu karakola teslim etti İzzetin ifadesini aldılar, hüviyeti- rendiler ve sonra, bin müş- la kendisini bıraktılar. İzzet başına gelen bu felâket ten son derecede müteessir olmuş- tu. İşin gazetelere aksedeceğini, ailesince duyulacağını düşünerek müteessir olduğu gibi şu kadının kendisini günlerce teşvik ettik- ten, arkasında dolaştırdıktan son- ra yaptığı fenalığı bir türlü affe- demiyordu. O güzel kadınm bu kadar ahlâksız ve insafsız davran- ması onda derin bir yeis ve hayal sukutu husule getirmişti. İstanbulu. bırakıp Adanaya gitmeğe karar verdi. Artık burada, bu kadar fe- na kadınlarla dolu bir muh de yaşıyamazdı. züne uyku girmedi. Ancak sabaha karşı biraz dalmıştı, Sabahleyin erkenden bir telefon çıngırağı.... İzzet gözünü açtı, telefonu aldı: Bir kadın sesi. Kimdir efendim? Tanımı niz mi? rüyor mu- iz hanımefendi? Fa-» Bu kadar zalima- ne davranmasanız da olabilirdi hanımefendi — Üzülmeyiniz, İzzet bey... Başka çare yoktu. Anlamadınız mm? — Doğrusu, bir şey anlıyama- dım hanımefendi — Bu akşam kocam evde yok. Serbestim. Bu pek nadir elde edi- bir fırsat... Sizin isminizi bik. miyordum. Adrer 'dum. Bunları öğrenebilmek başka hiç bir çare yoktu. Dünki vakanın hikmetini hâlâ anlamadı. niz m? İzzet o kadar mesut olmuştu ki bir gün evvel hissettiği acıyı çok- tan unutmuştu! Hikâyeci