0, Ağı stos 1932 Giyeli | (| TeirikaNo.18 AŞK DİLENCİLERİ Nakleden: ISKENDER FAHRETTİN — Akşam. ———— 29 Ağustos 1932 “Obh.. Siz de bni anlıyamadınız ! Zaten erkekler, kadınların ruhlarından ziyade yüzleri, tuvaletleri, ziynetlerile meşgul olurlar. Siz de onlardansınız, değil mi? — Açmak değil, kapamak daha ha- yırlıdır. — Merak etmiyor musun? Bir dafa açıp baksaydın..! — Kaçakcı gemi- lerindeki tayfalar çok şerir ve mütecaviz insanlardır. e Onların kavgalarını seyretmek, zannedildiği (o kadar zevkli bir şey değil dir. Barney merak ve heyecan içinde kama- ranın kapısını açmak isterken, dışardan yüksek bir ses işitildi: — Mis Barney, köpiyı açınız ! Cim'in rengi sap sarı oOoldu. Kendi kendine : — Bu da kim..? bakarak: Burada Barney'in yat- tığını ne biliyor? | Yüksek sesle dışarıya doğru cevap verdi: — Yanlış kamaraya gelmiş olacaksınız, efendim! Burada Mis Cimden başka bir kadın yok. kapının şiddetli sar- gn lıları arasında yükseldi: — Tevkifhaneden firar eden Aynı ses, Mis Barneyi görmek istiyoruz. Kapıyı açınız! — Yanlış geldiniz, dedik ya! Eurada Barney isminde bir kadın yok. — Kapıyı kırmağa mecbur ola- cağız.. Kendi elinizle açarsanız, sizin için daha iyi olur.. Haydi, bizi kapıda bekletmeyiniz ! — Tehdit öyle mi?! Kapı çok şiddetli sarsılıyordu. Sürmenin demiri kalın olduğun- dan, itmekle açmak kabil değildi. Barney: — Eyvah bizi tevkife geldiler.. diyerek ağlamağa başlamıştı. Cim rovelverini eline aldı: — Korkma yavrum! Ben seni bir kaçakçı gemisinden polise kolay kolay teslim edemem... — Ne yapacaksın? — Mukavemet.. — Hayır.. Kapıyı aç! Ben teslim olacağım.. Polise karşı mukavemet manasızdır. Cim genç kadının göğsünden ittiz — Sen sus.. Deniz ortasında polis kuvvetlerinden korkmak gü- lünç olur. Bu geminin süvarisi benim çok eski ve samimi bir dostumdur. Bizi polise teslim etmek, onun için kahpece bir hareket olur.. Korkma! Barney bu esnada süvarinin ziline bastı. Cim, kamaradaki gizli zil tertibatından haberdar değildi. Kaçakçı gemilerinde, ani baskınlardan derhal süvariyi ha- berdar etmek için yapılan zil tertibatından ilk önce mis Barney istifade etmişti. Zil çalınca ge- minin birdenbire yolunu kestiği bissedildi. Dışarıdaki gürültü bara- retle devam ediyordu. Beş dakika sonra, kamaranın önünde süvari- nin yüksek ve sert sesini işittiler: — Ne var.. Ne oluyorsunuz? Zili çalan kimdir? Gürültü arasında ikinci kaptan bağırdı: — Ameleyi ihtilâle veren bir serir var. Mahvoluvoruz, kuman- Mis Barney gözünün ucile genç kaptana — Mukadderatım onun elindedir. Dedi ve çeketinin ucundan çekerek güldü. dan! Bütün esrarımızı zabıtaya ihbar edecek olan bu adam, ka- marasını içinden sürmelemiş.. Bize mukavemet ediyor. Geminin süvarisi sesle cevap verdi: — Derhal kömürlüğe atınız.. boğuk bir | Ne duruyorsunuz? Cim, süvarinin sesini işitince derhal kapıyı açmağa mecbur oldu ve kapının önünde toplanan tayfalara bağırdı: — Ben süvarinin dostuyum... Siz yanlış kapı çalıyorsunuz! Ikinci kaptan: .. — İşte elinderovelveri de var.. Üzerimize yürüyor, dedi. Ve tayfalara hitaben: — Yakalayınız! Diyerek Okamaranın kapısına atıldı. Tayfalardan biri ilk hamlede Cimi'n kollarına sarıldı ve elinden silâhını aldı. Kamara önünde bir kaç saniye devam eden bir buğuşmadan son- ra, tayfalar Cim'in kollarını bağ- lamışlardı. Cim haykırıyordu: — Siz çıldırdınız mı? Beni nereye (o götürüyorsunuz ? Ben diğer yolculardan bir misli fazla ücret vererek geminize bindim. Karımla beraber New - York'a gidiyorum. Beni ne zannediyor- sunuz? Ben ne hırsız, ne de bir dolandırıcıyım. Seyahat ücretini süvariye peşin vermiş, zengin bir adamım... Ikinci kaptan tayfalara bakarak güldü: — Söylediklerine kulak verme- yiniz! Kamarasına sakladığı kadın kendi zevcesi değildir. Bu adam bir dakika zarfında kömürlüğe atılmazsa, hepimizin hayatı tehli- keye düşecektir. Tayfalar Cimi kömürlüğe götür- düler, merdivenden aşağı indirdik- | len sonra yanıma bir şişe su bırakarak kollarını ayağını zencirlediler.. o Kapısını kilitleyip yanından ayrıldılar, Cim kömürlükte kolları çözül- düğü zaman, yeni uykudan uya- nan bir sarhoş sersemliğile göz- lerini uvuşturuyordu. * “Çim, kömürlüğe atıldıktan sonra... — Bakınız, saat tamam bir İ da koynunda çözdüler ve | Kan tahlili. Bir insanın tabiatını gösteriyormuş Bir şahsın ahlâk ve tabiatını anlamak için el yazısina bakmağa, çehresini tetkik etmeğe el falına bakmağa ve sair usullere baş vurmağa lüzum yoktur. Bu hususta yapılacak kimyevi bir tahlil, pek müsbet neticeler vermektedir. Meselâ bir kadında: analık his- sinin me raddeye kadar inkişaf etmiş olduğunu anlamak mı ister- siniz? Kanda yapılacak bir tahlilde bulunacak manganez miktarı, bu noktayı tesbite kâfidir. Eğer manganez nisbeti az ise, bu o kadında analık hissinin zayıf ol- duğunu gösterir. Manganez mürkkebatı itibarile zengin bir gıda, bu noksanlığı telâfiye kâfidir. Kıskanç tabiatlı olanların ka- nında iyot miktarı, kıskanç olmı- yanlara disbetle, iki misli fazla- ladır. Binaenaleyh kıskanç olanlar yaz tatillerini iyodu fazla olan deniz sahillerinde geçirmemelidirler. Cümlei asabiyede fosfor fazlalığı, dehaya alâmet addolunuyor. Fakat ilim ve fen şan ve şerefe müntehi olan bu nisbeti henüz sarih bir surette tesbite muvaffak olama- mıştır. Almanyada işsizlik i Berlin 27 (Hususi) — Bir ista- tistiğe nazaren 1932nin ilk üç ayı zarfında işsizlerin adedi 25 buçuk milyona baliğ olmuşur. 1931 senesi kânunusaniden mar- tına kadar işsizlerin adedi fev- kalâde çoğalmıştı. buçuk! Haniya on ikide kamarama gelecektiniz..? — Ben söz vermemiştim ki... — Fakat, ben ısrar etmiştim. — Ne çıkar..?! Ben de gelme- mekte ısrar etseydim... .— Bir cinayete daha sebebiyet verebilirdiniz ! — Ben şimdiye kadar hiç bir fenalığa âlet olmadım. — Fakat sebep oldunuz! — Hayır ... Hatırlamıyorum. — Kolonel Allisonun katili siz değil misiniz? — Obh.. rica ederim Beni kamaranıza bunun çağırmıştınız? — Sizden hesap sormağa hak- kım yok. Yalnız bana olduğunuz gibi görünmezseniz, size hakihi çehrenizi göstermek için cebim- deki aynayı çıkarmağa mecbur olacağım! — Ben kendimi aynasız daha iyi görüyorum ... Hacet yok. Ne- zaketinize teşekkür ederim! Çok çentilmen bir babriyelisiniz ! susunuz! için mi Ikinci kaptan sivil giyinmişti. Nöbet vaktine daha iki buçuk saatı vardı. Bu müddet zarfında | genç ve dul kadınla çok iyi eğle- nebilecekti. Zaten Cim'e hitaben yazdığı o mühim cinayet vesikası saklıydı. £ Barney itiraz edecek olursa derhal o mek- | tubu göstererek tehdide kalkışa- caktı. Ikinci kaptan, cebinde böyle bir mektup bulundukça, mis Bar- neyi daima avcunun içinde bulun- duracağından emindi. Önce mis Barney havasızlıktan boğuluyordu. Ikinci kaptanla başbaşa kaldık- ları halde ondan da zevk almı- yordu. Halbuki, ikinci kaptan çok hafifmeşrep ve neşeli bir gençti. Mis Barneyi görür görmez sevmişti. Genç kadının gözlerinin içine bakarak: — Yavrum, dedi, siz bu surat- sız herifle nişanlı mısınız? (Arkası var) Sahife 9 bir hikâye | Her akşam J ) Reşit, o vaa evinden düşün- celi çıktı. Karısı ona bir oyun oynuyor muydu? Gene boynuna sarılmış, hiç de icap etmiyen aşırı iltifatlarla onu öpmüş, sevmişti. — Demek ki öğle yemeğine gelmiyeceksin ?... - demişti. Reşit, düşünüyordu : “ Kadınların (böyle iltifatları (altında, mutlaka hiyanet gizlidir. ,, lüzumsuz bir Akşam üzeri, eve dönünce, bir münasebetle sordu: — Sokağa çıktın mı? — Hayır! Yine, başka bir münasebetle sordu: — Misafir geldi mi? — Hayır. — Eve kimse gelmedi demek? — Gelmedi... — Hmmm... Pek âlâ... Fakat, karısı Âdilenin âdeti, evde bulunduğu müddetce, göz- lerine orinel Oodudaklarına rüj sürmemekti. Halbuki, bu akşam, Âdile boyanmıştı. Gerçi sırtında kimonu, ayaklarında terlik vardı. ! Fakat, bu kıyafetteyken çoraplarını ipek giymezdi. Ya eski bir çorap giyerdi, yahutta tire bir çorap... Bugün ise, ayaklarında ipek çorap vardı. Reşidin içine müthiş bir kurt düştü. Ertesi sabah, karısının gardro- bunda her şeye işaret koydu: Elbiselerine, ayakkaplarına, şap- kalarına... Hattâ, bunların şekillerinin bo- zulup o bozulmıyacağını anlamak için, bir kâğıda vaziyetlerinin krokilerini çizdi. Bu kâğıdı cebine sakladı. Akşam üstü, karısına sordu: — Sokağa çıktın mı? — Çıkamadım. — Eve kimse gildi mi? — Hayır... Karısının bulunmadığı bir sırada dolabı açtı. Eşya yerli yerinde duruyor. Hiç bir şeye dokunul- mamış. Ogün, içi rahatladı. Fakat ertesi sabah, içine bir kurt düşü. Zira, karısından, gene, lüzumun- dan ziyade iltifat gördü. Öpül- meler, sevilmele... — Öğle yemeğine gelmiyecek misin ? — Gelmiyeceğim.. Içine bir kurt düştü. Akşam üzeri, karısının yüzü gene boyalı. Elbiselerin, ayakka- Şüphe, Reşid'in yüreğini burgu gibi delmeğe başladı. Her neye (mal olursa olsun, hakikati Oöğrenmek isteyordu: Karısı, onu aldatıyor miydi? Ona yalan söylüyor miydi? eve biri geliyor miydi? Karısı, evden çıkı- yordu da ondan gizleyor miydi? Bunu tahkik etmek, öğrenmek için, Reşid'in yüreği yanıyordu. Kendisini bir yere gizleyip gö- zetlemeği düşündü. Fakat bunun bir çok manileri vardı: Evvelâ evlerinin cıvarında İ kahve filân yok ki, bir yerde | gizlensin... Karşıki kapının ara- | lığına gizlense, konu komşu tanır, mahallede rezil olur... Hem, dai- rede tensikat vardı. Yüz yirmi memurun yirmisini açığa çıkara- caklardı. Böyle bir devirde, velev hastalık o bahanesile, birkaç gün gaybubet, hiç te hoş olamazdı. Ve nihayet: Sokaklarda, saatlerce beklemek işine gelmezdi. Her sanatın bir usulü | bıların, şapkanın yeri değişmemiş.. vardır Nasıl takip ve tahkik ettirsin?.. Avrupada — ( Romanlarını oku okuduğumuz şekilde ) — Nat Pin- kerton, Şârlok Holmes gibi hu- susi polis hafiyeleri vardır. Ah, burada da bunlara benzer bir idarehane olsaydı da, bu hususi işinin takibini, Reşit, ona havale etseydi... Zile evin önünde kimi bekletmeli? kimi bekletmeli? dü şüncesile yolda yurüyordu. Arkadaşlarından birine bu işi havale etse boşboğazlık etmez miydi? Kendi muhitinden uzak birini tutsa?.. Fakat kimi?... Tam dairesinin (odönemecine gelmişti ki, onu çolak dilencinin duası, kendine getirdi: — Allah rızasiçin on paracık ver, beyefendi... Başının gözünün sadakası... Bu dilenci, her sabah, ondan, aynı dua ile para isterdi. Belki on seneden beri, bu adam, bu köşede dururdu. Alil kolunu teş- hir ederek umumun merhametini celbe uğraşırdı. Reşidin aklına birden bire şu fikir geldi: Hah, tamam... Şu dilenciye günde yirmi beş kuruş verse... O da, burada bekliyece- gine ve dileneceğine kendi evinin köşesinde beklese ve dilense... Hem sanatına sekte vurmaz, hem de onun işine yarar... — Buraya bak, baba... - diye söze başladı... Al şu yirmi beş kuruş... Beni dinle... Sana bir iş havale edeceğim... Dilenci, şaşırmış gibi, baktı: “bir iş mi?,, hasbelmeslek daima somurtkanlığa alışmış suratında bir acemi tebessüm belirdi: — Aman beyim... Estağfurul- lah... Haddim mi ?- gibi manasız ve yerinde olmıyan sözler söyledi. — Beni dinle... Burada bekli- yeceğine bizim evin önünde bek- liyeceksin... Ayaspaşada Turfa- ni'ye sokağında... Anlattı, Dilencinin şaşkınlığı (geçmiş, tabii hâli avdetetmişti; mütema- diyen: — Yok, olmaz beyim... yapa- maml-diye itiraz ediyordu. — Niçin yapamayasın?.. Gözü- nü bu kapıdan ayırmayacaksın... Oraya kim girdi, oradan kim çıktı, hepisini söyleyeceksin. Üste- lik yirmi beş kuruş... Haydi, elli olsun... — Istemem...- diye dilenci, gene kabul etmedi. Benim burada, alışkın müşterilerim var... Kimi beş, kimi on verir; akşama kadar bir, bir buçuk lira toplanır... Amme, siz, bana bir buçuk lirayı kendiniz vereceğinizi söyler- seniz de gene olmaz... İnsan, alıştığı yerden şaşmamalı... Her meslekte olduğu gibi, bu mes- lekte de yer değiştirmek iyi değil- dir. Adamcağız, cevap vermek is- tedi. Lâkin, bu sırada, Reşit'le dilenciye Obiri (yaklaşıyordu. dilenci, “haydi, beni işgal etme?,, gibi, Reşide baktı ve: — Allah rızasiçin... On para- cık... Başının gözünün sadakası...- diye yalvarmağa başladı. Nak Hikâyeci ) mananın araman Türk doktorları ve beynelmilel tıp kongresi Bükreşte eylülün on ikisinde beynelmilel bir tıp kongresi top- lanacaktır. Kongre umumi kâtibi, etibba odasına yazdığı bir mek- tupta, türk doktorlarını da davet etmiştir.