e li Teşrinievvel 1931 Verem dispanserinde bir saat.. Verem dispanseri sertabibi kadınlar birliği âzasını vazi feye davet ediyor.. Doktor genç kızın yanına yaklaştı: “Bak yavrum.. Gelecek Verem dispanserindeki faaliyetten bir kaç sahne: Doktor Mustafa Talât bey bir hastasını muayene i ediyor ve bir mikrobu tetkik ediyor. Bir veremli yüzü, sönmek üzere olan bir yağ kandiline benzer.. Gözler fersizdir, dudakların rengi kaçmıştır. Beniz tamamile solgun.. Bu yüze baktığınız zaman anlar- sınız ki damla damla yağı biten bir kandil gibi bu yüzde günden güne ışığını kaybedecek ve bir gün sönecek.. Verem dispanserinin bekleme salonu sönmek üzere bulunan kandillerle dolu hazin bir mabedi hatırlatıyor.. Her tarafta süküt. O Yalınız hastaların fısıltı halinde birbirlerile dertleşmeleri.. Ve zaman zaman kısık öksürükler.. Hışırtılı nefes alışler.. Tabibin (Ooodasına (o girdim.. Doktor Mustafa Talat bey bir polis komiseri gibi hastasını ince- den inceye isticvap ediyor. Önün- deki deftere notlar alıyordu: — Kaç yaşındasın kızım ?. — 18 doktor bey.. — Annen ile beraber mı oturu- yorsun yavrum?. — Hayır doktor bey zevcimle.. — Yaaa evli misinz?. Genç kadın kızardı: — Evet doktor bey bir aylık bir cocuğum da var.. — Yaaa.. Zevciniz ne iş yapar.. — Boşta doktor bey.. — Size kim bakar? — Ben fabrikada çalışıyorum efendim.. Terbiyeli ince bir İstanbul kızı idi.. Altın sarısı saçları vardı.. kirpikleri gayet uzundu büyük gözlerinde derin bir bezginlik okunuyordu.. Çebre ve vücut iti- barile bir bizans minyatürü kadar ince ve gözel.. Bir aralık öksürü- ğü tuttu. Avucundaki Oküçük mendilini ağzına yaklaştırdı.. Sonra mendili bize göstermemek için seri bir hareket yaptı.. Fakat doktor bunun farkına vardı: — Yovwv.. Saklama yok.. bakayım. Mustafa Talat bey mendili <A. sefer en şık elbiseni giy de gel... dedi Ni uzun uzun tetkik etti ve bir aralık. — Hım mımımımı! dedi. Peki. Doktor hastanın arkasına bir havlu dayayarak belki yarım saat dinledi. Dinledi. Gözlerinden ba- zan bir endişe bulutu geçiyordu. Fakat bu hulutu hastasına gös- termemek için elinden geldiği kadar çalışıyor. — Peki amma.. Kızım, evlâdım niçin şimdiye kadar gelmedin.. — İşten olmaz ki doktor bey.. Çocuk, ev, fabrika!.. Ben ken- dimden vaz geçtim.. Çocuğum doktor bey.. Acaba onda da... Genç kadın devam etmedi, gözleri yaşardı.. Doktor : — Canım ne var bunda bu kadar üzülecek ?.. Her şeyin bir kolayı var yavrum.. Eğer sen çocuğunu kurtarmak istiyorsan evvelâ kendini kurtarmağa bak.. Muhaverenin arkasını dinleme- mek için doktor odasının yanın- daki küçük kütüphaneye geçtim.. Hasta dışarı çıkıkınca doktorla biribirimize bakıştık.. Ben : — Zavallı.. Nede güzel bir kız.. dedim.. Doktor başını sal- ladı.. Eski ve tecrübeli bir hekimdi : — Bu kör olasıca hep güzelleri seçer.. (Ekseriya da bu tipte olanları.. Sarışın.. Açık mavi gözlü. Zaif.. İnce.. — “Merak etme!, dediniz, hakikaten kurtulacağından emin misiniz ?. — Pek geç kalmış. Yüzde yirmi bir ümit amma.. Yüzde bin beş yüz gibi söylemek lâzımdı.. Ne yaparsınız.. Dünyada verem doktorları ka- dar metin, şayanı dikkat adamlar olamaz.. o Mustafa Talat bey de bunların en şayanı dikkatlerinden biridir. Bütün mesaisini buraya hasretmiştir. Biraz sonra içeriye bir polisle bir genç kız girdi. Polis efendi genç kızin babası Şi idi. Anlatmağa başladı: — Efendim ne yiyor.. Ne içi- yor.. Ne giyiniyor.. Ne geziyor.. Günden güne sararıp soluyor.. Kendi de bitti. Bizide bitirdi. Evdekilerin hepsi bunun etrafında hayali fenere döndük.. Hakikaten genç kız bir hazan yaprağı halinde idi.. Zayıf ve sap- sarı.. Doktor muayene etti. Göz- lerinde biraz evelki aynı endişeyi okudum. Fakat derhal güler yüz gösterdi. — Bak kızım, dedi, eğer bir daha gelişinde en güzel tuvaletini giyinmezsen.. Karışmam sonra... Külâhları değişiriz.. Onlar dişarı çıkınca sordum: — Niçin böyle söyledin doktor? Pencerenin yanına yaklaştı. Bahçeden dışarı çıkan kızın arka- sından bir baba şefkatile baktı: — Öyle lâzımdı.. Ben bütün genç kadın hastalarıma böyle söylerim.. Onlarda bu hastalık başlayına evvelâ kendilerine derin bir lirizm gelir.. ve ilk iş olarak giyinmelerini ihmal ederler. Bu derbederlik onları büsbütün peri- şan eder.. Bunun için evvel emirde onların maneviyatlarını düzeltmek ve kendilerini iyi giydirmek iste- rim.. Bak şimdi ne şen kapıdan çıktı.. Memnun.. Çünkü kendisini öbür genç kızlardadn hiç farksız görüyor... Hakikaten (o baktım.. Genç kız şen bir tavırla babasının kolunda yürüyordu. Babası da memnundu. Köşeyi dönerken polis efendi ihtiyar bir dilenciye para verdi.. Fakat en ziyade dalgın bakışlarla hâlâ pencereden bakan dispanser doktoru idi.. Nihayet: — Ya, böyle işte.. Diye tekrar söze başladı.. Kimisine tuvalet tavsiye ediyoruz. Kimisine: “Eger kendine bakmazsan seni polise vereceğim.. Bize emir böyle... diye tehdit ediyoruz. Birdenbire hararetli: — Hani islâmın beş şartı vardır. AKŞAM'ın tefrikası: No 3 KIVIRCIK PAŞA Sahife 5 13 Teşrinievvel 1931 ali a Büyük Milli Roman Sermet Muhtar Serasker Paşa, kapı dönüşü, arabasına kurul- muş, sağa, sola (sinek koğan) tarzında temen- mahlar savura sa- vura köprüden Galata yakasına dönerken, arka- dan atla takip eden yaver bey Karaköyü biraz geçince kolları sıvarmış. Güzergâh bütün meyhane. Mey- baneciler geçe- ceği vakti, saati biliyorlar. O es- nalarda Miço da kapının önünde gözcü. Tam uzak- dan Serasker'in arabası görünür görünmez tezgâh- tar elinde rakı dolu kadehle va- ziyet alır, yaver bey meyhanenin tam önüne gelir gelmez istoper edip bir yudumda rakıyı yuvarlar hayvana mahmuzu vurmasile kadehi sokağa havalan- ması bir olur, fırlayıp geçermiş. Yirmi adım ilerideki meyhane- nin önünde ayni tevakkuf; otuz, kırk adım daha ötekinde ayni hal. Galata bu; Karaköy'den iti- baren Tophaneye doğru, yalnız bir kolda, ben diyeyim yirmi beş, siz diyiniz otuz, meyhane. Bir taraftan at üstü, bir taraf- tan güneşin alnı, birbiri ardınca üst üste dubleler. Kan ter içinde konakta soluğu alır almaz, ağzının içi kavrulmuş, midesi ateş gibi, hararetten dili bir karış, kilerciye baş vurur, paşa efendinin tepsisi için kar kuyusundan taze taze çıkarılmış kardan bir avuç ağzına atarmış. İşte o kıdemli bronşitin menşei! Arkaya tülbent sokturmakla ha- remdeki iş bilmiyor. Tülbentten sonra helö boyla- nacak... Her unutulan şeyin orada hatırlanması kör olası şeytanın cilvelerinden değil mi ya. Paşa da daima bu cilveye uğrayanlardandı. Mütenevvi umur ve hususi, bin türlü iş mevcut. Biri kafada kalmayor. şıda Üsküdarın lambaları yanmıştı. Şehri efendi çilingir sofrasının kurulduğu kameriye de iskelesine oturmuş, rakı şişelerini burnuna yaklaştırıp o koklayor, mezelerin yerlerini değişdiriyor, tabağı boz- madan ağzına bir kalâmata zey- Bizde veremin önüne geçmek için beş şart koyamalıyız. 1 — Sokaklaklara tükürmemek. 2 — Dudaktan öpmemek. 3 — Evlerden süpürğeyi kaldır- mak, süpürge verem için birebir- dir. Evleri yaş bezle silmeli. 4 — Müskirat içenleri mahke- meye vermek. 5 — Kendisine bakmayanların aleyhine dava açmak.. Doktor bunları bir tasavvurdan bahseder gibi söyliyordu tabii. Bir aralık verem tedavisinden bahis açıldı. — Para.. Para.. dedi. Para lâzım.. Eskiden zenginlerimizde civanmertlik, (cömertlik ( vardı. Şimdi bilmem ki.. Sonra yazın Hava gereği gibi kararmış, kar- O Müellifi : Yaver bey meyhanenin tam önüne gelir gelmez Istoper edip bir yudumda rakıyı yuvarlardi tini, bir ançoyez atarak 'çimleni- yor, yutkunup duruyordu. Sokaktan, koyun sütile kaymak diye yoğurtcu sesleri duyuluyordu. Paşa, bir elinde kurşun kalem, ötekile pancurun kenarına tutuna- rak pencereden başını uzattı, aşagıya bağırdı: — İsmaiijil!.. Şu geçen herif- den yoğurt al, sarımsak karıştır, cacığa benzer bir şey yap. Arkasından gene seslendi: — İsmajiil! Ulan nerdesin? Şimdi hiyarı, mıyarı hak getire.. Yeşil biberli bir patlican salatası yaptırt, üstüne Selânik usulü sarmısaklı yoğurt döksünler. İki dakika geçmeden bir daha haykırdı : — İsmail! orada mı? Şehri efendi hiç orada olmaz mı? Tabii orada idi; yasabur çekiyor, dokuz doğuruyordu. İsmini duyar duymaz yerinden fırladı, sesin geldiği helâ pence- resinin altına koştu: — Bendenizi mi istediniz paşam? — Şebriciğim var. — Buyurun velinimet! — Vallahi Şehriciğim bizde kafa kalmamış; tu!... Na kafa!... Tavla oynarken deminden beri aklımda; bu adama bir şey söy- liyecektim diyorum, ne olduğunu bulup bir türlü dilimin ucuna getiremiyorum... Gitme, bir dakika dur! (Devamı var) Şebri efendi sana müjdem rica ederim.. Kadın birliği bizim bu verem mücadelesile gayet ya- kından alâkadar olmalı.. Hanım- larımızı vazifeye davet ediyosum.. Gelsinler, burada çalışsınlar, teş- kilât yapsınlar.. Her türlü mua- venetle meşgul olsunlar. Birlik azaları gelip benimle görüşsünler.. Müşterek Obir mesai programı yapalım.. Her yerde verem mü- cadelesile kadınlar gayet yakın- dan alâkadar olurlar. Bu kadınlı- ğın en ulvi vazifesidir. Temiz, beyaz merdivenlerden indim.. Kandilleri sönmek üzere bulunan sessiz salondan geçerken doktoru içimden tebrik ediyordum. Hikmet Feridun