25 Kânunusani 1932 Tefrika No: 45 Selma hanım, kafamın içinde yaşıyan ideal kadın tiplerinden biriydi. Onun evinde kalmayı elbette tercih edecektim. Pervin önüme düştü ve... — Evvelisi gün Selma hanım, benim Şamdan mezunen geldiğimi İşidince Obize gelmişti. Geçen sene bankada çalışan bir gençle yeni evlenmişlerdi. Hattâ bal ayını Berlinde geçirmişlerdi. Selma hanım çok kibar ve müstesna yaradılışlı bir kadındır. Kendisini küçükten tanırım. Hariciyede mühim bir memur olan erkek kardeşinden başka kimsesi yok. O da bankadaki bu hırsız deli- kanlı ile evlenmesine razı olma- dığı için, çoktanberi kendisile dargmdır. . Zavallı kızcağız, bu evde anadan kalma bir evlâtlığile beraber oturuyor. Otomobilimiz Şişliye giderken sola saptı. Bir sokağın başında durdu. Kemal önmüzdeki cad- deyi göstererek: — Yüzbaşım, siz burayı çok seversiniz, dedi, işte Bomonti bira fabrikası şu caddenin nihayetin- dedir. Otomobilden inerken, iki dakika içinde, gözümün önünden neler geçmemişti! & Fazla düşünmeğe vakit ve lüzum yoktu. O gün yeni başlıyan bu macera roma- nının birinci osahifesini (o açmış bulunuyordum. On sekiz yaşlarında eli ayağı düzğün bir kız kapıda bizi kar- şıladı. Kemal: — Pervin, şu valizi içeriye götürüver | Diye seslendi. Genç kız valizi yakaladı ve bize gülerek : — Buyurunuz efendim | Dedi. Evden içeriye girdik. Kemal, evin birinci katında ufaka bir salona girdi, ben de onu takip ediyordum. Dahil olduğumuz salonince bir zevkle döşenmişti. Köşede bir piyano.. Etrafta koltuklar. du- varlarda mutana tablolar.. Bu es- nada salonun köşesinde, gayet zarif bir kafes içinde, sarı bir kuş mütemadiyen ötüyordu. Rehberim gevezeliği ele almıştı: — Kanarya size hoş geldiniz, diyor yüzbaşım! — çok hazin sesi var... — Öteki kanaryanın sesi daha müessir... — Musikişinas mı? — Evet.. Fakat, çok nazlıdır. ne de Yalvarmıyınca ne çalar, İngiliz Casusu LAVRENS İSTANBULDA! pu Dele dehş salan tahtelbahir Bir Alman babhriyelisinin hatıratı Max Valentiner Bu sıralarda, Noske, davet edilmiş ve harbiye nazın seçilmişti. Bir gün, Noske'den uzun bir emirname aldım. Vapur- larda o zabturaptı temin için bir talimatname kaleme almıştır. Bu talimatname, tayfa komitelerinin gemilerdeki salâhiyetlerini biraz daha tahdit ediyordu. Vapurla- nmın bütün mürettebatım topla- ladım, emirnameyi onlara okudum. Ben okuyordum, mürettebat, dikkat dikkatlı dinliyordu. Bu sırada, küstah bir ses yükseliyor- du: — Dinleyin! Dinleyin! Mubarriri * Berline Kalbimin hiddetten çatlayacak Nakleden: Iİ, F — Bütün kadınlar Kemal! — Bu büsbütün başka türlü bir kadındır, yüzbaşım | Bir me- ziyeti varsa, fazla misafirper- verdir. — Bütün türkler gibi... — Bir kusuru vardır: Erkek- lerden çok kurnaz! — Madem ki genç yaşında bet- baht olmuş.. Hakkı var. — Salma hanımın evinde yat- tığınız müddetçe sıkılmıyacağınız- dan eminim, yüzbaşım?t O Alman- cayı benim gibi fena konuşmaz. Size güzel hikâyeler anlatır, şar- kılar söyler. Eğer türk yemekle- rinden hoşlanırsanız, ayrıca yemek farkını vererek burada kendisile beraber yersiniz! Selma hanım yemeğe çok meraklıdır. Hele Pervin.. Onun öyle lezzetli hamur işi tatlıları vardır ki, parmağınızı bile yersiniz de farkına varamaz- sınız! — Yemek hususunu sonra gö- rüşürüz, Kemal! Evvelâ yatacağım odayı göreyim. Teferrüatı nasıl olsa hallederiz. Ben müşkilpesent bir adam değilim. Burası güzel, sakin ve havadar.. Aradığım yeri buldum zannederim.. Selma hanımefendi kimdir? Evin üst katindan aşağıya doğru hafif ayak sesleri işidildi. Kemal gözünün ucile işaret ederek: — Geliyor... Diye mırıldandı. Ince belli, uzun boylu, uçuk benizli genç ve güzel bir kadın içeriye girince, birden gayri ihti- yari olarak tüğlerimin örperdiğini hissettim. Flistinde birkaç gün eyvel kur- şuna dizilen (Habibe) dirilmiş te karşıma ( çıkıvermiş o zannettim! Maamafih, ev sahibine hissiyatımı izhar etmemğe çalıştım. Mutat soğuk kanlılığımla gerç kadına elimi uzattım. Kemal beni ona ve onu bana takdim etti: Yüzbaşı hanımefendi. Çok müctenip ve manalı ba- kışlarile beni birkaç defa süzerek tetkik ettikten sonra başını önüne eğen bu güzel kadn Habibeye o kadar çok benziyordu ki, eğer yolda raslasaydım, onu Habibe diye selâmlamakta tereddüt et- miyecektim. Pens kadın şüpheli bakışlarım- öyledir , Kres... Selma 25 Kânunusani 1932 ge | Mütercimi * (Vâ - Nü) gibi gümbürdediğini hissederek sustum, Bir zabitin madunu huzurunda böyle o susturulasma (tahammül edilemezdi. Hattâ bu esnana bile, ben, bir siyasi hâtip dinledim; hir zabittim. — “Dinleyin,,diye bağıran elini kaldırsın! - Dedim. Biri, elini kaldırdı : — Benim... Makinist Diğer arkadaşlarımda hemfikirdirler, — Bu adamla hemfikir olanlar ellerini kaldırsın! - diye haykırdım. berkes susdu. Sehulz... benimle | ar | Kurtların hücumu anüdölimin önde Bakir den haberler geliyor: Bir çok yerlere kar yagmış. Yollar ka- panmış. Dagdan kurtlar inmiş, bazı köylere hücum etmişler... Kurtların hücumu.. Çocukluğumdan beri, bu söz, tüylerimi, korku ile, diken diken kabartır.. Çok şükür, hayatımda böyle bir hücuma uğramadım. Fakat bir Kurt hucumu hikâyesi dinledim... Onu sizede anlatayım: Mektep arkadaşlarımdan Ahmet Hüsamettin, beni, Düzce civarında çiftliğe davet etti. Muhteşem bir çiftlik!.. Bayıldım doğrusu.. Bine- lar, nebatlar, hayvanlar, hep na- zarı dikkati celbedici mahiyettey- di... Fakat, bu koskoca çiftlikte, bilhassa bir mezar dikkatimi cel- betti... Mezar da değil, türbe... Çiftliğin ortasında, şık mı şık, zarif mi zarif bir türbe vardı. Ahmet Hüsamettine sordum: — Ecdadının derebeği olduğu- nu söyliyordun. Bu türbe de on- lardan birine ait olacak galiba?.. - diye sordum. Arkadaşım mütebessimane : — Hayırl - dedi. - Ecdadımın belli başlı büyük türbeleri yoktur. Onlar, mütevazi mezarlarda gö- mülüdür. Bu terbe, babamın ara- bacısı Hüseyin ağanm türbesidir. —Allah allah... Ne münasebet?... — Evet... Babamın arabacısı, Hüseyin ağanın... Babam, ona, bu muhteşem mezarı yaptırmıştır... Fakat, biçare (Hüseyin ağanın, bu türbede, yanlız bir tutam sakalı ile saçları ve elbiseleri gür Keza, bu mezarda, i kurt gömülü: ür... 'Bu garip tafsilât, hayrelimi mucip oldu. Ahmet Hüsameddin'- den Ae ne dinledim : İN ii, günü, pa İbeyi EN amucamın civarda ki çiftliğinden a e e e dan kendisini birine benzettiğimin farkına varmıştı: — Şam tarafından geldiğinize göre, ihtimal ki oralarda kız kar- deşim Habibeyi görmüşsünüzdür! Kemal, Habibeyi tanimadığı için bu bahse ehemmiyet iri Selma hanım: — Zannederim, o hanımefendi, dedim, Şamda size çok benzeyen bir hanıma rastlamıştım. Sizi görünce birdenbire kendini Şamda sandım! — O halde hemşirem sıhhatte demek..?! Halbuki, ben kendisin- den bir aydanberi mektup alama- dığım için merak ediyordum. Gerçi kendisi de mektup yazmak hususunda biraz lâkayıt ise de... Genç kadın evlâtlığın getirdiği kahveyi elinden alarak evvelâ bana, sonra da Kemale uzattı: — Verdiğiniz bu malümattan çok memnun oldum doğrusu... Ve kendi kendine söylenir gibi anlattı: (Arkası var) Nihayet, belki dört el, mahcu- bane havaya kalktı. — Tışarıl - diye - haykırdım. - sizi bir daha burada görmiyeyim. Bu zevat, ilk önce tereddüt gösterdiler. Sonra, cimnastik adr mila tışarı uçdular. Diğerleri yumruklarını sıktılar. Bu sırada, Noske, bizzat Kiel'e geldi, Bizim filoda bir nevi tef- tişte bulundu. Tayfalarm hemen cümlesi emrimi” ze verilen Stroxburg zırhlısı üzerinde toplanmıştı. o Noske, bu kruvazö- rün üzerine, sırtında mavi bir kostümle geldi. Derbal, mürette- batın önüne çıktı. Onlara kısa nutuk söyledi. Inkilâbın ilk gün- leri zarfında, tayfaların konuştuğu zaman, onların fikirlerini alıyordu ve kendine - Proleterler! - diye hitap ediyordu. Lâkin, artık, birine “proleter, bizim çiftliğe kızakla dönerken, yolumuza bir sürü kurt çıktı. Kızakta, annem, babam, ve on yaşında olan ben... (o Babam, annemden yirmi beş yaş büyüktü... Annem onun dokuzuncu Larısıydı. Diğer zevcelerinden hiç çocuğu olmamış... Yalnız annem, ona, beni dünyaya getirmiş... Düştün, babamın annemi neka- dar sevdiğini... Beni de, neslmi istikbale intikal ettireceğim diye gözbebeği addediyordu... Kurtlar yolumuza çıktı. Arabacı, bir kerre, canüyü- rekten: — Eyvah! - Etti, - Çiftliğe bir saatlik yol var.. Bu hayvanlarla başedemiyeceğiz... Babam, yaman avcıydı: — Tüfeğim yanımda! - Ceva- bını verdi. - Altı danede kurşu- num var. — Kurtlar elliye yakın, beyim.. Altı kurşun hangisine... Kızak, çala kamçı ilerliyordu. Atlar, gerek kamçının acısile, gerek kurtların geldiğini kendi sevkitabiilerile ( anladıkları için dörtnala seğirtiyorlardı. Fakat, aradaki mesafe, yordu, kısalıyordu. Annem, ağlamağa başlamıştı. Bende beraber.. Babam ihtimal bizi teselli için: —Ama da cahilsin Hüseyinağa... - diye soğuk kanlı cevap verdi. korkacak bir şey yok.. Şimdi görürsün. Ve, kızağın içinde, arkaya doğru döndü. Tüfeğile ateş etti. Kurtlardan birini devirdi. Elli kurttan belki altı tane ka- darı, vurulan arkadaşlarından sızan sıcak kanı görünce, açlıkların onunla tatmin için, üstüne çul landılar. — Gördün mü?... Birini ve- runca, sürüden yedi kurt eksildi. Fakat, kırk küsur kurt, b&lâ peşimizdeydi. Seğirtiyorlardı. İkinci, üçüncü, dördüncü, be- şinci ve altıncı korşunlar, hep hedeflere isabet etti. Babam, hiç bir kurşunu boşa atmadı. Ve ber devrilen kurtun üzerine, arkadaş- larından beşi, altısı bazan de onu çullandı... Sürü, bu suretle azal dıkça azakdı. Babam: — Artık kurşun kalmadı! - dediği vakit, peşimizde hâlâ beş kurt vardı. Bumlar, bizi yakalamak azmile babire koşuyorlardı. Arabacı: — Çifliğe bir çeyreklik yol daha var! - dedi. - kurtlar bizi mutlaka (o yakalıyacak. (Mesafe gitgide azalıyor. Hakikatende, beş on metro ka- dar bir mesafeye gelmişlerdi. Babam: hitapetmek küfür o mesabesine geçiyordu. Noske, bu tabirin tay- falarca boş görülmediğini “öğren diği için, diğer amıralların yaptığı gibi: — Merhaba, haykırdı. Noske, nutkunda, Cumhuriyet- çilikten bahsetti. Tayfaların cum- huriyeti müdafaa etmesi lâzım geldiğini söyledi. Bu sırada f*| Putseh'tan korkuyorlardı. Putscha karşı Cumhuriyeti müdafaa etmek ızlırarından dem vurdu. Nazır, nutku bitirdikten sonra, birkaç tayfa, ellerini kaldırarak söz istediler. Noske, onlarm konuşmalarına müsade etti. Biri, yiyeceklerin fenalığından bahsetti. Zabitlerin yiyeceklerinin tayfalarınkinden daha iyi oldu- ğunu iddia etti. () Darbai hükümet kısah- tayfalar! - diye , Şahife 9 — Onun da çaresi var! -diyerek, battaniyeyi fırlattı. , Kurtlar kızaktan düşen şeyin için, azıcık durdular. Bataniyeyi koklaydrak muayene ettiler. Bu esnada aramızdaki me- safede beş metrodan on metroya çıkmıştı. Fakat, yine peşimize düştüler. Babam, sırtından kürkünü de çıkarıp attı. Kurtlar, bu kürkün ne olduğunu anlamak öçin de azıcık durdular. Ondanda inkisarı hayale uğrayınca, mütealıp hile- lere aldanmadılar. Babamın sırtı- dan çıkarıp attığı caket, kurtları durdurmadı . Sanki, bebemehal, azmetmişlerdi. Koşuyorlardı... Mesafeyi kısaltıyorlardı. Beş metro.. Üç metro.. Iki metro.. Bir metro.. Gözlerim (© çeşimhanelerinden dışarı fırlamış, eri öndeki kurdun ağzına bakıyordum. “Ah, babamın bir kurşunu daha olsada şunu serse.. Öteki kurtlar, onu yemeğe koyulsalar ve biz kurtulsak..,, diye aklımdan geçtiği esnada, arabacı Hüseyin ağanın bir çığlık kopar- dığını duydum: — Aman beyim.. Aman beyim. Bana öyle geldiki., Yahut, çocukluk hali, aldandım, bilemi- yorum... Babam, onu, arabaci yerinden çekip, ansızın yere attı. Kurtlar, battaniye ile sahici adamın arasındaki farkı gördüler. Derhal Hüseyin ağanın üzerine çullandılar. Beş kurt, böylelikle peşimizi bıraktı. Babam dizginlere yapıştı. Zaten ade yilğiie kurtulmuştuk. — ei Bau türbe, “#üseyin ağanın türbesidiri - diye, Ahmet Hüsameddin, bikâyesini bitirdi. - Babam, Hüseyin ağayı, fedakâr bir insan diye âleme ilân ett. Hüseyin ağa sözde: “Canım size fedadır beyim! Ben öleyim, kartlar beni parçalasın. Sizler benim efendilerimsiniz... Kurtulun!, Diyerek kendisini kı- zaktan aşağı atmış... Ben, böyle söyleyeyim... Fakat babam işitmiş, onun bu fedakârlığına mükâfatan işte bu türbeyi 'yapdırmış. Bu türbede onun bir tutam sakalı, saçı ve köylülerin o gün avladık- ları iki kurt vardır. Wâ- Nü) Vatandaş! Çocuklarına Şeker bayramı hediyesi olarak milli bankala- rımızın kumbaralarını al. Milli iktisat ve tasarruf cemiyeti Noske, gülmekten katılmağa başladı. Yemek fenasa, ahçıya çıkışmak lâzım geldiğini söyledi. “Elbette iyi yemek pişirmesini bilenler vardır! - dedi. - Bunların, ahçıya, nasıl yemek pişirmes icap ettiğini öğretmesini tavsiye etti.,, Noske, öyle zarifane söz söy- liyorduki, herkes, bermutat, gök mekten kırmağa başladı. Sonra, ikinci gayri memnun tayfaya söz söylemek hakkını verdi. Bütün şikâyetler çocukça, ibti- dai ve miskince şikâyatlerdi. Noske, bunlurm cevaplarım, der- hal, zekicesini vermeği ve işin içinden sıyrılmağı obeceriyordu. Neticede, zabitlerde, tayfalarda memnun kalıyorlardı. Hiç kimse ona kızamıyordu. (Arkası var)