SERSERİ e m A mene X SX. 8 iü Tetrika No 39 © Tetrika No. 12 23 Mart 1932 | SEBA M BEL, Keskin bir bedevi cenbiyesile bir hamlede gövdesinden ELİKESİ Yazan: ISKENDER FAHRETTİN ayrılan bu kesik başı tanımıştım. Bir an içinde yerdeki kumlar kı, Bilmiyorduk. Gözlerimiz birden- bire açılmıştı. Sokakta müthiş bir gürültü vardı. Kıyamet mi kopuyordu? Bir alay mı geçi- yordu? Cemile hayretle yüzüme baktı ; — Ne var... Ne oluyoruz? — Bilmem... Sedirden fırladık. Yanımızdaki odaya geçtik. Nurullah efendi ve refiki hâlâ ayni ouyuşuklukla uyuyorlardı. Sabah yeni oluyordu. Dağlara mavi gölgeler düşmüştü. Bahçeye çıktık.. Ve duvarın içinden pencere gibi açılan ufak bir delik- ten sokağa baktık; Atlı ve tüfekli bir takım araplar sokakta adeta muharebe ediyorlardı. Bu ufak delikten ilk gördüğümüz şey, kapının önüne düşen bir insan kafası oldu! Keskin bir bedevi cenbiyesi ile bir hamlede gövde- sinden ayrılan bu kelle, kırk yaş- larında ve beyaz bir insanın başı idi... Bir dakika içinde kapının önün- deki kumlar, kırmızı kan lekelerile boyandı. Bu müthiş manzara kar- şısında ikimiz de şaşırmıştık. Kesik kafaya dikkatle baktım: Sarı bıyıklı ve kırmızı çehreli bu başı tanımıştım.. Sokaktaki kalabalık on dakika sonra dağıldı. Insan ve tüfek sesinden eser yoktu, Hâdisenin esasını anlayamadığı için Cemile benden ziyade merak ve heyecan içinde etrafa bakınıp duruyordu. Sokakta kimse (kalmamıştı. Yavaşça kapıyı açtık ve gırtla- gından akan kanların pıhtılaştığı kumlar üstünde korkunç bir man- zara teşkil Geden kesik başın yanıma eğildik. Cemile yüzünü buruşturarak: — Zavallı adamcağızl... Diye mırıldandı. tatlı © tatlı eğlenirken birden keyfimizi bozan bu hâdise bittabi cebel yıldızmı müteessir etmişti. Kafileye dik- katle baktım.. — Zavallı şeyh Mahmut!... dedim. Yanılmıyordum, o, Hüdey- dede, çoktan beri Avrupadan tüccar malı getirten bir komisyonçu idi. Mısırda tahsıl görmüştü, kendi lisanından mada Fransızca ve Ingilizce de bilirdi, bilhassa Ingi- lizceyi kendi lisanından daha kuv- vetli bilirdi, Cemilenin artmıştı; — Demek tanıyorsun, bu adami? Dedi. Müteessirane cavap verdim: merakı (büsbütün 23 Mart 1932 LEKE Aşk, macera ve fen romanı Nakili ; Bu sefer, profesör mecliste ha- zırdı. Çocuğu aldı. Süt nineye verdi. Soğuk bir tavırla: — Conjestion filân yokl - ce- | vabını verdi. Ahmet Ferit, nazarı dikkatini | celbeden nokta hakkında ebevey- | nine de baber verdi. Lâkin, bun- | lar, doktorların soğuk kanlılıkla- | rını görünce, heyecana kapılma- | dılar. | Heyhat! Böyle Koskoca çocukla Hakikat bir sir nasıl gizlenir? evde, belki yirmi kişi, mütemadi o temastaydı. anneden ( gizleniyordu. pkırmızı oldu ve... — İyi tanırım, çok kibar, âlim bir adamdı... — Acaba neden öldürdüler? — Kim bilir?! — Lâkin bu suvariler (Imam Yahya) nın silâhşorlarına benzi- yor... — Nerden anladın? — Omuzlarındaki maşlahlar - dan... — Hepsi de öyle mi gezerler? — Hayır. Yalnız kendi maiyeti.. — O halde onların buralarda işi ne? — Muharebe filân var diye bir şeyler söylemiştin... — lmamın orduları Sana'nın gerisinde. Bize, buraya dört beş günlük yol. Her halde bir yan- lışlık olacak, Cemile ! — Yanılmıyorum... — Fakat, San'ada henüz Türk askerleri, memurları var. — Bir avuç askerle beş on memurdan mı bahsediyorsun? — Dün akşam hiç bir şeyden haberiniz yok gibi davrandınız, şimdi herşeyden malümattar gö- rünüyorsınız! — Uykudayız.. Fakat, o dere- cede değil. — Çok tuhafl — Biz eğlenirken düşünmeyiz.. Düşünürken de eğlenmek hatırı- mıza gelmez. Şimdi beni iyi dinle Cemal! görüyorsun ki seni çok sevdim.. senden pek ziyade hoş- landım. Burada bir kaç gün daha kalmanı isterdim. Fakat, vaziyetin çok tehlikeli ve nazik olduğunu görüyorum. Evvelâ sana, hayretini mucip olacak bir şey söyleyim: (Şeyh Mahmut) diye tanıdığın bu adam, senelerdenberi memle- ketimizde casusluk eden bir Mogilizdir. Ben Menahaya gelirken onu Sanada, yine böyle bir Ye- menli arap kıyafetile gezerken görmüştüm. Bu haber karşısında hayretimi gizleyemedim: — Sen onu nasıl ve nereden tanıyorsun? Dedim. — Ben mi? dedi, Onu kocam- dan işittim ve bir gün bana yolda giderken gösterdi: “Sakın kim- seye bir şey söyleme. Benim çok iyi dostumdur, sonra ticari işleri- miz bozulur!, dedi. — Peki.. Casusluğunu nereden öğrendin? (Arkası var) Bunun için de, çocuğu pudralıyor- lardı. Halbuki öbürleri?.. Doğumun onuncu günü, hizmet- çiler arasında dedikodu, açıktan açığa oyuna çıkmıştı: “ Hanım- efendi bir zenci yavrusu doğurdul,, diyorlardı. « Ertesi gün, mesele, şoförlerin ve aşçıların bile ağzına düştü. Onların da istihza ve korkusunu celbetti, Bakalım, ne alay çıkacak. Fakat akibette neye varacak? Herkes merak içindeydi. Ferit, odasına oğlunu, çalışma | indirtti. Annesile baba: da orada bulunuyordu. Çocuğu, onların müvacehesinde imtihan etmek istemişti. Doktor- ları da davet etmişti. Dadı, çocuğu içeri getirir getirmez, büyük babayla büyük O gün, öğleden sonra, Ahmet | dedir. dimağa öyle müthiş fikirler gelir ki, insan, bazan, kendi kendine bile itiraf edemez.. Işte, meşhur zenginlerden Ali paşanın iki oğlu Ömerle Osmanın işledikleri cinayet de bu neviden- dir. Bunlar müştereken baba katilidirler. Lâkin katil oldukla- rını değil aralarında, kendi ken- dilerine bile ikrar etmemişlerdir. Ali paşa, on seneden beri kö- türüm yatıyordu. Bu ihtiyar, tek- mil hayatını para biriktirmekle geçirmiştir. Hasis midir hasistir. Meşhur peynir hikâyesini hatır- larsınız. Hani hasis baba, peyniri kavanoza koyarmış. Çocukları , ekmeklerini kavanoza sürerek kahvaltı ederlermiş. Sonra, pey- nir dolaba kilitlenirmiş. Birgün , hasis baba, dolabın anahtarını alarak çıkmış. Kahvealtı vaktı, oğulları, ekmeklerini, dolabın anahtar deliğine sürterek katık etmeğe başlamışlar. Babaları, onları bu halde gö- rünce : — Ammada nefsinize hâkim olamıyorsiniz, bir günde ekme- ginizi peynirsiz yeseniz ne olur? - demişti. İşte, Ali paşa, bu nevi hasis- lerdendir. Hasislik , Molli&re'nin meşhur piyesinden başlayarak, dünya edebiyatında pek çok iş- lenmiş bir mevzu olduğu için, burada, temcit pilâvı gibi, bu bahsı tekrarlamayacağım. Yalnız, Ali paşanın, emsalsiz hasislerden olduğunu haber verelim. Oğulla- rına, kavanozda peynir hikâyesine mümasil bir çok oyunlar oynamıştır. Amma, Ömer beyle Osman bey, ekmeklerini dolap deliğine gös- teripte nefislerini körletecek cins evlâtlardan değil. Bilâkis, gözleri parada.. Bütün ömürleri imtida- dınca, gayeleri, babalarından para sızdırmak için çalışmak olmuştur. Aralarında ebedi bir mücadele cereyan etmiştir. Ali paşa, on senedenberi kötü- rüm yatmasına, bir ayağı çukurda olmasına rağmen, oğullarına ihti- yaçları kadar para vermiyordu. Halbuki, kendisi, yüz binlerle ve yüz binlerle liralik servete sahip... Ömer'le Osman, otuz yaşlarında insanlar... Babaları bir ayak evvel ölsün de, paralara konup yesinler diye düşünmüş olaçaklar ki, hiçbir iş tutmıyorlar. Bütün günlerini evde geçiriyorlar.. Kiraladıkları müstamel romanları okuyarak vakitlerini geçiriyorlar. Gene bir gün, Ömer, romanı okuyor, Osman dinleyordu. Cinai bir roman... Bu romanda, bir kadın, anasının mirasına konmak anne, dehşet içinde biribirlerine baktılar. Vesime'nin çocuğu, su götürmez bir tarzda, zenci çocu- guydu! Ahmet Ferit: — Doktor “B..., paşa geldiler mi? - diye sordu. Sütnine, profesörün parmaklık önünde duran otomobilin göste- rerek: — işte efendiler! - cevabını verdi. — Söyleyin buraya teşrif et- sinler. Cidden vazifeşinas bir adam olan doktor odaya girdiği vakit, dramın son perdesinin başlıyaca- gını biliyordu. Vakur bir eda ile | hazırunu selâmladı. Ahmet Ferit, heyecanını zapte- demedi; titrek bir sesle: — Doktor! - diye inildedi. - doktor! bu çocuğun nesi var? için, onu odasında kilitliyor ve | yakıyor. bunları | Romanın bu kısmını okuyunca, iki kardeşinde dimağına ayni fikir geldi. Gözgöze bakıştılar. Fakat, böyle anlarda, sanki gözbebekleri açılmışta beynin içi görünüyor gibi olur. Kardeşlerde, bu hissin tesirine kapıldılar. Dimağlarından geçen fikri yekdiğerlerine göstermemek için, başlarını iğdiler. Hattâ, dü- şüncelerini o derece feci ve ah- laksızca addettiler ki, fikirlerinin seyrini başka mecraya atmak istediler, Ömer, rasgele sordu: — Bizim bu ev kaç para eder dersin? — Bu, binlira eder. — Çok yazıkl.. Babam bunu sigortaya koyaydı. O hastalandık- tan sonra, parayı, gene sigortaya yatırmadık, Yangın çıkarsa fena olacak, Onun için, gel, bu ay babanın vereceği parayi biz yiyelim de evi sigortaya koyalım. Öteki kardeşi, itiraz etmedi. Ev, sigortaya konuldu. Ertesi akşam, Ömer, odaya girdiği zaman, kardeşinin bir kitap okuduğunu gördü. — Nedir 0? -diye sordu. - ne okuyorsun? — Hiç... Osman, bir cürüm işlerken yakalanmış gibi irkildi. Kitabı yastığın altına soktu, Fakat Ömer farketmişti: Mahut roman... - Bu romanı baştan aşağıya kadar evvelce Osman okumuş bitirmiş olduğu halde, gene okuyordu. Aceba niçin?... Halbuki, bunda, bir edebi kıymet falan yoktu Odada yalnız kalınca, kitabı yastığın altından çıkardı: Kitabın yangını tasvir eden sahifeleri açıktı. Aradan bir kaç gün geçti. Osman, Ömer'e sordu: — Bu ne?... Koskoca tenekeyi niçin oturma odasına çıkardın? — İspirto... Ucuz buldumda aldım... Kaçak... Pahalıya sata- cağım... — Açayımda bakalım... — Açacaksında, ne olacak? — Şişelere taksim edeceğim. — Haydi, bende sana yardım edeyim. Nasıl olduda, koskoca tenekeyi, Osman, devirdi?... Nasıl olduda Ömer, telaşla geri sendeledi, ve masa üzerinde duran gaz lambasını yere düşürdü kırdı?.. Bu iki tesadüf nasıl taakup etti ?.. Alevler, bir an içinde, halıları, perdeleri kapladı. Iki kardeş korkularından bağrı- şarak, dışarı fırladılar. Alevleri gören babalarının içeri odadaki Ve parmağını uzatarak, dadının kucağındaki çocuğu gösterdi. Derler ki : “ — Âlim olmak ne iyi şeydir. Bir büyük ve meşbur doktor olmalı âlemde haz... O zaman, herkes size hürmetle selâm verir. Çok para kazanırsınız. oŞanu şerefin şahikasında yaşarsınız... ,, Bu sözler içinde pek çok hakikatler (o münderiçtir. Lâkin, bir de, meselenin maküs ciheti var;. Profesör “B...,, paşa, işte bu | esnada, dektorluktaki şöhretinin tezahürlerinin ıztıraplarını çeki- yordu. Kendisine sual soruyorlardı. Cevap vermesi lâzımdı. Amma, ne cevap verecekti? Kısa süren tereddüt saniyelerini müteakip, paşa, nişteri yaraya His Sahife 9 Marifetli köpek Çalgı çalıyor, : sigara içiyor Köpek çalgı ; çalar mı? Rakı içer mi? Sigara içerek gazete okur mu? Piyano çalar mı? o“ Londrada bulunan bir köpek şimdi insani zevklerin hepsini ya- pıyor. i Bu köpek foks cinsindendir. Profesör Garigori Makarofun ye- gâne arkadaşıdır. Bu zat Rus. imperatorlarının Opera trupu azasındandır. Bolşe- vik inkilâbı esnasında kapağı İn- giltereye atmıştır. Şimdi hassas köpeği ile birlikte Chalsea şehrinde yaşıyor. Ingilirede diğer bir köpek de seyislik vazifesini ifa etmektedir. (Duke) ismini taşıyan bu köpek dokuz yaşındadır. Rochford'ın mis Talmer'e ait olan bu köpek sahibidir. Emrettiği vakit atımı abırdan getirmektedir. £ Sahibi misafirliğe gittiği yahut bir ma- gazaya girince köpek ata bekçilik yapmaktadır. Tayyareci Charles Levine Londra, 22 (A.A.) — 1927 senesinde (o tayyareci (o Clarence Chamberlain ile beraber Atlas denizini geçen maruf tayyareci Charles Levine, mahirane hırsızlık ve sahtekârlık cürümlerile ittiham edilmişti. Mumaileyh, bundan bir ay evvel New - York borsası acenta- larından birinin kendisine emanet ettiği 100 adet “American Tele- fon,, eshamının kaybolması netice- sinde tevkif olunmuş ve fakat kırılan bacağının tedavisi maksa- dile bulunduğu seririyatta kal- masına mezuniyet verilmiştir. Bir tramvay yoldan çıkarak birçok kimseleri ezdi Torino 21 (A.A.) — Bir tram- vay yoldan çıkarak bir grup halka çarpmış birçok kimselerin ölmesine ve yaralanmasına sebe- biyet vermiştir. Tramvay kondük- törü, tevkif olunmuştur. AL feryadını nasıl oldu da işitmediler?. Nasıl oldu da, sokak kapısını, kapattılar ?. (Böylelikle, başka- larının içeri girerek babalarmı kurtarması oOmümkün olamadı. Kapıyı kırıncıya kadar, ihtiyar diri diri yanmış bulunuyordu. Şimdi, gerek sigorta şirketi, gerek müddei umumi, gerek siz, gerek ben, iki kardeşi, kasten yangın (o çıkarmakla, babalarını diri diri yakmakla itham edebi- liriz.... Fakat, emin olun ki, bun- lar, cürümlerini şuurlu surette işlemiş değillerdir... Bir (tahta parçasının suda sürüklendiği gibi, muhtelif oceryanların (tesirinde kalarak, bu işi yapmışlardır. (Hikâyeci) Soğuk bir tavurla: — Bu çocuğun bir şeyi yok!- dedi. Ahmet Ferid'in annesi, babası ve bizzat kendi, bir ağızdan haykırdılar: — Peki, öyleyse? Doktor paşa bir işaret yaptı. Çocuğu dışarı çıkardılar. Hazırun kâmilen ayaktaydı. — Söyleseniz e... Hiç bir şey söylemiyorsunuz , doktor ! — Ne söylememi istiyorsunuz? “B...,, paşa, başını iğdi. ? Çocuğun hasta olmadığını söy- lemişti. Zira, bakikat bu merkez- deydi. Çocuğun bir zenci çocuğu olduğunu söyliyemezdi. Zira, her nedense, annenin namuskârlığına vicdanen emin bulunuyordu. Denizci zade, kısa kesti. Sert- liği herkesi hayran eden sesile: vurdu. ( Arkası var )