14 Mayıs 1932 Ayam Teirika No. 58 14 Mayıs 1932 BELKIS SEBA MELİKESİ | Yazan: ISKENDER FAHRETTİN Rodit, Amonlu cariyeyi yere düşürerek, tepsiyi elinden almıştı. Artık, Süleyman ölümden kurtulmuş demekti. Zaplon hiddetinden kuduruyordu? Rodit odasında kendi kendine şu kararı vermişti: Akşama ne yapıp yapacak, Amonlu kızin hükümdara zehirli şerbet götür- mesine mani olacaktı. Rodit, Hazreti Süleymana can- dan hizmet ediyordu, O, daha çok küçükken anne- sinden duyduğu bir hikâyeyi ha- tırladı: Hazreti (Davut) un hassa kumandanı Benaya da, birgün böyle iğfal edilerek efendisini zehirlemeğe (kalkışmıştı. Fakat, Benaya çok vicdanlı (o bir erkek olduğundan, Davut zehirli şarabı içerken, Benayı o elinden tutmuş: “ Ona ben zehir koy- dum, içmeyiniz! ,, diyerek hüküm- darın ayaklarına kapanmış.. Af dilemiş. Davut hassa kumandanını affetmiş. Benaya bu bâdiseden Davuda ölünceye kadar muti kalmış. (1) Fakat Zaplon, (Benaya) gibi asil ruhlu bir adam değildi. Vicdanmı ihtiras zincirile bağla- mış, efendisinin tahtına göz dik- mişti. Zaplon öldürecekti. Amon hâkimi böyle istiyordu. Amonlular Süleymanın tahtına geçer geçmez evvelâ ( büyük mabed ) i yıkacaklardı. Süleyman bunu biliyordu. Hattâ kendisine Amonluların bu kararından bah- seden bir kumandana Süleyman şu cevabı vermişti: — “ Yedi senede hitam bulan mabedin yedi günde yıkılması mümkündür. Fakat, acaba, Amon- lular bu mabedi yıkmakla, mil- letin vicdanında yer tutan kanun- larımı da yıkabilecekler mi? ,, * mutlaka (o Süleymanı v. O gece sarayın bahçesinde muazzam (şenlikler (yapılıyor; yeryüzü, yıldızlı bir sema gibi, rengârenk meşalelerle ışıldıyordu. Hazreti Süleymanla Seba meli- kesi yan yana oturmuşlardı. Halk arasında muhtelif şayialar deveran ediyordu: — “Hükümdar, bugece Belkısla evleniyor muş ..!,, — “Seba melikesi obugece meşaleler arasından uçup gide- cekmiş...!,, Halbuki (o bunların tevehhümden ibaretti. Ne hükümdar, Belkısla evleni- yordu. Ne de Seba melikesi bir yere uçacaktı. ikisi de 11) Mezamirden : « Düşmanınızı ka- zanmak için, onu affediniz! > Yanan mapaalelekin çıkardığı mavi, siyah duman dalgaları, gök yüzünü uzun bir bulut halinde kaplamıştı. Meşalelerin altından, hassa as- kerleri, resmi geçit yaparak sara- yın arkasına doğru gidiyorlardı. Şehrin ticaretine o gün de hâkim olan yâhudiler, hükümdarın isra- fatından memnun görünüyorlardı. Saray muhitinde on binden fazla seyirci toplanmıştı. Herkesin biri- birini kolaylıkla görebilmesi içir, ortalığı gündüz gibi aydınlatıyor- lar, hükümdarların dumandan ra- hatsız olmaması için de etrafa gülsuyu serpiyorlardı. Zaplon ve Sam.. Iki dev gibi, hükümdarların arkasında ayakta duruyorlardı. Belkıs ve Süleyman neşe için- de... Sağa sola iltifat savurarak gülüşüyorlardı. Tam bu sırada sarayın harem dairesinden elinde bir gümüş tepsi ile şerbet getiren Amonlu cariyenin gölgesi göründü. Amonlu cariye ile hükümdarların bulun- duğu tahtın arasında epice uzun bir mesafe vardı. Amonlu cariyeyi birden bire, sar'a mı tutmuştu? Ne oldu? Se- bebini kimse anlıyamadı.. Genç kız yarı yolda yere yuvarlanıver- mişti. Tepsi ve bardaklar elinden fırladı. Fakat, bu manzarayı ne Zaplon, nede hükümdar gör- mediler. Saray mensupları, Amonlu ca- riyeyi yerden kaldırırlarken, Rodit derhal koşarak, yerden gümüş tepsiyi aldı, hareme dönerek yeniden bardaklara şerbet doldur- du, ve Hükümdarlara doğru yürü- meğe başladı. Amonlu cariye kendine geldiği zaman Roditin hilesini anlamıştı. Kendi kendine: — Eyvah, diyordu, fırsatı ka- çırdım.. Bu işi beceremedim. Zaplon başımı koparacak.. Rodit beni bir çelme ile yere düşürdü. Rodit hükümdarların tahtına yaklaştığı zaman içinde büyük bir sevinç vardi. Zaplon birden bire karşısında Roditi görünce şaşırdı. Hiddetinden dişlerini sıkıyordu. Bu şerbeti Amonlu cariye ge- tirecek değil miydi? Rodit te nereden çıkmıştı?... Zaplon yerinden kımıldayamı- yordu. Eğer o dakikada Amonlu cariye eline geçseydi, onu, Süleymanın huzurunda bile, kılıcı ile ikiye bölecekti. (Arkası var) YENİ NEŞRİYAT: Istanbul lisesi yıllığı Istanbul erkek lisesi son sınıf talebesi, son senenin bir hatırası olmak üzere güzel bir mecmua çıkardılar. Mecmuada muallimlerle talebelerin (o resimleri ve müfit yazılar vardır. Talebenin güzide fikirlerini ihtiva etmesi dolayısile Yıllık şayanı takdir ve tavsiyedir. Kral Edip Istiklâl lisesi kooperatifi faydalı işler (görmektedir. £ Kooperatif Kemal Emin beyin Sofokil'den nazmen tercüme ettiği Kral Edip eserini neşretmiştir. Münevverleri- mizle talebeye bilhassa tavsiye ederiz. Izmirde memurlara 40 kuruşa şeker dağıtılacak Izmir, 13 — Memurların daha ucuz yaşamaları için burada bazı mühim tedbirler alınmaktadır. Memurlara bilhassa ucuz gıda temini için çalışılmaktadır. Bu işlerle memurlar kooperatifi meş- gul olmaktadır. Memurlar için getirtilmiş olan dört vagon Uşak şekerinin ya- kında tevziine başlanacaktır. Bu şekerlerin okkası (40) kuruşa satılacaktır. Ispanyanın en büyük kütüphanelerinden biri yandı Valence, 13 (A.A.) — Bu gece darülfünunda bir yangın zuhur etmiş ve süratle bir felâket şeklini almıştır. Itfaiye efradının gayretine rağ- inen darülfünun tamamen mahvol- duğu gibi bombalılar devrine ait birçok mühim kolleksiyonlar , vesikalar ve kaza eski kitaplar itibarile en mühim kütüphaneler- den olan darülfünun kütüphanesi de yanmiştır. 1 Aylık abone 150 kuruş Muhterem karilerimize kolaylık Karilerimizder arzu edenler 150 kuruş mukabilinde gaze- için temize bir ay abone olabileceklerdir. Gazetemize bir aylık abone kaydedilecek muhterem oku- yucularımızdan ricamız: 150 kuruştan ibaret olan abone ücretini müddetlerinin hitamından evvel ve vakti zamanında idaremize göndermek. Aksi takdirde gazete irsalâtında . teahhur vukubulur ki bunu muhterem kari'lerimizin de arzu etmiyeceklerinden eminiz. bir hikâye Öğle yemeğinden sonra, kah- veler salona getirildi. Sasat iki buçukta, Kemal Neşet bey, prosib kahvesini ayni zamanda bitirerek kalktı. Elini sallayıp karısı Leman hanıma veda etti. Misafirleri Şa- ziye ile de resmi surette vedalaştı. işine gitti. Bir müddet, salonda süküt hükümferma oldu. Sokak kapısı- nın açılıp kapandığı duyuldu. Kemal Neşetin gittiğinde şüphe yoktu. Bun emin olduktan sonra, Şa- ziye hanım, içinde çoktanberi gizlediği bir hissi açığa vurmakta mahzur görmedi. — Elden gelmiyor, Leman'cı- gım! Sana düşündüklerimi söyle- mekten kendimi alamıyacağım! Kocanın neler yaptığının farkına varmıyorsun, İstibdadın bu dere- cesine de (dayanılmaz. (Adi hizmetçi muamelesi görüyorsun. Pişirdiğin yemekler bile beğenmi- yor. Bu ne tahkirâmiz vaziyet! Senin hesabına ben müteessir oluyorum. Zira, çocukluk ahba- bıyız. Lemani Sen kocanın elinde oyuncaksın! — Mubalâğa ediyorsun, Şaziyel — Yok efendim, ne münase- bet? Hattâ, kaç kerreler onun tarafından tahkir edilmekten hoş- landığını gördüm. Ne uysal, mutavaatkâr Otabiatın var! O adamın kabalığına dayanmak için, insan, ancak senin kadar aptal olmalı 1... Dünyada bu derece müstbit erkek kalmadı!... A yav- rum | Bu adamla niçin evlendin? Leman, Kemal'e varırken, onu gayet güzel, zeki, kuvvetli, hulâsa fevkalâde bulmuştu. Hâlâ şimdi de o fikirdeydi. — Kocam cidden azıcık dürüst tabiatli ! - dedi. - Eğer uysal ve nazik olsaydı, elbette daha mem- nun olurdum. Lâkin bir çok meziyetleri var ki haşinliği mazur gösteriyor. Meselâ, bana sadık... — Evet, sadık... Amma daima sadık o kalacağını kim temin eder?... Bu adam sinirime doku- nuyor vesselâm... — Allah aşkına böyle şeyler söyleme, Şaziyeceğim ! Fakat Şaziye bu kaba adam- dan nefret ediyordu. Arkadaşı Leman'ı onun zulmünden kurtar- mak istiyordu. Kemal'in ne kıratta bir isan olduğunu ona da ispat edecekti. Bu düşünceyle bir plân tertip etti. Kemal'e yüz verdi. Avans avans üstüne... Kemal, Şaziye'nin kendisini hiç de sevmediğini biliyordu. Bu avanslar Oilk önce hayretini celbetti. Tuhaf şey! Şaziye, niçin muamelesini değiş- tirmişti? Demek ki, Kemal'in erkeklik cazibesi tesirini gös- termiş ( bulunuyordu?... Gururu okşandı. Şaziye'ye mukabelede Dostluk!?.. bulunmaktan R ai dizi Ve... Bir sabah, hiç usiülisidik bir sırada, Şaziye, Leman'ın evine gitti, — Haydi, çabuk giyin, çabuk! - dedi, - Hayır, hayır... Sual sor- mak istemez. Benimle heraber gel... Leman, gayet uysal tabiatli olduğu için inkıyat etti. Bir otomobil. Şaziyenin evi. Yatak odası. — İşte şurası hamamım.. Gir içeri. Kapıdan dinle.. Şimdi biri gelecek. Benimle konuşacak. Kim olduğunu göreceksin. Hayır sual şorma.. Gir içeri dinle.. Leman. hamamda bir iskemleye oturdu. Beklcmeğe başladı. Çok geçmeden, birinin odaya girdiğini. işitti. Iki ses konuşmağa başlamıştı. Biri Şazıyenin sesi.. Üteki... Genç kadın, dehşet içinde tit- riyordu. Bu ses öyle yabancı bir perdeden çıkıyordu ki, kocasının sesi olduğunda tereddüt etti. Kocasının bir kadına bu derece yalnarabileceğini) aklından (hiç .geçirmemişti. Çünkü kendisine asla o yalvarmamıştı. Aman, ne lâflar söylüyor, ne lâflar... Bütün hislerin fevkinde vazi- yetin komikliği nazarı dikkatini celbetti. Insan, muaşakanın ha- riçinde kalırsa daima böyle olur : Işin komik cihetini görür. Kalın camlar arkasından, musiki se- sini işitmeden dans edildiğini seyredeseniz de öyledir: Gülece- ğiniz gelir... Leman, kocasının âşıkane sözlerini dinledikçe ken- dini zaptedemiyordu. “— Şaziye! Sana, böyle, diz çökmüş vaziyette yalvarıyorum...,, Aman! Ne iğrenç şey... Ne gülünç şey... Kemal, ne iğrenç ve gülünç vaziyete düşmüştü. Leman'ın nazarında bir pulluk kıymeti kalmamıştı. Genç kadın birden bire kapıyı açtı. Bir kah- kaha koyuverdi. Ayakta duran Şaziye ile onun önünde diz çöken Kemal, başla- rını çevirdiler. Kemal, beyninden vurulmuşa döndü. İki kadının tu- zağına yakalandığını kahkahaların ikileşmesinden anlayarak, şapka- sını aldı, çıkıp gitti. Dimyattaki irince giderken eldeki bul m da Sisi Ze Fakat, işte o esnada, Lemanın kahkahaları ( hıçkırığa tebeddül etti. Şaziye: — Kocanın nasıl adam odu- ğunu şimdi gördün mü? - diye sordu. - Dostunla düşmanını anla. — Evet.. onunla bir daha yüz yüze gelmiyeceğim. Fakat seninle?. Seninle de asla... Nakili: (Hikâyeci) Tefrika No: 26 Tİ Küçük Hanımın Kısm Selâmi İzzet “Kızım, başımıza gelen felâketi sorma. Büyük babanın bütün parası, iflâs eden bir şirkette battı, Babam, bu ibtiyarlığında on parasız kaldı. Yazıhane işleri çok fena gidiyor. Yevmin cedit, nzkın cedit yaşamağa başladık. Sen artık ağır başlı bir kız oldun. Elindeki işinin ve kazandığın paranın kıymetini iyi bil. Benden artık hiç bir yardım bekleme...,, Belma mektubun alt tarafını okumadı. Gözleri karardı. Şimdi artık kendine 'değil, annesine acıyordu. Zavallı annesi !.. Ömründe ra- hat yüzü görmemişti. Bir zaman kocasının o aksiliğini (o çekmişti, 14 Mayıs 19327 şimdi de babasının yoksuzluğunu çekecekti. Artık çalışması, para kazanması farzolmuştu. Tek başına dolaşıp iş aramağa başladı ve eninde sonunda buldu. Bir trikotaj fabrikasına, 60 kuruş yevmiye ile girdi. Bu para hiç yoktan iyi idi. Belma, ilk işe gittiğinin gecesi, başını yastıklarına gömdü, sessiz sessiz ağladı. Artık âsabı gevşemişti. İçi biraz rahatlayınca, heyecandan kurtu- lunca Hidayeti gözlerinde canlan- dırdı, — Hidayet, seni seviyorum Hidayet, seni istiyorum... Ne olur, gel beni al! Diye yalvararak uyudu. Üçünçü kısım — Beyfendi, şarkın kızıl yıldız- larına âşıksınız galiba? İçerde hanımlar dans edecek erkekler ararlarken, sizin burada oturmanız caiz değil. Hidayet gülümsedi: — Biliyorsunuz, ki hanımefendi, bendeniz Murat nehri sahillerinin vahşi bir sakiniyim. Tutak kasa- basında otura otura âdeta vahşi- leştim... — Filvaki bizi buna ikna et- mek için herşeyi yapıyorsunuz... — Dansı unnttum. — Kızım size öğretir. Malümya Feyhan, Adananın dans yıldızı oldu. Bu muhavere 'Adanada, büyük bir pamuk şirketinin mümessili Orban beyin, istasyon civarındaki güzel köşkünün bahçesinde, Orhan beyin karısı ile Hidayet Muhlisin arasında geçiyordu. Hidayet Muhlisin karargâhı Tu- tak kasabasıydı. Alazkirt'le Ma- lazkirt arasında mekik dokuyor, altı ayda bir dafa da, istirahat için Adanaya geliyordu. Orhan beyin hareminin ısrarı üzerine yerinden kalktı: — Feyhan hanımefendi hocalık etmek lutfunu gösterirlerse, ma- almemnuniye dansederim. Hanımefendi, merdivenin sahan- lığından içeri seslendi: — Feyhan! — Efendim anne? — Buraya gel. Feyhan on sekizinde, fıldır fıldır gözlü, çapkın tavırlı bir gençkızdı. Annesinin karşısında, iyi terbiye görmüş, aile şefkatile büyümüş olduğunu ispat eden bir şuhlukla durdu: — Emredin! — Vahşileşmek için elinden geleni yapan Hidayet beyefendiyi al ve medenileştirmeğe gayret et. Dans etmesini bilmiyorlarmış. Feyhanla Hidayet, gramofonun çalındığı geniş salona doğru yürüdüler, Genç kız gülerek sordu: Gençkız, yangözle Hidayete baktı: — Zavallı kadınlar. Diye mırıldandı. Hidayet hayretle sordu: — Neden efendim? — Yalancılıkla itham edilirler de ondan. — Bunu neden ve ne maksatla söylediğinizi anlıyamadım. — Siz sahiden mi dansetmek bilmiyorsunuz? Güldü.” Ve gülüşü, dalgalana dalgana, odanın sıcak göl ünde pırıldıyan kızıl yıldızlara yükseldi. — Bilmiyorum demedim, bili- yordum, fakat unuttum. — Hiç unutmamışsın... Hem dansediyorlar, hem konu- şuyorlardı. (Bitmedi)