28 Mart 1932 —— mm mma Akşam Teirika No. 17 . 28 Mart 1932 SEBA MELİKESİ BELISIS Yazan: ISKENDER FAHRETTİN Yemen taşları, yerde, canlı birer böcek gibi yürü- yorlardı. Fıtratın icat ettiği bu fotoğraf adeseleri etraftan gelip geçenlerin resimlerini tespit ediyordu. — Demek ki, fakirsin.. Öylemi? Meyus ve mütessir, başımı sal- ıyarak: — Evet. Dedim. Arap, riyallerle şımarık bir çocuk gibi bir müddet oyna- dıktan sonra, bulunduğu muhitte paranın: mahalli sarfını düşünmüş olacak ki, birdenbire dudaklarını bükerek riyalin birini göğsüme atlı: — Mademki fakirsin ! Al... Ötekini de avucunun içine sıkıştırıp yere oturdu. — Şimdi nereye gideceksin ? Muhatabımın,* bu hareketini müteakip çehresinde ki manalar tamamile değişmişti. Şimdi ne ka- dar çok merhametli davranıyordu! Birşey söylemiyordu, merhametini lisanile ifade edemiyecek kadar iptidai bir mahlukdu. Fakat, hal ve tavrı bu manayı ne vazih bir şekilde ifade ediyordu... Üzerime atılabilir, beni soyma- ga kalkar, yalnız paramı değil, üstümde ki elbiseleride almak istiyebilirdi.. yapmadı! — Acaba niçin...? O dakikada bende bu suali kendi kendime soruyor ve hayret ediyordum. Elini dizime vurdu: — Galiba, dedi, yolculuğa yeni çıkıyorsun? ; — Evet, ilk defa... — Çocukların varmı? — Üç tane... — Onlarda San'adamı? — Evet... — Başa kimsen varmı?. — Hayır... — Haydi, yoluna git. Seni çocuklarına bağışladım. Fakat, bir daha yalnız yola çıkma! Bu çok güzel bir nasihattı. Elimde olsaydı, yalnız yola çı- karmıydım. Fakat, hakikatı bu vahşi sandığım cebelliye anlat- mak mümkündü? Bu yalanlar- dan sonra milletimi söylesem, beni hiç şüphesiz parça parça eder- lerdi. Bunu çok iyi biliyordum. zamanımızda, bu havalide sene- lerce araplarle harp etmiş ve onları cebelden cebelk, çölden çöle kovalamıştık. Arap bunları bilmediği için beni alelâde San'alı bir genç telekki etmişti, Göğsüme fırlattığı riyalı yaşça cebime koydum. Se- lam vererek yoluma devam ettim. İşte o vakıt güneş, kumları dile kaynatacak kadar kızğın alevlerle Aşk, macera ve fen romanı Nakili : (Vaâ-Nâ) Baki bey, Faruk ( vasıtasile, “M..., zadeler cenahının diğer âzasile tanıştı. Onlara daha fazla sempatisi olduğunu ve gazetelere yazacağı makalelerde onların le- hine idarei kalem edeceğini söy- ledi. Buna mukabil, avukata bir ücret vermek teşebbüsünde O bu- lunuldu ise de, Baki bey, bunu reddetti. Müstantik, kararını üstünkörü vermiş olmamak, ilmile mütenasip bir neticeye irişmiş olmak için, ehil gördüğü bazı zevatın fikrini sormağı muvafık bulmuştu. Adli- yenin tanınmış simalarile, şehriu Menaha dağlarının (o yamaçlarını yakup kavuruyordu. Bana emniyetle gösterdikleri yoldan (Sevkelhamis) e doğru yü- rümeğe başladım. Hayvanım ye- mini ve suyunu almıştı. Ağzıma bir kaç hurma attım. Bir seye ihtiyacım yoktu. Bir an evvel (Sana) ya varmak istiyordum. Bu sıra dikkatle, gittiğim yolun kenarına baktım: Kırmızı, mavi (Hakik ) taşlarına benzeyen bir takım parlak taş parçalarının birer karınca katarı gibi yürüdüklerini gördüm! Yemen taşlarından bazılarının yürüdüklerini / işitirdim. Fakat, bunu halk arasında dolaşan bir efsane telâkki eder, ehemmiyet vermezdim. Gözümle gördüm: Taşlar, sanki güneşin cazibesine tutulmuş gibi, yürüyorlardı! Atımın yularını çektim. Yere atladım. Merakla taşları birer birer muayene ettim. Gölgede hareket ( etmiyorlardı. £ Bir kaç tanesini yerden aldım, avucumda güneşe doğru tuttum, tekrar ha- rekete başladılar. Bazıları donuk ve renksiz, bazıları parlak, garip ve sevimli resimlerle insanın nazarı dikkatini celbeden bu taşların kısmı azamının östünde Arap kıya- fetinde bir suvarı resmi vardı. Fitretin icat ettiği bu fotograf adeselerini tetkik ederken, kıyafetini renklerile tesbit ettiği bu suvarinin benden başka bir kimse olmadı- ğını anladım! Arapların dediği gibi, o havali- den “Eşref saat,te geçiyordum. Yemen taşlarının üzerindeki resim- lerin; bu saatte yanından geçer- ken zabt ve tesbit ettikleri yol- culardan başka bir şey olmadığı hakkındaki (iddianın tamamile hakikat olduğunu teslim ettim. Ve avcumdaki taşları cebime doldu- rarak (Sevkalhamis) yolunu tuttur- dum. (Menaha) dan hareket ettiğim zaman yolda rastladığım arkadaşı biraz sonra beni yolda bırakarak (Sevkulhamis) e muvasalat ettim. Sular kararmıştı. Burada, ahbabım olan telgraf müdürinin hanesinde müsafir kal- mayı tercih ederek ertesi gün alessabah terar yola çıktım. Iki günlük yorgunluğu mütea- kıp gene böyle ortalığın henüz tanınmış doktorlarile ve bir patho- logie pröfösörile bu bahsı uzun uzadıya görüşmüştü. Bilahare hi- kâyemizde görülecek ki, bir &/0- logie mütehassısı pröfösörde bun- lara iltihak etmiştir. Annenin öldürülmesi pek huşu- netle ve nabemahal vukuagelmişti. öldürülmeseydi, mesele daha ko- laylıkla tevazzuh idecekti. Bütün mütehassıslar, bunun böyle oldu- gunu söyliyorlardı. Tetkikatın bu kadarla kalaca- ğını zannediyorlardı. Fakat iş, öyle esrarengiz bir işti ki, muta- hassıs meraklıların merakını çok tahrik etti. Bütün fen adamları, çocuğun neden zenci doğduğunu tetkike başladılar. Pertev bey, bu alimlerin, mese- leyi lüzumundan fazla kurcalama- sına itiraz etmedi. Tetkikat, ileri- ledikçe ileriledi. Buz üzerinde Bir Ingiliz nazırı patinaj ustası Ingiliz kabinesi erkânından Hin- distan nazırı Sir Samuel Hovre Londrada Parklane patinaj klü- bünde alil bir antrenörün men- faatına tertip olunan, oyurlarda yalnız başına meharet göstermiş- tir. Kabinenin en maruf nazırı meydana başı açık ve sırtına bir örme fanile olduğu halde çıkmıştır. Bando vals havasını çalmağa başlayınca, nazır ellerini kalça- sına koymuş ve sağ ayağını uzat- mıştır. Sonradan kendişini takip eden projektör ziyası altında mevzun hareketlere başlamış ve vals etmiştir. Nazır gayet karışık dans edım- larını şayanı hayret bir maharet ve süratle buz üzerinde icra ettikden sonra binlerce seyircinin alkışları arasında oyuna nihayet vermiştir. Sir Samuel Hovre beş sene evveline kadar patiaj ile hiç iştiğal etmemişti. Son senelerde siyasi iştigaller esnasında kendi- sini eğlendirmek için patinaja başlamıştır. Nazır politikacılar için en müna- sip eğlencenin patinaj olduğu ve zaten politikacılığın dahi dil ve kalem ile bir nevi patinaj oldu- gunu beyan etmiştir. alaca karanlık olacağı bir akşam (San'a)ya varmıştım. San'ada muharebe şayıaları halk üzerinde fena tesirler husula getirmişti. (Herkeste (bilhassa ticaret aleminde büyük bir dur- gunluk ve itimatsızlık vardı. Vali muavini Mahmut Nedim bey Hüdeydeden lâzım gelen malü- matı almış ve şehir dahilinde inzibat ve âsayişin tesisine ait emirler virmişti. San'adan Hüdey- deye gitmeğe hazırlanan bazı aile- ler, Hüdeydeden gelmekte olan bir çok kimselerle temas ederek vaziyetin vehametini anlıyorlar ve San'adan daha emniyetli bir ma- hal olmadığına kanaat getirerek tehiri azimete mecbur oluyorlardı. ( Arkası var ) Açık muhabere : - (Belkıs) tefrikası hakkında izahat isteyen karilerime - Bu tefrikamızın tarihi oldu- Şunu ilân etmiştik. Karilerimden aldığım bir çok mektuplarda ( Hazreti Süleyman ) ve (Belkıs) devrinden niçin bahsedilmediği soruluyor. Aziz karilerim, roma- nın bir macera ile başladığını ve Belkıs diyarına doğru yürü- düğünü elbette hissesediyorlardır. Roman, tahminen yirmi beşinci tefrikadan sonra seyrini değişti- recektir. Biraz sabredin İLE en fazla 1ş- tirenlerden biri oldu. Bizzat Servet beye de, yol gösterdi; “M..., za- delerin takip etmesi icap eden yolu gösterdi. Evvelâ, cinci çocuğun, baba- sınin da, annesinin de ecdadı tetkik olundu. Fakat, tetkikatı bu derecede . derinleştirdiklerini müstantike haber vermek lüzu- munu görmüyorlardı. e Avukatıa böyle işlerle uğraştığını farkedince birçok kimseler, yolu sapıttığını mevzudan çok ayrıldığını söyle- diler. Velit bey dolayısile, mesele, Suriye matbuatına intikal etmişti. İlk alâkayi calip makale, oradaki meşhur doktorlardan biri tarafın- dan, bir tıp mecmuasına yazıldı. Malüm olduğu üzre, Berut şehrinde biri Fransız, biri Amerikan iki tane tıp fakültesi vardır. Burası, hat bey, Ramiz beyin kendisini istasyonda beklemekte olduğunu gördü. Iki erkek, birbirlerinin elini samimiyetle sıktılar. Çocuk- luk arkadaşıydılar. Takriben aynı yaştaydılar. Kırkına yakındılar. Lâkin Ramiz bey uzun boylu, geniş umuzlu, azıcık tıknazca olduğu için, haddi zatında oldu- ğundan daha fazla görünüyordu. Halbuki, Ferhat, ince ve çalâk vücutluydu. Sarışın ve şıktı. Üç dört yaş daha küçük görüniyordu. — Senin bavulun şu mu?... ve bakalım biletini”... Hamal otomobile koysun. Beş dakika sonra, otomobilde, iki arkadaş yan yana oturmak- taydılar, Ramiz bey, otomobili bizzat kullanıyordu. Ormanın ya- nındaki yolda ilerliyorlardı. Son bahar nihayetlerinde, lâtif bir gündü. — Nihayet bu sene, tenezzül ederek teşrif buyura bildin. - diye, Ramiz, arkadaşına takılıyordu. Üç senedenberi bizi bekletiyorsun, yahu, istirahat zamanlarını ille Avrupada geçireceksin... Bu ne züppelik!.. Azıcık Anadoluya da tenezzül etmeli.. Bak, ne güzel memleket... Her halde, buraya geldiğine memnunsundur!.. Biz, altı senedir, burada haşruneşriz... Nadiren İstanbula geliyoruz... Artık adam akıllı kasabalı olduk. — Azizim bilirsin ki, seni de, karınıda pek çok severim... Davetlerinize daima can ve gö- nülden gelmeğe razıyım... Fakat, son seneler, malüm |.. — Evet, evet... Şu Didar hanr- mefendi (meselesi... Seni gidi Don Juan seni... — Elhamdulillah, son zamanlar- da, artık tamamile hürrüm... Hiç bir yere takıntım yok... — Biliyorsun ki, seni, Eylül ni- hayetine kadar burada alıkoyaca- gız... Umarım canın sıkılmasın... — Yok efendim... Sizin yanı- nızda insanın canımı sıkılırmış?... — Avdan hoşlanmadığına ca- nım sıkılıyor. Senden başka davet- lilerim de var. Onların isimlerini de söyliyeyim. Hani şu bildiğin bir Berki beyle zevcesi... Av kıralı Mısırlı Lem'i paşa.. Teyzem Bed- riye hanım... ve, Sermet hanım ismindeki dul hanımcağız... Kim- sesiz, Istanbul'dayken, bizim evde onunla beraber yemek yemiştin.. İşte, bu içkisiz, âşksız muhit ortasında kalacaksın... Bakalım, çatlamadan patlamadan sabrede- bilecek misin ? — Vallahi azizim, yaratmış olduğun bu asude, müreffeh, sakin hayattan dolayı seni tebrik ede- rim. Söylediğim gibi, sizin ara- nızda bulunmak pek hoşuma gidecek. şa en büyük tebabet merke- zidir. Hattâ Osmanlı devleti za- marında bile, Istanbul'dan sonra, en meşhur (doktorlar, Beyrut'tan çıkardı. Başka bir cihet daha vardır: Biz, Surye'nin hayatile alakadar olmıyoruz. Orada neler geçiyor, pek bilmiyoruz. Surye, 'bizi, ne bileyim, adeta Çin'in alakadar ettiği derecede alakadar ediyor. Oranın havadislerini, gazetelerde ayda yılda bir kere tektük intişar eden ajans haberlerinden öğreni- yoruz.. Halbuki, Berutun ve alel- umum Suriyenin bize karşı noktai nazarı öyle değildir. Eskiden, Istan- bul arasının paytahtı olduğu için Suriyelilerin bizimle olan manevi bağları kopmamıştır. Ora mat- buatı, bizimkini, günü gününe uzun uzun takip eder. Hemen her gün Istanbula dair mektuplar neşreder. Bu sebeple, | ve bilhassa, Velit bey gibi meş- â öyleyse. İşte geldik. Otomobil, kasabanın kenarında, adeta şato gibi mükemmel bir konağın bahçe kapusu önünde durdu. — Haydi gel, sana odanı gös- tereyim., Keyiflice soyun, dökün, yıkan.. Yarım saat sonra yemek yiyeceğiz. Ferhat bey, yarım saat sonra yemeğe indiği vakit, bazıruna şöyle bir baktı. Ferhad'ın karısı Fazilet hanım, ismile müsemma; kocasına sadık... Berki bey ve zevcesi, gayet (sempatik ve yaşı ilerlemiş bir çift.. Mısırlı paşa, avdan başka bir şey düşünmiyor. Ibtiyar teyze, Allahlık... Nihayet, genç dul Sermet hanım... Gayet basit, sade giyinmiş, boyaya, pudraya fazla rağbet göstermeyen bir kadın... Mevzun bir boy... Sevimli bir yüz... Fakat, bu son hususiyetlerin farkına varılması için, aradan epice zaman geçmesi ; lâzım geliyor. Sofrada, genç kadının yanına oturdu. Onu, gayet silik buldu. Arala- rında nezaketle konuştular. Ferhat öteden beriden bir şeyler anlatı- yordu. Genç kadın, pek kısa cevaplarla mukabelede bulunu- yordu. Ferhat bey birden bire: (Yarın bitecek ) Nâkili: (Hikâyeci) Raşit Rıza trupu Darübedayi sanatkârları yakın- da Anadoluya gideceğinden tem- sillerine nihayet vermek üzeredir. Darülbedayi turneye çıktıktan sonra, İstanbulda yalnız (Raşit Rıza tiyatrosu) kalıyor. Haber aldığımıza göre Raşit Rıza ve arkadaşları kış temsillerini bitir- dikten sonra Şişhane karakolu karşısındaki büyük bahçeli gazi- noda yazlık temsiller verecektir. Bu gazinonun kapalı kısmında yeni bir sahne yapılacak ve icap ederse dahilde yeni tesisat vü- cuda - getirilecektir. Raşit Rıza bey bu yaz, bir mani çıkmazsa burada arkadaşlarile yaz temsil- lerine başlıyacak ve bu suretle halkın tiyatro ihtiyacını temine çalışacaktır. Raşit Rıza ve arkadaşları Kadı- köyünde de haftada bir defa muntazam temsiller verecektir. Amerikaya ithal edilecek kömür ve kok Vashington, 27 (A.A.) — Mü- messiller meclisi, o Amerika'ya ithal edilerek kömür ve kokun beher 45 kilogramından 10 sent gümrük resmi alınmasını kabul etmiştir . hur bir Suriyeli Simanın meseleyle alâkası bile, ora (dektoriari Vesime hanım Ahmet Ferit bey işile alâkadar olmuştu. Mürteci kafalı bir arap doktoru, Türk kadınlarının bu son seneler zarfında fena halde açılıp saçık dığını, bu acılmanın neticesinde, bir çok fenalıklar meydana gel- diğini, kadınların hatta barlara bile gittiğini (o yazıyordu. Bu barlardan birinde, Vesime hanı- mın bir cazbantçı zenci ile tanışması muhtemelmiş. Herhalde gocuk, babası Ferit beyin çocuğu değilmişte, bu cazbantcının çocuğu imiş. Zira cçazbantcile (esasen Avrupa'da, sosyete kadınları ara- sında imiş. Türk kadınlarıda, Av- rupa kakınlarını taklit ediyorlar- mış. Vesime bu modaya oymuş- ME (Arkası var)