9 Ağustos 1934 AKŞAM AKDENİZDE TÜRK AKINCILARI Yazan: İSKENDER FAHREDDİN Tetrika No. 138 Bundan sonra sen benimsin! Seni, kendisile birlikte mezara sürükliyen Venedikli kadına göndermiye- ceğiml Seni ben yaşatacağım, Muratcığıml,, Prenses Mari o gün Muradı &e avlamağa karar vermişti, Ölüm döşeğinde yatan (Jüzetta) nasıl olsa bir iki gün içinde gözlerini kapıyacaktı. <a — Mari, Muradı her zaman bu de- Tece sarsılmış, bu kadar müvaze- mesini kaybetmiş bir halde yaka- lıyamazdı. Murat — Vaktinden çok evvel ağa saçların hoşuma gidiyor, Mari Diyerek, eski sevgilisinin baçi- Ti okşarken, prenses, o gün Murat beyi hiç olmazsa akşama kadar evinde alıkoymayı ve onu şarap- la teskin etmeyi düşündü: — Sana bütün ıztraplarini unutturacağım, Murat bey! Hay- di, şuraya uzan biraz., Ve hizmetçisini çağırarak: — Çabuk, dedi, bize mahzen- 'den bir testi Limni şarabı geti: «Bir yıldız söner.. Yerine bin yıldız doğar. Gökler, hilkattenbe- Ti yıldızsız ve ışıksız kalmamıştır. İnsanlar da böyle.. Sönen ve kül. | lenen Bir aşkın enkazını bir baş. | ka kıvılerm tekrar tutuşturur.. Ha- yet ve neşe yeniden başlar. Ölüm, hakiki hayatın, ebediyetin yolu- dur» Prenses Mari eski Yunan file- zoflarından birinin kitabını karış- tirirken, gözüne çarpan bu satır- ları yüksek sesle okumuştu. Şarap içiyorlardı. Murat bey | — Cibali yangınında yanan ba- 'bamın eski köşkünü ihyaya imkân var mıdır? Sönen ve küllenen bir aşkın enkazını bir başka kıyılcım tekrar tutuşturabilseydi, âşıklar bu teselli ile yaşarlar ve ölünceye kadar dövünmezlerdi. Dedi. Mari elindeki şarap ka- dehini Muradın ağzına uzattı: Hakiki kini tattıkları iklar ıztırabın zev. sevgililerinin arkasmdan yıllarca göz yaşi kerler; yerlerde sürünerek, dö merek ölüme doğru koşarlar. | — Ben ölüm istemiyorum, Ma- | | ri! Ben yaşamak istiyorum. Sev. diklerimin de daima gözümün önünde yaşadıklarını, gezip eğlen- diklerini görmek ve seslerini işit- mek istiyorum. Bu filezof haya- lâttan bahsediyor, Mariciğim! Gökler hilkattanberi yıldızsız kal- mamış amma.. O günden bugüne kadar hangi aşk yaşamış, hangi insan kalbi durmadan çarpmıştır? şu satırları yüksek sesle | a başladı: Dünyada (aşk) kadar ha- yatı uzun ne vardır? ÇAşk) ın ömrü ebediyete kadar devam eder. Benim bugün sevdiğim kadın et. bette diğer kadınlardan çok faz- la yapıyacaktır. Çünkü o, benim aşkımdır.. Tarihe, kitabelere, sü- tunlara ve nihayet kalplere nakşe- | dilen aziz hatıralar asırdan asıra, nesilden nesile intikal edecek ve dünya yıkılıp batıncıya kadar ya- şıyacaktır. Fakat, basit, hatırasız ve aşksız yaşıyan insanlar Böyle * mi ya?! Onların mezarı, ne bir sevgilisinin göz yaşile sulanır, ne ip” | zinin dibinde uyutursan... de hatıraları asırlar ve nesiller arasında yer bulur. Onlar o kadar | gok bedbaht mahlâklardır ki, me- Sarlarını kendi sulbundan gelen eolâtları bile ziyaret etmez ve bir nesil sonra toprakların altında kaybolan cisimleri gibi, adları da kaybolur, gider.» Murat önüne bakıyordu: © — Ben toprakların altında bu kadar çabuk kaybolmak istemiyo- rum, Mari! Ben ordular, kaleler etlerle dövüşmüş bir insa- nım. Toprak altına göçsem bile, adım tarihe geçmeli, neslim sön- memeli, Evlâtlarım beni hayırla çocuğun var ya.! Sen iye kadar, o büyür, Siz nasıl babanıza benzemişseniz, senin oğ- lun da şüphesiz ki babasına ben- | ziyecektir. — Yalnız babasina benzemesi |, Mari! Biz, Türkl aziz ve temiz kanını taşıyoruz — O da babasının kanını taşı- iyor mu? Muradın sesi birden inceldi: — Fakat onun damarlarına biraz da yabancı kanı ke Meril Onun anası, düşmanımız olan mensup bir kadındır. üzetta) keşki bir Türk kızı olsaydı... Murat bey iç deh şarap daha içi — Yunan filezofu: (Bir yıldız | sönerse, yerine bin yıldız doğar) cekerek bir kas. | | or. Jüzetta ölürse, yerine bin üzetta) gelecek sanıyor musun? — Senin aşkın onun. ölümile sönmezse, elbette yeni bir Jüzet- #a bulacaksın! Mecnun ve muha- kemesiz âşıklar gibi, başını taştan taşa, duvardan duvara vurarak yerlerde sürünecek ve ölecek de- Zilsin ya. Murat elleri; başında gezdirdi — Bugün beni benden geçir. meğe muvaffak olursan, beni di. Oh, iş Mari- eski sevgilisinin te bunu istiyorum senden, ciği Ve birden başı Marinin gö ne düştü, Murat bey bir çocuk gibi ağlı- yordu. Prensesin bütün hulyaları car- lanmağa, Muradı biraz daha avu- cunun içine almağa başlamıştı. Murat bir daha böyle kolay ko- lay prensesin eline ve kucağına nereden düşecekti? Mari — Seni bu ıztıraptan kurlar. mak için, mümkün olursa, haya- tımı bir bardak su gibi ayakları nım bastığı yerlere dökeceğim.. Seni yaşatacağım, Murat bey! Diyerek boynuna sarıldı ve es- ki âşıkını uzun yılların hasretile kucakladı. Bundan sonra sen benim- Benim olacaksm! Seni, ken. disile birlikte mezara sürükliyen Venedikli kadına göndermiyece- Bim! Sen yaşamağa lâyıksı ni ben yaşatacağım, Muratçığım! (Arkası var), Iç yüzümüz — (Baş tarafı 8 inci sahifede) nin tesiri gibi bir çok sebepler var, Fakat bu zat ik mda bunlarla kalmıyarak daha ileriye gidiyor ve bu ikilikte maneviyatımızın da tesiri olduğunu ileri sürüyor. Çeh- remiz hatlarının vaziyetine, onla- ra verdiğimiz mana ve ifadeye göre ya herkesin hoşuna gideriz, yahut kimseye kendimizi sevdire- meyiz. Fakat bu hoşa gitmek ve- ya gitmemek meselesi, ayni 2 manda çehermizin ifade ettiği ta- iat, hal ve ahlâk ile de slâkadar- dır. Çehre, ruhun aynatıdır der- ler. Bir adamın iyi veya fena huy- lu olduğunu yüzünden okumak mümkün olduğunu söylerler. Doğru, fakat şimdiye kadar kimsenin dikkat etmediği bir nok- ta var, o da çehremizin sol ve sağ | rine yapılışı itibarile benzemediği gi görünür şü itibarile de ayrı olmasıdır. Böy- lece içimizin çok karışık olan hiz- lerini harice verişimiz de bir şe- kilde vukua gelmiyor. Tabiat ve ahlâklarımız basit olmadığı için gehremizde böylece bir ikilik gö- rünüyormuş. Çehremizin bu iki yarısı beynimizin iki yarısına mü- sağ tarafımızı, beynimizin sol kıs- mi ve sol tarafımızı, sağ kısmı ida- re edermiş. in garibi neresi, çehremizin sağ tarafı muhitin, mektebin, tah- müna- sil ve terbiyenin, içtim. sebetlerin tesirleri altında değiş- iş olanı olduğu halde sol tarafı bu tesirlerden hariç kalır ve do- | Buştaki kabiliyetleri aynen göste- rirmi Berlin psikoleklarından Dr. Wolf ta ayni fikirleri ileri sürü. yor. Hattâ bu tahlillerini çok kuv- vetli misallerle isbeta — çalışıyor. Dr. Wolfun tavsiye ettiği bir usul | yar. Tatbiki halinde çole mühim. neticeler alınabilecek. Bu usul şu- dur: Ruhunu öğrenmek İstediği niz zatın cepheden alınmış bir fo- iye ayırınız, böylece sağ ve sol taraf toğrafını itina ile ortadan cephenin yarı fotoğraflarını ayrı ayrı tamamlayınız. Sağ taraf yarı- sının sola kıvranmış resmini bu- nun yanına ve sol tarafınkini de onun yanına yapıştırınız. Böylece © zatın üç fotoğrafını elde etmiş olursunuz. Biri asıl kendi resmi, biri çehresinin sağ tarafına göre, öbürü çehresinin sol tarafına gö- Her üç resmin tavır ve veziyetleri arasında bü. İnsan n bu en doğru re alınmış resmi yük farklar göreceksiniz. ruhunun tahli yol imiş. Fakat tecrübeler, şurasını gös“ teriyor ki daima, bu üç resim için- de en güzeli, en yakışıklısı asıl resimdir. Orijinal olanıdır. Görü- lüyor ki asıl imtizaç ve ahengi sağ ve sol tarafın ahenksizliği mey- dana getirmektedir. İnsan güzel. in bir timsali olarak gö len Venüs heykelinde bile sağ ve sol cephe biribirinin ayni değildir. Dr. Wolfun bir iddiası daha var; o da şu: Solak kimselerde, gehrelerindeki bu vaziyetin nor. mal kimselerindekinin aksine ol- ması lâzım geleceği... Solaklar. da çehrenin sağ tarafı doğuş ve yapılış ve sonradan terbiye, görenek ve sair harici tesirler altında duğişen karakterini gösterdiğini ruhun onlarda solda temerküz et- mesi lâzım geleceğini ileri sürüyor. Doktorun yaptığı tecrübeler bu iddiasının sıhhatini göstermiş ve böylece dimağın faaliyetleri ile çehrenin aldığı hal arasında sıkı Çok karanlık bir mazisi, polis düriyeti hırsızlık masasında zeahtelif parmak izleri vardı. Onu adile, sanile «Tilki Hamdi» derlerdi. Pek zengin akrabaları vardı. Fakat o doğru yoldan uzaklaştığı için kimse kendisile Jâmlaşmıyordu.. Tilki ailenin işinde kara bir leke gibi idi. Fakat bir gün hayatında müt hiş bir fevkalâdelik oldu. Çok zengin akrabalarından biri öl Bütün mirasını Tilkiye bıraktı Yıllarca gece işçiliği, yani hırsız- hik ettikten sonra Tilki milyoner oldu, İsminin başındaki Tilki bı kayboldu. Herkes onu «Ham di beyefendi» diye çağırmağa başladı. Ticarete atıldı, Para pa- yayı çekiyor, gün geçlikçe zengin- eşiyordu. Şehrin en kibar semti- ne taşınmıştı, Hususü otomobil. leri vardı. Herkesin daha karş | dan ağzının suyunu akıtan enfes bir apartımanda oturuyordu. Evlendi. Şık bir zevcesi vardı. Velhasıl hayatta her şeyi her şe- Yi tamamile değişmişti. Yalnız ona dehşetli sıkımtı veren bir sey yardı: Kapılar... imdiye kadar bir yere kapi" lardan ziyade pencerelerden gir- meğe alışmıştı, Hayatta pek az defalar kapı kullanmıştı. Şimdi mütemadiyen kapıdan girmek onu sıkıyordu. Bilhassa kendi apartımanının mükellef kapısı dehşetli sinirine dokunuyordu. Kapının süslü ziline basmağı, be- yaz prostelâli hizmetçinin kapıyı açtıktan sonra önünde hürmetle eğilmesini büyük bir külfet adde- diyordu. Bu ne merasimdi.. Bazı gece eve geç geldiği zaman dır ruyor, şöyle karşıdan apartımana bakıyordu. Yukarı katlara tırman. mağa yarıyan ne güzel su olukları vardı, İçeriye girmek için ne mü- kemmel pencereler vardı. Bir dai- reden ötekine atlamak için ne ne- | His balkonlar vardı. Kenarlarından tutuna tutuna yürümek için me güzel girintiler, ne güzel çıkıntı. lar vardı. Bütün bu olukl güzel pencerelere, bu geni konlara bakarken ağzının. suyu akıyor, apartımanının duvarına tırmanmamak, balkondan balko- na atlamamak, pencerelerden içe- riye dalmamak, girintiler, çıkım tılar üzerinden tutuna tatuna yü- emek, su oluklarna asıla asi la yukarıya çıkmamak için ken- disini zor zaptediyordu. Bazı akşamlar mahsus geç kalıyor, bir yerde adamakıllı içtikten sonra gece yarısma doğ- işinde Fu apartımanına yollanıyordu, O zaman apartmanın dış kapısı ka- palı olurdu. Küçük bir tereddüt devresi geçirdikten sonra bir ke- di gibi su oluklarına fırlar, bir maymun çevikliği ile kattan ka- ta, balkondan balkona ak kendi dairesine gelirdi. O zaman ne kadar sarhoş olursa olsun otur- duğu dairenin pencerelerinden birini gürülüüsüzee açar, adımlarla odasma girer yatardı. Kapıyı açtırmadan, penceresinden girdiği geceler yumuşak ipek y tağında daha rahat, daha zevi uyurdu. Sabahleyin — hizmetçiler hayrette kalırlardı: — Beyefendiye kapıyı kim Kendisinde anahtar da yok- hep Acaba içe- riye nasıl girdi? Beyefendi. arasıra bu sözleri duyar, bıyık altından kıs kıs gü- lerdi, Bu huyundan kendisi d$ memnun değildi. Bir gün 2 bir felâket gelebilirdi. Hırsız dis Ye belki de kendisini vurabilirs) erdi. Ne çare ki bir türlü veği geçemiyorduz — Huyum kurusun, diyordu! kapıdan girmek ağırıma gidiyor! Yavaş yavaş illeti daha fena bir hale geliyordu. Hissettirmesi den hizmetçilerin mantolarının ceplerini yokluyor, bulduğu şeyi: aşırıyor, sonra vaziyetin beri lığını anlayınca bunları tekrar ©82) ki yerlerine koyuyordu. ve küpeleri onun için derin bir ıztırap oluyordu. Pırlanta lerin, küpelerin rahat rahat par.” maklarda, kulaklarda kalışı ona! âdeta bir acı veriyordu. Son zamanlarda tuhaf bir âdet edinmişti. Yazıhanesinde iken mahsus kasasının anahtarlarını kaybediyordu: — Eyvah anahtarlarımi kay. bettim!, diye evvelâ sahte bir te-) lâş... Sonrar” — Maamafihi zarar yok... diye ilâve ediyordu. On beş dakika" sonra bir kaç “vidasını sökmek suretile kasayı açıyordu. Kasayi açtıktan sonra bir müddet para” ların önünde hayran, gözleri iş tiha ile açılmış'uzun uzun bakı-, yordu. Bir dolabı, bir kasayı anahtar sız açmak, bir yere kapıdan gir- mek kadar ona zevk ve heye can veriyordu. O günü hemen ta- mirci çağırılıyor, sökülen kasa iyi- ce tamir ediliyor, yeni bir anahtar yapılıyor, fakat beyefendi ertesi günü gene anahtarı kaybediyor, kasa tekrar sökülüyordu. Bir zaman geldi ki büsbütün ağırından. çıktı. Artık erkek misafirlerinin cüzdanlarına da el atmağa başlamıştı. yavaş bütün misafirlerini yokluyordu. Fakat bu onu hayretten hayrete yordu. Bazan milyonlar. dan, binlerce liralardan, kasala- rından, zenginliklerinden bahss- den misafirlerinin . cüzdanlarını bomboş buluyordu. Bazı cüzdan- larda tek, eskimiş, yıpranmı vallı bir yeşil liracık boynu bü: ük yapayalnız yaşıyordu. İ © Yalnız mizafirleri arasında bir İ tek kişinin cüzdanımı aşıraman mıştı, Bu Mecdi bey isminde genç bir adamdı, Yakışıklı açık- göz ve sportmen bir delikanlı idi, İyi dans ederdi, Geniş omuzları vardı. Bir gün hissettirmeden ona yaklaştı, Iâfa tuttu. Ve sportmen delikanlının cüzdanı biraz sonra kendi cebinde idi. Derin bir ne- fes aldı. Mecdinin cüzdanını aşi yamamak onun için zeti nefis meselesi olmuştu. Doğ ru helâya koştu. Acaba bu şık ve yüksek perdeden atan delikanlı: nın cüzdanında ne vardı? He yecanla açtı ve duraladı. Karısi- min fotoğrafı ile, yeni çıkardığı fotoğrafile karşılaşmıştı. Resmin altında iki satır vardı? «Vücudum senden ayrı Ba- ri hayalim koynunun üzerinde Bir yaldız ' Adapazarında dikiş, nakış sergisi, Adapazarı 6 (Hususi) — Biçki, iş yurdu fırka binasında bir sergi açmıştır. Sergi çok güzel surette tanzim edilmiştir. e Hanımlarda hummalı bir çalışı mevcuttur, Sergi heyetini ve diploma alan hanları tebrik deri. i