20 Mart 1930 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6

20 Mart 1930 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Sahife 6 Tetrika numarası: 9 Mütareke senelerinde ELE GEÇMİYEN HİRSİZ [.ETESİ Yazan: İskender Fahreddin ;İ i Saklandığım yerden birdenbire ortaya / çıktım... Moiz'in yakasına yapıştım: " “Ey.. söyle bakalım,dedim, beni » polise nasıl teslim edeceksin?,, Ğ t Petro ve Moiz imalâthanede konuşuyorlardı: — Daha ne vakte kadar, bu havasız ve rutubetli yerde bir esir | | gibi çalışacagız? — Eyiki anladın yesir oldu- ğunu. Budala sersem! Elimde böyle zenatin Var da niçin benim- | len yelmezsin? | — İşte sana söz verdim ya, Moizl Ne> vakit isteşsen ben hazırım... — Onu anladık... Ya bu domuz, | şeytan herif... Onu ne yapacayız? | Önce onun hesabını yormeli! ğ — Ondan kolay ne var? — Nasil...?1 — Nasıl olacak... Ben haber vereyim.. — Tutturayım .. — Burası | İstanbuldur be... Anlasın Hanyayı, | Konyayı! Kudurmuş herif.. Gözü | de doymaz... İster lı:p ini kendi | yutsun... Olur mu böyle? — Öhalde bu gece tertibat alalım.. Kalıpları kaçıralım. Sen de gece yarısı Kadri'nin nerde ol | duğunu öğrenir ve uzaktan me- mura gösterirsin! — Tamam... Çok sonra beraber çalışırız.. ruz bu herifin elinden! — Söz mü? — Söz demk te lâf mı be? Bu öyle bir karar ki, bununlan İstan- bul da kurtulacak.. biz de.. Bu muhavereyi daha fazla din- lemeğe — tahammül — edemedim; gizlenmiş — olduğum — sandıkların arasından — birden — fırladım ve Moiz in karşısında dikildim. Silâh filan çekmeğe lüzum yoktu. Moiz benim heybetimden, hattâ gölgemden bile korkardı. Şiddetle üzerine yürüdüm ve gözlerimi açarak haykırdım: — Nankör.. Alçaaak! Moiz beni görünce hayretinden nerdeyse küçük dilini- yutacakt Onun bu işte yegâne güvendiği kuvvet (Petro) idi. Böyle zeki ve kuvvetli bir adamı tamamile elde edecek, ve elimden kurtulmak için de aleyhimde güzel bir tuzak hazırlıyacaktı. Günün birinde Petroyu atlatmak © kadar güç bir iş değildi. Moiz'in dokuzlardan ayrılarak, /aZ zaman zarfında zengin olmağa karar verdiği ve bu emeline mu- vaffak olmak için karşısına çık: cak hailleri aşmak — istediğini anladım. — Ey...-dedim- Beni polise nasıl teslim edeceksin, bakayım? —— — Vay, Kadri bey, sen burada misın? Bu cevap benim sualimin cevabı degildi. Süt dökmüş kedi gibi Hitriyordu. Dizlerinin bağı çözül- rengi sapsarı blmuştu" Mü- Üekare Piryı bakıyor. ve 'ondan yardım bekliyordu. Petro önündeki kalıpların pro- valarını yapmakla meşguldü. Moize fazla bir şey söylemeğe İüzum görmedim. Aleyhimde ha- zırladığı pilânların hepsini kendi agzından, kulaklarımla işitmiştim. | (Dokuzlar)ın bu eski emektarını tepeden tirnağa kadar ” süzdüm. O, vaziyetin vahametini anlamıştı. Merhamet — dilenen — nazarlarını tekrar Petroya çevirdi.. ve gözleri . Bundan Kurtulu- Odim. Petro omuzlarını silkerek: Yakalandık.. ne yapalım.?! mırıldandı. Moizin suratına - afedersiniz - şöyle okkalı bir tükürük yapıştır- — Ulan, dedim, sana yaptığım deri ne çabuk unuttun? Tuhaf şey! Moiz, korkusundan | ayakta duramiyacak bir hale Bu kadar korkak bir iyle tehlikeli işlere nasıl ini bir türlü havsalama sığ- Fakat, meydanda bir hakikat vardı: Moiz beni polise yakalattı- racaktı. Moiz, bu ande, şeytani zekâsile, bu tel vaziyetten - kendir kurtaramıyacak kadar sarsılmı erimişti. Artık, onu, daha fazla tedhiş etmek için kuvetli bir yumruk darbesine lüzum yoktu. Hiddde- | timi — yenemiyordum. — Yakasını çekerek: — Utanmaz, dedim, sokaktan şişe toplayıp geçindigin günleri ne çabuk unuttun? Moiz: — Şaka be kuzum! Vallahi şaka.. Billâhi şaka... Biz senin burada olduğunu biliyorduk! Ara- sıra — böyle - birbirimizi tecrübe etmezsek, bu işler döner mi? Moizin bu sözleri korkusundan söylediğini anlamak, benim için | güç bir iş de; Başını yere yatırdım ve Devlet demiryoları ve limanları umumi idaresinden Idare namına Mersin limanına gelecek eşyanın tahmil ve tahliyesi kapalı zarfla münakasaya konmuştur Münakasa 7 Nisan 930 Pazartesi demiryolları idaresinde yapılacaktır. Münakasaya iştirak edeceklerin tı teminatlarını ayni günde saat 14,30'a kadar münakasa komisyonuna vermeleri lâzımdır. Talipler münakasa şartnamelerini maliye ve muhasebe işleri reisliğinden, İstanbulda Haydarpaşa vez- nesinden, Konyada, Konya veznesin; Zonguldak maden kömür havzası Amele birliği R. den: Zoııgııldık maden köi mevkünde — bulunan ür havzas Konfrans Darülfünün Hukuk fakültı Neuchâtel Darülfünün Emini günü saat on altı buçukta * min münasebatı, mevzuu üzerine 1 numaralı dershanesinde bir Konfrans verilecektir. Arzu eden zevat gelebilir. Muhasebei Hususiye müdürlüğünden: Beykozda Arpacı Çiftliğinde mahfuz Tıraktör ve teferrüatı 22/3/930 Cumi tesi günü sant 14 te mahall Makineyi görmek için 21 Cuma günü mahal ve müzayedeye İştirak için 100 li yaşardı. yede heyetine müracaatları. revirine — âzami Eczacılık vazifesini de ifa etmek üzere bir Tabip tayin edileceğinden inden itibaren 15 gün zarfında Zon- Hukuk fakültesi Mösyü Claude du Pasguier 19/Mart 930 tarihine müsadif Çı Asri içtir Ayın etrafindaki ner () daire () Dumandan hasıl olan siyah bir | 2) Uzaklık ifade eder (2) Avuç | madde (8) Üa Nota (2) 4 — Eski silâhlardan biri (2) - Zami- Ti işari ( 5 — Bal yapan (8) * Ehli *bir hay- van (9) 6 — Namaz vakitlerinden biri (4). 7 — Nota (2) - Derin çukur (4). 8 — Hayâ (2). 9 — Nota (9) - Salbetmek (4) - No ta (2 10 — Amol, füil (2) - Akrabadan biri (4) - kırmızı (2). 11 — İkinci harfle üçüncü harf ara- sına bir (u) koyarsanız bir millet olur (4) 18 nn kullandığı bir şey (2) - Dünyanın en böyük - kıt'ası () * Sulama (4). Yukardan aşaği: İ — Msana ânz olan haşarattan biri (4) - Müşabih, benzer (2) - Yüz kuruş luk (4). 2 — Üç () - Çok değil (2) > Cemar dattan biri (3). 3 — Asya ile Avrupayı ayıran dağ ). 4 — Ehli bir hayvan (2) - Saç boyar ai (4) - Diriltmek (. 5 — Tasdik edatı (2) - Raks (4). 6 — Üç tabür asker (4). 7 — Bir kelimenin 'mukabili (4). 8 — Tenbih ve ihtar edatı (2). 9 —Geceyi aydınlatır (2)-Dört cihetten biri (4) > Gelip geçen, zeyal bulan (4). 10 — Nota (2) - Bir müsiki âleti (2). 11 — Portakalı ile meşhur bir yer (4). 19 iri (X ir. güni saat 15 te Ankarada devlet teklif mektupl: muvakkat beş lira mukabilinde Ankarada den tedarik edebilirler. sı Amele birliğinin Kilimli maden 150 lira maktu ücretle kısmen esikalarının musaddak suretleriyle esi Reisliğinden: Profesörlerinden Darülfünün Hukuk - fakültesinin linde müzayede ile satılacaktır. e bulunacak memura depozito alıçesile beraber mü: üzer, Büyükannesinin oturduğu şehre Bidiyor. Aklında İikrinde hep komşusu: Bun kızı Hayriye vardır. Halbuki, evlek Tine, Fahamet isminde bir evli kadın misaf'ir gelecek, Ertesi günden itibaren, Nusret, başı açık, sırtında spor elbisesi, bahçelerde, bağlarda dolaşmağa başladı. Bahçe duvarının yıkık bir tarafı | Hayriye'nin evi ile kendi evi sında irtibat noktası teşkil edi- yordu. Nusret oraya gitti. Hayri- ye'nin de oraya geleceğinden emindi... Al İşte, Hayriye, onu orada bekliyormuş bi Ne kadar güzelleşmişti... Geçen seneye nisbetle, bin kere, beş bin kere daha güzeldi... Mütena- sip, çalâk, cevvall.. Beyaz esvap inde öyle tendürüst duruyordu ki... Taze ve kırmızı dudaklarının tebessümü ne tebessümdül Siyah bukleleri arasından, teni ne nefis bir matlıkta duruyordu. Neşeli gözleri, ne kadar mültefit ve tatlı bakışlı Eski güzel hayat, gün devam ediyordu. İkisi de, akrabaları tarafından pek başıboş birakıldıkları - için, tatilin bütün zevkmi yudum yu- dum tatıyorlardı... Tenis, sandal kırlarda, dağlarda do- artık her Oturdukları yer. pek - tenha olduğu için, başka tanıdıkları ve arkadaşları yok gi Biribirlerine — sırlarını — tevdi ediyorlardı. Hayriye, pek yekna- sak geçen hayatından, kış gün- lerinin cansıkıcılığından - bahsedi- yordu: Maziye “bağlı babasile, hastalıklarına bağlı annesi, onu, çatlatıyormuş. Nusret, lisedeki hayatını, bütün | tafsilâtı ile naklediyordu. Ders- lerini, hocalarını, arkadaşlarını , #por. havadisle: Hattâ, istikbale ait projelerinden de dem vurduğu olurdu. Hayriye, ona bakar, onu din- lerdi... Bazan, delikanlı, gençkızın gözlerinde, ifşa edilmemiş bir sır halinde, bir merakın titrediğini görürdü. Farkına varırdı ki, bir sual, Hayriye'nin dudakları ara- sında dolaşıyor; lâkin, düstur- laşamıyor... Fahamet'in gelmesi, bu sami- miyete azıcık ket vurdu. Fahamet, siyah gözlü, belki azıcık sun'i kırmızı saçlı bir kadındı. En sön modanın icabatına göre, giyiniyor ve boyanıyordu. Neşeliydi, can- dandı, konuşkan ve şirindi, serbest hareketliydi. Büyük annenin sakin evini hayatiyetle doldurdu; ve, Nusret'le hemencecik arkadaş oldu. Fahamet'in misafir kaldığı sekiz gün zarfında, Nusret, bütün manını Hayriye'ye hasredemedi gayri... Misafirle komşuyu - biri- birine tanıştırmıştı. Misafir, kom- şuya karşı pek - nazik ve se- vimli davrandı; gezintilere ve eğlencelere o da — iştirak etti. Öğleden — sonrası, - birbirlerin- den ayrılmıyorlardı. Akşam üzeri eve döndükleri zaman, büyük annenin ricası üzerine, Fahamet, Piyano çalıyor - ve şarkılar sö yordu: Sesinin güzelli; aile içinde meşhurmu; fasılları delikanlının pek hoşuna Fahamet işgal etmişti hasılı. Nihayet, gençkadın gitti. Nusret, onu, bir istasyona teşyi etti. Bagajları oldu. Onu, vagona bindirdi. Pencereden söylenilen son bir “Allaha ısmar- sevimli - hoş Doğrusu ya, bu kadının / muhitlerini terketmesin- den dolayı, müteessirdi. - Fak: işte, Hayriye vardı! Ona koşu- yordu... Hayriye, onu, bahçede bekli- yordu. Müstehzi bir halde: — Ecee... Nihayet gitti mi? - diye sordu. Biliyorsun — ki, — istasyona gittik, oradan geliyoruz işte.. — Gittiğine çok mu teessüf ediyorsun ? Delikanlı, mütehayyir bir halde, gençkiza baktı. — Ben mi? Yok efendim... in canım ? — Rica ederim, anlamıyormuş gibi tavır takınma... Gülünç olu- yorsun. Onunla - flirt z farkına varmadım mı ben sanki Daha - doğrusu, farkındayım... bundan —memnun kaldın... ve yüzündeki iç de fena kadın de; Anlamakta tered- düt gösteriyordu... Hayriye, onu kıskansın!?... Müphem bir gurur onun sana flirt Ve, sen, Sahil — Deli misin? -dedi.- Ara- mızda hiçbirşey yoktu. — Sus, sus! Ben, onun sana karşı takındığı tavırları görmiyor muydum? Sandala binerken, nasıl üzerine —abadıyordu, — yürürken masıl koluna giriyordu!.. Sonra, akşanları, ben yokken... Şarkılı şür okumalar... Ve sonra?... Ge- celeri odasına gidiyordun.. Şaşalamış, hattâ korkmuş balde yerinden sıçradı: Hayri, mi, ©o harikulâde Hayriye mi idi bunları söyliyen? Hayriye'nin ak- lından mı bunlar geçiyordu? Fena halde kızardı. ve cevap vermeğe kalkıştı. Fakat, gençkiz, onun sözünü kesti ve devam etti: —Sen beni cidden sersem zan- nediyorsun! - Bötün ömrümü bu kuytu köşede — geçirdiğim - için dünyadan haberim yok mu sanı Ben, ne romanlar oku- romanlar... - Arkadaş- larım, ağabeylerinin maceralarıni anlattılar bana.. İşte Hadiye'nin ağabeyi ... On sekiz yaşında... Metresi var... — Ben daha on sekizine gel medim Hem şey... Niçin bana bu şeyleri söyliyorsun? Komiksir i — çocuk sanarak sırlarını bana - anlatmı- yorsunl İyisi mi, hakikati anlatl Katiyen — kıskanmıyorum — senil Vallahi hakikati — saklamakla beni çıldırtıyorsun! Senin yaştaki çocuklafın — neler — yaptığından haberim var... Sen de onlar gibi yapmazsan — sersem — sayılırsın. Sersem — olmadığını — biliyorum... Öyleyse anlat kuzum... - Vallahi, ne hoşuma gidecek anlatacakların bilsen... Sana, bunu ne zamandı soracaktım ve anlatmanı istiye- cektim. İstanbul'da kimbilir ne maceraların vardır. — Lisede leyliyim, canım. — Cumaları dışarı çıkıyorsun ya... Elbette, o serbest şehirde bir çok kadınlarla tanışıyorsundur. benden gizleme kuzum. Bir gencin maceralarını kendi ağzından dinlemek.. Aman yarabbi, 'ne hoş olacak. Hayriye, ateşli gözlerle, Nus- ret'e - bakıyordu. - Delikanlı, ne diyeceiğni şaşırmıştı. Fakat, ser- sem vaziyette kalmak istemedi, başladı: * — Fahamet, bize geldiği- nin ikinci gecesi... İlh, İlh...., Nüktli: (Hatice Süreyya)

Bu sayıdan diğer sayfalar: