Sıcakla Son günlerde sicakların artması, halkın sıhhatini çok müteessir ediyor. Bildiğimiz, tanıdığımız bir çok kimseler) sıcakların ; tesirile sıhhatlerinden şikâyet £ ediyorlar. Nasıl kışın şiddetli soğuklar nezle, gıip gibi hastalıklara sebebiyet verirse şiddetli sıcaklarin'da do- gurduğu hastalıklar vardır. Sıcakların sıhhat üzerine tesiri ne gibi şeylerden ibarettir? Bunu mütehassıs ve mütefennin bir zattan öğrenmek istedik, Profesör doktor Besim Ömer paşa, yalnız türk tababetindeki kıymetli mevkii itibarile değil, memleketimizde on beş yirmi sene meclisi sıhbiyei umumiye ve tıbbiyei mülkiyenin âzalık ve riya- setinde bulunması, meşrutiyette sıhhiye müdüriyeti umumiyesini ifa etmesi ve sıhhate ait bir çok eserler neşreylemiş olması dola- yısile bu gibi bahislerde söz söy- lemeğe salâhiyettar bir. zattır. Bu itibar ile kendisini ziyaret eden bir muharririmizin “ricasını kabul eden muhterem müderris, sıcakların sıhhat üzerine tesirleri hakkındaki sualimize şu izahatı verdi: — Yaşayan her mahlük, hattâ yaşamayan her madde bulunduğu mahallin, mekân ve muhitin tesiri altındadır. Hayatta bulunan her şahıs, tesiri altında kaldığı harici eraitin, sıcak ve soğ mev- inek tesirine İni nlini müdafaa etmek mecburiyetindedir. Iradi ve gayrı iradi bu müdafaa- dan âciz kalan her yaşayan hiç şüphe yok ki bir müddet sonra u müessiratın zebunu olur. Sıcağa karşı bunun ihtiyari ha- ricinde müdafaası terlemesidir. Insanın derisinden süzülüp sathma çıkan ter tebahhur ederek vücudu serinlendirir. Bu yolda sudan mah- rom olan beden susayarak telâfi mafata ihtiyacını bildirir. Çocuklar ve ihtiyarlar Evet bu son gürlerdeki sıcak- lar hakikaten tahammül olunama- yacak dereceyi buldu. Tabii bu tesir yaşa, bünye ve mizaca, yaşa- yış tarzına, zaaf ve kuvvete göre değişir. Pek küçük yaşta olan- larla vücudu yılların ezici bir yükü altında yıpranan, örgüleri sertleşen, damarları (o katılaşan ihtiyarlar, bünyesi zaif, vücudu adeta bir deri ve bir kemikten ibaret bulunanlarla seksen kiloluk, yüzünden ter yerine kan damlı- cak kadar şişman, demevi birine sıcağın tesiri elbette bir değildir. Yaş cihetile sıcakların şidetin- den en ziyade mutazarrır olanlar hayatın iki ucunda o bulunan pek küçük çocuklarla ibtiyarlardır. Çok küçük çocuklar en ziyade bu sıcak (Oomevsimde, temmuz ağustos aylarında ölüyorlar. Biraz daha büyüklerine gelince bunlar için kış mevsimi nasıl tehlikeli ise bu mevsimde küçüklere o Isadar muhataralıdır. Bunlardan bir takımı nefes boruları iltihap- ları yani bir bronşit, zatürree, zatülcenmp ve saire ötekileri de hazım bozuklukları, hazım tesem- mümleri, dizanteri ve saire has- talıkların tesirile ölüyorlar. Çok küçük yaştakilerde her sene bu mevsimde ölüm ziyadeliği- karşısında alınan tedbirler vardır. Meselâ Avrupada evvelce tahsilde bulunduğum ve şimdi de hemen her sene sıhhat dilenciliğine çıktı- ğım zaman sokaklara polis idaresi ve şehremaneti tarafndan davar- lara yapıştırılmış olan ilânlar, rda sı 1 Her Profesör doktor Besim Gmer paşa gözümün önünden bir filmi gibi geçiyor: Nazarı dikkati celbetmek için bazı kelime ve sinema satırları büyük, küçük harflerle dizilmiş olan bu ilân şudur: “Çok küçük yavrularınızın ha- yatı, sıhhati tehlikede! Sıcaklardan çok çocuk ölüyor! Hazım yorgun- luklarına, mide ve bağırsak iltihap- larına, dizanteriye, çok dikkat ediniz, iyi bakınız, fena emzirmeyiniz, pis süt vermeyiniz, hekimlerin nasihatını dinleyiniz!,, İşte bugünlerde bazı küçüklerde bağırsak yorgunluğunun çokluğu, hattâ ne yazıkki bazılarının zıyaı beni sualinizin daha başlangıcında epey düşündüren bir mesele oldu. Onun için gazetenizin başlığının bu ilânı andıracak tarzda olmasını rica ederim. Çocuk vefiyatı yazın neden fazladır ? Çocuklarda bu ölüm sayısının çokluğu sebeplerini söylemek ve onlardan sakınarak korunma çare- lerini izah etmek lâzımdır. Evvelâ (o çocuklarda (görülen hazım bozukluğu, fena emzirme- den, fena sütten, fena ve çok beslemeden, fena dikkatten, fena bilgiden ileri geliyor. Bunlardan en mübimmi kayıt- sızlık ve bilgisizliktir. Maatteesüf, validelerden çoğu, çocuk yetiştir- mek ve büyütmek hususundaki malümattan haberdar değildirler. Çocuklarımıza bahusus sıcağın tesirile susuzluktan istedikleri ka- dar meme ve süt vermemeli, on- ları çok giydirmemeliyiz. Bu mev- simde çocukları (Oçok örtmek, çok giydirmek, çok yedirmek kadar (hazım (bozgunluklarına sebep olabilir. Yazın, süt çabuk bozulur, mikroplaşır. Bu mevsimde çocuklar, hattâ her yaştaki insanlar için muzır diğer bir sebep de haşarattır. Çocuklarımızı mümkün olabildiği kadar haşarattan, sivrisinek, pire ve tahta kurusu, kara sinek ve saireden korumalıyız. Bilmeliyiz ki bunlar, sıtma, verem, dizanteri, kellik, beyin humması, kara ka- barcık ve daha bir çok hasta- lıkları geçirirler. Çocuklara kedi, köpek vesair hayvanları yaklaş- tırmamalıyız. yerde obahusus büyük şehirlerde su ve süt meselesi en mühim bir sıhhat meselesidir. Süt meselesi inek, mer'a, ahır, takay- yüt ve ihtimam, sağma ve naklet- mek, pastorize meselesidir. Sütün safiyetini, temizliğini sokaklarda satılırken (o tağşişe mani olmak üzere güğüm tedarikinden evvel temin edilmelidir. Bu mevsim yalnız süt çocukları hati muhafaza — Can boğazdan gelir derler, fakat bazan dacanınboğazdan çıktığını Akşam için değil, daha büyükler için de mübimdir. Onlarda terlerler, vakitli vakitsiz çok su içerler, olmuş olmamış çok yemiş yerler. Bu yemişler, renkleri, lezzetleri itibarile kendileri için ne kadar cazibelidir. Esasen hepimiz bu mevsimde yemişi çok severiz. Be- reket versin ki bu sene hem bol, hem de ucuzdur. Evet meyva taze, turfanda sebze (On lar icin ne kadar iyidir. Taze- likleri | itibarile hemen yaşıyan bu gıdalardır ki onlara hayatları için esas olan vitamini diri olarak vermektedirler. Yalnız bu meyva- ların sui istimal edilmemesi lâ- zımdır. Işte bu sui istimal tesiriledir ki ikinci çocuklukta bulunan yavrular, hazım bozukluğundan, ishalden, dizanteriden hasta olmaktadırlar. Meyvaların ve bilhassa en ziyade ham meyvaların sui istimalidir ki çok muzırdır : Yeşil can eriği, hıyar, olmamış armut ve bu kabil meyvaların bu sırada küçük çocuklara tesirleri fazladır. Hıyar dedimde bende şu fikir tevarüt etti. Hemen biç bir mem- lekette bizde olduğu kadar hıyarın kemmiyet, bilhassa keyfiyet itibarile yenildiği oyoktur. Fikrimi izah edeyim: Körpe namı verdiğimiz hıyar, adeta ham bir meyva gibi- dir, yahut olmamış bir sebzedir. Bunun bizde olduğu gibi isti- malile hazmı ancak kavi ve babayiğit midelerin hal ve şanın- dandır. : Hıyar olgun, sapsarı ve turşu halinde en ziyade cermenler tara- fından Avusturya ve Almanyada istimal edilir. Bu halde bulunan hıyar, amelenin domuz sucuğu ve şukrut yani ekşi lâhna turtusu ile birlikte mühim bir gıdasını teşkil eder. Hayatın diğer ucunda bulunan ibtiyarlara gelince: Bu mevsimde en ziyade muzır, hattâ mühlik olan şey hararete maruz kalmak, çok yiyip, çok içmek, hele müskirat kullanmak- tadır. £ İhtiyarlar. “ Damarlarına göre oyaşamalıdırlar. , ( İbtiyar kuvvetli yemeklerden, etlerden, tuzlu şeylerden çekinmeli, bilhassa başlarını, cümlei asabiyeleri mer- kezini hararetten, güneşin hara- retinden, güneşin tesirinden koru- malıdırlar. Bu vesile ile başımıza hasır şapka giyerek başlarımızın hürriyetini (o verdiğinden dolayı cumhuriyetimize dua edelim. Orta yaşta olanların da bu mevsimde ittihaz etmeleri lâzım gelen bir çok tedbirler vardır: Herkes diyor ki: Yazın patlıcan mevsimi İstanbulda yangın ziyade olurmuş, çünkü patlıcan kızart- ması, dolması, imam bayıldı çok yenilirmiş. Bir de zannediyoruz ki bu mevsimde bahusus ibtiyarlarda sekte çok oluyor; bunun da sebebi hemen patlican dolması. Can boğazdan gelir derler, fakat burada boğazdan çıkıyor demektir. Eskilerin “mide hastalık evi, himyede ilâçların başı, sö- zünü bugün yalnız hıfzı sıhhatte değil, korunma hekimliğinde bir esas olarak alabiliriz. Mide ve ba- gırsaklarda hazım fesadı neticesi meydana gelen tesemmüm mühim hastalıklara ve tehlikeli ihtilâtlara sebebiyet vereceği ve himyenin tedavide esas olduğu malümdur. Herkes bu mevsimde : “ itidal dahilinde yiyip içmeli (abur cubur değil - taze sebze, olgun meyva) ziyade soğuk ve buzlu sulardan, ispirtolu (— içkilerden (o çekinmeli, geniş ve bol elbise giymeli, fikren ve bedenen çok çalışmamalı, açık yerlere gitmeli, bol hava almalı.,, unutmamalı 29 Temmuz 1932 2 Ana - Kız Rakabeti Nakili: (Vâ - Na) Öyleyse bu gürültülere, bu sabnelere ne mahal var?... Hem, o, alelümum evlenmek niyetinde de değildi. Hattâ Pertev bey isminde biri hoşuna gidiyordu da onunla evlenmekten bile asla bahsetmemişti. Bu Pertev beyi hatırlarsınız.. o Öyleyse, öyleyse niçin benden nefret ediyor; beni yanına istemiyor... Ben ona ne yaptım?... Ne fenalık yaptım? Hasan, kaşları çatık, kayınval- desine sordu: — Evet... Pertev beyi hatır- lıyorum... Peki amma, bu Pertev beyi niçin reddettiniz... Hiç fena çocuk değildi... Meliha, beni ken- dine koca diye nasıl kabul ettiyse onu da ederdi... Sizde ben de bugün düştüğümüz feci vaziyete düşmezdik... Leylâ o hanımefendi, derin derin baktı. — Hasan! Yoksa, sizin için yaptığım şeyden dolayı beni şimdi muahaza mı edeceksiniz? Ben, Meliha'yı bililtizam size ver- mek istedim. Başkasına değil |... Bunu daimi surette hesaplayıp durmuştum. Sizi ilk sevdiğim günden beri bunu istemiştim. Hasan, ne söyliyeceğini bile- miyerek : > — Vallahi... - diye kekeledi. - sizi muahaza filân etmiyorum ” Hasan'a ama... Kadın, yastığına çıplak kolunun dirseğine (o dayamış, başını da avucunun içine koymuştu. Devam etti; — Benim bu yaptığım işi niçin yaptığımı pek âlâ biliyorsunuz, Hasan... Maamafih, gene tekrar- lıyayım ... Bir lâhze düşünceye daldıktan sonra, Leylâ hanımefendi : — Siz, tahsili olan, istikbali parlak ve zeki bir gençsiniz... Yakışıklısınız da... Lâkin serveti- niz yok... Hayata da atılmamış- sınız.. Babanız, çocukluğunuzda ölmüş.. Anneniz daha evvel vefat etmiş. Hülâsa, ailenizden bir destek bile görememişsiniz... Ha- yatta, mevkiinizi yalnız başınıza temin mecburiyetinde bulunuyor- sunuz.. Bunun için de en muvafık çare, bir servet izdivacı.. Zengin ve mevkii içtimaisi yerinde bir kızla evlenmek en güzel üsul. Böyle bir zevceyi aramanız lâ- zımdı. Bunu biliyordum. Lâkin, böyle bir zevce bulduğunuz gün, ben ne olurdum? Encamım neye varırdı? Ben ki, sade sizin için yaşıyordum.. Size kendi elimle bu tarifte bir zevce bulup ver- nan meği düşündüm. Bu zevce, güzel zenğin ve sizi mahcup etmiyecek bir seviyede olmalıydı. Sizin hayat arkadaşlarınız olmağa lâyık bir seviyede... Lâkin, sade ismen zevceniz olması şarttı. Sizi ben- den, beni sizden ayırmamalıydı. Kadıncağız içini çekti. — Ab, şayet sizinle velene- bilseydim... Ben, biliyorsunuz ki, oldukça zenğinim ve bir kadın ne derece hür olabilirse o kadar hürüm... Zevcimle münasebetimizin şeklini biliyorsunuz... bir birimizi kaç senedir görmüyoruz.. Lâkin, mensup bulunduğum tarikat ayrıl- mamıza müsait değildir. Hoş, kocam da talâka katiyen razı olmaz ya... Çünkü şayet buna zıt gidersem şartı vâkıf mucibince, Arabistandaki vakıf emlâkimiz varidatından mahrum kalacağız... Bir daha içini çekti: — Öyleyse ne yapabilirdim?.. Söyleyin, ne yapabilirdim?.. Hasanın elini tuttu: — Size Melihayı verdim.. Meli- ha, babasından dolayı, benden daha zengin olacak.. Hülasa, ben çok etraflı düşünerek elimden geleni yabtım.. Hayır, vallahi Meliha'nın niçin şimdi böyle me- seleler çıkardığını anlayamayorum. Niçin benden nefretettiğine aklım ermeyor. Ben onane yaptım? Mademki sizi sevmiyordu. Ma- demki hiç kimseyi sevmiyordu. Hasan! söyleyin: Ben, ona, sizin gibi şerefli bir kocann is- mini ve istikbaldeki (şerefli mevkiini verdim. Bir gün gele- cek bütün (o kadınlar (oOona irarenecek... Hem, onu sizinle evlendirmek suretile kendisine, tam bir Avrupalı serbest kadın de- recesinde hürriyet vermiş! oluyorum. Bittabi siz, gayet geniş düşünceli bir erkek olduğunuz için, madde- ten zevceniz olmayan bir kadına istibdat edecek) ve onu kayıt al- tına alacak değilsiniz.. Degil mi? Hasan, gittikçe şaşırıp sıkılarak: — Tabii! Tabiil.. - dedi. Delikanlı, Leylâ hanımefendinin söylediğinden epice daha dun bir zekâ seviyesindeydi. Fakat hisse- diyordu ki, dinlediği sözler, pek feci, pek vahim itiraflardı. Şüphesiz ki, evvelce, her vazi- yeti kabul etmişti. Orada bulunan kadını seviyordu. Canla başla, deli gibi seviyordu. Leylâ hanımefendi onun müste- bit maşukasıydı. Ona, etile ve dimağile hâkimdi. , Ne güzel, ne dediği dedik, ne iradeli, ne pür ihtiras bir kadındı bu... (Arkası var) nar Urfa sporcularına verilen bina ve salon Urfa 22 (Hususi) — Urfanın en büyük ve süslü salonlarından biri olan (Yeni Yurt) salonu birinci umumi müfettiş Tali beyin emirlerile Urfa idman birliğine verilmiştir. Devir ve teslim muamelesine baş- lanmıştır. Umumi müfettişliğin müzaheretinden başka hiç bir taraftan yardım görmiyen Urfa sporcuların üç dört sene içerisinde gös- terdikleri muvaffakıyetin bir mükâfatı da bu olmuştur. Bu resim, sporculara verilen salonun resmidir.