19 Mart 1932 Tefrika No. 8 SEBA MELİKESİ (| | BELES Yazan: IŞKENDER FAHRETTİN Cemile dağınık saçlarile perişan bir halde yatıyordu. Eğildim, uzun kirpiklerinin yanaklarına düşen siyah gölgesini gördüm. Bir aralık sordum; — Dünyada olup bitenlerden haberiniz var mı? Hane sahibi, kendine has bir lâkaydi ile omzunu silkerek: —Dünyadan bize ne? Biz ken- di âlemimize bakalım. Dedi ve Cemilenin yüzüne ba- karak, şu cümle ile sözünü ikmal etti: — Muharebe oluyormuş... Sanki bu da yeni bir şey gibi meraka değer mi? Kırk senedir Yemende hangi günümüz cenk ve cidalsiz geçti? Bahis, arap dilberini fazla alâ- kadar etmişti. Söze karıştı: — Hüdeydeden geliyorsunuz , değil mi? — Evet.., — Orada bir kız kardeşim var da.. Onun için sordum. Acaba şimdi orada mı, yoksa hicret edenlerle birlikte Bacile mi geldi? — Hicret edenlerle mi? — Öyle ya, dünyada olup bi- tenlerden haberiniz var mı, dedi- gim zaman güldünüz! İngilizler Hüdeydeyi işgal ettiler ve Hüdey- deden dabile doğru çekilen bir çok aileler şimdi kısmen Bacilde ve kısmen de Sanada bulunuyorlar. — Hemşirem, her halde Hüdey- deden ayrılmamış olacak. Kocası gümrüktedir. Şehri terketmiş ol- salar buraya gelirlerdi.. Bu kısa muhavere (Nurullah ) efendiyi biraz düşündürdü, o da anlamıştı ki Hüdeydeyi işgal hâ- disesi, Yemende kırk seneden beri yekdiğerini tevali etmekte olan dahili oharplerden birine benzemiyordu. Sonra onun, Hü- deydede bir kahve deposu vardı ki bu da kendisini düşündürecek mühim bir keyfiyetti. Dikkatle yüzüme baktı : — Cemal bey, dedi, bu mese- leyi yarın etraflıca ( görüşürüz, hele sen bir tane yuvarla bakalım! Bacağımdaki yara henüz ka- panmamıştı, alkol dokunuyor ve yarayı işletiyordu. Bu münasebetle çoktan beri içki kullanmıyordum. — Beni mazur görünüz, çok rahatsızım... Dedim. İçinden ateş ve şehvet taşan gözlerile kalbimi delecek gibi bakan Cemile, elinde rakı dolu bir kadehle yanıma gelerek: — Benim hatırım için... Dedi. Cemilenin hatırı mecliste kırılmıyacak kadar büyüktü, onun sunduğu kadebde zehir olsa içi- lirdi. Kadehi aldım ve bir yu. 19 Mart 1932 kaan LEK Aşk, macera ve fen romanı Nakili: (Va - Na) Ahmet Ferit, her şeyin sırayla ve tabii bir şekilde olacağını haber verdi. Fakat her şeyden evvel, bir yerde yerleşmek lâzımdı. Yeni ailenin yerleşmesi, ümit edildiğinden daha çabuk ve kolay oldu. Taksim civarında yeni yapı- lan güzel evlerden biri, mobilye- gile beraber acele satılıkmış. Ahmet Ferid'in babası burasını Gelinine Tetrika No 35 olduğu gibi satın aldı. hediye etti. Yeni ev, kübik bir tarzda ya- pılmıştı, Kullanışlılığına ve rahat- ığına hiç diyecek yoktu doğrusu. düşkün Bu evin sahibi, rahata da, midemın içine bir avuç ateş boşaltır gibi içtim. Sert, barut gibi, kıratası yüksek bir hurma rakısı idi. Arkasından bir böbrek mezesi aldım. Hane sahibi ile diğer arap konuşurlarken, Cemile bu lokmayı fırsattan istifade ederek kendi elile ağzıma sok- muştu, Kadının bakışları en pısı- rık ve uyuşmuş erkekleri bile çıl- dırtacak kadar şehvetli idi.. Felâket acılarımı unuttuğum bu dakikada başım birden bire dönmeğe baş- lamış, hiç bir şey düşünemez ve muhakeme edemez bir hale gel- miştim. Çok iyi hatırlıyorum, Cemilenin kadehini hane sabibi- nin ve refikinin kadehleri takip etmiş ve ben üç büyük kadehi müteakip bir saat içinde kendim- den geçmiştim... Gözlerimi açtığım zaman ken- dimi bir sedirin üstünde buldum, odanın penceresinden Menahanın yüksek cebelleri (o görünüyordu. Yeni doğan güneşin pembe şua- ları bu çıplak dağların yamaçla- rında titreşiyordu... Hatıramı yokladım ve bir anda kendime geldim : — Evet, dedim, Nurullah efen- dinin (o hanesindeyim... (Fakat, sarhoş olarak sızmışım... Başımı çevirdim, garip bir manzara tüylerimi ürpertti, âdeta korkmuştum! o Cemile, ( dağınık saçları ve perişan vücudile ya- nımda yatıyordu... Bu manzara karşısında bir an içinde titredi- gimi ve soğuk bir ter döktüğümü hissettim. (Ben ne yaptım?) Ya- but: (Bu kadın ne yaptı?) diye mırıldanarak o sedirden fırladım ve onun üzerini bir şal parçası ile örterek, giyinmeğe başladım. Kadının bana karşı, geldiğim dakidanberi izhar ettiği hayvani temayülü, benim gibi, diğerleri de farketmişlerdi. Fakat hane sahibinin, ne kadar geniş mezhepli olursa olsun, dildadesini gece misafirperverlik gayretile benim koynuma gönderecek kadar hissiz bir adam olmadığını biliyordum. Bir taraftan giyiniyor, bir taraf- tan da başıma gelen bu garip hâdisenin felsefesini kaurmağa çalışıyordum. Hayret Oetmemek mümkün değildi, vardığım neti- cenin çok gülünç olduğunu göre- rek ilk teessür ve heyecanım zail olmuştu. Etraftan bir ses işitilmi- yordu, yavaşça bahçeye çıkıp atıma binerek yoluma devam etmek ha- tırıma gelmişse de, bunun pek hoş bir netice vermiyeceğini mülâhaza ederek yavaşca yanındaki odaya geçtim. (Arkası var) bir adammış. Bütün ömrünü keyf çareleri taharriyatile geçirmiş. Bu noktai nazardan hiçbirşeyi eksik değildi. Ahmet Ferit, isterse, çalışmı- yacak derecede zengindi. Fakat, babasının ve Velid'in tavsiyesi üzerine, izdivacını müteakip vakit gecirmeksizin çalışmağa başladı. | Bu güzel zekânın faaliyetsiz kal- ması, pek yazık olurdu doğrusu! Babası, kayın pederi ona mık- tarı kâfi sermaye verdiler. Bu paraların üzerine , Velit te, şerik olarak külliyetli bir meblâg ilâve | j etti. Ahmet Ferit, | altı kadar büyük bir işe bu yekünla Piyasada, derhal hürmete lâyık bir mevki tutmuştu. Almış olduğu mükemmel tahsil, sonra fıtri namuskârlığı, bir çok dillere aşina olması, ticaret naza- riyelerini tetebbü etmiş bulun- ması, nihayet ciddi ve itimadbahş girdi. | — 457 — İlk evlendikleri gece, koca bir sopa ile odasına giren kocasına ka- dın sorar: — Bu ne? Erkek : — Hazreti İsa'nın asâsıl. Erkek kadına hayretle sorar : — Bu ne? Kadın: — Hazreti Meryem'in eli! der. M. Asım — 458 — Zehra ile annesi bir gün bir dük- kânın geçiyorlarınış.. nuna bak! demiş, dükkâncı bunu du yunca sağ elini burnunun yanına siper ederek : — Geç hanım geç, Size dokunmaz! demiş. Talât Bekir — 459 —- İki köylüden biri diğerine sorar: — Ne ağlıyor- sun İbiş, dayak mı yedin? — Sorma be Me- miş? — Ne oldu canım? İki tokat attı. mi, Avanak? Fitnat Refik — 460 — de gene razı olmadı. miş, donatmıştı. Büyük annesi: — Oğlum resim bulunan eve me- bunları kaldır! dediği lâike girmez; zaman, ressam : — İyi ya işte.. Azrail gelip de canını almaz! cevabını verince, büyük annesi : — Ya! Öyle mi?.. Öyle ise dursun Işık oğlum dursun! demiş. — 461 — Xoksan ekmek çıkardığından do- layı binlerce defa cezaya ri bir o ekme! idamına ki Fıkra mükâfatları Tıkraları dercedilen kari'lerimizin idarchanemize . müracaatla mükâfat- larını almaları rica olunur şeklüşemaili onu . herkes indinde sevimli bir şahsiyet haline sok- muştu. Vesime, asri hayatından ayrıl- mıyordu. Bununla beraber, evinin idaresine de bakıyordu. Hocası, | evin varidatını idare ediyordu. | O da masarifini... | Genç kadın, bazı hayirperver cemiyetlerle de alâkadar olmuştu. Lâkin, buralara yalnız parasını ! değil, zamanını da veriyordu. I o Yeni evlilerin en büyük zevk- | leri, hafta tatili esnasında kır gezmeleri yapmaktı. Ne Yakacık, Yeşilköy, | ne Polonez köyü, ne bul'u fır dönüyorlardı. Her hafta- İ yı başka bir yerde geçiriyorlardı. İ Kışa yakın, Velit'le karısı Pa- kize, bizimkileri Suriye'ye davet etti. Orada Suriyeli, heseplarını tanzim etmek istiyordu, Öyleki, artık mütemadiyen Şam'da olur- Kadın hemen bir maşa kapıp gelir. önünden Zehra an e: — Aman anne, şu adamın bur — Ne olacak? Köyün imamı demin kahvede «İslâmın şartı kaç?»diye sordu. Verdiğim cevabı beğenmedi. Yallah dedi: — İslâmın şartı: Dokuzdur, diyemedin — Ne diyorsun be sende, on dedim Bir ressam evi- nin her tarafin resimlerle süsle- diler. İdam kararının icra olunacağı sırada fırıncı kendi adamını çağırarak: — Beni bugün idam edecekleri için memurların firma gelmesi ihtimali yok- tur, ekmeği noksan çıkarın ! demiştir. Şehri Naim ne Büyükdere bırakıyorlar, Istan- Her akşam bir hikâye Bizim Memoya geceleyin Bey- oğlu caddesinde rastladım. Epice çakır keyifti. — Hey Memoool.. - diye ses- lendim. Kayış derili esmer yüzü an- sızın geri döndü, parmak kalın- lığındaki kazan “kulpu kaşlarım hayret ve memnuniyetle havaya kaldırdı. “k, , “g, o harflerini kalkaleli telâffuz ederek: — Vay kardeşim sen misin?- dedi. - Gayet memnun oldum... Bu Memo, benim sınıf arkada- şımdı. Gayet zengin bir beyin oğluydu. Hoş çocuktu. Aradası- rada, Beyoğlunda buluşur, eğlence âlemleri tertip ederdik. Memonun prensipi vardı: Ömrünü hafifmeş- rep kadınlarla geçirmek; hiç ev- lenmemek; hiç bir kadına bağ- lanmamak. Gene kalkaleli kalkaleli : — Karılar bağlanacak mahlük- ler değil! - dedi. - paran varsa beğen < beğendiğini; bir gece eğlen, geç git... Beşeriyetin nısfını teşkil eden, annelerimiz hemşirelerimiz olan kadınlar hakkında onun bu noktai nazarını pek üstünkörü bir noktai nazar bulmakla beraber, bunu, Memo'nun kabile zihniyetinde bir adam olmasına bağışlardıl. Neyse, uzatmıyalım: Memo, o akşam da, bana, malüm olan eğlence evlerinden birine giderek eğlenmeyi teklif etti. Doğrusu, huvardalığa pek niyetim yoktu. Amma, arkadaşım öyle ısrar etti ki, nibayet razı oldum. Lâkin, şu şartla: Ben, sade, evin salonunda oturacaktım. Bir iki bardak bira içecektim. Memo, ne yaparsa yapsın. Kararımız veçhile (***) sokağı- na daldık. Lâalettayin bir evin önünde durduk. Zili çaldık, içeri- de gürültüler... Küçük bir pen- cereden tetkik olunduk. Bir iki cümlelik sorgu suale maruz bira- kıldık. Sonra, bizi içeri aldılar. Bir takım kızlar, ayrı ayrı tiplerde, ayrı ayrı aykırı kılıklarda. Biralar ısmarlandı. Bir iki ka- deh içtik. “Bakalım bizim arka- daş bu kızlardan hangisini seçe- cek?,, diye düşünüyordum. Her- halde bir sarışını o seçeceğini umuyordum. Zira, çok esmer olan- lar, ekseriya sarışınları beğenirler. Bizim Memo da, bundan evvelki hovardalık (o âlemlerinde daima böyle yapardı. Halbuki, bu sefer, kendisi gibi kazan kulpu kaşlı ve yağız tenli bir kız ona sokol- muştu. Memo, onu seçti. Ben, aşağıda, bir taraftan gramofon çalarak, diğer taraftan bira içe- rek beklemeğe başladım. Tuhaf şey... Yarım saat, bir saat, bir buçuk saat geçti. Hâlâ bizim oğlandan haber yok... Ni- hayet, evin hizmetçisi bana şu pusulayı getirdi. Memo'nun yazısı: “Kardeşim, affedersin. o Sana karşı mahcubum. Beni bekleme, git. Ben burada kalacağım. Memo, mak ihtiyacı hasıl olmadan, bu işler, kendi kendiliğinden yürüye- bilecekti. Velid'in senede bir iki kere Şam'a uğraması kâfi gele- cekti. Yeni evlilerin Suriye'de geçir- dikleri bu aylar, saadetlerinin kusvası addolunabilir. Hem kendileri zengin, genç ve âşıklarile, hem de muhitlerinde zenginlik, zindelik ve aşk vardı. Yekdigerine gayret veriyorlardı. Pakize, ömrünün yaz mevsimini | yaşıyordu. Zevci ona, gösterile- bilecek ihtiinamların en büyüğünü gösteriyordu. Karısının bir tek sözü üzerine, Berut limanına güzel bir yat getirtmiş; bu yatı, karısına hediye etmişti. Halbuki. Pakize, yalnız şu cümleleri söylemişti. — Deniz!.. Denizi pek çok severim.. İnsan, gökle deniz orta- sında daha güzel sevişir. Bu sözler bizimkilerin de pek çok hoşuna gitmişti. Onların da Merak dim, Yukarı çıktım, Memo'nun odasının kapısından seslendim: — Rahatsız filân değilsin ya?... — Hayır, kardeşim. Rahatsız değilim. Sen git kuzum. Sesinde, garip bir heyecanın titrediğini o duymuştum. — Allah allahl... Ne oluyordu?... Böyle mi kavilleşmiştik?... Insanı, bu nevi bir sokağın ortasına ekmek olur muydu?... Ben ki, onu, hatır için buralara © kadar o getirmiştim. Hafifçe — içerlemekle (| beraber, arkadaşımın heyecanla sesi ve gayrı (o tabii (oo hali, (Oüzerimde intiba (— bıraktı. Oo Ertesi “gün, Memo'yu — telefonla aradım. “Gelmedi!,, dediler. Akşam üzeri evine gittim. Ötedenberi bekâr otururdu. Bir hizmetçi kendisine bakardı. Bu eve, birkaç kere daha gelmiştim. Hizmetçi beni misafir odasına aldı. Bu esnada, kapı aralığından gördüm: Dün geceki kız burada... Hayretim iki misli oldu. Bir dakika sonra, Memo ya- nımdaydı. — Ne var? Ne oldun? — Hiç. — Seni ettim de... -—Merak edecek birşey yoktu, kardeşim... Uyku bastırdı, üzeri- me gevşeklik geldi de sokağa çıkmak istemedim. — E... Başka? — Başka birşey yok... - diye, Memo, yalan söylediğini, yahut birşey gizlediğini belli eder bir tarzda kekeledi. Birdenbire, ağzımdaki baklayı çıkardım: —Dün akşamki kız burada ne arıyor?.. Seni gidi seni. Kıza tutuldun galiba.. OÖyleya.. Kız sana benziyor.. Kan kanı çeker.. Böyle söyliyerek, evin öteki odasına derhal dalıverdim. Mak- sadım, dün geceki kızı, kolundan yakalayarak yanımıza getirmek; Memoyla alay etmekti. Lâkin, “Sana benziyor.. Kan kanı çeker...,, sözlerim üzerine, Me- monun hali birdenbire başkalaştı. Mütezayit bir heyecanla arkam- dan yürüdü. Bu sırada, ben, kizı bileğinden yakalamış bulunuyordum. Fakat, dona kaldım. Tuttuğum kolda, gemicilerin, kürtlerin ve diğer iptidai millet ve tabakaların iğneyle ve boyayle cilt altına dağladıkları işaretlerden bir tane vardı. Bu işareti tanıdım. Bunun tıp- kısı, bizim Memonun da kolunda vardır. Memo, bu işaretin bütün ailesine ait olduğunu bize söyle- mişti. Ve aklmda kalmıştı: Memo, vaktile kaybolmuş bir hemşirc- sinden bahsetmişti. Ben bunları düşünürken, o beni omuzlarımdan yakalamış, odadan dışarı çekiyordu. Ve kıza hay- kırdı: — Başını ört, kız... Namahrem var.. görmüyor musun? (Wi-Na) dün akşam merak aşkları deniz ve gök ortasında doğmuş değil miydi? Maamafih, iki çiftin biribirinden ayrılması lâzımgeldi. Bu ayrılış ıztıraplı oldu. Zira, biribirlerine çok alışmışlardı. Saadeti beraber- likte o addediyorlardı. Ayrılacak olursa başlarına bir felâket gele- ceğinden, saadetlerinin bozulaca- ğından korkuyorlardı. Sene başından az sonra, Vesime, hamile olduğunu farketti. Ebeye müracaat etti. Ebe Nezihe hanım, genç kadının valde olacağını müj- deledi. Bu müjdede, Vesimenin pek makbulüne geçti. Hayri Ahmet Feride ve-mekte biran gecikmedi. Oğlar, karısını öpücüklere boğdu. Ayağa kalktı. sıçraya sıçraya dansetti. Bütün bir hafta zarfında, karısına ne mücevherler, ne çiçekler yağdır- madı. Bittabi, mesut havadisi ailesine de bildirdi. ( Arkası var)