12 Kânvnuevvel 1931 Tetfrika No: 1 ww Londra civarındaki sayfiyemde otururken, müstacel bir mektup aldım. (Loyit Corç) bana çok mühim bir vazife tevdi ediyordu. Birinci kısım A e Şefelt'ten Londra'ya.. 1917 senesi Martının ikinci günü, akşam üstü, Şefelt'teki sayfiyemde.. üç aydan beri ko- casından mektup alamıyan geli- nimle konuşurken, Londradan bir mektup aldım. Zarfın üzerinde Hariciye neza- retinin resmi damgası vardı. Uşak, mektubun, Belediye rei- sinin kâtibi tarafından getirildi- ğini söyledi. Gelinimin mahzun çebresinde mânalı çizgiler belirmişti Zarfı açmağa cesaret edemiyor- dum. 1914 senesi Eylülündenberi, ayni vasıta ile gelen böyle resmi zarf- larla, tamam beş defa, vazifeye davet edilmiştim. Zavallı gelinim, endişeli bir nazarla, evvelâ gözlerimin içine, sonra, elimdeki zarfın üstüne baktı. “ Müstaceldir.,, kelimesini gördü. — Açsanız a -dedi- piçin tered- düt ediyorsunuz ? Başımı önüme eğdim ve zarfı açlım. — Kısa bir mektup... bir işe ait... — Yeni bir iş, değil mi? Gelinimin sualine cevap ver- meğe lüzum görmedim ve elimdeki mektubu kendisine uzattım. Büyük harbin başladığı tarih- ten beri, bu, bana uzun seyahatler hazırlayan ve iş başına davet eden mektupların altıncısıdır. Gelen mektubu aynen yazıyo- rum. Londra: 1 Mart 1917 “ Aziz dostum! “ Tekaüt edildiğiniz halde, sizi, bugün tekrar rahatsız etmek mecburiyetini hissettiğimden do- layı çok müteessirim. Cephede kaybolan oğlunuz hakkında, henüz elde edilmiş bir malümat yoktur. Bu itibarla duyduğum teessür, hepsinden çok daha fazla olmakla beraber, size tekrar ve çok mü- him bir vazife tevdi etmek zaru- retini hissettiğimizi ilâveye mec- bur oldum. Mektubumu alır almaz, derhal - ikametgâhımda - beni gelip görmenizi rica ederim... İngiliz Casusu LAVRENS #STANBULDA! Hariciye sezi Müsteşarı Tetrika numarası: 71 Denizlere dehşet salan tahtelbahir Bir Alman bahriyelisinin hatıratı riri: Max Valentiner — Kılavuzlarımızı gönderelim. Kendilerine, fenerle işaret verin. Artık onlara ihtiyacımız kalmadı. Mersi... - dedim. Işaretleri verdiler. Torpitoların geniş bir daire resmederek ve arkalarında fos- forla bir iz bırakarak şimale doğru yol almağa başladıklarını gördük. Şimdi, artık yalnız kalmıştık. — Wurmbach! Saat sekizi yirmi yeçe, cenuba doğru yol alacağız. Hu bat, yeni bir emir vereceğim amana kadar devam edecektir. Ben, azıcık uzanıp uyuyacağım. | i i i | 12 Kânunuevvel 1931 Nakleden: İl F. Jülyet (e sarsılmadan (mektubu masanım üzerine bıraktı. Oğlumun kara haberini veren bu mektup, aynı zamanda da beni, yeni bir vazifeye davet ediyordu. Gelinim sükünetle gözlerinin yaşını silerken, ben de kendi- kendime: — Acaba bu sefer nereye gide- ceğim..?! Diye düşünüyordum. Son vazifeden geleli henüz on beş gün bile olmamıştı. . Cephesinde, bomba ve şarapnel yağmuru altında, yedi ay devam eden ve itilâf devlet- lerinin siyasi bir muzafferiyetile neticelenen müthiş bir mücadele- den sonra, doktorlar bir sene gazete bile okumamaklığımı tav- siye ettikleri halde, ben henüz on beş gür bile istirahat etme- mişken, tekrar, mühim bir vazi- feye davet ediliyordum. Hükümet, kim bilir ne elim bir # mecburiyet karşısında, beni acele Londraya o çağrıyordu. (Benim istirahate ne kadar çok muhtaç olduğumu elbette benden ziyade takdir eden “Entellicen Servis, in çok sıkışık bir vaziyette kaldığı muhakkaktı. 99 isimli adamı (bu, halk tara- fından bana verilmiş bir isimdir) hatırlıyan hükümetin daveti: va- tanın sesi, vatanın daveti demekti.. Derhal giyindim. Valizimi aldım.. Yatakta hasta yatan O zevcemi doktora ve kocasını kaybeden kimsesiz gelinimi de ıstırap ve teessürlerile başbaşa bırakarak, Şefel'ten Londra'ya geldim. (Arkası yarın) Belgrad darülfünun talebesinin tezahüratı Belgrad, 10 (A.A.) — Kapanan darülfünun talebesinden bir gurup Belgrad'ın başlıca sokaklarında tezahüratta bulunmak istemiş- lerse de vaktinde haberdar olan polis, tezahüre mani olmuştur. Konferans Sivil tayyareci Vecihi B. tara- fından 12/12/931 Cumartesi günü saat on yedi buçukta Cağaloğlun- da, Halk evinde (eski Türk Oca- ğında) tayyarecilik ve seyahat intibaları hakkında bir konferans verilecektir. Bu konferansa her- kes gelebilir. 12 Kânunuevvel 1931 Mütercimi : (Vâ - Nü) harikulâdelik olursa | Şayet b bir beni haberdar edin. Gemimizde her sakin bir halde devam ediyor. | Diesel motörleri, omükemmelen | dönüyor. Nöbette olmayan adam- larım uyuyorlar. o Uyuyanlardan biri, rüyamı gördü ne, yatağında dönüyor, dönüyor.. Bu delikanlı, | rüyası içinde nerelere gitti acaba?" Küçük masamın üzerinde, bah- riye mecmuası duruyor. Eski bir cildinin içine bir | takım boş kâğıtlar koymuşlar. Önümüzdeki (haftalar zarfında | başımızdan nasıl vakalar geçecek? | şey tabii ve | saus - main İ rimden Bey Güzelim, eğer işim olurda gelmezsem sana mektup gönderi- rim ! Hanım — Nafile zahmet etme, yazıp nazırlamışsın, Ce- binde duruyor | Muammer — 398 — Emin mektebe geç kalmıştı. Sı- nıfa girince hoca sı sordu: — Emin, neden geç kaldın? — Efendim, s0- kaki bir adam (25) kuruş kay- bettiğinden etra- fina halk toplan- mış. Gelmek için yolun tenhalaşmasını bekledim. Peki, kalabalıktan sana, ne. — Nasıl bana ne efendim, (95) liğin üzerine ben basıyordum. Ertuğrul Muhsin — 399 — Bir ayı, dağda bir işkembe görür ve içini yemeğe Öteden tilki gelir, ayıyı görünce sorar : — Ayı kardeş, ne yapıyorsun? Ayı, kemâli vakarla: Nebatat hulâsası hakkında tetki- kalı femiyede bulunuyorum! cevabını verince, tilki: Acaip, der, şu yediğin halta bak- madan hikmet beyan etmene şaştım doğrusu... S.B. — 400 — Yeni harflerin ilk çıktığı sırada İzmirden Çanak- kaleye — gitmek istiyen bir zat biletini almak üzere gişeye gider, Yolcuların nereye gideceğini bilete kaydetmek zaruridir. Memurs yolcuya nereye gidiyorsun? diye sorar, herkesten (İstanbula) covabını almaya alışmış ve o kelimeyi yazmağı öğrenmiş olan me- mur (Çanakkale) cevabını alınca afallar, bir türlü o kelimeyi yazamaz yolcuya dönerek: — Be adam, der, Orada ne yapacak- sın, aklım varsa İstanbula gitte memle- ket gör |.. Hicret Gündoğdu — 401 — Efendinin. biri su istediği zaman evvelâ o kadehin içine bakmasını ve badehu suyu ver- mesini © uşağına tembih eder. Bir gece su iste- diği zaman uşak evvelâ lâmbanın yanına gider bardağın içine bakar ve suyu efendiye verir. Efendi suyu içtik- ten sonra kadehi alır tekrar lâmbanın yanma gider, tekrar bardağın içine bakar, bu hali gören efendi (Ulan evvelâ baktın, şimdi tekrar ne bakıyorsun!) deyince, uşak: — Efendim, kadehin içinde üç tane kurt vardı, kaç tanesini diye bakıyorum ! demiş. yutmuşsunuz, eyyire Hamit Bu beyaz. kâğıtlar içine muhtelif denizlere dair, neler, neler, neler yazacağım. — Kaptan!.. Saat geldi... Nöbetçi zabiti size haber gön- derdi... Görünürde bir şey var- mış... Hava sakinmiş. — Pekâlâ... Derhal yukarı çıkıyorum. Derhal bir fincan kahve içiyo- rum. Bununla, âsabımı kavilemek, uykumun son bakıyelerini üze- atmak istiyorum, bir boyun atkısı alıyorum; bir sveter giyiyorum. Yukarıdayım. Saat on buçuk. Gözlerim, ufku tetkik ile meş- gul. Elimde dürbün. Köşkün ışığı , yukarı doğru maskelenmiş. Vapur, takriben bütün süratile filerliyor. On dört mil yapıyor. Güneş do- guncaya kadar iyi yol almış olacağız. o Saatler yavaş yavaş geçiyor. Yeni arkadaşım Gadeke, | nöbeti Wurmbach'tan alıyor. Ona İ ! Her elk bir hikâye Durmuşların Ayşe, ismi eya ği miş berbat bir aileden yetişmiş olmasına rağmen, gayet güzel bir köylü kızı, İs- tediği zaman serbest hayata atılabilecek. Münasip birini gözliyor. Bir gün, köyü olan üçler köyünden kasabaya giderken, meşhur o mürabahacı Kemal efendinin oğlu Murada rasllayor. Onun arabasına biniyor. Murat bey, kızı ancak öpdüklen sonra, âilesivi öğreniyor. Kıza karşı, derhal muamelesini değiştiriyor. Lâkin, bir köylü kızı olan Ayşenin nazarından bile kaçamaz- dı ki, Murat beyin tavrı, ansızın, değişivermişti. Delikanlı, şimdi, düşünce içinde, arabasını sür- mekle meşguldü Kız da: — Bu oğlan hoşuma gitti! - diye düşünüyordu. Bu esnada, Murat beyin aklı fikri, kendi içtimai vaziyetindeydi. Ailesi, umumun itibarını kazanan aileler meyanındaydı. Babası, bir çok tarlaları, evleri, hanları, ha- mamları kapatıvermişti. Buna rağ- men, aile, namuskârlığın timsali olarak, zikredilirdi. Murat bey, geçen sene ölen babasının yerine, bu sene, belediyeye âza olmuştu. Delikanlı, şimdiye kadar kendi kendini tahtaa ediyordu: Bu kızı, ismini sormadan, ne demeğe arabasına almıştı. Murat, bu kızı arabada yanına oturttuğuna ve hattâ unu öptü- ne fena halde müteessir olmuştu. Bu Durmuşların Ayşe, kendini Murat beye öptürdüğü için öğü- nebilirdi. Dedikodular ahp yürü- yebilirdi. Netice fenaya müncer olabilirdi. Yolda bir takım arabalara rastladılar. Murad'a bu arabalar- dan sanki kendilerine balıp da alay ediyorlarınış gibi geldi. Adamların söylediğini (o kulağile işitiyor gibiydi : — Tefeci Kemal efendinin oğlu Murat beyi gördünüz mü? Bu çocuk bozulacak, bozulacak... Bu kızın ne sebeple arabada bulunduğunu, herçibadabat gören- lere anlatmalıydı. Uzun bir süküt- tan sonra, Murat, gene ağzını açtı; ve bu, Ayşenin dikkatini celbetmedi; zira, köylüde, böyle, uzun uzun sustuktan sonra, bir- denbire söz söylemeğe kulaklar alışıktı. — Anam ihtiyarlıyor ! - dedi. - Hem eve, hem kümese yalnız başına bakıyor. İstersen gel, bizim evde hizmetçi ol, Ayşe, teklifi derhal kabul etti. Şüphesiz ki, Murat beyin karısı olmağı aklından bile geçirmiyordu. Bunu düşünmek feci bir şey olurdu. Ayşe'nin bütün istediği, Murad'ın kendisini dost tutma- sıydı. Lâkin, bundan bahsetmeği aklından geçirmedi. Bu buselerin sonu geleceğini de düşünmüştü esasen yukarıda kalması i için rica ediyorum. —Sancak tarafında, 30 derecede bir gemi! — On derece dümen kırın. Sancak gözçülerinin dürbünleri gemiye çevrildi. Gördüğümüz gemi, rip'ti... Karşı taraf meselenin farkında olamadı. Bizim geldiğimizi seze- medi. Soruyorum: — Saat kaç? — Biri elli geçiyor. — Ya... Demek Brindizi üst- lerindeyiz... Bu muhrip, demek ki, bir Italyan mubribi.. Yahutta bir Amerikan yahut İngiliz mubribini buraya, şimal tarafını kontrola tabi tutmak için getirmişlerdir. Bunun büyük bir gemi oldu- ğunu görüyorum. Vakit kaybet- meden harekete geçiyorum. bir muh- i Vi akit, delikank PE kızdan ayrıldı. Dönüş için, ona randevu verdi. Yolda rastladığı insanların yanına gitti. Onlara, dikkatsiz dikkatsiz dedi ki: — Arabadaki kız, annem için tuttuğum hizmetçidir. Bu cümle, derhal tesirini gös- terdi. Herkes, kızın arabada bulunmasını tabii buldu. Bu laz, hizmetçi . olarak eve alındıktan sonra, Murat bey, isterse, ona başka hizmetlerini de gördürürdü. ere me olan, içtimai mevkiin muhafaza edilmesiydi. Avdette hiç bir şey cereyan etmedi. nikel Ayşe, aşk meselelerinde (o teşebbüse i geçip faal rol oymyacak yaşta değildi. Delikanlıyı gizli gizli tetkik et- mekle iktifa ediyordu. Delikanlı, cidden hoş bir şeydi. Onun ken- disi hakkında ne düşündüğünü anlamağı çok isterdi doğrusu. Bu sırada, Murat bey, hizmetçi tutuşu meselesi hakkında annesi- nin ne düşüneceğini merak edi- yordu. Annesi, titiz, kılı kırk yaran bir kadındı. Eve geldikleri zaman: — Anne! - dedi - düşündüm ki, sen ihtiyarladın. Bir hizmetçiye ihtiyacın vardır. Artık rahatına bak. Evin işlerine de, mutfağm ve kümesin işlerine de bukız baksın ! Ihtiyar kadın, bir kızın taze yüzüne, bir de oğlununkine baktı; surat buruşturdu. Oğlu, onu yu- muşatmak için : — Anne! - diye devam etti.- şayet istersen bu kız, tarlaya da gidip, orada da çalışır. Dğilmi, Ayşe? — Evet efedim. Artık bunun üzerine, ihtiyar kadın, itiraz edemedi. Yüzünün abusluğu azicik geçti. — Seni tanımıyorum, kız... -dedi.- sen kimlerdensin? Adm ne? — Ben, Durmuşların Ayşe'yim. Üçler köyünden. Kocakarı, ağzımı bir karış açtı. Lâkin fazla söz söylemedi; nihayet. — Aileni tanımıyorum! - dedi. - seninkiler, buraya, eskiden iş bul- mak için gelirlerdi. Lâkin, şimdi, vaktilerdeğişti. Şimdi, artık gelmi- yorlar. Sonra, bir az daha düşünerek, istihfafıni gizleyemeden ilâve etti: —Sen de onlardansın demek ha? Ayşe, bu sözün manasın pek kavrayamadı. Lâkin, tezyif ve tahkir olunduğunun farkına vardı. Akrabalarile (OO©derece alâkası yoktu ki, bu sonra eve gelmeyeceğini eve bildirmeğe bile lüzum duymamıştı. Kocakarı: — Pek alâ, bakalım. Bir işi becerip * beceremediğini anlarız! - dedi. (Sonu yarın) Nakili : (Hatice Süreyya) — iskele... 300 derece... Dik- kat... Galiba bir ziya görünüyor... Öte târafta da... — Sağa, on... Wurmbach: — Kaptan! - dedi. - teftiş hat- tının ikinci torpitosu da görünüyor. Sözü kısa kesmek için: — Pek alâl - dedim. - onunda icabına bakın. Yolu tekrar değiştirmek sure- tile eski yolumuza avdet etmiş olduk. Bir bakışta, vaziyeti kavradık. Işi daha ziyade takibe girişince, neticenin meye vardığını daha fazla ihata ettik. Makinistlik vazi- fesile mükellef olan adamlarımız- dan biri, kompartimanın kapısı önünde duruyordu. elindeki Dansöz Dai: iy. isimli kitabı okuyor. “Pek alâ, oğullarım! Sakın endişeye ieü pall Diye düşündüm. Teh- likeli anlarda bu neviden adam- lar işe daha elverişlidir. (Arkası var) eN yk a ek e