16 Ağustos 1934 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 10

16 Ağustos 1934 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 10
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Sahife 10 16 Ağuklök 1934. ii SULEYMAN KÂNI SARAY ve BABIÂLİNİN İÇYÜZÜ $$ Tercüme, iktibas hakkı mahfuzdur - Tetrika No. 338 Ali Suavinin Avrupaya kaçması ve - Jöntürklerle aralarındaki ihtilâf Sami paşa muhterem ve mer'i Yülhatır olduğu içi şürü Hi tevkif etmeğe cesaret edememi; Tanzimattan sonra kalem erba- bından şahsi masuniyete - nefy ve tebit tarzında - ilk taarruz Su- avinin şahsına olmuştur. (1) (Veliefendi) cemiyeti hül metçe keşfedilince bumün teşkilin- de âmil olan Mahmut Nedim pa: biraderi sağır Ahmet beyin oğlu Mehmet bey kaçmağa muvaffak olmuştu. Mısırlı Mustafa Fazıl paşa Mi sir hidivliğine nail olmak maksa- dile meslekleri ne olursa olsun hükümet aleyhinde bulunan genç- leri etrafında topluyordu. O günlerde kim hükümet aley- hinde tenkilte bulunsa yeni Os manlılar huzbından saddolumur, halk arasında (Jöntürk) diye yı dedilirdi. Cevdet paşanın Abdülhamide takdim ettiği maruzatında bu mu- halefetler Jöntürklük hareketi bir tuttuğu anlaşılıyor. Cevdet paşa Böntürklük hare ketini uyandırmağa Âli paşayi müsebbip gösterir: © İSadaret mektubi hülefasından Hafız Müşfik namında gayet ze- ki bir zat var idi ki şiir ve inşada © manendi yoktu. Bu zat mektub odasında müstahdemi ve meri usul icabınca amedi hülefaliğına mam- li ii Amedi odasında bir yer münhal oldu. Âli paşa kendi damadı Salâhad- din beyi (altıncı daire müdürü ok. muştur) memur ediverdi. Hafız Müşfik bundan mütecs- sir olarak mektubi kalemini ter. ketti. Ceridei Havadis serkitabe- tini - tahrir heyeti müdüriyeti ihtiyar ile Çörçilin ceridehanesine postu serdi. ğ Vaktin üdebasi başina toplan- dı. Ceridehane bir üdeba encüme- ni daha doğrusu muahharen Jön- türk namını alan gençlere bir yu- yane bentler ve iphamlı fıkralar yazmağa başlamalarile Ceridei Havadis evvelkinden ziyade şöh- ar buldu. Sonra Hafız Müşfik Feleğe kü tü. İşretin çokluğu yüzünden cü- mun gibi bir hal getirdi. Lâkin onun takımı gene Ceride- yi idare ederlerdi Çörçil Hafız Müşfiğin hanesine iane ederdi. v Velhasıl Âli paşa maruf usule muhalif olarak damadını amedi odasına memur edip Hafız Mi gi mağdur etti ve emsalini gücen- dirdi. İstanbulda Jöntürk / efkârini uyandırdı.) # (Hafız Müşfik efendinin hal. veti tarikatine ve meşhur şeyh Kuaşadalı İbrahim efendi hülefa- sindan Boşnak Tevfik efen: intisap ile bilâhare kendisine cez- be arız olduğu ve bu halile Hin- distana seyahat ederek ortadan (0) Halatı taribiya, kaybolmuş bulunduğu rivayet edi- lir) Âli paşanin siyaseti yeni Os- manlılar bareket ve cemiyetinin vücut bulmasına sebep ve saik ol- muş olsa bile bu muarızların asıl Efkâr) idarehanesi idi Cevdet paşanın bu sözlerinden Ce- ridei Havadisteki üdeba encüm: minde Âli paşanın tenkit edi anlaşılıyor. Ancak ben Hafız Müş- | fiğin Âli paşayı sevmiyenlerden olmakla beraber yeni Osmanlılar | teşkilâtina dahil olduğu hakkında | bir kayda tesadüf etmedim. | İptida genç ve yeni Osmanlılar, sonra Jöntürkler muhalefet yo- lunda en ziyade Avrupada ve son- ya Mısırda birleşenlere ve yerle- şenlere, aralarında fikir ihti olsa bile emel ve hedef kalemlerini kanunu e için meşriyata hasreyliyerek ça- hışanlara deniliyor. #Ali Suavi de hükümetin münek:| kitlerinden idi. Fakat o diğer | Genç Osmanlılar gibi Fransız (Jan | Piyetri) o mektebinden değildi; | medrese yelişmesi lerle mesaisini tevhit etmiyerek | müstakillen hareket ediyordı Pek genç yaşında temeyy (küçük hoca) diye şöhret kazan. | mmşta. «Ulemayi resmiye» | gekemiyorlardı. Kastamonuya | mefyi hususunda cami derslerin. | 'den müteessir olan bu ulemanın | hükümet nezdinde sanyeti de az gaüessiz olmamiştı. Mısırlı Mustafa Fazıl paşa Su- aviyi de yanina almak istedi; onu da Avrupaya davet etti. | Ali Suavi Kastamonudan İne- | boluya indi; bir Fransız vapuru- na bindi. Vapurda kendisini ta- mıyanlar olduğu için Anadolu ka- yağında bertakrip iple sarkına- rak bir kayığa atladı; karaya çıkti. Beyoğlunda Jöntürklerin mürşidi ve hâmisi Jan Piyetrinin (Kurye Doryan) idarehanesine vardı. Pİ- yetrinin delâleti ve Fi ..- fareti vesatetile Avrupaya kaç tı. (2) Bu suretle o da yeni Osmanli. lara katıştı. Fakat az müddette onlardan istiskal gördü. O da bun- lardan birçoğunun hareket tarz- larını beğenmiyordu. Mahmut Nedim paşanin büyülf biraderi ve telgraf, posta nazıri sağır Ahmet Şükrü beyin oğlu Mehmet Emin bey giyaben muha- keme neticesinde İstanbulda «ye- ni Osmanlılar Fesat cemiyetinin» reisi sıfatile idama mahküm ol. muştu. Buna rağmen babasinin gir- pençe çıkardığını haber almasi üzerine cizvit papası kıyafeti de İstanbula girmekten ve on beş gün kalmaktan çekinmemişti, Bu hadise de gösterir ki Mehmet bey. nefsini tehlikeye atmaktan çeki- nenlerden değildi Prusya - Fransa muharebesin- de zühaf askeri kıyafetinde fesli ve şalvarlı olarak Fransız ordusu- Ba müracaat etmiş, Fransız safla- kendisini Ö) Halini taribiye, rinda harbe iştirak eylemişti. Bu hale taaccüp ederek harbe böyle iştiraki sebebini soranlara Mehmet bey: — Mademki bu memlekette ya- şiyorum, bu memleketin böyle bir gününde elden gelen muaveneti ifa etmeğe de mecburum! Cevabını vermişti. Böyle fazla insaniyetperver, düşünceler Suavinin mümayişli milliyetperverane fikirlerile kay- maşamazdı. (Arkası var) Bir doktor (Baş tarafı 8 inci sahifede) hasta bakıcılı ve eczacılar, ve röntgenciler gibi yardımcılarile hastalarını daimi bir ümit havası içinde yaşatmaya çalışmak sure- tile her halde onların ve insanlı- ğın hayrına çalışmış oluyorlar... Meslekleri icabı doktorlar bir çok aile sırlarına agâh olurlar ve bun- lar konsoltasyon odasından dışarı çıkmaz. Bu itibarla doktorlar çok açık vicdan yükleri altına girmiş bulunuyorlar. Bundan başka dok- tor zengin, fakir herkesin yardı- mına koşmağı bir borç bilir, zah- metinin, emeğinin mükâfatını tak- dirde hiç bir yoktur. Onun hizmeti ne metre ile, ne taksi ile ölçülür. John Colliernin meşhur bir tal losu var: «İdam kararı» ismini Haşıyan bu tabloda hakikati has- tasma söylemeğe karar veren doktorun çehresindeki ıztırap ve sıkıntı alâmetleri ne kadar mani- dardır. Bu kararı öğrenince has- da ne yapacak... Georg Zimmer- manın yaptığı gibi hayatın; içki ve şarkı içinde mi bitirecek, yoksa bu haberi sükün ile mi karşılı: yacak, yahut ta büsbütün muha- kemesini, itidalini mi kaybede- cek. A. Nezih Hekim öğütleri (Baş tarafı 5 inci sahifede) eden ve hıfzıssıhha kavaidini iyi bilmiyenlerde husule gelen arıza- ları izaleye ve asabi muvazeneyi temine kâfi gelir. Güneş ve deniz tedavilerinde bütün kavaide riayet edilmekle beraber şahsım tahammül kabili- sıhhati ve iklimin dere- mühim rol oynar. Hülâsa yaz mevsiminde, deniz kenarında, su ve gü- için en değerli ve zevkli bir vasıtadır. Hele gü- 'neşi bol ve deniz iklimi bulunmaz. güzellikleri haiz olan memleketi- mizde bu tedavi ve sıhhat kaynak- larından hekim nezareti altında | ve bir metot dahilinde istifade et- mek büyük bir kazançtır. Dr. Kot Ni Sanayici | Ankarayı görmedin mi? Cumhuriyet bayramında aği- lacak sergi münasebetile yapıla” cak tenzilâtlı tarifelerden istifade ederek yeni Devlet merkezini mutlak gör. Hem ziyaret, bem ticaret! Milli iktisat ve tasarruf cemiyeti “Akşam, ın edebi tefrikası: 64 PAT ” Didis, Grevs ve bir iki yaşlı viski maçı o yapmayi tercih ederlerken kadınların hemen hep- si dilelere taksim oldular. Sust Rahmi biraz ileride, alçak, sık yapraklı bir meşe ağacının altına yüzükoyun uzandı. Mis Lidya termos şişelerile meş- gul olduğu için babasının ve ar- kadaşlarının viski maçlarını ida- re ediyordu. Yavaş yavaş bu yüksek tepe. deki ağaçlığa derin sükünet çök- tü. Öğle yemeğinin verdiği ağır- lik file salıncaklara dağılanlara tatlı bir uyku getirdi. Viski maçı artık gevşemişti, Mister Grevs piposunu yakmış, arkasını bir ağaca dayamış, göz- leri yarı kapalı, keyifleniyordu. Uzun yaşlı insanların zevkinde ve eğlencesinde bile vücudu din- lendiren ve kendini dinliyen arzu vardı < Onların meşesi ları bir köşeye dayandığı, karin. ları doyduğu ve arzuları yapıldı ğızaman gendini gösterir. Mister Grevs te o kadar sporcu olmasına rağmen artık zevkin bu ihtiyaç şeklini benimsemeğe baş- lamıştı. Şimdi 0, piposunu çeke çeke tatlı bir mahmurluğa mis Lidya termos şişelerini topla- mış, ötekiler gibi sieste yapacak kuytu ve gölge bir yer arıyord Suat Rahminin alçak meşe tinın gölgesine sığındığını gi Ge orasını tercih etti, Delikanlı uyumuyordu. Yerden ot, yaprak parçalari topluyor. Bunları karıncala, tığı deliklere dolduruyor, eğleni yordu. Birdenbire keskin bir kolonya kokusu duydu. Ve ensesine iki üç su damlası düştü. Başını kaldırdığı zaman mis Lidya ona gülüyordu: — Kolonya ister misiniz Suat bey, Serinlik verir, Ve ayakta, elindeki şişeden ba- gina bir çok damlalar düşürdü. O yeter dedikçe kız boşalıyordu. — Şimdi bir de tarak istersi- niz, dedi. Saçlarınız. biribirine karışmış, ve örme kır çantası dan çıkardığı tarağı uzattı. © — Uyumadınız mı misl İ Genç kız, tıpkı onun gibi zukoyun ona doğru yere uzanır- ken cevap verdi — Uyumak için daha çok yılı miz var zannederim, Öyle değil mi? Suat Rahmi taraj ken muayene ettiz geri verir. — Şık bir tarak, Her halde Londra malı olacak! Suat Rahmi bozuldur * ”” — O maksatla söylemedim mis, Zevkinizi takdir ettiğim için, — Nezaketinize teşekkür ede- rim. Fakat madem ki bu küçük hakkında size bir fi- . Bende onu size hedi ye ediyorum, kabul etmez misi- niz? Bir genç kızdan hediye almayi batırından bile geçirmiyen Suat Rahmi müşkül mevkide kalmıştı, Mis Lidya onun tereddüdünü görünce tarağı elinden aldı ve delikanlınm mendil cebine koydu. $ — O artık sizindir. Onu kul lanirken bugün konuştuklarımızi hatırlayınız. Bir genç kızın ne hediye vermesi, ne de alması doğ- Fu sayılmaz. Fakat ben a fikirde Bürhan Cahit RON yim ki bugünden sonra aramiz- daki dostluk böyle telâkkilere ehemmiyet verdirmiyecek kadar samimi olacaktır. Öyle değil mi? — Şüphe mi var? Genç kız dallar arasından si- Zip yüzüne kadar gelen güneş parçasından kurtulmak için başı nı bir kolunun üzerine koydu. Al- &ın gibi saçları güneşten yana ya- na bronz haline gelen yüzüne dö- külmüştü. Bu tarı saç demetleri arasında yeşil göz bebekleri ne kadar canlı görünüyordu. Öğle sıcağının verdiği kızgınlık ve tokluk onun da sinirlerine te- ikamete oldu- ğu halde başları biribirine o ka- dar yakındı ki arasıra nefesleri. ni paylaşıyorlardı. Hafif rüzgâr rını yalayıp geçiyor. Ağustos bö- cekleri kısa, gayri muayyen fast- lalorla konuşuyorlardı. Yerde ezil- arasıra sırtla- kusu, uzaklardan gelen yeni biçil- miş ekin ve harman kokularına karışıyordu. Mis Lidya bu için için konuşan tabiatin sesini bir zaman dinledi. Sonra gözlerini kıvılcım- landıran bir sinir ve kan hareketi ile söylemeğe başladı: — Ömrümün en tatlı heyeca- mını bugün tattım Suat bey. Size mağlüp olacağımı itiraf ederken ıztırap duymadım değil, Fakat bu iztırapta © kadar tatlı bir lezzet vardı ki! Ve onun cevap vermediğini :e devam etti! — Biliyor musun Suat bey. Ara- mızda o çetin spor mücadelelerin- de ne kadar hırslaniyor, sana ne kadar kızıyordum. Fakat her mağ- lübiyette artan bu hıncın böyle bir —— gururumu da sürükleyip .ceğini hiç tahmin etmemiş Son gün, hani şu Hisar me- zarlığında dolaştığımız gün ken- dimi sana o kadar yakın buldum. ki! t Bir eli çenesinde, yerdeki otları okşar gibi karıştı. rırken devam etti: — Babam bir hafta evvel siz- den bahsediyordu. Kadıköyün- de bekâr hayatı geçirdiğinizi öğ- Tenince sizi Bebeğe davet için tereddüt etmedim ve bunu kabul ettiğiniz zaman bilseniz ne kadar sevindim. Sizi çok takdir ediyo- Tum Suat bey. Hayalimde aradı ğım arkadaş siz olabilirsiniz. Suat Rahmi gözleri yerden kalkmıyarak onu dinliyordu. Baş- ları biribirine o kadar yakındı ki arasıra esen hafif rüzgâr Lidya- mın saçlarından ayırdığı altın tel. leri delikanlının alnına serpi: yordu. Etrafta ses kesilmişti. Ve onlar ödeta dünyayı gören ille iki insan gibi, Ademle Havva ibi yalnız kalmışlardı. Ve Havva cinsi cazibesinin bü- tün avlayıcı kuvvetlerile Ademin tılsımını cözmeğe çalışıyordu. |, Sesi titriyerek devam etti: ” — Pazar günlerini ne heye canla beklediğimi tahmin ede- mezsin. Hemen her hafta böyle bir grup gezintisi, eğlencesi yapmak için bahaneler, fırsatlar hazırlı- yorum. Annemin, babamın da sa- na kuvvetli bir sevgileri var. On- ları ve bütün dostlarımızı bir si- hirbaz gibi kendine bağladın. Bu. gün kimse bizden şüphe etmiyor, Fakat ben dostluğumuzun bu şe- kilde devam etmesinde (tehlike görüyorum Suat bey. (Arkası var), eki elile

Bu sayıdan diğer sayfalar: