27 Temmuz 1932 Tefrika No. 135 Akşam 27 Temmuz 1932 | SEBA MELİKESİ BELKIS Yazan: ISKENDER FAHRETTİN Süleyman, Seba melikesile evleneceğini herkese ilân etmişti Beni Israil asilzadeleri arasında dediko- dular başlamıştı. Belkis'in dargınlığı devam ediyordu. Belkis Moaplılara teslim edil- seydi, bu hadiseden ilk önce Tamara müteessir olacaktı. Sihirbaz kadını saraya alan Melikeden başka kimse değildi. Fakat, hükümdarla aralarındaki son gerginilk yüzünden Tamara tekrar meydana çıkmıştı. Süleyman Tamarayı çağırttı: — Melikenin maksadı nedir? Diye sordu. Hükümdar, Seba melikesile evleneceğini her kese ilân etmişti. Beni Israil asilzadeleri arasında, günler geçtikçe büyük dediko- dulara vesile olan bu izdivaç hazırlığı (o birden bire oneden dursundu? Tamara cevap verdi: — Melike sizin ( iltifatınıza muhtaçtır. Fakat, siz onu neden gücendirdiniz? — Harpte hud'a caizdir, Tamara! Ben milleti selâmete çıkarmak için düşmanın teklifini muvakka- ten olsun kabule mecburdum. — Melikeye bu suretle söyle- seydiniz elbette müteessir olmazdı, Fakat siz melikeyi düşmana ciddi olarak teslime kalkışmışsınız ! — Bana dargınlığının sebebi budur, öyle mi? Tamara gözlerini yere indirdi: — Evet... Melike sizinle görüş- memeğe yemin etti. — Bu yemini bozmak senin elindedir, Tamara | Tamara hükümdardan para koparmak emelinde idi. Bu fırsatı bir daha ele geçiremiyeceğini ve sarayda bundan fazla kalamıya- cağını anlamıştı. — Çok güç... dedi, muvaffak olacağımı zannetmiyorum . — Seni Bahri Lütta boğduru- rum, Tamara! Ufacık kulübeden Sayaya girmeğe muvaffak olan senin gibi şeytan bir kadın, Me- likeyi her zaman avucunun içine alabilir. Tamara, Süleymanın zafını gö- rünce gülümsedi : — Bahri Lütta boğulmağa razı- yım. (1)... Melikeyi ikna edemem.. — Bu işi sözle değil, sihirle yapmanı istiyorum | — Çok para lâzım... Tütsü için Zeberce. taşı almak, onu tunç havanda toz haline getirip Melikenin yatağına savurmak lâ- zım... Bir adet kurumuş Nil yıla- nının başı lâzım... Bunları bul- durun! İstediğim parayı veriniz | Üç günden sonra Melikeyi ayağı- nıza göndereyim... Süleyman. Tamaranın dedikle- rini o yaptı, üç gün beklemeğe razı oldu. * “. (Sam) ın yarası kapanınca.. Süleyman, Samı tekrar hassa kumandanı olarak sarayda istih- dam ediyordu, Amon, Samın gaybubetinde sürdüğü bir kaç 0) «Pi tinin en meşhur gölü (Bahri Lat) dur. Bahri Lüt tarihi bir elem miyeti haizdir. Sularının kesafeti gayet fazla olduğundan gölün dibine batmak kabıl değildir. Gölün üzerinde insan kendi kendine yüzebilir. Hatta rivayete göre, Roma imparatorlarından L rübe için esirlerini zencirlere bağ Bahri Lüt'a attırmış, cümlesinin su üzerinde yüzdüklerini » Bahri Lüt'un suları gayet içinde deniz tuzundan maada ağnizyom ve potas ta vardır. Bunun ayet acıdır. Bu suda nebatat den biri yaşamaz.» ve hayvanatı bahriye- tarihi - günlük saltanattan sonra, muha- fızlık asasını tekrar Sebalı kahra- mana vermişti. Amon kindar bir adam değildi. Geniş yürekli, saf ve şen bir zabitti, Kendisine lâtife eden arkadaşlarına: — Bu hak onundur. Ben Samın yanında bir sinek gibi küçüldü- gümü hissediyorum. Diye cevap veriyordu. Samda onu bir muavin gibi kullanmağa © başlamıştı. Kâhin Yazoma'nın tavsiyesi üzerine Sam tamam bir ay saraydan dışarıya çıkmayacak, ata binmiyecek ve koşmıyacaktı. Süleyman, Samın hayatile kendi hayatı kadar meşgul oluyordu. Hassa kumandanının saray hari- cine çıkmaması için nöbetçilere şiddetli emirler vermişti. Sam kendi gelince, dağdaki Enverano'yu ve onun kulübesinde bıraktığı karısı (Rodit) i hatırladı. Zavallı Roditten ayrılalı tam on gün olmuştu. Süleymanın verdiği emre göre daha yirmi gün saraydan harice çıkamıyacaktı. Gerçe ata binecek kadar dizlerinde derman yoktu. Yarası da onu uzun boylu ayakta gezdirecek kadar iyileş- memişti. Fakat, yirmi gün daha sarayda nasıl bekliyecekti? Kendi beklese bile, Rodit, dağda bu kadar uzun zaman nasıl sabre- debilirdi? Dağdan ayrılırken ona: —“ Nihayet yirmi dört saat sonra geleceğim,, Dediği halde aradan on gün geçmişti. Acaba Enverano iyileşmiş miydi? Şairin hastalığı devam ediyorsa, Rodit açlıktan, kim bilir ne hale girmişti? Sam göğsündeki yarayı mua- yene etti. On gün evvelki gibi iztirap duymuyordu. Yaranın sat- hı et kaplamağa başlamıştı. Fakat ne olursa olsun bu halde ata bi- nemezdi. Dağa gitmek için iki saat hayvan üstünde sallanmak lâzımdı. Sam'ın değildi. Sam bu işi, muavini havale etmeyi düşündü. Amon vicdanlı bir gençti. Ona: — “Git.. falanca yerden karı- mı al, buraya getir!, Derse, hassa zabiti bu teklife cavabı ret mi verecekti? O sabah, hükümdar, Sam'a, şair Emverenoyu affettiğini ona sarayda bir oda vereceğini ve Amerit ile evlendireceğini söyle- mişti. Süleymanın bu kararında çok isabet vardı. Serseri Enverano hiç olmazsa sıhhati buna müsait Amon'a bu suretle Beni Israilin mütefekkir | bir adamı ve hassas bir şairi olarak tanınacaktı. Amerit onu sarayda himaye edebilirdi. Sam çok sevdiği ve her kusu- runu affettiği bu delikanlının fikirlerinden istifade etmek istiyor, onunla konuşmaktan derin bir haz | duyuyordu. Enverano saraya ge- | lirse, Sam candan bir arkadaş kazanmış olacaktı. Madamki hükümdar Enverano- nun saraya getirilmesini emret- mişti. Onun da, Roditin de saraya gelmesinde ne mahzur vardı. Derhal Amonu çağırdı. Ona arzu- larını ve karısına olan iştiyakını anlattı: (Arksı var) 50 bin marka ET bir kuş! Seyyah kuşu ele geçirmek için 2 sene uğraştı! Geçenlerde “Gerd Heinrich, isminde bir hayvanan mütchassısı insan ayagı basmamış ormanlardan geri döndü. Bu âlim 1930 senesi martında genç zevcesi ve baldızı ile birlikte nadir bir kuşu yaka- lamak için hareket etmişti. Bu kuş bir nevi su tavuğu cinsinden olup ,,Amerikan Museum of Natu- ral Historyin New - York, un hemen tekmil olan kuşlar kolek- siyonunda eksik idi. Bu kuşu elde etmek için Amerika müzesi 10000 dolar ortaya koymuştu.. Alman alimi karısı ve baldızı ile iki sene insan ayağı basmamış ormanları bataklıkları 3500 metre yükseklikte dagları gezmiş, Son defa bundan 30 sene evvel görül- müş olan bu kuşu aramıştır. Bir çok defalar tifüs sıtma hummalı hastalıklar, seyyahlari ölümün kapısına kadar sürükle- miştir. Fakat bu nadir hayvanı bulamamışlardır. Ilim sahasında uçan ve yürüyen kuşlar arasında bir rabıta zinciri olarak kabul edilen bu kuşu her halde elde etmek lâzımdır. Bu kuşun kanadının mafsal yerinde bir tırnak vardır. Tüyleri kısmen esmer, kısmen kurşüni. Gagası uzun ve sarıdır. Bu seyahatte, diğer az tanın- mış kuşların da hayatı tetkik e- dilmiştir. Nihayet “Sadoga,, gö- lünde, nadir kuş bulunmuş ve vurulmuştur. Böylece “Durevon Museum ef Natural History ın Nevyork,, kuş koleksiyonunu tâ- mamlamıştır. Heinrich bu kuşu ele geçir- mek için 2 sene oğraşmış, 50 bin mark sarfetmiştir. 7000 kuş ve 1000 memeli hayvan getirmiştir, Bunları kendisi vurmuş, karısı ile baldızı temizliyerek odoldurmuş- lardır. Bu toplananların yarısı Amerika müzesine, diğer yarısı- da Berlin universitesir zoologi mü- zesine aittir. Bekârlar yuvası Almanyada bir belediye büyük bir ev yaptırdı Bekâr insanlar gerçe hayatta daha parlak hürriyeti tatıyorlar. Fakat yatıp kalkdıkları yer onlar için daima halli müşkül bir me- sele olarak kalıyor. Bekâr odası tutmak bir türlü, ev tutmak bir türlü, Bekâr memurlarının bu müş- kül halin ve onların ekseriya gay- ri sıhhi yerlerde yatıp kalkmak mecburiyetinde olduklarını düşü- nen Almanyada Frankfurt Main şehri, bekâr memurlar için çok sıhhi ve aydınlık bir ev yaptır- mıştır. Burada bekâr memurlar ucuz fiatla sıhhi birer oda kira- layabileceklerdir. mmm EMLAK SAHİPLERİ! Kira kontratları tecdit zamanı yaklaşıyor | Kiracılarla münakaşa pazarlık her vakit müşkil ise de bu sene ahval dolayı- sile daha güç olacaktır. Bu nahoş münakaşalardan kurtulmak isterseniz EMLÂKiNiZiN iDARESİNİ Bahçekapı Taşhan No. 20 - 21 - 22 de ve mukim UMUM EMLÂK ACENTESİNE TEVDİ EDİNİZ! TELEFON 20307 Her akşam bir hikâye Birdenbire asabileşerek haykır- dım; — Mahkemeye müracaat eder, talâkımızı talep ederim! Zevcem, hayretle yüzüme baktı. — Neler söylüyorsun, kuzum... Talâkımızı mı?... Bu derece incir çekirdeğini doldurmaz bir mesele için?... Delirdin mi sen?... Hakikaten de delirmiş gibiydim.. Lâakal cinneti muvakkate getir- miştim. Karım yanıma oturdu: — Seni anlayamıyorum, Ali... Sen ki her meselede bu derece uysal, bu derece munis bir insan- sın; beni o kadar seviyorsun, her istediğimi bilâ itiraz yapıyorsun... Bu aksiliğinin sebebi nedir? Dü: mantıki ol; ayni odada yatıyoruz. Esasen odalarımızı ayırmamıza evimizin taksimatı müsait değil... Elbette yatakta bir tarafa döne- rim, yahut da kazara bir şey düşürür, gürültü ederim. Aksırırım, öksürürüm; seni ouyandırmağa mecbur olurum... Bunun için derhal küplere binerek: “Mah- kemeye müracaat eder, talakımızı isterim! ,, odemek olur mu?... Anladık: Uykunu gayet sakin uyumak arzusundasın. Uyandırıl- mak istemiyorsun. Onun için, otomobil, tren, vapur, satıcı gürültülerinden uzak olan bu semte kaçtık. Odamızı, horoz sesinin sızamıyacağı şu tenha köşede seçtik. Sofada hizmetçinin çıkaracağı en ufak bir pıtırdıyı duymamak için kapımıza kalın perde taktık. Boğucu sıcaklarda bile, ihtiyata riayeten pencere açmayoruz. Maazallah bir kurbağa viyaklaması, -bir kuş ötüşü seni uyandırır diye... Sen uykuda iken hızlı nefes almaktan korkuyorum. Fakat ne yapalım: Elbette insan, takayyüde hergün ayni şiddetle riayetkâr olamaz... Sen uyurken, Işte böyle odada ufacık bir gü- rültü edeceğim tutar.. Bunun için, derhal çılgına dönmek niçin?.. Man- tıki ol, Ali.. Hayatının her şeyinde tekmil harekâtına aklı selim hâ- kimdir: Bunda da öyle olsun.. — Imkânı yok... Beni uykum- dan böyle uyandırırsan seninle ayrılırım.. o Dayanamıyorum. Ne yapayım? Karımla aramda yukarıki zemin etrafında mütemadi surette mü- nazaa zuhur eder; ve bu yeğâne kavga mevzuumuzdur. Onun ha- ricinde aramızdan su sızmaz.. Çocukluğumdanberi huyumdur : Uyku uyuyacağım yer de çıt olma- malı... Katiyen uyandırılmamalı- yım... Ancak uykum bitince, kendi kendime uyanmalıyım. Aksi takdirde kıyametleri koparırım... Baş ağrıları hıçkırıklar günlerce kendime gelemem. Annemle babam, tabiatimi öğ- rendikleri için beni kardeşlerim- den ayrı odada yatırırlardı. Hattâ bir gece, mahallede yangın çikmıştı da beni yatağımla bera- ber bahçeye çıkarmışlardı. (uykum ağırdır. Galata sultanisine Jeyli girdiğim günün ferdası, mubassır - mektebin adeti mucibince - ya- takhaneden şak şak elini vura- rak beni yatağımdan zıplatınca karyolamın başında duran kitabı kapmış, ona hiddetle fırlatmış- tım... O günden sonra, nehari yazıldım. Nişanlanmamız mevzuubahis ol- duğu vakit, Fahireye huyumu ha- ber vermiştim... İlletimi bile bile benimle evlenmeğe razı olmuştu. Tam sükün ve süküt içinde uyu- mam için elinden geleni yapıyor; fakat, arada sırada, istemiyerek, beni tatlı uykumdan uyandırıyor. Işte ozaman, dayanılmaz bir iztirap hissediyorum. Beynimde, sinirlerimde , (o vücudumun her yerinde, âdeta maddi bir acı duyuyorum. Sanki derisi sıyrılmış | U bü helis —— bir yaranın üzerine kızğın demir yapıştırılır gibi bir acı.. Asabiye doktorlarına (omüracaat ettim. Çocukluğumda okutuluadığım ne hacılar kaldı, ne hocalar. Bir türlü, derdimin önüne geçilmedi. Yaşım ilerledikçe, bende bir itikat hasıl olmağa başladı: Uykuya dalınca, başka bir âleme gidiyorum. Yok, hayır! Sakın beni batıl itikatlara salik bir insan sanmayiniz. Rüya vasıtasile tefeüle yok bilmem teşe'üme falan asla inanmam.. oOGüğercin görürsen şu manaya gelirmiş; yılan görür- sen bu manaya imiş; rüya İügat- çesinde tabutun delâlet ettiği mefhum buymuş, altınınki oymuş... Asla inanmam.. Keza, cinlere, perilere kulak asan insanlardan değilim! Tahsilim tamamile ma- diyetçi ilimler etrafındadır. Hattâ, liselerden birinde hikmet ve kimya muallimliği yaptım. Şimdiki ibti- sasım da kimya ile alakadardır. Bütün bunlara rağmen, bu garip illetim yüzünden bende hasıl olan itikat gün geçtikçe daha kuvvetleniyor: Bu, uyku âleminde diğer bir hayat yaşıyorum! Gülmeyin: Ayni hisse başkaları da kapılmış. Buna dair, iki muharririn yazısını oku- dum. Fransız muharrirlerinden Andre de Lorde bir eserinde yazıyordu: Adamın biri, her gece öyle müthis rüyalar görürmüş ki, uyuyacağım diye yatağa girmekten borkarmış. Yatak, onun gözüne, işkence masası gibi görünürmüş.. Keza, ( Vâ- Nü) nun Akşam'da naklettiği bir tefrikada devrimizde yaşayan bir insanın bir kaç asır sonraki çok müterakki bir mede- niyet içinde hayat sürdüğü hikâye olunuyordu. İşte, ben de bu nevi bir uyku âlemi ömrü sürdüğüme kailim.. Her gece, uyuyunca, o âleme dalıyorum... Orada yaşıyorum... Lâkin, uyku âleminin hayatı, buranınki gibi değil. Esasen, oraya dair vazih hiç bir şey hatırlamayorum. Hani per- tavsızla ouzağa bakarsınız da dumanlı bir takım şeyler görür- sünüz; İşte benim de, uyandık- tan sonra, o rüya alemine dair hatırladığım şeyler bu neviden müphemdir, bazan, dimağımda oranın ufacık bir hatırasını anlaya- cak gibi oluyorum. Lâkin, bu hatıra, derenin içinde kazara elle tutulan çevik bir balık kay- kanlığıle bende garip bir iz bıra- karak sıyrılıyor, kaçıyor, gidi- yor... Hiç bir şey hatırlayamıyo- rum. Lâkin orada yaşadığım hayatın buradakine kat kat faik ve mü- reccah olduğuna kailim. Şayet uykumdan ansızın uyan- dırılırsam, (oradaki (o hayatımda bayılmış gibi oluyorum, hastala- nıyorum. (Buradaki (hayatımda yaşadığım esnada, orada uykuya dalmış bulunuyorum. En feci, batıl itikatlara gayet meyyal olan karıma bu hakikatı itiraf edemiyorum. Zira, daima ona gülerim. Cumartesi günü tırnak kesilmez, salı günü yola çıkılmaz, ayın son çarşanbası iş tutulmaz!,, — nevinden saçmalara inanılır mı dedim. Hattâ “rüya ile istikbale dair hadiseler keşfedi- lemez!,, diye ona kaç kere kon- feranslar verdim. Şayet benim de buşekil bir itikadım olduğunu söylersem bem bana gülecek, hemde onun saçmalarile artık mücadele edemiyeceğim... Fakat, saçma olsun, olmasın, ben, uyku âleminde başka bir bayat yaşa- dığıma kaniim, eminim... Dine inanılır gibi buna inanıyorum... Sarsılmaz bir imanla... (Hatice Süreyya)