22 Kânünvevvel 1931 Yefrika No: 11 Habibe sedirin üzerinde İngiliz Casusu LAVRENS İSTANBULDA! 22 Kânunuevvel 1931 Hakleden: İ. F. sızmıştı. Çantasını karış- tırırken, elime üç mektup geçti. Bu mektuplardan sonra, genç kadın bana çok esrarengiz görünmüştü... — Aman, rica ederim, bu mev- zuu değiştirelim.. — Siz, bütün dünyaya dehşet salan ( Neron ) un, Akte isminde bir gözdesi tarafından ufacık bir hançerle öldürüldüğünü işitme- diniz mi? Habibe güldü: — O müthiş adamı bir kadın mı öldürmüştü? Benim (Omaksadım, oHabibeyi Cemal paşa aleyhine sevketmek değil, bu kadından hangi saha- larda istifade edebileceğimi anla- maktı, Konyak kadar içtik. Habihenin gözleri açılmıyordu. Dili ağırlaştı.. Başını sedirin üzerindeki o yastıklardan birine koydu ve dalgın bir halde yanıma uzandı. Lübnan güzeli çok esrarengiz bir kadındı. Masanın üstünde duran çanta- sını bir az evvel yanına almış ve kendi aklınca gözümden uzaklaş- tırmıştı, Sedirin üzerinden yavaşça ayağa isolletim.. Çantayı elime aldım ve karıştırmağa başladım. Habibenin çantasi alelâde kadın çantalarından çok büyüktü. Bir gözünde her kadının olduğu gibi, pudra, sürme, dudak boyası, ufak lavanta şişesi ve saire.. Diğer gö- zünde bir kaç mendil, bir ipekli çorap, bir jartiyer.. Üçüncü gö- zünde de bir çok mektuplar. Yirmi tane kadar türk altını ve bir kaç mecidiye, ” Mektupları çıkardım ve zarfların üstüne göz gezdirdim. Türkçe bilmediğim için mektuplardan bir mana çıkarmak kabil olmadı. Bötün bunlar, hiç şüphe yokki, birer aşk mektubuydu... Faköt, zarflar nazarı dikkatimi celbetti : Habibe kaç yerde tanın- mıştı ? 4 8 numaralı nımefendiye 2 — Berutta Menşiye meyda- nında Osmanlı Bankası ittisalinde 427 numaralı hanede Habibe hanımefendiye 3 — Kudüste postahane kar- şısında antikacı Yusuf Mizrahi efendi vasıtasile Habibe hanım- efendiye Bunlar posta ile Ayrıca şişesini o boşaltıncıya Şamda Viktorya otelinde dairede Habibe ha- gelmiş mek- pulsuz zarflar tuplar Tefrika numarası: 81 "edecek olürsa, içinde yedi mektup daha vardı. Habibenin, gönül işlerinde çok kararsız bir kadın olduğuna bu mektuplar şehadet ediyordu. Bilhassa bu üç mektubu kelime kelime tetkik ettim. Arapcayi çok iyi bildiğim için arada geçen arapca kelimelerden birer mana çıkarmağa çalışıyordum. Üçüncü mektubu tetkik ederken, son sahifede bir isim nazarı dik- katımı celbetti: Lavrens.. Habibeye gelen bir aşk mek- tubu içinde Zavwrens ismi ne mü- nasebetle geçebilirdi? Mektubu, bir harp pilânı tetkik eder gibi, odef'atle okumağa çalıştım. Ah şu türkçel Bütün Şark lisan- larını öğrendiğim halde, türkçeyi, şimdiye kadar neden öğrenme- miştim? Mektuptan, teker teker şu ke- limeleri başka bir kâğıda yazı- yorum: Hükümet... oMükâfat.. Muharebe... Lavrens... Derdest... 1000 lira... Müstacelll! Bu kelimelerden şu manayı çr- kardım: Hükümet, Zavrens'i ya- kalayan adama bin lira mükâfat verecek! Bu mektubu okuyunca içime bir şüphe girdi: o Acaba bu kadın bükümetin hafiyesimidir? Bu neticeye vasıl olunca, bir- denbire tüylerim ürperdi. Türkler (Lavrens)in Filistin o cephesine geldiğini nasıl ve nereden haber almışlardı ? Eğer, elde ettiğim bu netice, bir hakikat olarak tahakkuk “Türk toprakları dahilinde gezmem biraz tehlikeli olacaktı. Bu mektup münderecatını mut- laka anlamam lâzımdı. Konyagın baş döndürücü tesiri derhal zail olmuştu. Hayatımda ilk defa olarak, bir türk memleketinde olduğumu ve memleketin türk ordularile |omuhat (o bulunduğunu düşündükçe, garip bir ümitsizlik içinde etrafı tecessüs oOetmeğe başladım. Acaba beni takip mi ediyor- lardı? Bu türkçe mektubu kime oku- tacaktım? Bu esnada caddeden, munta- zam bir asker yürüyüşünü andıran ayak sesleri işittim. Lâmbayı kıstım. Pencerenin aralığından dışarı baktım: bir bölük asker, sokağın ortasında birdenbire tevakkuf etmişti. (Arkası var) 22 Kânunuevvel 1931 z ——— salan tahtelbahir Bir Alman bahı bahriyelisinin hatıratı Nubartiri : Max Valentiner Mütercimi : (VA - Nü) Sehretzmeyer 1911 denberi, | verdiğim tahtelbahir (mektebine bilâfasıla benimle beraber bulunu- yordu. ahlâkını gayet beğeniyor- dum. Denizlerde onsuz olmak be- »im için cidden mahrumiyet olurdu. ettebatın diğer kısmı, hemen ilen tanımadığım, yeni insan- ndı. Bunların herbiri tahtel- Lahirlerde çalışmamış insanlardı. U 157 ile Eckernforder lima- ında, ilk valla ra e la hayret Hiçbir © kargaşalık » da, U3 bikâye medyunuz. O mektepte yetişen- ler, tahtelbahirde yabancı insanlar arasına karıştıkları için intizam temin olunuyordu. Mektebin müdürü Clarenbach'ti bu zat, tam bir alman teşkilâtçısı idi. Adamları görür görmez tah- telbahirlerin hangi (o vazifesinde kullanılabileceğini anlardı. Onun tayin edip te gönderdiği adamlar, tahtelbahirlerde tıkır tıkır işlemek kabiliyetini gösterirlerdi. Alman- ya'nın harp esnasında inşa ettiği dört yüz tahtelbahrin bütün mü- reltebalı bu zat tarafından intibap 1925. senesinin 6 şubatinda, 9 mal Ferit bey, Caddebostan sabil- lerinde mehtaplı denizi seyret- mekle (meşguldi ki, (o beyazlar giyinmiş bir kadın, birden bire kendisine yaklaştı. Elindeki altı fişekli tabancayı Kemal Feridin üzerine boşalttı. Kurşunların ilk beş tanesi (delikanlıya isabet etmedi. Fakat, altıncı kurşun, biçarenin göğsünü bir taraftan bir tarafa deldi ve biçare Ferit, bir cismi camit gibi, olduğu yere devrildi. Beyazlar giyinmiş genç kadın, yaralıya (yahut ölüye) eğildi. Yü- züne elektrik lâmbasını tuttu. Akebinde müthiş bir çığlık ko- pardı. Bir yanlışlık olmuştu: Genç kadın, kendisine hiyanet ettiğini öğrendiği kocasına tabanca ata- yım, derken, yanlışlıkla, elbisesini ve vücudünü ona benzettiği Kemal Ferid'e suikastta bulunmuştu. Civardan koşuşmalar oldu. Ya- ralıyı (yahut cesedi) derhal yerden kaldırdılar. Genç kadının hemen orada bulunan evine naklettiler. Genç kadın, asabiyet içinde kesik kesik birşeyler söyliyordu amma, hiçkimse, ne söylediğini anlaya- mıyordu. Çok geçmeden bulundu. Doktor, kısa bir muayeneden sonra, dedi ki: — Şimdilik ancak baygın bir halde... Lâkin, vaziyetin ağır ya- hut hafif oduğu hakkında henüz size birşey söyliyemem. Hele bir pansıman yapayım da.. Fakat, birisinin bana yardım etmesi lâzım. Genç kadın: — Harp zamanı yaralılara, fahri sta bakıcılık etmiştim. - dedi. - size yardımda “bulunabiliri, doktor... bir doktor Işte, Kemal Ferit, o esnada gözlerini açtı. gözüne ber şey, koyu bir sis tabakası arasında göründü: Doktor, bilhassa genç kadın... Lâkin, ne olup nebittiğini vazih surette değil a, hiç hatırla- mıyordu. O yarı baygın halinde iken bile, genç kadın, hastanın hoşuna gitti: Sarışın, bembeyaz, sonra o masum gözler... Bu bhalile, Kemal Ferid'in uğradığı felâketin müsebbibi olduğunu isbat için bin şahit lâzımdı. Erkeğin kendisine (baktığını görünce, genç kadının gözlerinden yaşlar boşandı. Hastanm dizlerine kapanarak haykırdı: — Ben, çok alçak bir kadınım. Merhametinize hiç mühtaç değilim. Doktor: EE hanımefendi ! ca e are Ee era bei diyerek araya Tptidadan başlıyalım. Evvelâ kaynamış su getirin. İspirto da getirin. Sonra, pamukla sargı lâzım. Kadın: — Evde bunların hepsi varl - diyerek hıçkırmakta devam etti ve yerinden kalktı. Artık, genç kadının gayesi, bu erkeğe karşı son derece merbu- tiyet göstermek olmuştu. Fakat, bu suikasttan sonra, talâka baş vurmak ta, yaptığı ilk iş olmuştu. Caddebostan'nın tenhalıklarında patlayan tabancaların aksi, kara- kollara aksetmemişti. Ferit te esasen dava açmış değildi. Bu kadına karşı hisssinin ne olduğunu anlamak için, iyileştik- ten sonra epice düşünmesi lâzım geldi. Nihayetünnihaye, o ölümic gözgöze gelmişti. Şayet maceraya talip olsaydı, genç kadın buna âmadeydi. Ferit maceradan korkar bir adam değildi. Amme, bayatı ve sükütu seviyordu. Halbuki, genç kadın, ne tınette alduğunu isbat etmiş değil midir? tabancanın altı kurşununu da boşaltmamış mıydı? Böyle bir kadında şefkat olur mıydı? oŞafkatsiz aşktan da sebat umulur mıydı? Şafkatsiz aşklar gelip geçici değil midirler? Bir çok günler tereddüt gös- terdi. Her sefer, ayrılmak için karar vermiş bir halde, genç kadının yanına gidiyordu. Lâkin, genç kadının muamelesi, onu, kararın- dan caydırıyordu. Nihayet, kararını vermiş bulun- du. Bir sabah, dedi ki: — Sizin bana karşı gösterdiğiniz ibtimam ve takyidi aslâ unuta- mayacağım, hanım efendi. Sizi kalbim çarpmaksızın o aklımdan geçirmeyeceğim. Lâkin, artık eyi- leştiğim için misafiriniz kalamaya- cağım. — Burada kalmaycak mısınız?.. Yok, hayır... Sizi bırakmayacağımı pek alâ biliyorsunuz. Erkek başını eğdi. — Sizi bırakmak istemiyo- rum.,. İstemiyorum... -Diye genç kadın tekrarladı. — Fakat, ben, affınıza mağ- ruren gideceğim, hanım efendi. Buna karar verdim. Genç kadın, delikanlıya, koca- man mavi gözlerini dikti. Romantik mavi gözlerini. Ansızın, yüzünde, çılğın bir ifade hasıl oldu. — Gitmiyeceksiniz.. Giderse- niz ben sizsiz yaşıyamam.. Anla- mıyormusunuz ? Ferit o an, karşısında, üzerine altı el silâh boşaltan kadının ifa- a Ölüme iki parmak kala... , Sahife 9 Yeni neşriyat: Hitit kanunu Istanbul Darülfünunu inüderris- lerinden Oo Avram Gslanti bey Hitit kanunu namile yeni bir eser basmıştır. Bu kanun 1906-1907 senesinde Yozğat vilâyeti içinde bulunan Akdağ Madeni kazasına tabi Boğazköyünde yapılan hafriyat esnasında meydana çıkarılmıştır. 200 maddeden ibaret olan ka- nu milâtten takriben 1300 sene evvel pek çok levha üzerine ya- zılmıştır. Galanti bey bu kanunu tercüme ve şahsi notlar ilâve fetmiştir. Fiatı 50, posta ücretile beraber 60 kuruştur. Türk gazeteciliği Türk gazeteciliğinin yüzüncü yıl dönümü münasebetile Selim Nüzhet bey tarafından yazılan “ Türk gazeteciliği , ismindeki eser İstanbul matbuat cemiyeti tarafından bastırılmıştır. e Selim Nüzhet bey öteden beri Türk gazeteciliğine ve matbaacılığına dair tetebbülerle meşğul olmuş bir zattır. Yeni eseri de ciddi bir çalışma ve uğraşma mahsulüdür. Selim Nüzhet bey bu eserde bizde ilk gazetenin 1831 tarihin- de nasıl çıktığını, gazeteciliğin geçirdiği (o devirleri, (o Fransızca çıkan gazeteleri anlatmakta, çok kıymetli o malümat Muharrir bir çok uğraşarak eski gazetelerden müteaddit nushalar ele geçirmiş, yaptırarak esere ilâve etmiştir. Pek güzel okunabilen bu eser- ler eski gazetecilik hayatı, o zamanki gazetelerin lisanı, verdik- leri haberler hakkında iyi bir fikir vermektedir. Eseri herkese tavsiye ederiz. Havacılık ve spor Sıvacılık ve spor mecmuasının 61 inci sayısı çıkmıştır. Bu sayıda bilhassa dünyanın en mahir Ak- robat tayyarecisi Oolan Alman Achelifin hayatı hakkında malü- mat vardır. Bundan mada An- karadaki pehlilvan güreşleri hak- İlaalar mevcuttur. kında da mü desini görmüştü. Başkasının hayatına bu kadar azimle kıyan bir kadın, kendi hayatına da kıyacaktı şüphesiz... “ sizsiz yaşamam ,, sözünü söyler- ken, kadın, bunu anlatmış olu- yordu. Genç kadın bütün cildile titre- yerek delikanlıya uzandı. Bu müt- biş iradenin emrine, Müzeyyen de tabi oldu. 3 gs Aradan beş sere geçdi. Halâ beraberdirler. Nâkili; (Vö-Nü) — vermektedir.” bunların klişelerini ve : tayin edilmiştir. Tayin edilen adamlardan bir danesinin bile vazifesini yapamadığına tesadüf edilmemiştir. lik, tecrübelerim esnasında, er- kânı harbiyei umumiyedeki zavatı âliyenin nasıl sıkıya girdiğini seyrederek mükemmelen eğleni- yordum. Heyhat! (Bizim tahtelba- bir, su sathinde, en âdi bir tüc- car gemisinden bile daha yavaş yuruyordu. Ya hele batmış vazi- yette., Ya hele batmış vaziyette.. U 157, batmış vaziyette, lâgar mıydı lâgardı. Manevra etmesi müşküldü. Su sathında gittiğine | nispetle pek yavaş ilerliyordu. İ Buna mukabil, topçuluk tesisatı, | pek hoşuma gitti. Onaltı bin yüz | metroya kadar büyük bir isabetle | endaht ediyordu. | Hülâssa: 1917 senesinin kışında, Baltık | i bazı enizinden harekete geçtim. Da- nimarka adaları arasından yol almağa başladım. Shetland önlerinden itibaren felâketler başladı. Esas makine- lerden bir danesi berbat oluverdi. Esasen, anlaşılıyordu: o Geminin makineleri pek pestenkeranidi. 2000 tonluk bir vapura göre, pek zaiftiler. (Yağlama ter- tertibatı da o derece fennni yapıl- mıştı ki, bunun tashihi ve yağın akmasınının tanzimi için, ya geri- ye dönmek, yahutta bütün maki- neyi baştan başa sökmek zarureti | vardı. Mühendisim Rust, bu ameliye İ için, lâakal kırk gün faaliyete ibtiyaç messettiğini söylüyordu. Zira, vapurdaki vesaitle, bu işi becermek pek müşkilâtlı ola- caktı. Mamafih, ben, baş vuracak tedbirler mevcut olduğunu biliyordum. Mürettebatım, için geri dönmeğe elbete terçih ederlerdi. Buna rağmen, mühendisim, zabit- lerim ve ben, yola devam etmeğe karar verdik. Yola devam ettik. Şimdi, artık, gemim, sade bir makinesile hareket ediyordu. Bahrı mubit'in “ortasında, ilerlemiyor- duk ta emekliyorduk sanki... Ingilterenin şimalinde, fena hava yüzünden on gün kadar yolumuz- dan olduk. Bir türlü yürüyemi- yorduk. Bu sirada, sürekli surette yirmi saat kadar deniz altında kaldığim oldu. Su sathına çıkarak alamülatör- larımızı dolturuyorduk. Bu sıra- lardada balık avlıyorduk. Zira, artık, fena hava geçmişti. Esasen, bu yeni tahtelbahir, eski tahtelbahire, yani U 38 e nisbetle azgın denize mütehammildi. j (Arkası var )