— Mayıs 1933 rik EE ASYADAN BİR GÜNEŞ DOĞUYOR * İSKENDER FAHREDDİN Duvarın an (Yıldız )ı gözetliyen adam; bir ses işitti: “ Yüreğimdeki ateşin adına (sevgi ) diyor- lar... Bunu emmi eline düştükten sonra anladım! ,, O gece akıncılar Baygöle doğru in le Aydın ee me: ri çok dayak e) ın hazırladığı yere uza enç kız e ei çocuğunu uyut” Aydın) 1 uyutmak tu. — Tanrı ayırmadı.. işti Dün kulübede seni ab yınca ne Er çok üzüldüm.. Ağ- a n uyumaz, balıktılar.. Davran: İn Üzerime bi İL. saldır- dılar. nama- ye yi nerede geçirdin? — Kıratlıların arasında.. Reisi fena bir Ee değil, Bizi bir kulü- beye gönderdi — Kul bee | kiminle da — Çetin ile... Beni o kaçırt- . Seni'de gözümün önünde öldürmek istiyordu. — Geceyi bir odada mı geçir- diniz? — Evet.. Fakat, ben mini kapamadım. Ve nihayet o üzerime | atı lari ibi istedi. O en fırladım ve onu Men dky attı — Bundan, çok ii olacak ki, sabahleyin ilk işi beni yakalat- mak oldu. Genç kız — Buda le kalacak mıyız? — ye sormak istedi ydın) 1 ım işli > li i ın çıkarıyo! Deli Ma . lin. ai yacaktı Yıldız başka bir şey soramadı. — Gözlerini kapa, Ayı e ! Ben seni bekliyeceğim... “ded Yıldızın demir bilekli leri şim- di bir kır kelebek yem (Ay dın) in alnında dolaşı (Yıldız) m ate: kül lemek için, Go in ike uyumasını istemişi i m — Yüreğimdeki yangının adı «sevgi» olacak.. iye kili ii dd Aydın uyuduktan sonra kendi de uyuya- dolaşan nöbetçilerden uyordu. Reis on- ymuştu, , Zaten gözcüler de birer ağaç dibine oturmuşlar, uyuklamağa başlamışlardı. (Yıldız) da az yorgun değildi. (Çetin) in sırtını yere getirmek için ne zahmet çekmiş, ne ter dök- Müştü. Saçlarının dipleri çok sizlıyor- Kahpe delikanlı, genç kızı yen- mek için nihayet saçlarına sarıl. inaktan başka çare bulamamıştı. Yıldız, her telinden ayrı ayrı &cılar duyan saçlarını kökünden koparsalardı, hasmının yakasını gene e ir sonu- na kadar boğuşa (Çetin) in İkgeliklrini yeri nerek, onu geberttiğine çok 5 niyordu. Artık, yeryüzünde bir tek düş- manı kalmamıştı. Idız) leş gözliğini gö- remediği için, bundan a düş- mansız yaşıyacağını iliğordiz Her güzelin sonsuz düşmanı oldu- gunu bilmiyordu. (Yıldız) ın (Tongur) olacal Kabile reisi, üdamlarından > rine, sierken e ice şu emri V: mişti iri düşmanı u çoban, e bir adama bamiyor. inle ZE Ma (Yık dız) ın yalnız Harak! ek çini il vr meğe kalkışırsa, e vaki it ili bir gece hendeğin bi arlar- sın! (Yıldız) ir " gelineiye e dar hiç kimse koklamıyacak, an: ladın mı? ##& (Tongur) dan bu emri alan gözcü, gecenin karanlıkları ara- sından yılan gibi süzülerek (Yıl- dız) ın yattığı odaya kadar sokul- muştu. Gözcü, genç kız ile Aydın ara- sındaki bağların derecesini an- w sahiden iki süt kardeş im mi yapar aki oyuğa gözünü nü yerleştirmişti, Odanın içi- ni iyice görüyordu. (Aydın) çoktan uyumı (Yıldız) hâlâ Deli işbann ai ucunda oturuyor.. saçlarını ve açık gil guler. Gözcü bu manzaradan fazla şüpheye düşmemişti. Saatlerce dayak yiyen ve akla sığmıyan işkenceler gören bir ada- mı, süt kardeşi, elbette sevip ok- şıyacaktı. Gözcü çekilmek üzere idi. İki eter (Elâgöz) gencini başbaşa bırakıp gideceği sırada, (Yıldız) ın sesini işitti: — Yüreğimdeki ateşin adına «sevgi» diyorlar.. Bunu geç anla- dım. Şimdi ikimiz de düşman elin- deyiz. Bu ateşi keşki Baygöl kıyı- larında duysaydım (Çetin) i oğdum. Fakat, bir kedi, karşısı- na çıkan her aslanı ürkütebilir mi? (Arkası var) Akşam Uzun hikâye harriri : O gün Behice a > lim eri ;esinde, Lâl im intil eni Behic: fendi, “ilk ilemi ” ol çıkmış s1 , Oradan un, azırun, Os- manlıca bildikleri için, bunu zevkle dinledi. Mevzu cidden güzel Fak ifadesi itibarile eskimiş. Meselâ «Esatiri ir varmış, bir yokmu: Efsaneler devrinde, iŞ. mabutla- rın en büyüğü sayılan Jüpiter, esut bir gün, insanlari m “e fikrine kapılarak, cenn ce- hennem ilâhı olan — maksadını açar. Bunlar: — Ne tuhaf düşünce! - diye tihza ile maksi ederlerse de, biç Jüpiter Sak bir mabut, zihni- ne koyduğu işin, kuvveden file getirmeğe BRL geri du- rur mu? nun icraya koymak çare- lerini ihzarda kalır. a biraz < düşündükten » diye sini bat seyyareyi huzi kalmakta ve müneccimler m kıyı kağ bibi Sü luğunu haber söyyanelerle Jüpiter arasında şöyle bir muha- vere cereyan eder: — İşte gel idik. Emriniz nedir? cırahınız için, her birinize yev- miye iü riyal tahsis et — Yı va d m kiymetini bilmezler. Ola için bahtiyarlık için ne lâ- Zımsa, sizin vasitanızla insanlara cağım. —» Baş üstüne... ımız nedir? — Şövle sıra ile dizilip, önüm- den birer birer geçiniz ir Seyyareler mabudun emri; - at ettiler. Jüpiter, birincisine «sen zekâ Fakat, sataca- s2 ve ei ok İS a O ço alyan ; yanl ve ir e e lerde dua eden insanların lk şey şey- lerin bunlar olduğu saadetin de bu şili şeyle kaim olacağını sanmıştı. Vakıa, öyle de olmak lâzım gelir a Jüpiter, seyyarelere? ydi gidin! Şu lâhuti mal. | ları mümkün olduğu kadar çokça | satmağa gayren edin! « diyerek izin verdiği : sirada müşavirleri kahkahadan katılıyorlardı? Seyyareler 0 Merhum Âli bey Li Bu ne tuhaf fi Seyyareler, yol aşi tamamlayıp, satmağa memur ol- dukları malları göklerin deposun- dan muntazam sandıklar içine koyarak yanlarına aldıktan sonra arz üzerindeki büyücek bir şehre indiler. Birinci seyyare, şehrin sokak- larında: — Zekâ ve fetanet satarım!... zekâ ve tg Smm . Zekâ nç Şi za satılan maldan evvel sere reni vrına, ii a il Güzel karı amma, taassup. üstünden akıyor... Yazık... Kadınlar: ele şu sersem karıya bak! ze zekâ ve fetanet satmak is- cımız mı var? Güzel satacak an) sermayesini kediye açlığından ölür, gö: 5 Seyyare, sokak sokak dolaşır- sa da, bir habbe satmağa mu- vaffak olamaz. Nihayet, bir kapı görüp içeri girer. Meğer, burası bir medrese ii rdüğü is odasına dalarak: — Zekâ ve fetanet alan yok ?... - diye nida etmesi, mev- cut âzanın hiddetini mucip olur. Seyyareyi dn dışarı atarak, bir daha böyle kendilerine lüzumu olmıyan eğme, satıcılarını içe- riye kğ için kapıcıya tenbih ederi Zazallı seyyare... Hakkında re- va görülen şu muameleden mah- cup ve mütecessir olursa da satmağa memur bulunduğu ma- lın değerine ze yese ka- ne zifesini ifaya Mahalle Ri ie dolaştığı si- rada, içinde bir çok insanların ellerile işaretler ettiklerini . ve avazları vi bağırdık- arını gördü. biri, iğeenir söylediğini dinli bağırıp lu. Se: — Bunlar lake en etten ae akıl ve İçeri girerek: — Zekâ ve fetanet! - diye ba- ğirmağa başladıysa da halkın şa- matasından kimseye işittirmeğe muvafak olamadı. . Yalnız, biri, koltuğunda bir çanta, diğeri, elindeki bir kâğıda kurşun kalemile bir takım rak- yazmakta yi İm n geçerken, ve fetanet İŞ dedi ğini ini bir ; şirketin hisseleri ol all »dedilerse de, durup sor- madılar. Meğer, bürası, borsa imiş. Seyyare, gene . e Feta: satar, Şrdiği sırada, tellâllardari vi yanına gelerek du: satıyorsun? — Evet, Zekânin ne demek olduğunu bilir misin? — Hayır. Fakat işittim, İ belli, yeni teşekkül et- Sahife 9 Ankara sergisi — Borsaca kabul ölileliği se Kem mili? — Hayı —o kaldö senin burada işin ne? ee erer ei borsada dolaştığı ve kabul olun. di. imiş. Kalabalık) ser, seyyareyi, cehaletinden ve memleketin acemisi olmasından dolayı vi atmadı. Sadece, s0- 'kağa koğdu. B nci seyyare bu felâketler içinde çabalaya Sa in cihetinde de, bir «iffet ve iatikamet Gez. sia al ve sene mey ini m Tn rem hükmetmek istedi- lerse de, tavrının ciddiyetine ba- karak tereddüt ve hayrette kak Zenginle: — Şimdi öetalki gibi büyük ko- naklar yapıldığı yok. apar- ımianlara eşyamız güç sığıyor, iffet ve istikameti ye koya- cağız? Fakirler: — öyle zikiymet şeyi nasıl ala- lım? Fedakârlık edip alsak bile, bizim - bir seye geri oldu- yı : — im kıymeti nedir? — Sm — Yalaz çe k. — Öyleyse pek pahalı... Arkasını dönüp gitti. Seyyare, müşteri çıkmadığını rünce: ©: gi | i ben onların ayağına. pk » diye düşündü. karşi» | sında gördüğü büyük ir bindan ir ei ın koridorlarında halkın” uamelede bur nazarı dikkatini celbet. «— Acaba bu adamlara malı mı satabilir miyim?» diye müte- veddidane dolaşmağa başladı. (Arkası yarın) ln (Hatice Süreyya) edebil.