gp E. Tetrika No. 46 Yazan; ISKENDER YAMREYTİN — Bktibas ye tercüme halkı mahfuzdur.— Bilge yıldızlarla konuşmak istiyordu. Gece yarısı uzaktan bir gölge görd indi. Bilge hançe Bilge, Suz şehrini terkedecekt Alamlar Sumerlere (o mağlüp olmuşlardı. Ihtiyar Sumer kumandanı bir ar askerle şehir muhafızı k Suzda kalacaktı. Bilge geride kalan askerle Sirtellaya gitmek üzere hazırla Bıyordu. Bir akşam, Mısırlı dilenci sara- ya geldi. — Beni (Bilge)ye çıkarınız. Yıl- dzlardan mühim haberler. getir. Dedi. Bilge, yıldızlara bakarak istik- balden haber veren müneccimlere gok inanırdı. Zaten (Nipur)da ona, Asur. lardanbiri: “Sen meşhur bir insan olacaksın? Fakat, ölümün çok hazin olacakl, dememiş miydi? Mısırlıyı çağırdı. Ihtiyar dilenci, genç kızın ya pına zaman çok heyecanlıydı. — Size fenahaberler getirdim, dedi, eğer beni cezalandırmazsa- Bız, bu gece yıldızlardan öğrendi- ğim — istikbalinizi — size açıkça söyleyeyim Bilge Mısırlıya teminat verdi hakim bir se söylel Ihtiyar Misırlı sakallarını akk anlatmağa başladı: — Alam paytahtım zaptelti- piz! Alem hüküümdarını esir ald pul Düşmanmızın hazineleri elinize! geçli.. Zenğin ve meşhur oldu- buz! memleketinize muzaffer olarak dönüyorsunuz! Falçak unutmayın ki, buradan Sirtellaya giderken, büyük tehlikeler geçireceksiniz! Çok düş- — Ben sinirlerine kadınım, Ne gördü Dedi ok: manlarınız. varl Bu gece sizin ldızmızla konuştum. Bana: “Git, Bilgeye haber ver; müteyakkız bulunsun. Düşmanları ona müthiş, bir pusu kurdular. lstikbali teb- dedi. canı sıkıldı, , bana dali iyi haberler verirdi. Ben Suzda kim- senin" canını yakmadım, Kimsenin. malını yağma ettirmedim öüyük | tanrı ya hakaret edenleri bile affettim, Düşmanlarım neden bana pusu kursunlar? Neden bana fe- Balık yapsınlar? Ihtiyar cevap verdi — Yıldızınızın verdi; imanını haberlere Bilge! Bundan sonra yü- rüyeceğiniz yollarda ölüm tehlike- leri geçireceksiniz! Kendinizi mu- hafaza etmelisiniz! — Yıldızımın beni ikaz ettiğine yeceğim yollardaki ölüm tehlike- | İerinden korumak için ne yapma- ayım? — Yıldızın doğduğu saatta ona ellerinizi açıp dua ediniz ve onunla konuşunuz! — Ben yıldızını tanımam ki. Onunla nasıl konuşayım? Ibtiyar dilenci, muhatabına mat telkin eden bir tavurla kol- larını göğüsünde kavuşturdu. — Sizin yıldızımız gece yar sından bir saat sonra doğar, Bilgel Eğer kendisiyle görüşmek arzu ederseniz, bu gece benim kalübeme geliniz! Yıldızınız do- Şarken size gösteririm ve onunla sizi konuşturmağa çalışırım. Bilge, kendi yıldızile konuşma- nın faydasız olmıyacağını düşündü — Peki, geliri gel, Birlikte gide — Fakat, yalnız gideceğiz... Sarayın arka kapısına ini beline takmıştı. Yanımızda benden başka kimse olursa, yıldızla konuşamazsınız! — O halde muhafızlarıma ha- ber vermeden gelirim... Sen gece yarısı sarayın Önünde dolaşırsınl Ben pencereden seni görünce arka kapıdan çıkar, gelirim. Yak nız ikimiz gideriz. Bilge geceyi Acaba, kendi yıldızı, ona daha neler söyliyecek.. Ne mühim $ey- | ler haber verecekti?! Bilge batıl itikatlara kapılma” yan, taş mabuduna ebemmiyet vermeyen bir insan olduğu halde kendi elile öldürdüğü (Efsar) ona 'Niur da yıldızlardan cok basetmişti. bir yıldızı vardı, Genç kız yıldızını tanımak istiyordu. Nipurdeki sihirbazlar, biç kim- seye kendi yıldızını göstermez derdi. Bilge, Alam şehrinde bu sırra da vakıf olacaktı. Kendi kendine: — Mademki (Sirtella) yolunda bir ölüm tehlikesi geçireceğim. O halde yıldızımla mutlaka ko nuşmalıyım, diyordu, eğer yıldızım bana tehlikesiz bir yol gösterirse, bende o yoldan giderim. Bilge, gece yarısı, pencerenin Iç tarafında otururken, uzakta dolaşan bir gölğe gördü Ibtiyar Mısırlı, sarayın önüne gelmişti. Kapıda nöbet bekliyen Sumer askerlerinin ayak sesleri işidli yordu. Sarayda yatan zabitler uykuya dalmışlardı. Bilge hançerini beline taktı. Odasından çıkarak, yavaş yavaş, #arayın arka kapısına indi. Bu kapının anahtarını Bilge daima üzerinde taşıyordu. Alam hazinesinin anahtarı da Bilge'nin belinde idi. il Sr UMUM EMLÂK ACENTESİ Müessesesine tevdi ediniz | BAHÇEKAPI TAŞ HAN No. 20-21-22 TELERON 20307 Posta Kutusu 568 Kiza itina “gtr “erlsala! | Pahalılık Geçinme masrafı İzmirde Istanbuldan daha ucuz Ticaret odasının yaptığı bir hesaba göre, şehrimizde, baba, biri bir buçuk diğeri yedi ve üçüncü de on beş yaşlarında iç çocuktan ibaret orta balli bir ailenin, bir aylık giyecek, yiyecek, | tenvirat, mahrakat, ev kirası mas- Diğer taraftan İzmir ticaret odasında hayat pahalılığı hak- elma ela yapmıştır. Bu tetkikata göre, Izmi rinde ana, baba ve üç çocu mürekkep orta halli bir aile, teşrini evvel ayında, giyecek, yiyecek, tenvirat, yakacak, ev kirası gibi ihtiyaçlarına 103 lira 74 kuruş sarfetmektedir. Aynı le harpten evvel, yani 9ld senesinde bu ihtiyaçlarını 956 kuruşla temin edebiliyorrdu. Şu hesaba göre İzmirde, gerek evvel ve gerekse hârpten sonra, geçinme masraflarının, İstanbula nazaran daba ucuz olduğu anla- şılmaktadır. Sabıkalı hırsız Cürmü meşhut halinde yakayı ele verdi bıkalı bir. hursız evvelki gece iş başında yakalam maşkır. Mustafı şeb trikçi Yervant efen. Bına girerek eline ampul, elektrik aletleri ve saireyi toplayıp dük- kândan çılmıştır. Fakat tam bu sırada polislerle karşılaşmıştır) Mustafa, polisleri görünce kaçmak istemişse de yakayı ele vermiştir. Tahkikat devam ediyor. Feci cinayet Bekçiyi balta ile öldürerek kuyuya atmışlar Bergamanın Kınık ahiyesinde Çam köyde bekçilik eden Ali çavuş feci bir surette öldürür müştür. Ali çavuş; Manisa hududunda bekçilik vazifesini yaparken Ar- adere köyü halkından | bazı woselerle kavga etmiştir. Zaten yan otlatmak merada hayvanlarını istiyorlardı. Kavganın neticesi çok müthiş olmuş ve bekçi Ali çavuş öldürüldükten sanra meradaki susuz kuyulardan birisine atılmış, üzerine de taş doldurulmuş, bu suretle işlenen cinayet örtülmek istenmiştir. Ali çavuşun cesedi kuyuda bulunmuştur. Ceset parçalanmış ve üzerine atılan taşlardan ezil- miş bir halde idi. Yapılan tahki- katta katillerin Arpadere köyün- den Mehmet oğlu Ismail, İsmail oğlu Musa, Osman oğlu Ismail ve Halil Ibrahim oğlu Memet olduğu / anlaşılmıştır. Cinayeti balta ile işlemişlerdir. atiller yakalanmıştır. İOsmanlı bankasını dolandıranlar Sahte vesaikle Osmanlı banka- sından (10000) küsur lira dolan- dıran beynelmilel meşhur dolan- dırcı Yunan tebaasından Alek- sandr Çovazın cürüm arkadaşı olmakla mazmun Yunan tal dan Istefan Teodora İzmir müd- dei umumiliğince tevkif olunmuş ve Bursaya gönderilmiştir. i Muhasebe girdi & — Mühim bir havadis, var, dedi. Hepimiz anl bir merakla ken- disine baktık. Amelebaşi Süley- man Çavuş sordu: — Hayırola Ihsan bey? — Pek hayırlı değil çavuş. Şirket, işlerin kesatlığından kad- rolarda tensikata karar vermiş. Hem ameleden, hem memurinden çoğumuza yol görünüyor galiba.. Odada bir kaç kakikalık ezici, Üzücü bir süküt hasıl oldu. Yüz çeşit acı ihtimalin zihinlere yü- rüyüşünden bütün çebreler soluk, kirli bir renk aldı, Günlük vukuat defterinin üzerine eğilmiş bir kâtip, donuk gözlerini kaldır — Bu tensikatı kim yapıyor acaba dedi, merkez mi, yoksa buradaki müdüriyet mi? — Tabit| burası — Yandık öyle ise. — Neden? Kayıt kâtibi hayretle doğruldu: — Direktörü tanımıyor. gibi soruyorsun “Ihsan bey. Bizi o adamın eline düşüren mukadde- rata bilmem ki ne demeli? Muhasebe kâtibi derhal atıldı: — Bu hükümde aecle etme azizim, Direktörü hepimiz şimdiye kadar kalpsiz, vicdansıs bir adam kâtibi hızla içeri zenneder ve hep o gözle görürdük değil mi? — Şüphesiz. — Fakat pek te öyle değilmiş. bilen bir şabsiyetmiş. — Ne gibi, Ihsan bey, anlaya mayoruz? — Ne gibi olacak, direktör merkezin bu emrini infaz etmek- tense fayı tercih etmiş ve bu günden itibaren çekilmiş. Bakalım yerine kim gelecek? Herkes tanccüple | birbirine bakışıyordu. Süleyman Çavuş — Aşkolsun, dedi, gene İyi adammış. Başkası: — Kolay iş değil arkadaş, diyordu, bu kadar kişinin ekme- ile oynamak her kesin kârı mi? Direktör hakikaten insan adammış, yüreği götürmedi zahir Çebrelerde yeni ümit ışıkları belirmişti. Kayıt kâtibi daha ferah bir sesle ve ilk mütalâas nın tevili gil — Hepimir, dedi, direktörün az çok hışmına uğradık. Gösler- diği şiddet bizde fena tesirler yapmış, kendisi için fena hüküm- İere yol açmıştı. Fakat kim ne derse desin, bu son hareketi bana bütün masebakı unutturdu. — Var olsun. — Âlicenap adammış doğrusu. — Vicdan meselesi bu azizim, lâ değil O gece kasabanın biricik gazi- mosuna çıkmıştım. o Oturduğum yerden gözucü ile tanıdık bi araştırırken kapıdan içeri şir- ketin başkâtibi girdi. Çok sami mi görüştüğüm bu arkadaşı aynı zamanda, büyük bir sevinçle kar- şıladım. o Çünkü başkâtip nevi şahsına munbasır bir kimseydi. Her zaman şendi, her zaman boşsöhbetti. Ve böyle ruhumun czgin ve kederli bir zamanında onun samimi arkadaşlığına cidden ihtiyacım vardı. Ilk lâkırdı mevzuu şüphesiz, bizim mevzuumuzdu. Bizim, yani Şirket memurlarının. Arkadaşım, Yüreğinde aynı müşterek endişe- nin ezgisini taşımakla beraber bir parça da tevekküle fazla yer veren şen tabiatı sayesinde hem beni, hem de kendini avundur- mağa uğraşıyor, ruhumuzu saran hüzün ve elem karanlıkları onun kahkahalar davet eden çok boş ve nükteli sözleri ile vakit vakit darma dağın oluyordu. ak sordum: — Direktörün çekilmesine ne dersin? 0 mek çin kaldırdığı birası tekrar yerine koyarak dalı mânâli m baktı: iz —Ne diyeyim,'dedi, düşünüyorum battâ öyle tecrübesi kıt insanlarız ki, her düşünüşümüzde ve her hükmümüzde bu görgü ve bu tecrübe fıkaralığının bir muzipli- Hine kurban giderir. Meselâ şu direktör hakkında yürütülen son bükme... Sözünl kestim: — Çok doğru dedim, zavallı adamın zevahirine aldanıp verdi- gimiz eski haksız hükümleri düşü- Düyorum da kendi kendime utanı- yorum, Arkadaşım hirden kahkahalarla güldü: — Ya neticeyi nasıl karşıladınız? — Şüphesiz büyük bir âlicenap- yi ek 4 O bir azalaylı, ilâve ediyordu: — Çok mertçe bir hareket. — Elbette fazilet kalmadı di yenler utansın. — Daha utansın. “Arkadaşımın son mütalâası ay- karı düşmüştü. Ben şaşaladım. O yarım kalan birasını içtikten sonra sanki başka bir mevzua geçmiş gibi — Ha, dedi, belki duymamış dır. evvelki gün, işinden çıka- ran bir amele, Sebat şirketinin rektörünü vurmuş. Ben hâlâ şaşkınlıktan kurtula- mamıştım. Ve bu havadisle büs- bütün karışan zihnim biribirme zıt düşüncelerin hücumu altında bu- palırken bir taraftanda yarım yamalak, vukuatı tahlile uğraşı yordum, Sebat şirketi direktörü Tünün vurulması. ve birdenbire beynimde sanki bir şimşek çaktı Acaba bizim müdürün çekilmesi de. Bu sıra arkadaşım mutat neş- esile bir kahkaha daha atarak: — Hasılı, azizim, diyordu, bütün hükümlerimizde öyle isabetsiz doğrusu, — fazilet insanlarız ki Tarihi camiler Beş senede kâmilen tamir edilecek kıymeti olan daha bir çok camiler yardır ki bakımsızlık yüzünden harap olmaktadır. Evkaf idaresi bu vaziyeti nazarı dikkate alarak harap ve tamire muhtaç olan bütün tarihi camileri tamir ettirmek istiyor. Ancak, bütçe © vaziyeti O münasebeti bunların hepsini birden tamir imkân görülmüyor. Onun için bir program hazırlanacak, program (mucibince en ziya" de harap ve tamire muhtaç cami ilk önce tamir edilecektir. Bu program hazırlandıktan sonra mimari ve tarihi kıymeti olan bütün harap camiler beş sene işinde kâmilen tamir edilmiş ola caklardır. Lik maçları fikstürü stanbul Futbol heyetinde maçlarına ait fikstürün ta ve kur'a keşidesi için 28 teşri sani 932 pazartesi günü saat 17,30 da klüplerin | selâhiyeti birer mürahhaslarının mıntak: göndermeleri ve mürahhas gö, dermeyen klüplerin maçlara ithal edilmiyeceği ehemmiyetle tebliğ olunur.