4 Mart 1932 Tefrika No: 81 LDL EE İngiliz Casusu. LAVRENS iSTANBULD 4 Mart 1932 Al Nakleden: |. Hintli uşağın eline bir kaç lira sıkıştırdım.. herif uyutucu macunları göğsüme boşaltmıştı. Mis Morgan hayretle yüzüme bakıyordu.. — Gecenin gündüzün farkında değilim;. Verilen omacunu yer yemez gözlerim kapanıyor. Uzun r.wivet uyuyurum. Şimdi sabah isıdır, yoksa akşam mı? — Güneş yeni doğdu.. Ben de gceyi bu evde geçirmişim... Genç kadın gözlerini açarak haykırdı: — Sizi de mi uyuttular? Mis Morgana da ayni muame- leyi yapmışlar.. Onu da benim gibi ayni koltukta uyutmuşlardı. Bu manzara gözümü korkuttu. Böyle müthiş bir tuzağa ilk defa düşürülmüştüm. Burada uzun müddet kalırsam, ben de mis Morgan gibi zayiflaya- caktım. Hintlilerle - bilhassa böyle bir tuzağa düştükten sonra - mücadele etmenin çok manasız olduğunu anlamıştım.” Genç kadına: — Merak etmeyiniz, mis Mor- gan! Dedim, sizi buradan kurta- racağım! Fakat nasıl ve ne vakit..? Bunu ben de bilmiyordum. Mis ( Morğan) e: — “ Seni buradan kurtaracağım!,, Demiştim amma, henuz biç bir şey düşünmemiştim. Ya ben..? Ben nasıl kurtula- cağım? Genç kadınm bodurumda sü- rünâr gibi dolaşmasını gördükçe tüylerim ürperiyordu. — Buradan kurtulamazsak, ben de onun gibi mi olacağım? Diye söyleniyordum. Fakat, bizi nasıl olsa yoklaya- caklardı. Saatlar geçiyordu. Akşama doğru kapının önünde ayak sesleri işitildi. Hintliler bizi görmeğe gek wişlerdi. Zayıf Hintli'nin, komite âzasın- dan mübim bir şahsiyet olduğunu anlamıştık. Hintli uşaklardan birinin elinde ufak bir tabak vardı. Mis Morgan bu tabağı görünce : — İşte, dedi, size de uyatucu macun getirdiler | Genç kadının kulağına: — Ben o macunu yemiyeceğim. Diye fısıldadım. TE Bu esnada uşaklar sarıldılar. Zayif Hintli, muzaffer bir ku- mandan tavrile emir verdi: kollarıma — Bu macunu derhal yiye- ceksin! Tefrika No 20 O(oO(4Mart 1932 LEKE Aşk, macera ve fen romanı Nakili : (Vâ- Na) Selma hanımefendi : — Dur hele, pek sinirlenme! - diye teenni tavsiye etti. - Azıcık soğuk kanlılıkla düşünelim. — Düşünün bakalım. Mevzuu o günlük değiştirdiler. HE) Aradan üç hafta geçmişti ki, İzmir'den kalkıp ta Beyrut'a giden Amazon vapurunun güvertesinde, Pakize teyzeyle yeğeni Vesime hanım, Suriye'ye hareket etmiş bulunuyorlardı. Aile, düşüne taşına şu neticeye gelmişti, Pakize teyze : Ben de“ kahbece mağlup edilen bir kumandan tavrını takındım: — Yemezsem ne olacak..? Hintli gözlerini açtı: — Zorla yedireceğiz... — Midemin benden başka bir kimse ile. alâkadar olmadığını biliyor mısınız? Hintliler zorla ağzımı açmağa çalışıyorlardı. zaif Hintli, Mis Mor- ganla konuşıyordu. Ağzımı zorla açmağa uğraşan Hintlinin gözlerinin içine bakarak ondan merhamet dilendim. Fakat bu bakışımda, bu merha- met isteyişimde kendisini para ile memnun edeceğimi ifade eden bir mana vardı. Hintli uşakların efendilerine da- ima ihanet ettiklerini ve para ile kolayca satın alındıklarını bili- yordum. Gizli komiteye mensup hintli, mis Morganla meşgulken, benimle uğraşan uşağın avucuna birkaç sterlin ştkıştırdım. Uşak sesini çıkarmadı ve para- ları yavaşça ahp avucunun içine gizledi. Ben macunu yer gibi görünü- yor ve ağama uzatilan kaşığı gömleğimin içine boşaltyordum. Hintli uşak bir kaç isterline bir anda sahip olunca bana karşı fevkalâda müsamahakâr davran- mıştı, Bu iş bittikten sonra Hintliler kapıyı kapayıp gittiler. Mis Morgan: — Eyvah, dedi, bana bir şey vermediler .. Ben uyanık kalaca- ğım ve siz uyuyacaksmız! Genç kadın telâşından ne söy- liyeceğini bilmiyordu. Öyle ya.! Mademki felâket arkadaşı idik: Bir zındanda yatı- yorduk.. Hiç olmazsa konuşup dertleşecek (o vakit bulmak için, ikimiz de aym saatta uyumalı ve aynı saatta uyanmalı değil miy- dik ? Felâket arkadaşıma gömleği- mi gösterdim: (Arkası: var) Yakında SEBA MELİKESİ BELKIS Tarihi roman Yazan : İskender Fahrettin Her akşam bir hikâye | Tren kalkmak üzere idi. Vagona binmezden evvel, Ahmet Kemal bey, kendisini teşyi için Haydar- paşa'ya kadar gelen Müfide Adnan hanımı muhabbetle öptü. — Allaha ısmarladık, Müfide- ciğim! - Dedi. - Beni düşün. Yanımda iken nasılsan uzağımda iken de öyle ol, — Evet, evet... Daima seni düşüneceğim... On gün senden ayrı yaşamak, ne feci! Seni öyle göreceğim gelecek ki... Genç kadın, inçe, nahif, zarifti. İri ve küvvetli olan erkeğin göğ- sünün içine girmek istiyormuş gibi ona yaklaşmıştı. Mavi gözleri yaşla dolmuştu. — Yapma, Müfideciğim.. Ço- cukluğu bırak., Ağlamağa ne lü- zum var ?.. On gün nedir ki?.. Çabucak geçer.. Demek, sana mektup yazmamı istemiyorsun? — A.. Yok, yok, Kemal! Mektubun ya kocamın eline ge- çerse?.. Ben de sana yazacağım. — Şayet isteseydin, gideceğim yerlerin adresini sana verebilirdim. — Hayır, istemez... Karma ka- rışık bir işler yapmağa kalkışırım da, mektuplar sen yokken baş- kasının eline geçer. Mahvolurum. — Demek ki, gelecek ayın sekizinde gene benim evde bulu- şacağız? Düşün ki, bir seneden- beri sevişiyoruz. Daba ilk defa olarak yekdiğerimizi görmeden bir kaç günümüz sek Trenin hareket işaretleri verik mişti. Ahmet Kemal, vağona bindi. Genç kadın, erkeğin arkasından mini mini mendilini salladı. Sonra, neşeli tabiatın verdiği imkân daire- sinde hüzünlü olarak geri döndü. Ah met Kemal, onun ilk ve son aşkı, ilk ve son günahidi! Bu erkeğe rast gelmeden evel, kocası Adnan .beye sadakatsizlik etmeği aklın- dan. geçirmemişti. Gerçi Adnan bey, on beş yaş büyüktü. Fakat Müfide'ye öyle müşfik, öyle pe- derane muamelede bulunurdu ki... Onu: çocuğu gibi şımartırdı. Mü- fide'nin. de, kocasına karşı bür- neti, itimadı, şefkati vardı. Fa- kat, aşkın en ufak bir gölgesini bile kalbinde yaşatmazdı. Vapur (o kalkıyordu. o Heman bindi, Lüks kamaraya girdi. Tam Selimiye açıklarına gelmişlerdi ki, Müfide korku içinde bir şeyin farkına vardı; ve yanında oturanın nazarı dikkatini celbedecek bir tarzda bir çığlık kopardı: — Ab, yüzügüm! Bu yüzük gayet temiz, İZ kırat tek taş bir * pırlantaydı. Onu, kendisine, kocası, nişan esnasında, aile yadigârı diye hediye etmişti. Maddi kıymeti büyüktü; Fakat Adnan bey, yüzüge, daha ziyade manevi kıymet atfediyordu. Bir kere Müfide, onu, bir kız arka- Bir ders daşının tuvalet masası üzerinde unutarak eve gelmişti de, Adnan bey kıyametleri koparmıştı. işte şimdi bu yüzük parmağım da yoktu. Genç kadının kalbini müthiş bir azap ta kökünden kavradı, Kocasının biddetlenme- sinden korkuyordu. Yüzük nere- deydi? o Hatıratını O toparlamak teşebbüsünde bulundu. Yüzüğü, bu sabah, parmağına takmış mıydı? Parmağına takmışsa nerede çıka- rıp bırakmış olabilirdi? Ahmet Kemal'de... Bugün ancak oraya gitmiş ve gara gelmezden evvel iki saat kadar kalmıştı. Lâkin, yüzüğü bu sabah parmağına takıp takmadığını nasıl hatırlıyamıyorsa Kema'in evinde çıkarıp çıkarama- dığını da öyle hatırlıyamıyordu. Yüzüğü evde unutmuş olmasını temenni etti. Aksi takdirde, yü- zük Kemal'in evindeydi. Işi böyle ise, ahval berbattı. Demek ki, on gün yüzük parmağında olmıya- caktı. Buda, ergeç, kocasınn dikkatini celbedecekti. Genç kadın, eve dönünce, ko- casını raasa başında gazete okur- ken gördü. — Müfidel Ne kadar geç kalı- yorsun | — Çok işim vardı. Hem çok geç miya?.. Saat yedi. Kocasını smokinli görünce: — Ne o?- dedi.- Neye giyindin? Adnan bey, bir baba tavrı takınarak çıkıştı: — Çocuğum! Sen de son güm- lerde amma unutkan oldun N. Bu akşam baloya gideceğimizi bilmiyor musun? Müfide: — A... Sahi... diye haykırdı. Erkek, omuz silkti. — Seni sevmesem çıkışmak istiyorum ki... © — Aman çıkışma... Şimdi'ge- liyorum. Genç kadın, Uk işi olarak, minimini kasasını açtı. Orada. yüzüğün mahfazasını buldu. Mahfaza, boş! Demek ki, yüzüğü OAdnamn evinde unut muş... Şimdi kocasına ne diyecek! Bir kadın arkadaşının evini ileri süremez. Sokakta kaybettiğini de bildiremez. Zira, on gün sonra yüzüğü bulacak. odasına koştu. | Yüzüğü kaybettiğini niçin Sahife ) Dördüncü günün akşamıydı ki, | kocası, bahsi açtı. — Müfide'ciğim! Nişan yüzü- günü niçin takmıyorsun? Yoksa hoşuna gitmiyor mu? Herhalde kaybetmedigini ümit ederim. Genç kadın hafif boyası altında ilk önce kızardı; sonra sapsırı kesildi. Sesi titriyerek şu izabatı verdi : — Hayır, hayır... Yüzüğü kay- betmedim. Muayene etsin diye bir kuyumcuya verdim. Taş, tırnaklar arasında oynıyor gibi göründü. Plâtin tırnaklardan biri oynamış galiba. Biliyorsun ki, yüzüklerin © montürlerini Oarada sırada (o kuyumculara (o muayene ettirmek lâzımdır. Haftanın sonun- da yüzüğü geri verecekler merak etme cicim. Yalan söylemek için büyük gayret sarfediyordu. Bunda mu- vaffak olduğunu da sanıyordu. birdenbire, Adnan beyin, cebim- den yüzüğü çıkardığını görerek şaşaladı. Kadın, mihaniki surette, yüzüğü aldı. Bir an, aralarında süküt oldu. Sonra, Adnan bey konuşmağa başladı. — Baloya gittiğimiz günün sabahı, yüzüğü, musluk camının üzerinde buldum. Parmağından çıkarıp orada unutmuşsun. Bu kıymette bir taş için, üstelik bir aile yadigârı için, böyle bir savu- rukluğu hoş göremedim. İçeriye giren bir yabancı bunu pek âlâ, kolayça oradan aşırabilir. Sana ilerde daha dikkatli olasın diye. ufak bir ders vermek istedim. Bir hafta seni arattıktan sonra yüzüğü tekrar vermek için onu sakladım. Lâkin, üzüldüğünü gö- rerek dört günde işi meydana çıkardım. Lâkin deminki yalanı söylemene (One lüzum vardı? Ya İ Sana o kadar korku hissi mi telkin ediyorum? Durup düşündü. sana öyle Sonra, ansızın değişmiş bir sesle: — Söyle bakayım? Sizi yalan söylemeğe sevkeden sebep vw Ese, itirn edemiyordun? Haftanın sonunda onu alacağına nasıl emin olabi- lirsin? Cevap ver, haydi, cevap ver! Kadın cevap vermedi. Fakat, erkek, onun > a i fevk: i kr iadesi okudu — Ah, ab... Demek ki senin Ne yapacağını şaşırmış bir halde, | bir âşıkın var? Yüzüğü âşkınm çabucak gitti. Hayatında bu'derece bedbaht olduğunu asla bilmiyordu. Balo, biçare kadın için o gece szehir zemberek oldu. Aradan dört gün, bütün berbat- hğile geçti. Müfide bu dört gü- nünü şu kelimelerle ifade edebi- lir. Cehennem azabı! Hem, kocası, bu derece dikkatli bir adam, nasıl olmuştu da, şimdiye kadar, yüzüğün parmağında olmadığını farkedememişti?. evinde bıraktığını sanıyordun? Yumruklarını kaldırdı. Kadın, kendini müdafaa için, bir hareket yaptı. Öyle larııp dögülecek, öyle nahif görünüyordn ki, erkek eri çekildi. Bir koltuğa yığıldı. aşım elleri içine aldı. Müfide, hıçkıra hıçkıra ağlamağa başladı. Elinden düşürdüğü nişan yüzükü, halı üzerinde, ikisinin arasında pırıldayıp duruyordu. Nakili : (Hatice Süreyya) — Ben hiç bir işle meşgul değilim | - demişti. - Vesimenin de canı sıkılıp duruyor. Uzun zaman- dır, annemizin vatanı olan Su- riye,yi ziyaret etmek isterdim. Oraya giderek, dayımızın mirasile ben meşgul olayım. “M..,, zade Mehmet beyle karısı, kadının bu teklifini büyük bir kahkahayla karşılamışlardı . Vay! Pakize teyze “elinin hamu- rile erkeğin işlerine karışıyor ! ,, Lâkin, Pakize teyze, niyetinin pek kati olduğunu söyledi. Suriye de iyi bir avukat bulacak, onunlâ teşriki mesai ederek bu işi halle- decekti. Hem, Lübnan çok güzel- dir. Orasını görmek, Vesime'nin pek hoşuna gidecek. Alay da etmişti: — Görürsünüz! Vesime'yi Iz- mir'de olsun, başka yerde olsun evlendirip Istanbul'a öyle teslim edeceğiz Kardeşleri, alaya iştirak ettiler. — Aman şuna hayırlı bir kıs- met bul, Evde kalmasın. Mehmet bey, yapacak hiçbir itiraz obulamıyordu. o Nihayet, “Peki! ,, demek zaruretini gördü. Hülâsa, birgün, İzmirden Amajon vapuruna bindiler. Birinci sınıf yolcuları arasında yeyâne Türk kadınları onlardı. Türk erkekleri, vapurda, Türk kadınlarından da enderdi. Seya- “hatlerinin ancak ikinçi günde, bizim yolcular, bunların bir tane- sile tanıştı. Vapurda danseden edeneydi. Vesime: — Ne yazık! - dedi. - Istanbuk dan çıktımçıkalı, bir kere bile dansetmedim. — Danset, ; öyleyse, yavrum... İşte, orkestra âlâ! Seninle danset- mek için gözünün içine bakan delikanlılar da var... Rum'lar Arap" lar... Vesime, yüz buruşturdu. Denizi seyrelmeği tercih etti. “ — Evet! - diye düşündü.- Büyük seyahatler, insana derdini İsmi Ahmet Feritti. Ahmet Ferit, Izmir tücçarların- dan Denizci zadelerin biricik oğ- üzerine luydu. İIkracat emtiası unutturuyor. Seyahat, seyahat! daima | muamele yapan bu aile, bütün seyahat...,, Bu sırada, karşı tarafta, iri bir delikanlı oturmuş, şöyle düşü- nüyordn : “ — Yarabbi! Şu seyahat denilen nesne, nede iyi şey! Aksi takdirde, insanı anasile babası zorla evlendirecek |,, Ayni zamanda, elindeki kitaba şöyle bir nazar atıyor ve piposunu zevkle fosurdatıyordu.. Babasile annesi, “Mürüvvetini görelim!,, diye mutlaka evlendirmek istemiş- lerdi. Hattâ, hiç hoşuna gitmiyen bir iki kızı, namzet diye ona göstermişlerdi. Şimdi, delikanlı, izdivaçtan kaçıyordu. Seyahate, başını dinlemek maksadile çık- mıştır, l içtimai felöketlere rağmen sarsıl- mayan parmakla sayılı firmalar- dan biriydi. Servetleri milyonla ölçülürdü. Ahmet Ferit tab'an halük, hoş bir çocuk olduğu için tevazu gösterir, vaziyetile öğün- meği aklından geçiremezdi. Otuz dört yaşındaydı. Harplere iştirak etmesine rağmen, tahsilini Galatasaray'da ve ticaret mek- tebinde ikmal etmişti. Babasınm ticarethanesinde, onun yerini mü- kemmelen tutmuş bulunuyordu. Iki şerik gibi çalışıyorlardı. Ih- tiyar altı ay dinlenmiş, o çalış- mıştı, Şimdi de, onun dinlenme nöbeti gelmişti. (Arkası var)